Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2012       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Geçmişimizi öğrenmeye çalışırken, köklerimizin tarihin karanlık dönemlerine kadar gittiğini anlamaktayız. Orta Asya’dan dört bir yana göç eden atalarımız, göçebe yaşamın sonucunda değişik yerlerde, değişik adlar altında kendi dönemlerinin devlet anlayışına uygun olarak devletler kurup yaşamış, savaşlar yapmış kimi kez kazanmış, kimi kez kaybederek yıkılmış. Sonra toparlanarak yeniden devletler kuragelmişler. Hunlardan günümüz Türk devletlerine kadar geçen binlerce yılda Türkler nereye gittilerse orada üreyip çoğalmışlar.

Tarihin bu uzun akışı içinde Türk’ün töresinde, yaşayışında, dilinde, inancında... Doğal, toplumsal... Etkiler sonunda yozlaşmalar ve bozulmalar olmuştur. Yüz milyonlarca insanın konuştuğu ve binlerce yıllık bir geçmişi olan bir dilin insanoğlunun duygusunu, düşüncesini, tasarısını, onun yapıtı olan her şeyi, günümüzde bilinen ve gelecekte öğrenilecek olan her şeyi anlatmaya gücü vardır. Zaman zaman Türkçenin bilim, sanat, kültür dili olamayacağına yönelik görüşler ortaya atılmaktadır. Bu görüşün üniversite öğretim görevlilerinden gelmesi Türkün ve Türkçenin bağrına saplanmış bir hançer etkisi yapmakta ve bu kimselerin anadilinden kuşku duyulmaktadır. Bize göre dilin yetersizliğinden yakınma hakkı olmayan kesim bilim ve sanatla uğraşan kültür adamlarıdır. Onlar anadillerinin gelişmesi için uğraşmazsa eğitim düzeyi düşük kimselerin, dilin gelişmesine katkısı ne kadar olabilir?

1975’te lisede okuduğum yıllarda DTCF mezunu, göreve yeni başlayan bir öğretmenimiz bir gün bize bir ödev verdi: " Elinizdeki ders kitaplarında, gazete ve dergilerde karşılaşmadığınız, radyodan işitmediğiniz sözcükler varsa bunları defterinize yazınız." O zamanlar bu ödevin önemini pek kavrayamamıştık ki dişe dokunur bir ödev yapan çıkmadı. Yıllar sonra Selçuk Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünü bitirince öğretmenimizin verdiği ödevin önemini daha iyi kavramıştım. Öğretmenimiz yazı diline geçmemiş, fakat o yörede kullanılan Türkçenin öz sözcüklerini arıyordu besbelli.

Dilini gerçekten seven ve onun gelişmesine katkıda bulunmak isteyen dilseverler, çevrelerinde kullanılan ve başka bir dilden alınmayan sözcükleri ve bu sözcüklerin anlamını ya da anlamlarını açıklayarak ve daha iyi anlaşılmasını sağlamak için bir kaç cümlede kullanarak yazı diline kazandırması gerekir. Belki bu sözcükler dilimizdeki pek çok yabancı sözcüğün yerini alacaktır. Örneğin 5 şubat 2006 tarihli Hürriyet’in pazar ekinde sayın Mehmet Yaşin’in Burdur yöresiyle ilgili yazısında " böğet " sözcüğü geçmektedir. Akarsular üzerinde suyun önüne kurulan set anlamında Konya taraflarında da kullanılmaktadır. Derelerden tarlalara su almak için taşla, toprakla yapılan derme çatma bent. TDK Türkçe Sözlük’e ve Yazım Kılavuzu’na baktım ve " böğet " sözcüğünü ne yazık ki ne sözlükte ne de Yazım Kılavuzu’nda bulabildim. Bu sözlük ve yazım kılavuzu hangi Türklerin sözlüğü ve yazım kuralları kitabıdır demekten de kendimi alamadım.

TDK yetkilileri ellerindeki derleme sözlüklerinden bahsedeceklerdir kuşkusuz. Bu derleme sözlükleri ne işe yarıyor? Onları e- kitap haline getirip de yayınlasalar bari. Belki dilsever insanlar bu derleme sözcüklerden yaralanarak anlatımlarına renk katarlar.
Türkçemiz yapısı gereği eklemeli bir dildir. Nasıl ki Türkiye genelinde kullanılmayan sözcükler varsa, kim bilir belki de yörelerimizde yerel ekler de vardır. Eğer varsa bu eklerin de dil varlığına kazandırılması gerekir.

Unutmayalım dilimiz eklemeli bir dildir. Varlığı, zenginliği kök ve ekler üzerinedir. Dilin temelini oluşturan kök sözcükler ne pahasına olursa olsun korunmalı. Yiten kökün yerine yenisi konmuyor. Ekler de öyle.

Dilimizin sözcük sayısı bakımından zenginliği, köklerden eklerle yeni anlamlı sözcük türetmeye ya da sözcük birleştirmeye dayanmaktadır.

Yabancı sözcükleri alıp kullanmak ya da bir sözcüğe onlarca anlam yüklemek – örneğin “çıkmak” sözcüğünün TDK