Arama

80'li Yıllar ve Moda - Tek Mesaj #1

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
31 Ekim 2012       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
80'li Yıllar ve Moda
MsXLabs.org
Ad:  11_23_begum.gif
Gösterim: 737
Boyut:  11.0 KB
80'ler! Modaya damgasını, çok ağır bir biçimde vuran o dönem. Bu önemli dönemin ilk yazına gözlerimi açmıştım ben. Döneme uygun bir biçimde rüküş bir bebek ve ardından rüküş bir kız çocuğu olma riskim fazlaydı ama annemin tarzı sayesinde bundan kurtuldum!
Prince’in ‘You’ve Got The Look’ şarkısındaki gibi herkes saplantılı bir biçimde nasıl göründüğüyle ilgileniyordu. Herkes kusursuz olmalıydı- ya superman ya da superwoman! 70lerin hippi ve punklarının ardından çok farklı görüntülerdi bunlar..
“Başarı” herkes için en önemli hedefti ve dış görünüş bir çok kişiye göre başarıya götüren en önemli anahtardı. Büyük vatkalar, bileğe doğru daralan plili pantolonlar ve mini etekler ‘cool’ olmak için yeterdi! (Hayal meyal hatırladığım) Miami Vice dizisindeki gibi herkes güçlü, zengin, ve güzel olmalıydı!
Erkekler ve kadınlar arasındaki farkların ise iyice yok olmaya başladığı bir dönemdi ayrıca, 80ler.. Genç profesyonellerin ‘yuppie’ ismiyle anıldığı bu yıllarda kadınlar erkeklerin giydiği tarzda takım elbiseler giymeye başladılar. En meşhur “yuppie” ise hiç şüphesiz bir zamanlar dadılık yapmış olan Lady Diana Spencer’dı.
Duran Duran, The Human League ve Spandau Ballet gibi pop grupları, kendilerine atfedilen ‘Yeni Romantikler’ isimleriyle ve desenli beyaz gömlekleri, brokar kuşakları, boyunlarına bağladıkları saten eşarpları ve farklı makyajlarıyla yepyeni bir akım başlattılar. ‘Punk’ın yaratıcısı Vivienne Westwood da bu akımı takip etmişti. Diğer bir tarafta ‘Joy Division’ ve ‘The Smiths’ gibi müzik grupları klasik 50’lerin kıyafetleriyle oluşturdukları stilleriyle adeta ‘büyük vatkalı’ amerikan tarzına bir reaksiyon gösteriyorlardı. İsimlerini bile İngiltere’nin en yaygın soyadı olan ‘The Smiths’ koymalarının sebebi ‘normal ve basit’ olmaya karşı olan isteklerinden kaynaklanıyordu.
1981 yılında üç Japon tasarımcı – Issey Miyaki, Yohji Yamamoto ve Comme Des Garçons markasıyla Rei Kawakubo- Paris’te ilk kez koleksiyonlarını sundular. Üçü de aynı yaşlarda olduklarından savaştan sonra Japonya’daki köklü değişikliklerden çok fazla etkilenmişlerdi ve bu yüzden koleksiyonları Avrupa’daki tasarımcılardan çok farklıydı. Öncelikle hepsi siyahtı. Siyah giyinmenin ‘cool’ ve modern kabul edilmesi 1981 yılında bu şekilde gerçekleşmişti. Bunun yanı sıra bir diğer yenilik de kıyafetlerin kesimleri ve kumaşlarıydı. Kawakubo çok farklı dokuları bir araya getirerek yeni kumaşlar yarattı. Hatta '82 koleksiyonunda sunduğu örme grubu çok özel bir teknikle tasarlanmış deliklerle dolu örmelerden oluşuyordu. Dışardan bakıldığında güve yemiş gibi görünen bu kıyafetler için Kawakubo aylarca farklı denemeler yapmıştı. Ayrıca bir şeyi hatırlatmak istiyorum; o yıllarda Kawakubo 40 yaşında ve tek kelime Fransızca ve İngilizce bilmeyen Japon bir kadındı…Erkeklerin baskın olduğu Japon toplumunda çektiği sıkıntılara bir tepki olarak yarattığı markanın adını ‘Commes Des Garçons’ (Tıpkı Erkekler Gibi) koydu.
Takılarda da, adeta Versace’nin barok tarzına bir tepki olarak, daha sade bir stil gelişmeye başlamıştı. Ettore Sottsass ve Giampaolo Babetto gibi endüstri tasarımcıları ve Arnaldo Pomodoro gibi heykeltıraşlar Japon tasarımcılar gibi sade geometrik şekillerle çalışmaya başladılar.
80’lerin en önemli moda tasarımcılarından biri Gianni Versace’ydi. Genny, Alma, Callaghan ve Complice gibi İtalyan firmalarında çalıştıktan sonra 1978 yılında Milano’da Via Della Spiga’da ilk butiğini açtı. Renkli tasarımları, pahalı kumaşları ve birçok kontrast materyali tek bir tasarımda kullanmasıyla 80’lerde herkesin dikkatini çekti. Versace, sadece kadın, erkek, çocuk giyiminde değil aynı zamanda, aksesuar ve ev dekorasyonunda da çok önemli bir isim oldu. Hatta Versace tarafından dekore edilmiş bir oteller zinciri bile kurdu.. Versace’nin ideali bir kıyafetten bir bardağa, herkese Versace hayat tarzını anlatmaktı. Çünkü ona göre bu yalnızca bir marka değil, bir yaşam tarzıydı. Altın başlı medusa ise onun her yere attığı imzasıydı adeta.

Ad:  11_23_begum2.jpg
Gösterim: 802
Boyut:  15.0 KBAd:  11_23_begum1.jpg
Gösterim: 1068
Boyut:  24.4 KBAd:  11_23_begum3.jpg
Gösterim: 923
Boyut:  26.7 KB

Versace gibi bir imparatorluk kuran bir başka İtalyan tasarımcı ise Giorgio Armani’ydi. Armani’nin tarzı Versace’nin aksine oldukça sade bir şıklıktı. Kullandığı renkler de yine ‘non colour’ denilen griler, siyahlar ve kahverengilerdi. Armani’nin en sevdiği renk ise kendisinin ‘greige’ diye adlandırdığı gri ve bejin bir karışımıydı.
Armani de kendine amblem olarak kartalı seçmişti. Tasarımlarını ise zeki ve bağımsız kadınlar için yaptığını söylüyordu. Birçok insan için Armani adeta bir güvenceydi. İnsanlar ‘Eğer bütün gardrobum Armani olursa, asla hata yapmam!’ diye düşünüyordu.
Richard Gere, başrol oynadığı ‘American Gigolo’ filminde Armani takım elbiseleriyle her zaman şık ve kendine oldukça güvenen bir erkek profili çiziyordu. Hatta Armani’den o kadar etkilenmişti ki ‘Bu filmde başrol oyuncusu ben miyim yoksa Armani takım elbiseler mi?’ demişti.
Modanın sürekli etkileşim içinde olduğu bir diğer sektör her zaman için müzik sektörü olmuştur. 80’lere damgasını vuran isim hiç şüphesiz Madonna’ydı. Madonna kariyerine 70’lerin sonlarında modellik yaparak ve çeşitli müzik gruplarında solistlik yaparak başlamıştı. Atlantik’in diğer tarafında ‘Yeni Romantikler’ kendi tarzlarında devam ederken, New York’ta ‘Hip Hop’ ve Madonna’nın tarzı olan ‘Pop’ müzik gelişmeye başlamıştı. Madonna onlardan aldığı birtakım detayları siyah deri motosiklet ceketiyle birleştirip kendi tarzını oluşturmuştu. Hatta eskitilmiş ve yırtık kıyafetlerle danteli birlikte kullanabilecek kadar aykırı bir tarzı vardı. İlerleyen yıllarda Madonna’yı giydiren tasarımcılardan biri Jean Paul Gaultier oldu.
Gaultier aynı Madonna gibi sürekli insanları şaşırtan tasarımlar yaptı. Ama seksi Fransız görüntüsü onun tarzının en göz alıcı noktasıydı.. 80’lerde ‘aerobic yapan kadın furyası’ Gaultier’in tasarladığı bodylerden vazgeçemiyordu.
Madonna’yla sürekli birlikte olan bir başka tasarımcı ise genç Grafiti sanatçısı Keith Haring’di. Picasso ve Miro’dan ilham aldığını söyleyen Haring’in eserleri New York’un her tarafında insanları hayran bırakıyordu. Çok kısa bir süre sonra resimleri kartpostallara, galerilere ve hatta saatlere taşındı. 1985 ve 86 yıllarında Haring, Swatch için özel bir seri tasarladı. Swatch, 80’lerin başında ucuz, renkli ve eğlenceli saatler yapma ideolojisiyle oldukça ünlü olmuştu. Benim de küçücük bir çocukken Paris’te görür görmez etkilendiğim ve bugün bile sakladığım ilk Swatch’ım içinden çarkları görünen rengarenk bir saatti.
İşte 80’ler - moda anlamında en rüküş ve çirkin yıllar olduğu söylense de- bugüne birçok iz bıraktı. O yıllar eğlenme ve hayal kurma zamanıydı! Bir taraftan moda imparatorlukları kurulurken diğer taraftan çok büyük kayıplar oldu. Tıpkı o dönemlerin ünlü dizisi
‘Dynasty’den bir bölüm gibi...

Ad:  begum102.jpg
Gösterim: 728
Boyut:  3.8 KB
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!