denizin üstünde dalgalı saçları simsiyah martılar geçiyor aşkların muğlak girdaplarında sessiz yakarışların ahşap suratlı yeşil benekli gözlerinde buğulanıyor sen-siz... dalgalarda yitirilen gölgesiz aşklar beliriyor beyaz şavkında deniz hiç görmedi böyle bir savaş et ve kan dolu sokakların büyülü teninde... gözyaşı güzel gözlerinden süzülüyor teninin kıvrımlarında saklı kalan yiten zaman boşluğa düşen insanlar gibi... sokağın ortasında rüzgarın kollarında yükselen yapraklar ve bir iki kağıt parçası sanki dans ediyorlar. insanlar beliriyorlar asık suratlı yorgun ve mutsuz insanlar... ayaklarında yüzyıllık bir yorgunluk var sanki bıraksalar kaldırımın soğuk suratına tutunacaksın uzanıp. içinde ne idüğü belirsiz bir rüzgar gözlerinden kaçmak ister gibi dönüp duruyor içinde. deniz suskun rahibeler gibi derin düşüncelerin kirli odalarında... yürümeye devam ediyorum O´ nu bekletmek istemiyorum. saate bakıyorum sürekli olarak iskeleye yeni vardım. vapurun kalkmasına daha 5 dakika var. bir sigara yakıyorum beklemenin sıkılgan fısıltılarından kurtulup yakamoz görünümlü öykülere yol alırken. havada soğuk aşkların çürük gövdelerinden yayılan bir ko(r)ku. vapura binerken gözlerimde sabahın buharlı düşleri ve bir sızı nedenini bilmediğim. vapurlar boğazın neşeli çocukları. vapurda hep üst katta arkada gitmeyi sevmişimdir. yine aynı yere gidiyorum oturmaya. karşımda saçlarını gün batımından çalmış bir kadın oturuyor. beyaz tenli gözleri küçük ve suratında çiller bulunuyor. saçları rüzgarın dingin nefesinde adeta deniz gibi dalgalanıyor. gözlerinde metal bir gökyüzü saklı yıkımlarla dolu bir yaşamdan arda kalan son (gökyüzü)... zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. vapur beşiktaş iskelesine geldi. yaşlı ve yorgun merdivenlerin sırtında inerken denizin saydam ezgilerini duyuyorum esrik an-ların zamansız tünellerinde. gözlerimden serin yolculukların geceye bırakılan uykusuzluğu akıp gidiyor. bakışlarım bulanıklaşmaya başlıyor. yelkenli bulutlar beliriyor güneşin kör edici bakışlarında. vapurdan inip yürümeye başlıyorum. iskeleyi geçtikten sonra sola dönüp oradan iskelenin yanındaki parka giriyorum. parkın ortasında tek tük ağaçlar ve dallarında sonbahar a meydan okuyan yapraklar. ağaçların altında zamanın siyah beyaz odalarında gizlenen banklar. sabahın erken saatleri olduğu için park boş. sadece O var. nihayet geldim. heyecandan kalbim uzak mevsimlerin boşluğuna saklanmak istiyor. karşısına geçip gözlerine - ıssız şehirlerin haykıran tutkularına- bakıyorum ve aydınlanan gün gibi havadaki ışıltılara karışıp kayboluyorum. iklimler dolusu sözcükler süzülüyor içime.