NEDEN
“Neden!” diye bağırdı genç kız, koltukta oturan delikanlıya.
“Ne neden.” diye karşılık verdi delikanlı.
“Sen daha iyi bilirsin.” dedi genç kız, kızgın bir şekilde. “Neler yaptığını ben bilecek değilim ya. Dün geceyi sorsam örneğini.” diye devam etti.
Delikanlı neyden söz ettiğini anlamıştı. Kendi kendine düşündü bir, iki saniye ve ‘en iyisi hiç bozuntuya vermemek’ dedi içinden. ‘Böylece onu biraz daha iyi tanımış olurum.’
“Ondan mı öğrendin? Hani bizim alt dairede oturan arkadaşından.”
“Kimden öğrendiysem öğrendim. Çok mu önemli? Ama eğer seni mutlu edecekse ve suçunu hafifletecek ise söyleyeyim. Evet, ondan.”
“Yok, hayır. Sadece merak ettim.”
“Lafı uzatma da cevap ver artık. Neden? Neden yaptın böyle bir şeyi?”
Delikanlı yanıt vermiyor suskun bir şekilde oturuyordu. ‘Çünkü’ sözcüğünün verdiği çaresizlik sarar ya insanın ruhunu ve o çaresizlik mimik ve renk olarak belirir ya insanın yüzünde, işte delikanlı da biraz rol yapıp, o halde görünmeye çalışıyordu. Adeta nefessiz oturuyordu ve adeta koltuğa gömülmüştü diri, diri. Genç kız ise delikanlının bu sessizliğinden dolayı daha da kızmış bir durumda ayakta duruyor ve tabiri caiz ise, adeta burnundan soluyordu. Genç kızın nefesinden arda kalan sessizliği yine o bozdu ve içinden gelen tüm nefreti püskürterek, bağırdı bir defa daha.
“Susma! Neden yaptın böyle bir şeyi? Susma, konuş!”
Delikanlı, yine suskunluğunu koruyordu. Genç kızın suskun ve soru soran bakışları delikanlıya kilitlenmişti. Delikanlı başını yerden kaldırdı ve yalandan, zorlama bir şekilde yutkundu. Sonra yeni giydiği elbisesini kirleten bir çocuğun annesine açıklama yaptığı bir ses tonu ve o çocuğa ait ürkek bakışlar ile “Çünkü …” dedi, ama devamı getirmedi.
Her ‘neden’in bir ‘çünkü’sü var mıydı? Yoksa biz miydik ‘neden’lere ‘çünkü’ler yaratan, kendimizi kurtarmak için? ‘Çünkü’nün ardından kaç farklı tümce gelebilirdi ki? Ya da kaç tümce haklı çıkarabilirdi delikanlıyı? Tabii kızın sandıkları doğru olsaydı. Her tümceye bir ‘neden’ bulamaz mıydı genç kız? Yeni bir ‘neden’ gerektirmeyecek bir ‘çünkü’ye sahip olabilir miydi delikanlı? ‘Neden’ kutusunun ne kadarı doldurulabilirdi ‘çünkü’ler ile?
‘Çünkü’den sonra yine bir sessizlik oldu bir süre ve yine genç kız bozdu sessizliği.
“Her zaman bir ‘çünkü’nüz vardır zaten. Ama bu sefer birden fazla galiba. Düşünüyorsun, hangini söyleyeyim diye.”
Delikanlı aynı bakışlar ile baktı ve ‘çünkü’ dedi.
“Evet!” diye atıldı genç kız.
“Çünkü böyle olması gerekiyordu.”
“ ‘Böyle olması gerekiyor’ deyince her şey bitiyor, öyle mi? Ne kadar da güzel açıkladın durumu. Her şey olması gerektiği için olur zaten, ama ben sana ‘Neden?’ diye sordum. Daha iyi bir açıklaman yok galiba.”
“Hayır! Başka bir soru da sorma.” dedi delikanlı ve yavaş adımlar ile genç kızın yanından geçerek, kapıya yöneldi ve kendisi de başka bir şey söylemeden çıkıp gitti.
Delikanlıdan kalan boşluğu genç kızın sinirden alevler saçan bedeni dolduruyordu ve az önce delikanlıya sorduğu soruyu, bu kez kendine soruyordu.
“Neden?”
Kendi sorusuna cevaplar veriyor, ama hiçbir cevap sinirini yatıştıramıyordu. Bir cevap vardı onu sakinleştirecek olan, ama o cevap, aklının ucundan bile geçmiyordu. Zaten her zaman öyle olmuyor mu? Çıkış kapısı önümüzde iken, soruların oluşturduğu duvarlar arasında gezinip durmuyor muyuz, sırtımız yüklediğimiz hırsımız ile?
Birkaç saat sonra genç kız, delikanlıyı cep teflonundan aradı. Telefon bir kaç kere çaldıktan sonra meşgul sesi duyulmaya başladı. Sinir ile fırlattı telefonu koltuğun üstüne ve ‘Neden açmıyorsun?’ diye bağırdı. ‘Bir duş alayım.’ dedi kendi kendine. ‘Hiç değil ise, biraz kafamı toplar, sonra yine ararım.’
Olduğu yerde çıkardı üstündekileri. Kimini koltuğun üzerine fırlattı, kimini de yere bıraktı öylece ve banyoya gitti. Her zamankinden daha fazla kaldı suyun altında. Kimi zaman boş, boş suyun altında dikilerek, gözleri kapalı bir şekilde kendini dinledi. Girdiği bir saate yaklaşıyordu ki, bornozunu giyip çıktı banyodan. Salona geldiğinde, yine telefonu eline aldı ve televizyonun önünde duran koltuğun kolçaklarına oturarak delikanlıyı aradı. Telefon birkaç kez çalmasına rağmen karşı taraftan bir cevap veren yoktu. O da açılmasından umudunu kesti ve kapattı telefonu. Saat de gece yarısını geçmişti. En iyisi yatmak diye düşündü. ‘sabah olsun bir defa daha ararım. Açar ise açar. Açmaz ise, kendisi bilir.’
Ertesi sabah uyandığında saat on bire geliyordu. Uyanır uyanmaz yatağın yanında duran komedinin üzerinden telefonu aldı ve hemen delikanlıyı aradı. Üçüncü çalışında açıldı telefon ve ‘alo’ diyen ince bir ses işitildi diğer taraftan. Bir kız sesi idi bu. Genç kızın morali bozuldu bir anda. Demek arkadaşının söylediği doğru idi. Delikanlının evinde bir kız vardı. Sert bir ifade ile ‘Mete ile görüşebilir miyim?’ dedi. Birkaç tümce sonunda iki taraf da kapattılar telefonu. Genç kızın suratına kendine ve arkadaşına olan kızgınlık ile birlikte pişmanlık ifadesi oturdu. Bu ifadeyi yaratan karşı taraftaki kızın şu sözleri idi:
“Dayım ekmek almaya gitti. On dakika sonra döner.”