Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Kasım 2012       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk Türk milletine çağdaş uygarlık düzeyine erişmeyi hatta bu düzeyi aşmayı amaç olarak göstermiştir. Çünkü o Türk toplumunda çağdaşlaşmayı her şeyden önce bir "yaşam davası" bir "var olma mücadelesi" kabul ediyordu. Atatürk "Büyük davamız en uygar ve en refaha kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir" diyor ve bu hususu "Türk milletinin dinamik ideali" olarak gösteriyordu. Onun içindir ki Büyük Önder'in hemen bütün konuşmalarında uygarlık ve çağdaşlaşma üzerinde önemle ve ısrarla durduğu görülür.

Çağdaşlaşma -bir genel tanım yapmak gerekirse- her bakımdan içinde bulunduğumuz zamanın gereklerini benimseme o gereklere uyma o gerekleri yerine getirme demektir. Bir diğer ifade ile gerek düşünüş biçimi gerekse kurumlar açısından çağın gerektirdiği yaşam şekline geçme geçebilme demektir. İleri ülkeler gösterdikleri siyasal sosyal kültürel ve ekonomik gelişmelerle içinde bulundukları çağın uygarlığını temsil etmek üzere belli bir düzey çizerler. İşte bu düzey "çağdaş uygarlık düzeyi"dir. Bir ülkenin bir milletin çağdaş olup olmadığı yaşadığı zamanın uygarlık düzeyine yakınlığı bu uygarlık alanına dahil oluşu ile ölçülür. Atatürk'ün "Memleketler çeşitlidir; fakat uygarlık birdir ve bir milletin ilerlemesi için de bu tek uygarlığa katılması gerekir."32 sözü bu anlamda kullanılmıştır.

Atatürk uygarlığı bir milletin devlet yaşamında fikir yaşamında ve ekonomik yaşamda gösterdiği ilerlemelerin bileşkesi olarak tanımlıyordu. Bu anlamda bir uygarlık anlayışının "kültür"le eşdeğer olduğunu ondan ayrılamayacağını söylüyordu.33 "Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız."34 sözünde millî kültür geniş anlamda kullanılıyor Türk milletinin devlet yaşamında fikir yaşamında ve ekonomik yaşamda gösterdiği düzey yani Türk milletinin uygarlığı amaçlanıyordu.

Atatürk'e göre "Dünya'da her milletin varlığı değeri özgürlük ve bağımsızlık hakkı ancak gösterdiği ve göstereceği uygar eserlerle orantılıdır. Uygar eser meydana getirmek yeteneğinden mahrum milletler özgürlük ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkûmdur."35 O halde "Uygarlık yolunda ilerlemek ve başarı kazanmak yaşamın şartıdır."36

İşte bu gerçekçi düşüncelerin ışığında Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Türkiye'yi kalkındırmak Türk milletini hakkı olan uygar düzeye ulaştırmak genç Türkiye Cumhuriyeti'nin "var olma savaşı"nda en önemli konuyu oluşturuyordu. Diğer taraftan büyük askerî zaferleri takiben Lozan'da bağımsızlığını onaylatan yeni Türk Devleti'ni bütün dünya çağdaş nitelikleriyle görmek çağdaş nitelikleriyle benimsemek istiyordu. Kendi içine kapanmış çağın yeniliklerinden uygarlığın gereklerinden uzaklaşmış bir Türkiye şüphesiz ki çağdaş dünya ölçüleri içinde saygı göremez önem kazanamazdı. Büyük Önder bu gerçeği gördüğü içindir ki: "Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çabamız Türkiye'de çağdaş batılı bir hükümet kurmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de batıya yönelmemiş millet hangisidir?"37 sözleriyle çağdaşlaşma özlemini dile getiriyordu.

O halde ne yapılacaktı? Yapılacak iş şu idi: Çağdaş milletler çağdaşlık niteliğini her türlü dogmatik unsurdan sıyrılarak ancak bilim ve teknoloji kurallarını kendilerine rehber edinerek kazanmışlardı. O halde Türk milletine de her alanda yol gösterecek onu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak tek rehber bilim ve teknik idi. Bilim ve teknik rehber alınmadıkça onun kuralları ve yöntemleri benimsenmedikçe hiçbir alanda ilerlemekten söz edilemezdi. Bu bakımdan Atatürk'e göre "İlim ve tekniğin dışında kılavuz aramak dalgınlıktı bilgisizlikti doğru yoldan ayrılmaktı."38 İşte Atatürk'ün çağdaşlaşma modeli temelde bu esasa dayanır.

Büyük Önder bu konuda düşüncelerini şöyle özetlemektedir: "Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. Tam tersine ileri uygar bir millet olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız. Bu yaşam ancak bilim ve teknikle olur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve her millet bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur."39 İşte Atatürk'ün bize çağdaşlaşmanın yolunu ve yöntemini gösteren ölmez sözleri...

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra toplumumuzu ve sosyal durumumuzu göz önünde canlandıran bir tablo çizmek gerekirse bunun pek de iç açıcı olmadığı görülür. Ama bütün bu güçlüklere rağmen çağdaş bir toplum yaratmakta Atatürk'ün nasıl çalıştığı nasıl olağanüstü bir çaba harcadığı hepimizin malûmudur.

Atatürk çağdaşlaşma hareketini başlattığı büyük devrimlerine giriştiği zaman Türk toplumu -yüzyılların ihmali olarak- batıdan çok gerideydi. 1925'lerde yaptığı bir konuşmada bunu kendisi de söyler: "Birbirimizi aldatmayalım! Uygar dünya çok ilerdedir. Buna yetişmek ve o uygarlık alanına girmek zorundayız"40 der. Gerçekten o yıllarda batı uygarlığı ile aramızdaki mesafe büyüktü. Memleket baştan-sona kadar bakımsız ve harabe idi. Ulaşım imkânları yol ve araç son derece kısıtlı idi. Özellikle ekonomik yaşamımız çağdaş ölçülerden çok uzaktı. Ölüm kalım savaşından çıkmış malî kapitülâsyonları yeni üzerinden atmış bir memlekette ekonomi millî bir atılıma gerek gösteriyordu.

Hukuk düzenimiz şeriat esaslarına Mecelle'ye dayanıyordu. Oysaki günün gereklerine uygun lâik bir hukuk düzeni getirmek bu amaçla yeni yasalar yapmak ve uygulamak gerekiyordu. Yine bu yıllarda eğitimimiz kültür yaşamımız esaslı bir devrime gerek gösteriyordu. Geniş kitle okuldan eğitimden nasibini almıştı. Okuma yazma bilenlerimiz yok denecek kadar azdı. Genç kuşakları yüzyılın gereklerine göre yetiştirebilmek için bilimin ve teknolojinin ışığında lâik ve millî bir eğitim sistemine gerek vardı.
Çağdaş Türk biliminin temellerini atacak olan üniversitemiz -o zamanki ismiyle Darülfünun- batılı anlamda esaslı bir düzenlemeye gerek gösteriyordu. Darülfünunu doğulu renginden kurtararak modernleştirmek ona millî ve çağdaş üniversite niteliğini kazandırmak Türk Devrimi yönünden büyük önem taşıyordu.

Bir diğer sosyal sorun Türk kadını yüzyıllar süren bir ihmalin sonucu olarak toplum yaşamının dışında bırakılmıştı. Kadın siyasal hakları şöyle dursun sosyal ve hukuksal haklarından da mahrumdu. Oysaki uygarlık yolunda yükselme adımlarının kadın ve erkek her iki cins tarafından beraber atılması; beraber yol alınması gerekiyordu.

İşte bütün bu eksiklere bütün bu güçlüklere rağmen Atatürk görmüş ve sezmiştir ki uygarlık savaşında her şeyden önce esas ve önemli olan çağdaşlaşmayı önleyici düzeni ortadan kaldırmak yerine insanca yaşamanın yollarını açan lâik ve demokratik bir toplum düzeni kurmaktır. Bu ise düşünüş biçiminde değişikliği gerektirir. Bu bakımdan Atatürk döneminde Türk toplumunun çeşitli kurum ve kuruluşlarında yapılan her devrim temelde düşüncelerde yapılan devrime dayanmaktadır. Atatürk Devrimi aslında bir "düşünce devrimi"dir. Diğer bir ifade ile her türlü hurafeden sıyrılarak çağdaş düşünceyi benimseme akılcı bilimci ve gerçekçi yoldan yürüme devrimidir.

Atatürk ilke ve devrimleri Türk çağdaşlaşma hareketinin en önemli unsurunu bu atılımın itici gücünü oluşturmaktadır. Zira Atatürk ilke ve devrimleri Türkiye'yi çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda ulaştırabilmek için aklın ve mantığın çizdiği yolları içermektedir. Atatürk de: "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını her bakımdan çağımıza uygun uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin temel kuralı budur."41 diyor. Bu nedenledir ki Atatürk'ün önderliğinde yapılan söz konusu devrimler yeni Türk Devleti'nin çağdaş şekil almasını Türk toplumunun her yönüyle uygar nitelik kazanmasını sağlamıştır.

Atatürk devrimleri birbiriyle bağlantılı bir bütünlük gösterir. Bu bütün içinde tüm devrimlerin kökü bir düşünüş değişikliğine dayanmaktadır. O değişiklik her türlü dogmadan kurtularak akılcı bir yolu gerektirmektedir.

Atatürk devrimlerini tarihimizde kendisinden önce yapılmış devrim hareketlerinden ayıran en önemli fark bu devrimlerin lâik bir temel üzerine oturtulmuş olmasıdır. Tanzimattan hatta daha gerilerden Atatürk dönemine kadar uzanan yenileşme çabalan teokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde düşünülüyor bu düzenle bağlantılı olarak gerçekleştirilmeye çalışılıyordu. Atatürk devrimleri ise kendisine ortam ve temel olarak lâik devlet ve lâik toplum düzenini ve bu düzenin gerekliliğini kabul etmekle yakın tarihimiz içinde kendisinden önceki devrim hareketlerinden temelde ayrılır.

Atatürk devrimlerini kendisinden önceki devrim hareketlerinden ayıran diğer bir husus da bu devrimlerin tam bir inançla kesin kararlılıkla başlatılmış olmasıdır. Bu inanç ve kararlılık bu yeniliklerin Türk milletinin çağdaşlaşma yolundaki gereksinim ve isteklerine en uygun şekilde cevap vermelerinden kaynaklanmaktadır. Atatürk devrimleri bu nitelikleri nedeniyledir ki sosyal yapımızda kısa zamanda tamamen kök salmışlardır.

İşte akılcı çizgide birbirini tamamlayıcı ilkeler ve devrimler dizisi olan Atatürkçü çağdaşlaşma siyasal sosyal kültürel ve ekonomik yönleriyle bir bütündür. Ancak bu bütünün en büyük özelliği çağdaşlaşma sürecinde yenilikleri benimserken millî niteliğini yani özbenliğini de korumasıdır. Atatürkçü çağdaşlaşma bizim için batıyı körü körüne taklit ona körü körüne bir uyum değildir. Burada önemli olan gerek düşünüş biçimi gerekse kurumlar açısından batılılaşırken millî özelliği kaybetmemek hatta daha yerinde bir ifade ile çağdaş yenilikleri millî yapı içinde eritmektir. Atatürk'ün: "Biz batı uygarlığını bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi kendi yapımıza uygun bulduğumuz için dünya uygarlık düzeyi içinde benimsiyoruz."42 sözleri bu anlamda kullanılmıştır.

Bu bakımdan Atatürk önderliğinde başlatılan Türk çağdaşlaşma hareketi batı uygarlığına batı teknolojisine dönüş yanında unutulmuş Türklüğe de bir dönüştü. Zira Türk milleti tarihin çok eski dönemlerinde büyük uygarlıklar kurmasına insanlığa büyük hizmetler yapmasına karşın son yüzyıllarda bazı siyasal ve toplumsal etkenler engeller sebebiyle -kendi suçu olmaksızın- batıdan geride kalmıştı. Oysaki bir zamanlar batı Türklerden gerideydi. İşte Türk çağdaşlaşma atılımıyla Türk'ün uygar niteliği tekrar harekete getiriliyordu. Nitekim Atatürk 10. yıl söylevinde "Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır."43 derken Türk çağdaşlaşma hareketinin bu millî yönünü bütün açıklığıyla dile getiriyordu. Buradan şu sonuca varıyoruz ki Atatürkçü çağdaşlaşma akıl mantık ve bilim çizgisinde belki her modelden esinlenmiş ama asıl cevheri asıl temeli kendi içinden çıkarmış asıl amacı kendi gereksinim ve isteklerini göz önüne alarak belirlemiştir.

Atatürkçü çağdaşlaşmanın özellikleri arasında bir noktayı daha belirtmekte fayda vardır; o da şudur: Atatürkçü çağdaşlaşmanın temelinde devlet olarak bağımsızlık millet olarak egemenlik birey olarak hak ve özgürlükler söz konusudur. Ancak bu nitelikte ve bu ortam içinde bir çağdaşlaşma insanî açıdan değer ifade eder. Yoksa bağımsızlıktan ve egemenlikten yoksun mandater çağdaşlaşma insan hak ve özgürlüklerinden yoksun totaliter çağdaşlaşma çağdaş bir ilerleme çağdaş bir yaşam olamaz. Atatürkçü çağdaşlaşmanın en belirgin özelliği lâik ve demokratik devlet ve toplum düzeni içinde gelişmeye açık yönüdür.

Atatürk'ün çağdaşlaşma yöntemi "Az zamanda çok ve büyük işler yapmak" esasına dayanır. Atatürkçülük'te zaman ölçüsü Büyük Önder'in ifadesiyle: "Geçmiş yüzyılların uyuşturucu düşünüş biçimine göre değil yüzyılımızın hız ve hareket kavramına göre" ayarlanmıştır. Bu bakımdan çağdaşlaşma yolunda atılan her adımı kısa ve yetersiz görmek her an daha uzun ve daha esaslı adımlarla ileriye yürümek Atatürkçü çağdaşlaşmanın esasıdır. Yaşamda en gerçek yol göstericinin bilim olduğunu kabul eden Atatürkçülük akılcılığa ve bilime verdiği değer sebebiyledir ki çağdaşlaşma yolunda bugün olduğu gibi yarın da geçerliliğini koruyacaktır. Nitekim Büyük Önder: "Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meş'ale pozitif bilimdir."44 direktifiyle bize yolumuzu göstermiş bulunmaktadır.

Atatürk'ün gösterdiği yolda aşılan ara gerçekten çok büyüktür. Memleket bir çağdan yeni bir çağa götürülmüştür. Ancak amaca tam ulaşılmamıştır. İdealimiz Türk milletinin bu aydınlık yolda Atatürk'ün gösterdiği amaca kesinlikle erişmesidir.