İçimi kaplayan hüzündü, yoğun bir hüzün. Sağanağın şiddeti bile yetmedi onu dağıtmaya. Sonradan bu hüzün, baktım ki kedere dönüştü. Keder olmakla da kalmadı nefret oldu sonunda gitti o en uç noktada durdu. Bende kalansa çaresizlikti. Onu da çağırdı nefret yanına. Ardından gözyaşı da geldi kapladı üzerlerini koca bir yağmur bulutu gibi. Bunu gören sıkıntı hemen koştu sıkıştırdı hüznü, kederi, nefreti, ve çaresizliği. Uzaklardaki mutluluk ise çağrılmayı bekliyordu, nazik; davetsiz gelemezdi o ben ne kadar ezilsem de davetsizlerin altında. Sonunda yıllar yaptı yapacağını bahane arar gibi davranarak vardı bir karara birliği nasıl dağıtacağına dair. Bahane ise hazır, çıkageldi o ulaşılmaz mahmurluğuyla. Hürmetle karşılandı geldiği yerde. Hürmet korkuya dönüştü, korku da kaçıp gitti bir bahane gibi gelen ölümün karşısından. Ben öldüğümde ise ağlayan sadece mutluluktu davet bekleyip de bana gelmediği için. Sonra yemin etti mutluluk göz yaşları tükendiğinde. Bundan böyle hüzün, keder, nefret ve diğerlerinden önce davranacağına dair.