Arama

Nükleer Enerji - Tek Mesaj #2

tuOneLa - avatarı
tuOneLa
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #2
tuOneLa - avatarı
Ziyaretçi

NÜKLEER ENERJİ


ilkeler


Genel olarak, Einstein'ın W= mc2 formülü (c, ışığın boşluktaki hızı) uyarınca, bir sistemin W enerjisi ile m kütlesi arasında bir eşdeğerlik vardır. Dolayısıyla, bir sistemin enerji açığa çıkarması için kütle yitirmesi gerekir. Bu durum özellikle, atom çekirdeklerinin başkalaşımlara uğradığı bütün tepkimeler için geçerlidir. Ama, nükleer enerjiden söz edildiğinde, daha özel olarak, uygulamada kullanılabilir enerji kaynakları gerçekleştirmeye olanak veren belli başkalaşımlardan yararlanma yoluna gidilir.

Atom çekirdekleri nükleonlardan (nötronlar ve pozitif yüklü protonlar) oluşur. Z proton ve N nötrondan oluşan bir çekirdek göz önüne alalım. Bu çekirdeğin kohezyonu Z+N nükleon arasında var olan ve bunları bir arada tutan kuvvetlerden kaynaklanır. Bu çekirdeğin Z+N nükleondan yeniden oluşturulduğu düşünülürse, bu kohezyon kuvvetlerinin yaptığı iş, çekirdeğin bağ enerjisi denen belli nicelikte bir enerji verir: bir grafik üzerinde, çeşitli atom çekirdeklerinin N+Z nükleon sayısı (ya da A kütle numarası) en hafif çekirdek hidrojenden, en ağır çekirdeklere dek ve her çekirdeğin nükleon başına ortalama bağ enerjisi de ordinat eksenine taşındığında yandaki şekilde görülen eğriyi veren noktalar kümesi elde edilir; bu eğrinin maksimum noktası, yaklaşık 60 nükleon içeren çekirdekler için 9 MeV'a yakın bir noktadan geçer. Bu grafik incelenirse kütlesi daha büyük bir çekirdek oluşturmak için iki hafif çekirdeğin kaynaş- ma'sı sağlandığında, işlem sonucunda bir enerji kazanıldığı görülür, çünkü nükleon sayısı değişmemiş ve nükleon başına bağ enerjisi artmıştır. Aynı şekilde, bir ağır çekirdeğin orta kütleli iki parça halinde parçalanma'sı gerçekleştirildiğinde, yine bir enerji açığa çıkar.

Parçalanma ve kaynaşma.


Uygulamada kullanılan parçalanma tepkimeleri, nötronların kimi ağır çekirdeklere, örneğin uranyum 235 (92 proton ve 143 nötron içeren) ya da plütonyum 239'a (94 proton ve 145 nötron içeren) çarpmasıyla gerçekleşir Böyle bir çekirdek örneğin bir stronsiyum 94 çekirdeği ve bir ksenon 140 çekirdeği olabilen iki çekirdeğe bölündüğünde, 2 ya da 3 nötron yayımlanır. Böylece oluşan nötronlardan kimileri başka çekirdeklere çarparak yeni parçalanmalar oluşturabilir. İyi belirlenmiş koşullarda böylece, zincirleme bir nükleer tepkime oluşabilir ve bu tepkime bir kez başladıktan sonra kendiliğinden sürer. Parçalanmaya uğrayan her ağır çekirdek yaklaşık 200 MeV'luk.yani 3,2x10-" joule'luk bir enerji açığa çıkarır; bu enerji temel olarak oluşan parçaların kinetik enerjisi ve son olarak ısı biçiminde ortaya çıkar.

Bu enerji bir yandan sivil amaçlar için, zincirleme tepkime her an denetim altında tutulacak ve üretilen güç tam gereksinim duyulan kadar olacak biçimde tasarlanmış nükleer reaktörlerde, öbür yandan askeri amaçlar için enerji açığa çıkışının tam tersine ani ve tam olmasının istendiği nükleer bombalarda kullanılır.
Ad:  2.JPG
Gösterim: 914
Boyut:  52.2 KB

iki hafif çekirdeğin, örneğin iki döteryum çekirdeğinin (her biri bir nötron ve bir proton içeren) kaynaşmasını gerçekleştirmek için bunların aralarında her ikisi de pozitif yüklü olduğundan var olan itimi yenpıek gerekir. Bunun için, bu çekirdeklerin birbirlerine çok büyük bir enerjiyle çarpmalarını sağlamak üzere ortamda çok güçlü bir ısıl çalkalanma olması istenir. Gerçekte ortamın sıcaklığı 100 milyon derece düzeyinde olmalıdır. Böylesi kaynaşma tepkimeleri Güneş ve yıldızlarda oluşur. Kaynaşma enerjisi askeri amaçlarla, H bombası denen hidrojen bombasında kullanılır; bu bombada, tepkimenin başlaması için gerekli sıcaklık bir atom bombasının patlamasıyla elde edilir. Dünyada, kaynaşma tepkimelerinden yola çıkarak sivil amaçlarla sanayisel olarak enerji üretmeye olanak verecek termonükleer reaktörleri gerçekleştirmek için büyük bir çaba sürdürülmektedir. Parçalanma reaktörlerini yakıt olarak besleyen doğal hammadde (uranyum, toryum) kaynaklarının oldukça sınırlı olmasına karşın, suda ve yaklaşık yedi binde birini oluşturduğu okyanus sularında bulunan döter- yum son derece boldur. Dolayısıyla, kaynaşma süreci gerçekten denetlenebilirse, insanlığın hemen hemen tükenmez bir enerji kaynağına sahip olacağı ve bu enerji kaynağının, günümüz kaynaklarının ve özellikle parçalanma nükleer enerjisinin yerini alacağı düşünülebilir.

tarihçe


1934'ten başlayarak Avrupa'nın birçok laboratuvarında sürdürülen araştırmalar sonunda, 1938'de alman Hahn ve Strass- mann parçalanma tepkimesini buldu. Bu yeni olayı Fransa'da, Halban, Joliot-Curie, Kowarskı F. Perrin ekibi, Ingiltere'de Frisch, ABD’de Fermi inceledi. 1939'da transız ekibi, parçalanma sırasında nötronların yayımlandığını ve bunların sayısının zincirleme bir tepkimeyi sürdürmek için yeterli olduğunu gösterdi; bu ekip böyle bir tepkimeyi, bir ağır su ve uranyum bütünü içinde gerçekleştirmek üzere planlar hazırladı. Savaş Fransa'daki araştırmaları durdururken, Büyük Britanya ve sonra ABD ve Kanada'dakileri hızlandırdı. Araştırmalar daha çok atom silahları gerçekleştirme yönünde gelişti ve 16 temmuz 1945'te ABD'deki Yeni Meksika eyaletinde ilk nükleer patlama ve 1945 ağustosunda Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombaları ile sonuçlandı. İlk nükleer reaktördü (o zamanlar atom pili deniyordu) Fermi ekibi 2 aralık 1942'de Chicago'da gerçekleştirdi. Bu, bir grafit ve uranyum istifinden oluşuyordu. Parçalanmayla ilk elektrik enerjisi üretimi, 1951'de ABD'de Arco'da oldu ve 1954'te Ruslar Obninsk'te 5 000 kW'lık küçük bir santral çalıştırmaya başladı. ABD'de nükleer itmeli bir denizaltı olan Nautilus 1954 eylülünde hizmete girdi. 1951 ve 1952'de gerçekleştirilen ilk iki ön denemeden sonra uçakla taşınabilir ilk termonükleer bomba 1 mart 1954'te Amerikalılar'ca Bikini'de başarıyla denendi. Türkiye'de ilk nükleer çalışma ve araştırmalar 1962' de İstanbul'da Küçükçekmece gölü kıyısında kurulan 1 MW'lık TR-1 araştırma reaktörüyle başladı. 1980'lerde bu reaktörün gücü 5 MW'a çıkarıldı (TR-2), U'ce % 93 zenginlikte yakıt kullanan havuz tipi bu reaktörde, çekirdek fiziği araştırmaları, radyoizotop üretimi gibi çalışmalar yapılmaktadır. 1990'ların sonuna doğru Türkiye'de elektrik enerjisi üretmek üzere nükleer güç santralı yapımı için çalışmalar sürdürülmektedir.

nükleer enerjının coğrafya

Ad:  3.JPG
Gösterim: 798
Boyut:  57.0 KB

İkinci Dünya savaşı'nın hemen ertesinde atom pilleri çalışmaya başlamakla birlikte, ilk nükleer santral olan Calder Hail (Cumberland) ancak 1955‘te hizmete girdi ve bu model kısa sürede ABD, Rusya ve Fransa'da uygulandı. On beş yıl boyunca ilerlemeler sürekli olmakla birlikte büyük bir atılım göstermedi (1963'te dünya üretimi 10 TWsa, 1965'te 22 TWsa, 1970'te 68 TWsa), çünkü üretim maliyetleri yüksekti ve petrol yakarak üretilen elektrik daha uygun fiyatlarla elde ediliyordu. 1974 petrol krizinin başlamasından sonra nükleer enerji kökenli üretim 239 TWsa'ya çıktı. 1980'li yıllarda 920 TWsa'ya, 1990'daysa 2003,5 TWsa'ya ulaştı. Bu durum hem nükleer kaynaklı enerjinin kWsa'ının maliyet fiyatlarındaki düşüşe ve petrol fiyatlarındaki artışa (1973'ten önce başlayan) ve hem de çevrebilimcllerln korumacı etkinliklerine karşın termik santrallarda giderek
daha fazla kömür yakılmasına bağlı olarak oluştu. 1981'de toplam elektrik üretiminde nükleer enerjinin payı % 10 eşiğini işti ve 1989'da % 17'ye erişti.

Nükleer enerji üretiminde otuz kadar ülkenin payı vardır. Elektrik akımı küçük sayıda işletmede elde edilmektedir; bu işletmeler kurulu gücün ardışık büyümelerini yansıtan birçok “dilim’den oluşur. 1992 sonunda dünyada, 172’si Avrupa’da, 133'ü Kuzey Amerika'da, 45'i eski Sovyet Cumhuriyetleri’nde, 42'si Japonya'da, 26'sı Asya'da, 3'ü Güney Amerika'da ve 2'si de Afrika’da olmak üzere toplam 423 dilim hizmet görmekteydi. Toplam kurulu güç 300 000 MW'a yaklaşıyordu. Eskimiş kabul edilen küçük işletmeler hâlâ çalışmakla birlikte (özellikle Büyük Britanya’da), günümüzde, yılda 6 ile 10 TW'lık enerji üreten 900 ile 1 300 MW'lık yeni dilimler hizmete girmiştir: büyük bir nükleer santral yılda 25 TW'sa'dan fazla enerji üretir.
Nükleer santralların çok büyük miktarlarda soğutma suyuna gereksinimi vardır: bu nedenle debisi bol ve kararlı akarsuların kıyısına (Loire, Rhöne, Ren, Volga, Ohio) ve son yıllarda deniz kıyılarına kurulmaktadır (ABD'nin doğusu, Batı Avrupa, Japonya). Uranyum gereksinimi düşüktür, ama bu yakıt, göreli enderliği (orta derecede rezervler), yüksek maden arama maliyetleri ve yerinde zenginleştirilmesi gereken cevherdeki düşük oranı yüzünden masraflıdır.

Bu tür işletmeler için gerekli yatırımlar yüksek olsa da petrol fiyatlarındaki artış ve enerji verimlerinin iyileştirilmesi bunları rekabet edebilir duruma getirmiştir: örneğin, 1980'de Fransa'da bir kWsa nükleer kaynaklı elektrik enerjisinin maliyet fiyatı petrolden elde edilenin üçte biri ve kömürden elde edilenin de yarısıydı (işletimi kolay büyük kömür yataklarına sahip ülkelerde bu bilançolar farklıdır).

Nükleer santraller diğer yönden yüksek elektrik tüketimi olan bölgelerin yakınına kurulmaktadır. Kuzey Amerika'da İşletmelerin büyük çoğunluğu ABD'nin doğusundadır: Mlchigan gölü kıyıları ve doğu kıyıları, Maine'den Chesapeake koyuna, Florlda’nın güney kıyısı (Turkey Point). Batı Avrupa'da santraller Po, Orta Loire, Meuse ve özellikle Rhöne ile orta Ren boyunca çalışmaktadır. Başka santraller da Ingiltere, Ispanya kıyılarında, İsveç'in ve Finlandiya'nın güneyinde hizmet görmektedir. Büyük santraller Elbe ve Weser haliçlerinde (Almanya) ve Fransa kıyılarında devreye girmiştir. Japon santralleri bütün kıyılarda, bir kısmı başka enerji kaynaklarından yoksun batı kıyısında, daha güçlü olan diğerleri Güney-doğu kıyısında büyük yerleşim merkezleri yakınında kurulmuştur. Rusya’da en önemli santrallar Sen-Petersburg yakınında, Ukrayna'daysa Batı Ukrayna bozkırlarında yer almaktadır.
Ad:  4.JPG
Gösterim: 690
Boyut:  44.5 KB

Bu enerji üretim biçiminin çok süratli büyümesi yakıt rezervleri bakımından problemler yaratmakla kalmamakta, çevre için de endişe verici olmakta (santralların işletilmesinden çok ışınlanmış yakıtların yeniden işlenmesi ve radyoaktif artıkların depolanması düzeylerinde) ve bu konu özellikle 1986 Çernobil faciasından beri dünyanın her köşesinde kamuoyunun tepkisine neden olmaktadır.

akarl uygulamalar


Hiroşima ve Nagasaki'deki iki nükleer patlamadan sonra nükleer olay, savaşı izleyen yıllarda uluslararası siyasette baskın rol oynayan bir unsur oldu. Gerçekte nükleer patlamalar, patlama merkezlerinin yakınında olan her şeyin tamamen yok olmasının dışında çok önemli başka birtakım etkiler de oluşturur. Bu etkiler bomba’nın yapısına bağımlıdır ve parçalanma tepkimesinden ya da. radyoaktif artık üretmeyen kaynaşma tepkimesinden kaynaklanır.

Klasik A bombalarına ve H bombalarına rakip olarak, taktik uygulamalar için kalıcı radyoaktifliğin rahatsız edici olduğu, gücü olabildiğince azaltılmış bir parçalanma tepkimesiyle çalışan "temiz" bombalar üretilmeye çalışılmaktadır. Son olarak, nükleer ışıma etkileri darbe etkilerine göre güçlendirilmiş olan ve bu bakımdan antipersonel taktik kullanım olanağı veren nötron bombası geliştirilmiştir. 1945 ile 1991 arasında dünyada 1 914 nükleer deneme yapılmıştır. 1975' ten sonra bütün denemeler, Çin'inkiler dışında yeraltında yapılmaktadır.

Genel görünüm


Bir nükleer patlamanın enerjisi, daha çok TNT başharflşri ile tanınan, parçalayıcı bir kimyasal patlayıcı olan trinitrotoluen, C7H5(NOJ,)3 ya da tolitin enerjisine başvurularak tanımlanır. Uzlaşma gereği bir kilogram TNT, bir termi, yani 4,18 megajoule açığa çıkarır. Nükleer patlamalar için kullanılan ölçüm birimi bir kiloton TNT, yani 4,18.106 megajoule ya da, 4.18.10’2 joule ve bunun katı olan megaton TNT, yani 4,18.10“ megajoule'dür. Tamamen parçalanmaya uğrayan bir kilogram parçalanabilir madde 17 kt enerji verir. Tamamen kaynaştırılmış bir kilogram kaynaşabilir madde ise yaklaşık iki ya da üç kat daha fazla enerji verir.

Stratejik düzeyde araştırma çabaları güdümlü füzeler alanında yapılan araştırmalar ile çakışmaktadır. Taktik silahlar düzeyinde bu çabalar çok küçültülmüş nükleer yükleri kullanabilme gerekliliği üzerinde yoğunlaşmıştır. Nükleer silahların küçültülmesi denen bu programdan dolayıdır ki ABD klasik topçu malzemelerini (155 ve 203 mm’lik toplar) düşük enerjili (1 kt dolayında) nükleer mermilerle donatmaya başlamıştır. Bunlara katılan roketler (2 kt, 10 kt ya da 20 kt'luk nükleer başlıklı Honest John ve 0,2 kt'luk Davy Crockett) dışında 1962'de atom mayınları ortaya çıktı. Bu mayınlar, geniş muharebe alanlarını girilmez bölge yapmak için normal mayınlar gibi kullanıldı. Son olarak, deniz-kuvvetleri düzeyinde, nükleer itme, savaş gemilerinin dış görünümünü değiştirme eğilimindedir. Amerikan, rus, İngiliz ve transız nükleer denizaltılarıyla, Lenin buzkıranı (1957), Long Beach amerikan kruvazörü (1961), Enterprise uçakgemisi (1964) ve Savannah amerikan yük gemisi, etki alanları 100 000 mili aşan yeni bir gemi kuşağının önde gelen örnekleridir. Bunlarda enerji üreteci, ısı üreticisi olan, doğal suyla yavaşlatılmış, zenginleştirilmiş uranyumlu bir nükleer reaktördür. İsı değiştiricilerinde suyu buhara dönüştüren bu ısı, klasik buhar-türbin-redüktör-pervane devresini besler ve bu sistem aylarca çalışabilir; böylece gemiler neredeyse sonsuz bir bağımsızlığa kavuşmuş olur. Bu açıdan nükleer enerji savaş gemilerini, caydırıcı gücün önemli bir öğesi haline getirmiştir.

Nükleer silahlanma.


İkinci Dünya savaşı'nı izleyen yıllardan başlayarak ABD, önemli miktarda nükleer silah üretmeye başladı. Daha sonra başka ülkeler de nükleer silahlar edinmeye başladılar; ilk olarak Sovyetler Birliği 1950'den sonra, Büyük Britanya 1953'e doğru, Fransa 1962'den sonra ve Çin 1965'ten sonra bu yola girdiler. Başka kimi ülkelerin de nükleer silah edinme çabası içinde olduğundan kimse kuşku duymamaktaydı (YAYİLMA ) Bunlardan üç ülke özellikle dikkati çekti: Hindistan, İsrail ve Güney Afrika. Hindistan 1974 mayısında yalnız bir tek deneme yaptı ve hint hükümeti bunun barışçı amaçlarla ilgili bir deneme olduğunu ileri sürdü; İsrail’in yaptığı hiç bir deneme saptanamadı; Güney Afrika'nın deneme hazırlıkları 1978'de önce rus, sonra amerikan uydularınca ortaya çıkarıldı, ancak bu ülkenin uluslararası baskı yüzünden denemeden vazgeçmiş olması mümkündür; bununla birlikte 1979'da uydular tarafından algılanan bir işaret atmosferde bir nükleer denemenin belirticisi olabilir. Zaten, bir ülkenin bir denemeye başvurmaksızın ilkel (ama yine de korkunç) nükleer silahlar yapmış olması olasılığı göz ardı edilemez; bu silahı gerek kendi tasarımlarının geçerliliğini doğrulayan bilgileri haber alarak, gerekse "aracı bir devlet” ile gizlice denemelere katılarak yapmış olabilir.

Kullanım olasılıkları bakımından, kısmen İkinci Dünya savaşı sırasındaki nükleer olmayan silahlarla elde edilen deneyimlerin etkisiyle başından beri stratejik silahlar ve taktik silahlar arasında bir ayrım yapılmıştır. Genellikle uzak olan stratejik hedefler nüfus, ekonomi ve askeri bakımdan önemlidir. Taktik hedefler ise göreli olarak yakın ve tamamen askeridir. Daha yeni olarak, "harekât alanı silahları" denen yeni bir silah kavramı ortaya çıkmıştır (örneğin Avrupa harekât alanı silahları): bunlar her kategoriden hedefleri imha edebilirler, ama erimleri stratejik silahlarınkinden daha sınırlıdır. Bu şekliyle bu silahlar stratejik silahların sınırlandırılması görüşmelerinin dışında bırakılmıştır. (SALT.) Örnek olarak, yeryüzünün insanlarla oturulan yüzeyinin yarısını tehdit eden, ama stratejik silahlardan sayılmayan rus karadan karaya SS-20 silahları verilebilir. Nihayet, düşman nükleer silahlarını imha etmeye yönelik ve kendileri de nükleer patlayıcılar kullanan ABM silahları sayılabilir.

Stratejik nükleer silahlar gerek yüklerinin birim enerjileri, gerekse bunları hedef üzerine eriştirmede kullanılan araçlar bakımından tanımlanırlar. Önce giderek artan güçler yarışına tanık olundu ve bu yarış 1961'de 60 Mt'u geçen bir rus denemesi ile doruğa ulaştı. Daha sonra, işlemsel incelemeler, birim enerjileri daha küçük olan çoğul yüklerin geniş yüzeyli hedeflerde ya da birbirine yakın birçok hedef üzerinde daha önemli bir tahrip edici etkiye sahip olacağını ortaya koydu; çoğulluk ayrıca düşman savunmasını bunaltma amacı da gütmekteydi. (GİRME.) Bu eğilim önce ABD'de, nükleer silahları taşıyan araçlarda sağlanan duyarlığa paralel olarak gelişti. Gelişmiş amerikan stratejik nükleer silahları içinde şematik olarak orta enerjilerde iki kategori bulunmaktadır: bir tarafta 500 kt'lüklar, diğer tarafta 100 kt'lüklar. Rus silahları için yük başına ortalama enerjiler daha yüksekti: 1 Mt'luklar ve 300 kt'lüklar.

Bomba atma sistemleri önceleri bombardıman uçakları kullanımına dayanıyordu, fakat giderek nükleer silah araçlarında ve fırlatma üslerinde farklılıklar ortaya çıktı; çünkü hem bombardıman uçaklarının vurulması daha kolay bir duruma gelmişti, hem de tek bir sistem teknolojik bir üstünlükle kolaylıkla etkisiz kılınma tehlikesi taşıyordu. Önce yeraltı silolarında kurulu fırlatma füzeleri, sonra nükleer denizaltılara yerleştirilmiş füzeler ve nihayet 1980’li yıllarda uçaklardan, gemilerden ya da yerden atılan güdümlü füzeler görüldü. Bu çeşitli sistemlerin vurulabilirliği ilerlemelerin niteliğine göre seyrediyordu; yeni atılımlar etkinlikte kayıplara yol açıyor, bunlar da sözkonusu sistemin yenileştirilmesiyle denkleştiriliyordu. Nitekim, 1970’li yıllara doğru ortadan kalktığı söylenen bombardıman uçakları her zaman beş nükleer gücün silah takımında yerini korumuştur Silolardaki füzeler düşman füzelerinin artan güdüm duyarlığı yüzünden daha erişilebilir duruma düşmüştü. Bu bakımdan, yeni kavramlar ortaya atıldı; bunlar arasında çok yakın silo sistemleri, korunan füzelerden daha çok sayıda silolar, tepelerin altında iyice derine inşa edilmiş sığınaklar ve hatta kara ya da demiryolu üzerinde hareketli füzeler sayılabilir.
Taktik nükleer silahlanın enerjileri birkaç on ton TNT'den, birkaç yüz kilotona yayılır.

Ancak enerjiye etki ölçütü de katılır: kara ya da denizaltı mayınları, zırhlı araç personeli için çok öldürücü olabilen güçlendirilmiş ışımalı silahlar (nötron bombası), belirli bir toprak ya da beton kalınlığı aştıktan sonra patlayan delici bombalar (hava meydanı pistlerinin ya da tahkim edilmiş alanların tahribi) gibi özel etkili silah tipleri sayılabilir. Taktik silahlar için kullanılan gönderme araçları uçaklar, füzeler ve toplardır. Bu silahların kullanım koşulları özel sınırlamaların, ağırlık ve kalibre sınırlamalarının (topçu gereçleri için çok açıktır), mekanik ve ısıl sınırlamaların (ağır meteorolojik koşullarda çok büyük hızlanma ya da yavaşlamalar), kaza risklerini azaltan güvenlik gereklerinin kabul edilmesini zorlar. Son olarak bu silahlar dayanıklı, güvenilir ve bir muharebe ortamında basit ve güvenli bir kullanıma sahip olmalıdır; ama her zaman Devletin kullanım talimatlarına bağımlı kalmalıdır.

ABM silahları enerjilerinden çok, özgül etkileri ile tanınırlar. Balistik yörüngeleri üzerinde düşman nükleer silahlarının
durdurulmasını amaçlayan ABM silahları, ya iç ısıtma, ya darbe ya da nükleer kısmın veya kumanda organlarının ışınlanmasıyla yansızlaştırma yaparlar. Yakalama yükseltisine göre bazı etkiler yok olurken diğerleri baskın olabilir. Bu tip silah için en uygun taşıma aracı, müdahale süratinden dolayı füzedir. Bu tip silahın yayılması amerikan-rus anlaşmaları ile çok sınırlı kalmış gibiydi ve ancak Rusya ve ABD'de birkaç noktanın korumasını sağlamaktaydı.

Nükleer silahlar savaş temel düşüncesini altüst etmiştir, özellikle, saldırganın uğrayacağı zararların elde etmeyi düşündüğü kazançlara göre orantısız olacağı düşüncesinden hareketle, saldırganın yol açacağı ölçüsüz sonuçlar tehdidiyle vazgeçirme kavramının doğmasına yol açmıştır. Bu basit düşüncenin arkasında karmaşık yorumlar gelişmiştir. “Yaşamsal çıkarlar" vurulduğunda “uyarı darbesi" kavramına bağlı “zayıfın kuvvetliyi caydırması” kavramı (transız doktrini) ya da saldırgan üzerinde en aşırı noktalarına çıkabilecek bir “tırmanma" olasılığı tehdidinin saldırgana anlatılması ve böy- lece silahlar düzeyinde her türlü saldırıyı en düşük düzeyde tutmaya çalışacak olan “uyarlanmış karşı saldırı" (NATO doktrini) gibi kavramlar sayılabilir. Ayrıca halk topluluklarının korunmasına dönük önlemlerin geri çevrilmesi ya da kabul edilmesi konusundaki tartışmalar da söz konusu edilmiştir.

Nükleer silahlar kullanılarak topyekûn bir nükleer savaş tırmanışının kaçınılmaz riskinin bugüne kadar nükleer silahların kullanılmasını önlediği düşünülebilir. Bu teşhis, son yirmi yıldır pek çok bölgesel çatışma ve diğer uluslararası gerilimler dolayısıyla gerçek olarak kabul edilebilir. Diğer taraftan, amerikan ve rus stratejik silahlarının erişmiş olduğu çok büyük güç durumu ile karşılıklı olarak ekonomilerine binen ek yükler, ABD ile Rusya'yı SALT görüşmeleri çerçevesinde, en önemlileri 1972, 1974 ve 1979 yıllarında imzalanan birçok nükleer silahların sınırlandırılması anlaşmasına sevketmiştir. 1982'den başlayarak START (Nükleer silahların sınırlandırılması) çerçevesinde devam eden görüşmeler, 1986 Rejkyavik Reagan-Gorbaçov görüşmesinden sonra % 50'lik bir sınırlandırma getirilmesiyle sonuçlandı.

SSCB'nin dağılmasıyla oluşan yeni siyasi dengeler silahsızlanma çabalarına uz verirken 1992'de Bush ve Yeltsin 11 yıl içinde nükleer silahların 2/3 oranında azaltılması kararı aldılar.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 23 Ağustos 2016 00:17