Arama


bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
19 Kasım 2012       Mesaj #223
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
DEFTERİMDEN PORTRELER

YAZAR:İLBER ORTAYLI


JULIUS CAESAR (SEZAR)
Temmuz Ayının Sahibi


M.Ö. 100 yılının 12 Temmuzu’nda Caesar doğdu; tabii bu onun kendi zamanında ıslah ettiği ve 1582 yılında Papa Gregorius tarafından yeniden düzenlenen takvime kadar geçerli olan tarihtir. Yeni takvime göre bu doğum 12 gün oynar. Julius Caesar’ın Roma’nın bütün patrici (soylu) aileleri gibi Troyalı kahraman Aeneis’in soyundan geldiği iddia edilirdi. Roma’nın kurucu ailelerinin hepsi Troyalı olarak düşünülür ve onların yarı tanrısal olduklarına inanılır. Caesar her halükârda patricilerin cumhuriyetini sarsan bir tarihi dehadır. Siyasi hayatında Pompei ile birlikte yürüdü, aynı zamanda Pompei’nin kaynatasıydı. Nihayet birbirlerine rakip oldular fakat o tek adam olarak kalmayı başardı (“Roma’da ikinci olmaktansa Tiber Nehri kıyısındaki köyde birinci olmak evladır”, sözü onun tarafından söylenmiştir). Adı hükmeden anlamında kullanıldı. “Out Cacsar out nihil/Ya Sezar olunur ya hiçbir şey” diye çevirmeyelim. Osmanlı ananesinde karşılığı var; “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” denir.

İktidar mücadelesinde kuzeyden Roma’ya yürürken Rubicon Irmağı’nı geçti. “Halea iacta est/Zarlar atıldı” diye çevirmeye lüzum yok, ‘ok yaydan çıktı” denir. Dönüşü olmayan ani ve çılgın kararların sahibi bir strateji ustası olarak bilinir. Öyle mi dersiniz, aslında pek de öyle değil. Galya Savaşları sırasında ilerleyen Roma lejyonlarının komutanları, karşılarında açıkta hedef teşkil eden Galyalı kabileleri görünce; “Sezar şunlara bak, derhal yok edelim” dediler. Tarih biliyordu, yazılı ve sözlü ananeye sahipti. O da Romalı ataları gibi yaptı, bu sefer ananeye itaat etti, ihtiyatı elden bırakmadı; önce “Castra Ordugâhı kurun, etrafını hendek ve çukurlarla çevirin” dedi. Romalı, sığınacağı ahşap ordugâhı kurmadan hücuma geçmez. Çünkü hücumun ricatla biteceğini de hesaba katar. Bu taktiği Caesar’dan öğrenmişlerdir. Nitekim ortadaki Galyalıların bir tuzak teşkil ettiği, onların birkaç mislinin etraftaki ormanlarda saklandığı anlaşıldı. Yüz sene sonra zavallı Quinctilius Varus, kuzeyde Germanya topraklarında Heruskların başbuğu Arminius (Herman) karşısında aynı feraseti gösteremediğinden tuzağa düştü ve bütün lejyonları mahvoldu.

İMPARATOR AUGUSTUS
Ağustos Ayının Sahibi


M.Ö. 63’te Roma’da bile değil, bir taşra kenti olan Velletri’de doğdu. Baba tarafı normal vatandaş sınıfından gelen; hizmette liyakat, tarım ve ticaretle zenginleşen, “equester” yani şövalye sınıfına yükselen kimselerdi.

Ne var ki büyükbaba Roma aristokrasisinin efsanevi ailesi Julian’lardan Julius Caesar’ın kardeşi Julia ile evlenmişti. Bu nedenle bu zeki yeğen, genç yaşlarda tarihin ünlü Julius Caesar’ının dikkatini çekti. Sezar’ın o vakte kadar oğlu yoktu. Yeğenini evlat ve mirasçı edindi. Roma’da evlat edinilenin, edinenden doğanla kanun ve cemiyet adetleri önünde pek farkı yoktur.

Çocuk elhak talihin ve tarihin ona verdiklerini iyi kullandı. 19 yaşında bu dünya devletinin başına geçti. Kamu hayatında olmayacak bir yasa ve protokol kurnazlığı yaptı; kendini Roma’nın asiller meclisi sayılan Senato’nun başkanı yani “princeps senatus” seçtirdi. Herkes ona “principe” diye hitap ederdi ve dönemine de bu sebeple “principatus” deniyor.

Dünya tarihinde senato emsali kurullar çok vardı; bütün Yunan şehirleri, hatta Fenike şehri ve onun ardılı Kartacalıların senatoları vardı. Ama hiçbirinin başkanı yoktu. Senato başkanlığını o icat etti ve devamlı diktatöryayı böylece kurumsallaştırıp yasalaştırdı. Roma 3’üncü asrın sonuna kadar irsî bir monarşi değildi; ama bir Bizans imparatorundan, bir Rus çarından, bir Osmanlı sultanından daha yetkili, üstelik bu yetkilerini kanunlaştıran bir başkan vardı. Bu, Augustus’un Romalı aklının eseridir.


FATİH SULTAN MEHMED
İki Kıtanın Hükümdarı


29 Mayıs 1453 tarihinin son yıllarda tarih edebiyatımızda münakaşa konusu olduğu görülüyor. Bazı yazarlar fethin gerçek bir kuşatma ve zafer olmadığını, Konstantinopolis’in savunmasının çok yetersiz olduğunu, hatta çocuk ve kadınlara kaldığını bile söylüyorlar. Bu arada karadan gemi yürütme olayını tamamen reddediyorlar. Her şeyi bilenler (!) bu konuda sadece ve sadece okul tarih kitaplarındaki bilgileri ele alıp sözde çürütmeyle meşguller. Fransız’ın tabiriyle “bu açık kapıları omuzlamak” beş buçuk asır evvelki tarihin anlaşılması için hiçbir katkı sağlamaz.

Güya tabu düşünceyi değiştirecek olanlar ne tarih yazımını, ne 15’inci asır vesikalarını, ne Türk ne Ceneviz ne Papalık arşivlerini ve ne de Bizans Helen tarih yazımı kaynaklarını inceleyecek durumdadır. Hatta bu kaynakların modern örneklerini bile takip edemezler.

İkincisi; dönemin Osmanlı kaynakları üzerinde bilgi edinecek durumda değiller. Hatta bu yazarlardan birinin tamamen modern Türkçe kitaplar ve ecnebilerin çevirilerine dayandığını gördüm. Mesela kuşatma günlükleri ve gemilerin karadan çekilmesi gibi konularda Runciman ve Schlumberger gibi Türk milliyetçi ekolünü beslemeye niyeti olmayan, hatta fetih karşıtı Avrupalı yazarları bile pek kullanmadıklarına şahit oldum. Tabuları yıkma gibi işlem tarih yazıcılıkta çok zordur; devamlı tetkik ve muhakeme gerektirir. Moda diye yapılacak iş ve izlenecek yöntem değildir.

Fatih 1432 doğumludur; Türkiye’de bu padişahın annesinin kim olduğu tartışılıyor. Osmanlı resmi tarihlerinin verdiği isimler arasında İsfendiyaroğullarından Huma ismi ağırlık kazanıyor. Öbür delillerin kuvvetli olmaktan çok Fatih’e Batılı bir akrabalık kazandırma niyetine dayandığı anlaşılıyor. Bu boştur; Osmanlı hanedanı aslında Sultan Orhan Gazi’den beri Romalılarla akrabadır. Malum; Halofera (Nilüfer Hatun) İmparator İoannis Kıntakuzinos’un kızıydı. II. Murad’ın eşi ise Sırp kralının kızı olup çocuksuzdu ve padişahın ölümünden sonra ülkesine geri döndü. Dolayısıyla Fatih’in annesi olmadığı açıktır (Üvey analarına ise padişah “valide” der).


YAVUZ SULTAN SELİM VE V. ŞARL
1520’lerin İki Hükümdarı


Tarihteki bazı olaylar ve bazı kişilikler geçen zamanın içinde, gelişmelerin yarattığı yeni sorunlar etrafında önem kazanır. Ortadoğu dünyası 1918’den beri her geçen gün bir sorun yumağı haline dönüştü. Hiç şüphesiz ki bu bölge yerkürenin diller ve dinler bakımından renkli kesimlerindendir. Ama diğer bölgelere göre en önemli farkı; uzun süreli etkileyici bir uygarlık çevresi olmasıdır. İşte bu özelliğinden dolayı da her zaman için uygar dünyanın başat bir merkezi olmuştur.

Sanayi Devrimi’nin sonuçlarının yerküreyi etkilemeye başladığı 19’uncu asırdan itibaren ikinci plana düşen Ortadoğu bölgesi hızlanan bir gerilimin, çatışmanın temel alanı oldu. Özellikle bu gelişimin yarattığı büyük harbin, yani 1914-18 Savaşı’nın bitimiyle de günümüz dünyasının onulmaz bir yarası haline dönüştü.

Ortadoğu’nun beş asırlık tarihine baktığımız zaman; Türk çocuklarının bile tarih derslerinde ismini laf olarak tekrarladıkları, bazılarımızın ise imparatorluk tarihinde bağnaz (!) İslam’ın öncüsü diye vurguladıkları Yavuz Sultan Selim Han, artık üniversal tarihçiliğin temel portrelerinden birine dönüşüyor.

Yavuz Sultan Selim Han’ı iyi tanımak gerekiyor. II. Bayezid ile Dulkadiroğlu hanedanı prenseslerinden Ayşe Hatun’un oğludur. II. Bayezid oğullarını Kırım hanlarının kızlarıyla evlendirmişti, demek ki Kanuni’den itibaren mavi kanlı yani zadegândan valideler geleneği sona ermiştir. Ne tarafa sefer yaptığını bilmediğimiz Yavuz, 21 Eylül 1520’de, Trakya’daki Muratlı’nın Sırt köyündeki durağında teslim-i ruh eyledi. Rivayete göre babası II. Bayezid’i zehirlemiş, ama o da vadesi gelince bilinmez bir seferin başında ölmüştü.


MİMAR SİNAN VE DEVRİ
İmparatorluğun Başmimarı


Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlığını tarihçiler imparatorluğun en parlak devri olarak ele almışlar, dönemin kurumları ve toplum düzeni genel bir eğilim olarak imparatorluk tarihinin klasik devri diye nitelendirilmiştir. Bu genel eğilim nedeniyle Osmanlı toplumsal kurumlarının 15’inci asrın sonuna kadarki gelişimi bir olgunluk dönemine ulaşmanın, sonrası da çürüme ve bozulmanın safhaları olarak ele alınmıştır. Kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu’nun idari ve toplumsal hayatını bu biçimde yorumlamak hiç değilse son yıllarda terk edilmeye başlandıysa da, özellikle 16’ıncı asır Osmanlı mimarisini ve yapı örgütünü bütün Türkiye kültür tarihi içinde en orijinal ve soylu devir diye ele almak eğilimi sürmektedir.

Türk sanatı veya Türkiye sanatı gibi bir yaklaşım izlendiğinde bu tür bir değerlendirme de kuşkusuz tartışma götürür. Bu tartışma götürürlüğe rağmen, kabul edilmesi gereken bir gerçek, Mimar Sinan döneminin gerek Osmanlı mimarisi, gerekse dünya mimarisi için gösterdiği önemdir. Bu dönemin iktisadî, kültürel ve toplumsal şartları etraflıca incelenmedikçe bu olgunun yeterince kavranılamayacağı da açıktır.

Mimar Sinan başmimar olduğunda veya olmadan önce henüz mesleğinde yetişirken, bu imparatorluk bir Balkan İmparatorluğu olması yanında bir Ortadoğu İmparatorluğu da olmuştu. Hattâ 200 yıldır kazandığı ve koruduğu birinci niteliği, ikincinin içinde erimeye başlamıştı. İki yüzyıldan beri Balkan İmparatorluğu olma niteliğini, tarihin akışı ve doğal kültür ilişkileri içinde yavaş yavaş kazanan Osmanlılar, şimdi bilinçli bir biçimde Ortadoğu-İslam İmparatorluğu tipine dönüşmekteydiler. Devletin ulema ve ümerası, adeta belirgin ve gayretli bir politika içinde bir tür Ortadoğu-İslâm Rönesansı yaratıyorlardı. 14 ve 15’inci yüzyıllara ait Osmanlı vakayiname ve nasihatname edebiyatında, 16’ıncı yüzyılda olduğu kadar eski İslâm devletlerini, İslâm toplum ahlakını, İslam arazi ve maliye sistemini nakleden kaynaklara atıflar yapıldığı ve başvurulduğu söylenemez. Daha önce pragmatik bir yaklaşımla yaşayan geleneklere Doğu devlet literatürü okunur ve toplum sistemi benimsenirken, şimdi daha bilinçli bir biçimde İslam-Ortadoğu modeli ele alınıyordu.


LUCWIG VAN BEETHOVEN
Beethoven’in Dünyası


27 Mart 1827’de bütün zamanların en çok sevilen bestekârı Beethoven Viyana’da öldü. Cenazesine 20 bin Viyanalı katıldı. O zamana göre büyük bir kalabalık toplanmıştı. Zavallı Mozart’ın sahipsiz cenazesi ve naaşının kitlevi bir çukura atılması ile karşılaştırıldığında, bu cenaze töreni muhteşem bir görünümdü.

Hollanda asıllı Beethoven, 1770’in Aralık ayında Bonn’da doğdu. Hayatını Viyana’da geçirdi. Romantik dönemin en ilginç bestekârı demiyorum, münevveriydi. Bugün en genç hekimin bile teşhis koyup kolaylıkla tedavi edeceği kulak hastalığı hayatını karartmış, sağırlaşmıştı. Bütün Avrupa gibi Napoleon savaşlarından ve onun Avrupa’yı istilasından etkilenmişti; monarşilerin ve kilisenin hâkimiyeti bitecek diye bekliyorlardı.

Avusturya’da bütün zamanların üç müzik dâhisi birbirini tanımıştır; Haydn, Mozart, Beethoven. Birisi en çok beste yapan Mozart, öbürü dâhilere pek çok şey katmış Haydn idi; Beethoven ise sadece musiki dünyasını değil, Avrupa’nın altüst olduğu dönemde bütün grupları etkilemişti. Koruyucusu imparatorluk ailesinden olup kendini kiliseye adayan Kardinal Arşidük Rudolf’tu. Goethe ile ahbaptı; bir gün birlikte yürürlerken İmparator I. Franz, arabadan Weimar’lı devlet adamı, Alman edebiyatının ve ilminin en güzide insanı Goethe’yi değil, Beethoven’i selamlamıştı.

3. Senfoni’yi yani “Eroica”sını Napoleon için bestelemiştir ama Napoleon’un despotizm ve imparatorluğunu ilan etmesi eserin “bir kahramana” ithafıyla sınırlı kalmasına sebep olmuştur.


LEO TOLSTOY
Anarşistlerin Babası


Tolstoy çelişkiler yumağı gibi görünür, değildir, çünkü dünya ve hayat o kadar tekdüze gitmez. Lenin, Maksim Gorki ile yaptığı bir röportajda, Tolstoy’un yurttaşı ve dildaşı olmakla iftihar eder. “Rus köylüsünü hiç kimse bu kont kadar anlayamaz” der ve kısık gözlerinin arkasından iftiharla gülümser. “Bütün Avrupa edebiyatında böylesi var mı?” Doğrusu Tolstoy da Avrupa edebiyatına en keskin eleştiri, itham ve hatta küçümsemelerle yöneltmekten geri kalmadı. “Fransız edebiyatı ahlaksız bir edebiyattır” deyişini basit bir kasabalının veya kilise cemaatinden mutaassıp bir Hristiyan’ın tepkisiyle benzeştirmeyelim. Bu ifadede kendine göre tesbit edilmiş, reddetsek bile ciddiye alınacak kurallar söz konusudur. Geç yaşında Moskova’nın ünlü hahamlarından birinden İbranca dersi ve Judaizm öğrenmeye kalktı. O kadar çok üstüne düştü ki, sonunda ciddi bit şekilde zatürre ve sürmenaj geçirdi.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.