Arama

Latife Uşşaki - Tek Mesaj #4

bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
19 Kasım 2012       Mesaj #4
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  ata10.jpg
Gösterim: 6900
Boyut:  34.9 KB
LATİFE UŞAKLIGİL
Bir Sır Perdesi

Bizim tarihçiliğimizde mektup, günlük ve ileri yaşlarda kaleme alınan hatırat nadir rastlanan kaynaklardır ve sadece son 150 yıla münhasırdır. Batılı hatta bazı Doğulu ülkelerde veya bizim gibi Batılaşan Rusya’da bile insanlar uzun asırlar boyu mektup yazmış, günlük tutmuş, önemli kişiler hatta sıradan memurlar ve öğretmenler dahi hatırat yazmıştır. Basılı hatırat kadar basılmayanlara da kütüphanelerde rastlanır. Hayat aslında sandığınızdan daha önemlidir ve sadece büyük adamların ve yöneticilerin değil, yönetilen sıradan insanın hayatı da tarihçi için çok değerli bir kaynaktır.

Zihniyet, mentalite tarihi dediğimiz dal bir tarihçilik dalı değildir; tarihi yapan ana unsurdur. Son dört asır boyu Batılıların geniş ölçüde kaleme aldığı bu metinler, Batı tarihçiliğinin özellikle de son yıllardaki gelişimine çok hizmet etmiştir. Mesela Fransız Annales ekolü tarihçilik okulu bu daldaki başarısını Fransız halkının edibane kaleme aldığı sayısız mektup ve kayda borçludur. Doğulu tarihçiler ise geçmişlerini anlamak için mektup ve hatırat bolluğuna sahip değildir. Zihniyetimizi anlamak için başka kaynaklara; edebiyata, folklora, seyahatnamelere müracaat etmek ve adeta bir kaynakbilim inşa etmek zorundayız.

Belirttiğim gibi hatırat bizde genç bir daldır ve maalesef dünyadaki hiçbir hatıratın samimi olmadığı açıktır; bizdeki edebiyat ve bilhassa devlet adamlarının hatıratı ise özellikle samimiyetsizdir ve gelecek nesillerin kafalarına kendilerini gerçek olmayan bu benlik olarak kazımak için kaleme alınmıştır. Bu gibi hatıratın çoğu başka delillerle temellendirilemez. Mesela Hüseyin Cahit’in (Yalçın) hatıratındaki bazı iddiaların sözünü ettiği dönemdeki kendi gazete yazılarıyla dahi bağdaşmadığını tarihçilerimiz belirtir. Hatırat denen eserlerimizi, tarihçilerimizin çok dikkatle ve maharetle kullanması gerekir.

Hiç kuşkusuz, sadece muhatabına hitap eden mektuplar daha samimidir çünkü kitleyi hedefleyerek kaleme alınmamıştır. Önemli kişilerin bu gibi mektuplarını yayımlayan araştırmacılar özellikle edebiyat ve fikir tarihimize önemli katkıda bulundular. Mesela Fevziye Abdullah Tansel’in yayımladığı Namık Kemal’in mektupları böyledir. Ancak bu derlemeye önemli bir eleştiri yazan Ömer Faruk Akün Hoca’yı da birlikte okumak şarttır. Tabii Batı edebiyatında her dilde sayısı binlerce cildi bulan mektuplar bizde pek az sayıdadır. Unutmayın ki II. Viyana Kuşatması sırasında savaşan taraflardan biri olan Polonya kralı İan Sobieski’nin kraliçesine yazdığı aşk mektupları, Polonya edebiyatının önemli parçalarındandır. Bizimkiler de evini ve ocağını özlemiştir ama mektuplar nerde? Şimdi Latife Hanım’ın bilhassa Atatürk’ten ayrıldıktan sonra ve daha evveline ait şahsi mektupları, Atatürk’le yaptığı gezilerin notları ve kaleme aldığı bir romanı da söz konusu olmuş. Ben tabii bu mektupları okuyamadım ama bazı şeyleri duydum. Hiç de çarpıcı şeyler değil gibi. Ama okuyamadığım ve duyamadığım mektuplar çoğunluktadır. Her halükarda mektupları görenlerin bilgi vermemesi doğru olur.

Şahsen Uşaklızade Latife Hanım’ın; Türkiye mareşali ve Cumhuriyetin kurucu önderi Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya başarılı bir eş olduğu kanısında değilim. Yaşım icabı o dönemin bazı büyüklerini dinlemiştim. Evlendiği adamın kim olduğunu ve kişiliğini yeterince anlamaktan ve öğrenmeye çalışmaktan çok, kendi rolünü abarttığı açıktır. Hüsran ile biten evliliğinin sonunda uzun hayatını inzivada geçirmiştir. Atatürk hakkında konuşmamıştır. Belki de ona konuşmaması tembih edilmiştir. Latife Hanım bu mektupları hayatı boyunca yayımlamadığı gibi birçok teklifi reddederek hatırat da kaleme almamıştır. Sonuç itibariyle Cumhurbaşkanlarımızın en büyüğünün eşidir ve her şeyden önce de bir yurttaştır. Yaşamı boyunca ve ölümünden sonra da kendisinin ve yakın varislerinin onuru, kanun ve genel nezaket kurallarının himayesi altında olmalıdır. Avrupa arşivlerinde kişilerin özel yazışmaları ve memuriyetteki şahıs sicil dosyalarının muhafaza edildikleri açıktır ama bunlar ilgili kişilerin ölümünden sonraki 50 ile 100 yıl arasında bu süre boyunca okuyucuya kapalıdır ve mühürlü ve kilit altında oldukları için arşiv yetkilileri de göz atamaz. İnsanların çocukları ve genç torunlarının bu gibi evrakın muhtevasından dolayı zarar görmemeleri hatta sadece dilhun olmamaları, yani gönüllerinin kırılmaması için böyle bir hukuki tedbire ihtiyaç duyulmuştur. Mesela Mayerling faciasının baş aktörü Avusturya Arşidükü Rudolf’un karısı aslen Belçika prensesi olan Arşidüşes Stephanie’nin hatırat ve mektupları bile ölümünden 75 sene sonra açılmıştır.

Mütareke dönemi tarihini yazan meslektaşlarımız o dönemin işgal kuvvetleri, subayları ve diplomatlarının ayrıntılı biyografileri için İngiliz arşivlerine başvurdular. Dediğim ilkeye dayanarak cevap olumsuzdu. Diğer Avrupa arşivlerinde de az çok benzeri uygulamalar vardır. Latife Hanım’ın yeğenleri hayattadır. Uygar ülkelerde bu esasa uyulur. Hiç kimsenin evrak-ı metrukesini kamuya açmak uygar bir tartışma konusu olamaz. Basındaki spekülasyona hayret ediyorum. Bir dostumuz, Tarih Kurumu eski başkanını “Bu mektupların içeriğini gericilere vermek istiyor” diye suçladı. Okumadığı mektubun içeriğinin kime yarayacağını nereden biliyor ki? Hoş, bir kısım basın da neler bulacağını umuyor ki, mektubun peşindeler. Bence mevcut kaynakları tartışalım, Latife Hanım’ın mektuplarından evvel, açılmayan Dışişleri Bakanlığı arşivlerini, tanzim edilmeyen İçişleri Bakanlığı arşivlerini, yok edilen Maarif Vekilliği arşivlerini tartışalım. Latife Hanım’ın beş-on parça mektubunun yakın tarihimizdeki bir şeyleri aydınlatacağını sanmıyorum, velev aksi de geçerli olsa kişisel kayıt ve haberleşmenin kapalılığına daha çok önem vermek gerekir.

kaynak....Defterimden Portreler (İlber ORTAYLI)
Son düzenleyen Safi; 7 Kasım 2016 04:12