HUZUR
(SEN) ZAMİRİ HAKKINDA (Bu bahis Leyle-i Mi'rac'da- 26 Receb 1418- kaleme alınmıştır.)
"Sana muasır bir vücut olamadığımdan müteessirim ey Muhammed (S.A.M.) !" (1) Bu söz Hz. Muhammed' (S.A.M.) den bin üçyüz sene kadar sonra yaşamış, Büyük Alman İmparatorluğu'nun kurucusu Prens Bismark'a aittir. Yüz yüze görüşme imkânına sahip olamamasına rağmen, Prens Bismark'ın Hz. Muhammed (S.A.M.) gıyabında "SEN" diye hitap etmesinde belâğatın "iltifat" olarak adlandırılan latif bir nüktesi gizlidir. Şöyle ki:
"Evet, bazı adamlar hakkında "gâibane" konuşanların bilâhere konuşmalarını "hitaba" çevirmelerinde şöylece bir nükte-i umumiye vardır. Meselâ: Bir şahsın iyiliğinden veya fenalığından bahsedilirken; gerek konuşanda, gerek dinleyende, ya tahsin veya tel'in için bir meyil uyanır. Sonra git gide o meyil öyle kesb-i şiddet eder ki, sahibini o şahısla görüştürüp şifahen konuşmaya kuvvetli bir arzu uyandırır. (2) Yani, "insan, bir adamın fenalığından, ayıplarından bahsederken, hiddeti, gazabı o kadar galebe eder ki, hayalen, hayalî bir ihzar ile ve hitab suretiyle kendisine tevcih-i kelâm etmeye başlar veya iyiliklerinden bahsederken şevki ve aşkı galeyana gelir. Hemen hayalinin karşısına getirir, kendisine hitab ile konuşmaya başlar. Bu iltifat ile tesmiye edilen bir kaidedir.(3) "Gaibten hitaba yapılan iltifat; ya şiddet-i hiddete veya kesret-i muhabbete işarettir." (4) Prens Bismark'ın Hz. Muhammed (S.A.M.) gıyabında yazdığı aşağıdaki medhiye, O'nun şevk, tahsin ve muhabbetle dolan gönlünü, kemâl-i hürmet ve aşkla Hz. Muhammed' (S.A.M.) in huzuruna çıkarmıştır! "-Muhtelif devirlerde beşeriyeti idare etmek için taraf-ı lahutiden geldiği iddia olunan bütün münzel ve semavî kitapları, tam ve etraflıca tetkik etti isem de, hiç birisinde bir hikmet ve isabet göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyetin, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Muhammedî'lerin (S.A.M.) Kur'an'ı bu kayıttan âzadedir. Ben, Kur'an'ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük bir hikmet gördüm. Muhammedî'lerin (S.A.M.) düşmanları, bu kitabın Muhammed'in (S.A.M.) zâde-i tab'ı olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel hatta en mütekâmil bir dimağda böyle bir harikanın zuhurunu iddia etmek hakikatlara göz kapayarak kin ve garaza alet olmak mânâsını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle kabil-i telif değildir. Ben şunu iddia ederim ki: Muhammed (S.A.M.) mümtaz bir kuvvettir. Destgâh-ı kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi, ihtimâlden uzaktır. Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed (S.A.M.)! Muallimi ve nâşiri olduğun bu kitap, senin değildir. O Lahutidir. Bunun lahuti olduğunu inkâr etmek, mevcut ilimlerin butlanını, ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra da görmeyecektir. Ben, huzur-u mehabetinde kemâl-i hürmetle eğilirim." (1) Bu bir misal idi; mü'minin mi'racı olan namazda
O' (Allah) na niçin "sen" diye hitab ettiğimizi anlamak için! Sure-yi Fatiha'nın ilk üç âyetinde "Rabb'ul Âlemin", "Rahman-Rahîm" ve "Ceza gününün Mâlik'i" gibi O'na (Allah'a) mahsus sıfat-ı kemâliyeyi ve onların ihtar ettiği "fazilet", "ni'met" ve "saâdet" gibi manaları, "gâibane" düşünen musallîde uyanan şevk ve meyl-i tahsin; ancak O'na
yani Sen diyerek, gayb perdesini yırtıp, huzuruna çıkmakla huzur bulur ve tatmin olabilir.
Ancak bu sırra eren ehl-i salâttır ki, "Rabbine, görüyormuş gibi ibadet et!" (7) emrindeki zevke varır.
O vakit insan Esmâ-i Hüsnâ'nın birer tecelligâhı olan "alem-i şehâdet" ve "alem-i gayba" bir hulasa olarak "ruhiyle" ve "cismiyle" sıfat-ı kemâl-i İlahiye'nin hem mazharı hem muzhiri hükmüne geçer. (9) Gâibane ve hazırâne ifa ile mükellef olduğu "tefekkür" ve "münacat" ubudiyetini yaparak, sırr-ı ahsen-i takvim tahakkuk eder. (10) "Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum; ve sana hürmetkârım; ve senin rızanı istiyorum; ve seni arıyorum." (11) ile, "Ey bizi ni'metleriyle perverde eden sultânımız! Bize gösterdiğin nümûnelerin ve gölgelerin asıllarını, menba'larını göster; ve bizi makarr-ı saltanâtına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme; bizi huzuruna al, bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz ni'metlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb'îd ile ta'zîb etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raîyetini başıboş bırakıp îdam etme." (12) gibi sözler hitab makamına çıkmış, Cenab-ı Allah'ın iltifatına mazhar, huzur bulmuşların münacaatıdır. Huzur bulur bu gün "seninle" âlem;
Ey bu asırda rahmet-i âlem Risale-i Nur.(13)
İsmail Yakup, 27 Kasım 1997