Arama

Ebû Hanife - Tek Mesaj #4

bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
4 Aralık 2012       Mesaj #4
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Ebu Hanife;

Ebu Hanife,
dört büyük Sünni mezhepten birinin kurucusudur. Kelamcı ve fakihtir. Kurmuş olduğu mezhep, günümüzde Müslüman toplumu arasında bağlıları en fazla olanıdır. İranlı olan Ebu Hanife büyük bir fakihtir. Bunun yanı sıra birçok kişi tarafından bir bölgeden diğerine ayrıntılara ilişkin sistematizasyon eksikliği ve ihtilaflar nedeniyle bir reform ihtiyacı olduğuna inanılan fıkıh ilminde başat bir role sahiptir.

8. asırda İslam dünyası genişlemiş olmakla birlikte, ideolojik ve hukuki birlik bağlamında henüz başlangıç aşamasındadır. Hz. Muhammed'in 632 yılındaki vefatı artık herhangi bir vahyin gelme¬yeceği anlamına gelirken, Tanrının Müslümanlara Kuranda, emrettiği doğru yolu yani şeriatı izlemeleri bir zorunluluk haline gelmiştir. Müs¬lümanlar ayrıca rehberlik için Hz. Muhammed'in hayatı ve öğretilerine, sünnete başvurmuşlardır. Sonuç olarak Kuranın neyi öngördüğü¬nü ve Hz. Muhammed'in neleri söyleyip yapmış olduğunu belirlemek oldukça büyük bir önem taşır. İlk dört Raşid halife (Hulefa-i Raşidin) döneminde, ortaya yeni durumlar çıkar çıkmaz yeni hükümler bunlar uyarınca verilir. Bu dört halifeye "Raşid" yani "doğru yolda giden" denmesinin nedeni, onların Hz. Muhammed'in adımlarını dosdoğru izlediklerine olan inançtır. Emevi Hanedanının (661-750, bkz. Muaviye) egemenliğiyle birlikte sıkıntılar daha fazla olarak telaffuz edilmeye başlanmıştır. Bu durum, Kuran ve bir kadı' nın kişisel yargısıyla birlikte belli bir bölgedeki mevcut göreneklere dayanan kadılık müessesinin oluşturulması dahil daha sistematik bir hukuki (şer'i) çerçeve ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Bununla birlikte, sonuç, bir bölgeden diğerine farklılaşan bir hüküm yapısı olduğu için birçok kadının henüz oluşmaya başlamış ilimlerde eğitimli olmamaları gerçeğinden ayrı olarak- pek de tatmin edici değildir. Eğer tüm Müslümanlar Allah'ın kanununa tabi iseler, o halde ikamet ettikleri yere bakılmaksızın herhangi bir hukuki farklılığın söz konusu olmaması gerektiği şeklinde bir tartışma söz konusu olur.

8. yüzyıla doğru, başta Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerinin kurucuları veya imamları olarak kabul edilen Ebu Hanife, Mâlik Bin Enes, Muhammed el-Şafii ve İbni Hanbel olmak üzere fıkhı, standart bir duruma getirmeye teşebbüs eden kimi Müslüman âlimler ortaya çıkar. Daha sonra Abbasi idaresinin (750-1258) ilk yıllarında, şer'i tahkikin bu kalıpları ayrıntılandırılmış ve İslam İmparatorluğu genelinde uygulanabilecek bir şer'i hukuk geliştirilmiştir. Abbasiler'in ortaya çıkışı, bürokratik olarak yönetilen merkezi bir devleti beraberinde getirerek standardizasyon ve düzenleme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Dahası, Abbasiler'in meşruiyet iddiası dini bir gerekçeye dayanmış olup Emevi seleflerine oranla daha sadık Müslümanlar olduklarını iddia etmişlerdir. Dolayısıyla üzerinde ittifak edilen şeyin İslam'ın öğretileri ışığında olması gerekmektedir. Teoride, kadılar, yönetimin taleplerinden bağımsız ve ayrıca İslami konularda daha eğitimli olmalıdır.

Ebu Hanife el-Numan ibn Sabit, yaklaşık olarak 699'da doğmuştur. Dedesi Zuta'nın, Kabil'den (Orta Afganistan'ın doğusunda yer alıp gü¬nümüzde başkenttir) Kufe'ye (günümüzdeki Irak) bir köle olarak getirildiği ve sonradan Teymullah ibn Salebe kabilesinden bir kişi tara¬fından azad edildiği söylenir. Dolayısıyla o ve çocukları, bu kabilelerin azatlıları (Mevla) haline gelmiş ve Ebu Hanife de kimi zaman kabilenin ismi olan et-Teymi olarak anılmıştır. Küfe'de yaşamış ve hazz adlı bir tür ipekli kumaşın üretimi ve satışıyla meşgul olmuştur. Ayrıca şer'i hukuk eğitimi almış ve genellikle Küfenin en önde geleni, şeriat otoritesi olarak tanınmıştır. Şer'i hukuk dersleri verdiği geniş bir talebe kitlesini bir araya getirmiş ancak kadı konumuna yükselememiştir. Ebu Hanife, bir hâce olarak öne çıkar ancak İslam hukuku kanunlarının oluşturulma¬sında fiilen iştirak etmez. Kuranın ve hadislerin ezberlenmesi, bu bilgi¬nin derlenmesi, açıklanması ve aktarılması Ebu Hanife'nin ana eylemi haline gelmiştir. Hanefi mezhebi, Ebu Hanife'nin ismini almış olsa da önde gelen öğrencileri Ebu Yusuf ve eş-Şeybani tarafından kurulmuştur.

Ebu Hanife'nin görüşleri, takipçileri tarafından şerh edilip geliş¬tirilmiş ve Medine'de bulunan çağdaşı Malik tarafından bunlar haklı olarak İslam hukuku alanının öncüleri olarak ifade edilmiştir. Ebu Hanife, İslam hukuku üzerine herhangi bir eser kaleme almamıştır. Daha ziyade onun görüşlerini ortaya çıkaran eserlerden bazıları, Ebu Hanife'nin doktrininin ana kaynakları olmuşlardır. Müslüman âlimler, Hıristiyan Nicene Akaidi'yle, aynı şekilde evrensel olarak dillendirilen doktrin özetlerine dönüşmeseler de İslam dünyasında muadil akaid kitapları (akide Arapça'da "bağlamak" veya "mukavele" anlamındadır") kaleme almışlardır. Bu akaid eserlerinden biri olan Fıkhu'l-Ekber, Ebu Hanife tarafından umum için yazılmıştır ve yazım tarihi şahsen Ebu Hanife'ye olmasa da en azından onun öğrenci halkalarına dek uzanır. Ebu Hanife tarafından desteklenen görüş ve yöntem, akılcı olarak ta-nımlanabilir. Ekolü "mürci" olarak (Arapça irca "erteleme" ya da "öteleme" anlamındadır) isimlendirilir; çünkü imanı amelin üzerine koymuşlardır. Büyük günahlar imanla dengelenir ve cezaları ebedi olarak değerlendirilmez.

Sonuç olarak Mürciler, günahkârların bu dünyadaki hükmünü "saklı tutup" daha çok dinginci (quietist) bir yaklaşım benimsemişlerdir. Mürciler, Haricilere (Arapça haraca dan "dışarı çıkan") bir tepki olarak ortaya çıkmış görünmektedir. Doğası genellikle aşırılık yanlısı olan Hariciler, kuvvetli bir biçimde eşitlikçi ve püriten olup tamamen Kur'ana dayalı bir harekettir. Onların düşüncesinde büyük günahlar, günahkâr kişiyi bilfiil mürted kılarak ölümle cezalandırılmasını gerektirdiği için, dünyada cezalandırmada hiçbir vicdan azabı duymamışlardır. Kendilerine mürci adı verilen diğer kişilerle birlikte Ebu Hanife, tüm Müslümanlar'a kişisel inanç meselelerinde şüphe fırsatının verilmesi gerektiğine inan¬maktadır. Asıl mesele, müminin vicdanı ve yalnızca Tanrı tarafından yargılanması gerektiğidir.

Maliki mezhebi gibi Hanefiye de genellikle kadıları hüküm verirken kişisel düşünce ve bağımsız muhakeme uygulamaya teşvik eder: Bu durum İslam hukukunda içtihad olarak bilinen önemli bir ilkedir. Söz konusu durumda koşul, kadıların bu tür bir içtihad seyrini ele alırken, yeterli ölçüde nitelikli olmaları gerektiğidir. Aksi durumda önceki daha nitelikli kararları taklid daha akıllıca olacaktır. Gitgide önem kazanan husus özellikle tesirli bir fıkıh âlimi olan Şafii döneminden sonra oldukça nitelikli fakihlerce bile taklide yapılan büyük vurgudur. Bu da sonuç olarak İslam hukukunda bir duraklamaya neden olur. Keza Ebu Hanife'nin Kuran ruhuyla fıkhi hükümleri ele alırken aklı devreye sokmadaki Ehl-i Rey (rasyonalist) unvanı. Ne var ki içtihadla ulaşılan hükümlerin sadece o ferdin bağımsız zannı olmayıp Kur anın ruhunda olduğunu temin için akıl fıkıh usulü (fıkıh ilkeleri) tarafından sınırlandırılmıştır. Kati kabul edilen Kuran hükümleri, yoruma açık değildir. Bununla birlikte birçok ayetin hüküm mü yoksa yalnızca tavsiye mi oldukları açık olmayıp bazen bir emrin tam kapsamı da açık olmayabilir. Bu spekülatif (zatini) ayetler içtihada açıktır. Ancak içtihad bir görüş meselesi değildir. Yalnızca bir bütün olarak Kuran bağlamında anlaşılmayıp sünnet adı verilen Peygamberin kendi sözleri ve fiillerinin yer aldığı kaynaklardan da yararlanılabilir. Çünkü Hz. Muhammed, İslam'da Kuranın fiilen en büyük yorumcusu dur.



kaynak: İslamda 50 önemli isim