Türkiye nasıl bölgesel güç olabilir?
Burada en etkin olan husus coğrafi konum ve onun türevi olan jeopolitik’tir. Bu coğrafyadaki ilişkiler bir sarkaç gibi olup, 5.000 seneden beri Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya taşınmıştır. Büyük İskender’in Doğu seferleri, İran’ın Batı seferleri büyük bir kültürel alışverişin araçları olmuştur. Türkiye coğrafi konumuyla bu olgunun bir bileşenidir.
Coğrafya, toplumları hem şekillendirir, hem de onlarla misyon, yani görev yükler. Türkiye’nin İran ile olan ilişkileri ve etkileşimi
kaçınılmazdır. Netice itibari ile Türkiye bölgede İran’ı kültürel, ekonomik ve siyasi açıdan dengeleyebilecek tek güçtür.
Türkiye’nin 1. Dünya Savası’ndan sonra kendini toparlaması 100 yıl kadar sürdü. Ancak, bölgesel bir süper güç olmak gösteriş yapmaktan çok, sorumluluk gerektiren bir olgudur. Mevcut verilerin Türkiye’nin bölgesel bir güç olması için müsait olduğunu düşünüyorum.
ayrıca
TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ
"Türkiye'nin önemi" sorunu, hiç kuşkusuz, "dış dinamik" ögeleri açısından değerlendirilebilecek bir konudur.
"Dış dinamik" ögeleri açısından da değerlendirilse, konu, "iç dinamik" ögeleriyle de ilgilidir çünkü Türkiye'nin toplumsal, siyasal ve jeopolitik özellikleriyle yakından bağlantılıdır.
"Türkiye'nin önemi"ni, üç ayrı anabaşlık altında irdelemek olanaklıdır. Bunlardan biri "Jeopolitik", öteki, "ekonomik" sonuncusu da "siyasal-kültürel" boyuttur.
JEOPOLİTİK BOYUT
Türkiye, dünya üzerinde sorun olarak gözüken bölgelerden dört tanesinin ortasında yer almaktadır: Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Körfez.
Bu konumu, O'nu, bu bölgelerde çıkarları olan ülkeler açısından "vazgeçilmez" yapmaktadır.
Özellikle "küreselleşme" sürecinin Amerika Birleşik Devletlerini getirdiği "dünya jandarmalığı" konumu, ve ABD'nin bu bölgelere olan uzaklığı, Türkiye'nin dünya üzerindeki stratejik önemini ayrıca vurgulamaktadır.
Bir başka deyişle, Türkiye, bu çatışma alanları açısından bir "bölgesel güç" kimliği ile varlığını sürdürmektedir.
Stratejik açıdan bir başka öge, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan bağımsız devletler ve otonom yönetimler açısından Türkiye'nin sahip olduğu ekonomik, kültürel ve siyasal olanaklardır.
Akıllıca kullanıldığı takdirde, bu olanaklar, Türkiye'nin bir "bölgesel güç" olma özelliğini pekiştirici etki yapacaktır.
Balkanların, Kafkasların, Ortadoğunun ve Körfezin, siyasal, asker>î ve ekonomik kargaşası, önümüzdeki yıllarda hiç de durulacak gibi gözükmemektedir. Bu nedenle, Türkiye'nin "bölgesel bir güç olma" özelliği ve önemi, daha uzun yıllar devam edecek gibi görülmektedir.
EKONOMİK BOYUT
Türkiye, hızla gelişen, kentleşen, dünya ile ekonomik ve kültürel bütünleşmesini sürdüren ve gittikçe büyüyen (şimdilik) 60 milyonluk bir pazardır.
Ayrıca, gelişen teknoloji ve dünyaya açılan girişimcilik, Türkiye'yi sadece bir "pazar" olarak değil, aynı zamanda "üretim" yapan bir ekonomik güç haline de getirmektedir.
Bu nitelikleri ile Türkiye, bir yandan Avrupa Topluluğu, öte yandan Japonya ile, "önemli" ekonomik ilişkileri kuracak ve geliştirecek bir yapıya sahip görünmektedir.
Eski Sovyetler Birliği yerine kurulan bağımsız devletler ve otonom yönetimler açısından da Türkiye'nin önemli bir ekonomik potansiyele sahip olduğu söylenebilir.
Bütün bunlara ek olarak, Irak petrolü ve Kafkasya'dan gelecek petrol (Türkiye üzerinden pazarlanabildiği takdirde), uzunca bir süre, Türkiye'ye önemli bir ekonomik avantaj sağlayacaktır.
Türkiye'nin ekonomik önemi, daha yukarda üzerinde durulan jeopolitik önemi ile bütünleştiğinde çok daha derin bir boyut ve anlam kazanmaktadır.
SİYASAL-KÜLTÜREL BOYUT
Türkiye'nin bir "İslam ülkesi" olması, O'nun dış dünyadaki önemini, belki de buraya kadar üzerinde durulan bütün ögelerden daha fazla arttırmaktadır.
Bunun en önemli nedeni "Türkiye'nin tek ve biricik, laik ve demokratik islam ülkesi olmasıdır":
Bu niteliği ile Türkiye, hem değişme ve gelişme potansiyeli bakımından ekonomik-askeri-siyasal bir güç olarak önem kazanmakta, hem de daha önemlisi, "Müslüman Dünya" için, farklı bir model oluşturmaktadır.
Türkiye'nin, müslüman toplumlar için, laik ve demokratik bir model oluşturması, sadece bölge açısından değil, tüm dünya ve insanlık tarihi açısından önemli bir olaydır.
Huntington'un, 21. yüzyılın, Hırıstiyan, Müslüman ve Budist uygarlıkları arasında bir çekişmeye tanık olacağını söylemesi, Türkiye'nin "müslüman uygarlık" içindeki yerini olduğu kadar dünya üzerindeki önemini de iyice arttırmaktadır.
Aslında, Atatürk'ün kurduğu Türkiye, tüm dünyanın önüne bir soru işareti gibi dikilmiştir: Acaba tüm toplumlar için evrensel ve tek bir değişme modeli mi vardır, yani toplumların değişme ve gelişme aşamaları ekonomik açıdan biribirine eşitilendikçe, kültürel yaşamları da benzer mi olacaktır, yoksa, farklı kültür din ve inançtaki toplumlar, farklı biçimde de mi gelişecek ve ilerleyeceklerdir?
Daha doğru bir deyişle, Batı toplumlarının izlediği yolu reddederek gelişme olanaklı mıdır? Yoksa, değişme ve gelişme, tüm toplumları, eninde sonunda, aynı yollardan geçmeye mi zorlamaktadır?
İnsan hakları, kadın hakları, evrensel kavramlar mıdır? Bir toplumun hem gelişmiş olması, hem de temel hak ve özgürlükleri kısıtlaması olanaklı mıdır?
İşte insanoğlu'nun önündeki tek aykırı model olan "Sovyet deneyimi" çöküp, tarihin derinliklerinde kaybolduktan sonra, "islam" aykırı bir model olarak gündeme gelmiştir.
Oysa Türkiye, "İslam modeli"nin, evrensel değişme ve gelişme çizgisinden farklı bir yol izlemediğinin en güzel örneğidir. Müslüman bir toplumda, hem laikliğin, hem de demokrasinin varolabileceğini ve değişme ve gelişmenin bu çizgiler yönünde olabileceğini, varlığı ile kanıtlamaktadır.
Türkiye'de, evrensel değişme ve gelişme modelinden farklı, laiklikten ve demokratiklikten sapan bir "İslam modeli" tartışmaları, daha çok, Sovyetler Birliği'nin gücünü sürdürdüğü "soğuk savaş" döneminde alevlenmiştir.
Sovyetler Birliği'ni, bir "çember" içine almak ve rejimi, içerden de "İslam" baskısı ile zorlamak politikası, Türkiye'de de "evrenselden farklı, islam>î çözüm" tartışmalarını desteklemiştir.
Artık, Sovyetler Birliği çöktüğüne göre, "dışardan böyle bir etki de" anlamını ve dolayısıyla gücünü yitirmiş gözükmektedir.
Şimdi, "dış dinamik ögeleri" tam tersine bir etkiyle, daha farklı bir soruyu, yukarda sorulan, "islam>î değişme ve gelişme modeli evrensel modelden farklı mıdır?" sorusunu gündeme getirmiştir.
Kanımca bu sorunun yanıtı, 21. yüzyılda, evrensel modelin egemenliği yönünde ortaya çıkacaktır. Yani bir toplum ister müslüman olsun, ister başka bir dinden, değişme ve gelişme sürecine girdiği ölçüde, insan hakları, demokratikleşme ve bunların ön koşulu olarak kaçınılmaz bir biçimde laikleşme, o toplumun gündemine girecektir.
Siyasal-kültürel boyut açısından yaptığımız irdelemeler, daha yukarda belirtilen jeopolitik boyut ve ekonomik boyut ile bütünleştiğinde, açıkça görülmektedir ki, Türkiye sadece bir "bölgesel güç" olarak değil, dünya tarihinde, uygarlıklar savaşı denilen değişme ve gelişme süreçleri açısından da çok büyük bir önemle uluslararası arenada yerini almaktadır.
bizleri ise bu konuda vatanımız olan Türkiyeye sahip çıkmalı bölücülüğe gitmeden bunların din dil ırk ayrımcılıklarına inanmadan ayrıca ülke topraklarımıza sahip çıkarak vatanımız için çalışarak faydalı yaralı üretken olarak ülkemize katkıda bulunabiliriz beyin göçüde burda önemli tabiki kendi ülkemizde yurt dışında dahi olsak aldığımız eğitimi tamamladıktan sonra oralarda kalacağımıza ülkemize dönerek kendi Türkiyemiz için bir şeyler yapmalıyız.
Bence en önemli bomba atom bombası değil eğitim, kültür, inanç ,çalışmadır.Misal Atatürk ülkemizi atom bombası ilemi aldı zekilik vatanseverlik azim ve çalışma ile