Arama


KAPTAN - avatarı
KAPTAN
Ziyaretçi
26 Aralık 2012       Mesaj #6
KAPTAN - avatarı
Ziyaretçi
Güzellik duygusu (fikri ve dışavurumu) her medeniyet ve kültürde farklıdır. Öz, içerik, şekil, genel yöneliş ve tavır, yaklaşım tarzı, diğerlerinden yararlanma fakat ilhamını kendinden alma, kendine özgü algılama ve aktarma bakımlarından her medeniyet farklı bir güzellik ideası ortaya koyar. Aslında mantığın doğruluk (gerçeklik), ahlakın iyilik, sanatın güzellik kavramları üçlü bir sacayağı teşkil ederler, yani bir bütündür ve birbirinden ayrı ve bağımsız değildir. Doğrulukta bir güzellik ve iyilik yönelişi de bulunmaktadır. İyilik, güzellik ve doğruluğun ana baba bir öz kardeşidir. Güzellik, iyilik ve doğruluktan ayrılırsa çirkinliğe dönüşür. Kesiştikleri bölgelerin büyük genişliğine rağmen, sadece kendilerine ait alanları da vardır, ama bu durum bizim bunları birbirinden tamamen bağımsız kabul etmemizi gerektirmez. Nitekim yazının ileri satırlarında güzelliğin, doğruluğun ve iyilikle ilişkisinden de bir nebze daha söz edeceğiz.

Güzellik duygusu tabirini kullandık. Çünkü güzellik fıtrattandır ve tabii ki Allah (c.c.) vergisidir. “Yaratanımız güzeldir ve güzeli sever.” Kâinatı ve insanları da en güzel bir surette yaratmış ve onların içine de güzellik duygusunu koymuştur. Birden bire gördüğümüz bir kır çiçeğini hatta bir dikenini neden hemen beğeniriz, güzel bulur ve hayran oluruz? Bu, fıtratımızdaki güzellik duygusunun sevkiyledir; Allah’ın güzel yarattığı bir şeyi, içimizdeki güzellik hissiyle algılayıp beğenme olayıdır. Güzellik fikri dedik, çünkü güzeli bilmek, algılamak, değerlendirmek; aynı zamanda öğrenilebilir bir şeydir, tefekkür ve akletmenin bir eylemidir.


Dışavurum, Farklılık ve Sanat
Güzellik duygusu ve fikrinin dışavurumu ise beğenme, hayran olma ve üretme olarak karşımıza çıkmaktadır ve bunlar birbiriyle ilişki içindedir. Güzelliği üretme, güzelliği beğenip hayran olmakla beraberdir. Kendinden güzel olan ile güzel olsun diye üretilen arasında sıkı bir ilişki vardır. Güzelliğin, genel olarak, dışavurumuna sanat diyoruz. Sanat, somutla soyutun, fizikle metafiziğin, insanla doğanın, fikir ile duygunun güzellik için buluştuğu amaç ve ortamdır.

Uygarlıkların, güzellik kavramı ile ilgili olarak, birbirlerinden ayrıldığı en temel nokta, varlıklara ve nesnelere anlam yüklemede ortaya çıkmaktadır. Mesela gül, bizim için diğer medeniyetlerden daha anlamlı bir biçimde güzeldir. Gül güzeldir ve herkes için böyledir ama bizde, Hz. Peygambere (s.a.v.) sembol olmuştur, gül koklarken biz ona salâvat getiririz. Şiirimiz ve edebiyatımız gülle donanmıştır. Yani gül gibi bir güzeli, uygarlığımız bir kat daha güzelleştirmiştir. Bir örnek daha verelim: Ay, her yerde güzeldir ama biz ona bambaşka bir anlam ve düşüncelerle bakarız. Hz. Peygamberin (s.a.v.) mucizelerin en büyüklerinden biri ayı bölmesi değil midir? Hilal, İslam’ın da sembolü değil midir? Takvimimiz, ay takvimidir; orucumuzu ayla tutar, diğer ibadetlerimizde onu esas alırız.

İnsanlığın temel disiplinleri aynıdır. Bunlar değişik uygarlıklarda birbirinden ayrı kılan, yaklaşım tarzları ve değerlendiriş biçimlerinin farklı oluşudur; Dışavurumlarında ki ayrılık da bundandır. Farklı anlamlar yüklenen nesne ve varlıkların ifadesi ve yeniden üretimi elbette farklı olacaktır.


Bilim ve Sanat
Müslümanlar, sanata sadece güzellik ideasının gerçekleştirilmesi olarak bakmamışlardır. Aynı zamanda bir terbiye biçimi yani ruhu inceltme ve yüceltme, nefsi eğitme yolu olarak da kabul etmişlerdir. İnsanlara hizmet etme, topluma olan borcunu ödeme ve tabii ki sevap kazanmanın bir usulünü de sanatta bulmuşlardır.

Sanatın veya güzelliğin faydalı olup olmaması tartışmak gereksizdir. Lakin sanat da bir üretme biçimidir, dolayısıyla faydaya yöneliktir. Medeniyetleri, devletleri, toplumları ve bireyleri kalıcı yapan olgulardan birisi bilim ve diğeri sanattır. Bu iki alan, birçok bakımdan ortaktır ve kaçınılmaz olarak birbiriyle irtibat içindedir. Bilimsiz sanat kötürümdür, sanattan uzak ilim ise susuz ve katkısız ekmek gibidir. İşin içine bilgi kavramı girince gerçeklik (doğruluk) ideası da karşımıza çıkar. Ortaya konan her insani eylemin doğru ve gerçek olması beklenir. Diğer yandan, ahlaktan yani iyilik fikrinden soyutlanmış sanat da makbul değildir. Sanatın din ile irtibatının gerekliliği de buradadır. Çirkinlik, kötülük ve yanlışlıktan arınmayı kim istemez ki…

Sanat yüceltilmeye layıktır. Çünkü Yaratana götüren yolların en önemlilerindendir. Rabbimiz, gerçek sanatkârdır; sanatı da bize rahmetinden ihsan etmiştir, kendini idrak edelim diye, evreni ve insanı nasıl yarattığını tefekkür ederek… Bir işi yapmaya çalışan, o işi en iyi yapanı daha iyi anlar ve ona hayran olur.


Uyum ve Denge
Sanatta uyum ve denge çok önemlidir; İslam sanatlarında da bu iki olgu altın oranında vardır. Keskinlik ve yumuşaklık, düzlük ve yuvarlaklık, yatay ve dikeylerin kıvamında kullanılması, renkler ve tonları arasındaki ahenk; ruh ile beden, akıl ile duygu, anlam ile söz arasındaki uyum, medeniyetimizin ve sanatımızın ana ilkeleridir. Batıdaki gibi ya hep sert ya hep yumuşak, ya hep aynı ton veya her milimetrekarede ayrı renkler, ya tamamen boşluk ya da tamamen doluluk yoktur. Müslüman sanatkârlar her yerde ve alanda tabiattaki dinginliği yansıtmasını bilmişlerdir.

Şiirimiz, müğizimiz, mimarimiz, hat ve tezhip sanatlarımız, çiniciliğimiz, ahşap ve demirle ilgili sanatlarımız vb. bütün dünyanın da takdirini kazanmıştır aslında. Meşhur ressam Picasso’ya “İşte sanatın ulaşmak istediği son nokta bu!” dedirten, hat sanatımızın harikuladeliği değil midir? Matematiğin en derin konuları bile Mimar Sinan’ımızın Selimiye’sindeki üç ayrı merdivenle çıkılan minaresinde aciz kalmıyor mu? Kitaplarımızdan fermanlarımıza, çinilerimizden mezar taşlarımıza kadar her sanatımız Batıya niçin kaçırılıyor? Turistler neden Süleymaniye’ye İshak Paşa Sarayına İsabey Camii’ne akın akın geliyorlar.

Neden Süleymaniye’yi seyrederken, o muhteşem mimarinin duvarlardan ve taşlardan ötedeki güzelliği karşısında neredeyse yok olup başkalaşıyor muşuz duygusuna kapılıyoruz? Neden Sultanahmed Camii’ni bin defa da olsa seyretmekten bıkmıyoruz? Neden, Selimiye’yi sadece kartpostallardan görmüş bile olsak hayranlıktan kendimizi alamıyoruz?

Güzellik duygusu, düşüncesi ve dışavurumu, İslam uygarlığının en ağırlıklı konularındandır ve bugün maalesef en fazla ihmal ettiğimiz konulardandır. Güzelliğe ve sanata değer verilmediği gibi üretilen yeni işlerin güzel ve bize ait olmasına dikkat edilmiyor.

İslam Medeniyeti yeni bir atılım çağının eşiğinde olabilir. Güzellik ve sanat ise bir uygarlığın en çok sınandığı alanlardandır. Bu yüzden gelin, hep beraber, güzelliği ve sanatı yeniden uyandıralım. Tarih ve birikimlerimizden alabildiğine yararlanarak yepyeni bir sanat ve yepyeni bir güzel oluşturalım. Sabırla, sevgiyle, dikkat ve hassasiyetle sanatlarımıza sahip çıkıp yeni bir ruh ve heyecan, aşk ve şevkle, yeni bir içerik ve üslupla bütün dünyaya güzelliğin ne olduğunu yeniden gösterelim.


*HM HEPSEV’in bu yazısı, Yüce Devlet Dergisi’nde (1 Ocak 1996, sayı 6, s.6 ve 12) ve Destan Dergisi’nde (Nisan-Mayıs 2002, sayı 2, s.4–6) yayınlanmıştır.