Arama

Ebu Hasan Eş'ari - Tek Mesaj #2

bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
27 Aralık 2012       Mesaj #2
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Eşari (837-935)

El-Eş'ari, Hanbeli mezhebinin karakteristiği olan katı selefılik yaklaşımından kaçınırken Mutezile düşünce ekolünün akılcı eğilimleriyle karşılaşan büyük bir kelamadır. Fıkıh ilminde, fakih âlim el-Şafıi gibi El-Eş'ari de Sünni kelamcılar arasında güçlü, etkili bir mezhep olan ve Eş'ariyye olarak beliren kelami görüşlere karşı çıkan bir sentez geliştirmiştir.

Ebu'l Hasan Ali ibn İsmail El-Eş'ari, Irak'ın Basra kentinde 837'de dünyaya gelmiştir. Dendiğine göre Tabiin döneminde Irak valiliğini üstlenen Yemenli Eş'aira kabilesinden Ebu Musa El-Eş'ari'nin torunla- rındandır. Böyle bir soylu aileye mensup olan El-Eş'ari, onun bağımlı ol¬mayacağı anlamına gelen küçük bir gelire sahip olur. O dönemde, Bas¬ra, İslami entelektüelliğin önemli bir merkezidir ve başlangıçta hukuk eğitimi aldıktan sonra vaktini önde gelen Mutezili kelamcı Ebu Ali el- Cubbai (Ö.915) gözetiminde kelam ilmine adamıştır. El-Eş'ari'nin parlak bir öğrenci olduğunu kanıtlayarak gençliğinin büyük bölümünü ve erişkinliğinin başlangıcını Mutezili doktrinin gayretli bir talebesi olarak ge¬çirdiği söylenir. Bununla birlikte 912 civarında Eş'ari bu akılcı mezheple bağlarını koparmıştır. Bu ayrılmanın nedenleri farklıdır. Bundan önce, kendi görüşlerini irdeleyip bunların Mutezili akılcılığıyla örtüşmediği- ni hissettiği iki haftalık bir inziva dönemi geçirmiştir. Diğer beyanlara göre, El-Eş'ari, Hz. Peygamberi üç kez rüyasında görüp Peygamber'in ona sünneti savunmasını söylediği ve bunu gerçekleştirirken ilahi inayet ve yardım alacağını gördükten sonra Mutezilileri terk ettiği iddia edilmiştir. Nedeni ne olursa olsun, El-Eş'ari Mutezilenin öğretilerini red¬dederken onların silahını yani teolojik diyalektiği (kelam) kullanmıştır.

El-Eş'ari, insan kategorileri ve deneyimini aştığını öne sürdüğü ras¬yonel olmayan inanç unsurlarını savunmaya devam etmiştir. Öyle gö¬rünüyor ki Mutezililer tarafından vücuda getirilen aşırı rasyonalizmden (akılcılık) hoşnutsuzluğu gitgide artar çünkü ona göre bu durum, Tanrıyı kuru bir soyutlamaya ve yaşamı da anlamsız bir dizi nedenselliğe dönüştürmüştür. El-Eş'ari'nin görüşünün bir örneği olarak insan muhakemesinin (us) sınırlı oluşu, hocası el-Cubbai'ye yöneltmiş olduğu meşhur soruyla ortaya konmaktadır:
Cennette her ikisi de hakiki iman üzre ölmüş olan bir çocuk ve bir yetişkin olduğunu farz edelim. Ancak yetişkin, çocuğa oranla daha yüksek bir mer¬tebeye sahip olsun. Çocuk Allah'a şöyle sorar: "Niçin o kişiye daha yüksek bir mevki verdin (ey Rabbim)?" Allah, "O birçok hayırlı amel işledi." bu¬yurur. Daha sonra çocuk şöyle der, "Niçin beni daha erken öldürdün ve hayır işlemekten engelledin?" Allah şöyle cevap verir, "Senin büyüyünce bir günahkâr olacağını biliyordum; dolayısıyla bir çocuk olarak ölmek senin hayrınaydı!" Bu noktada cehenneme atılmaya mahkûm olanlar haykırarak, "Rabbimiz! Niçin biz günahkâr olmadan önce canımızı almadın?( )
Mutezili akılcılığın cehenneme atılanların çağrısına verecek bir yanı¬tı yoktur. Bu nedenle el-Eş'ari, Basra Camiinde hataları için umumi bir tevbe ve yadsıma biçiminde farklı bir yol seçer. Bu kırılma sonrasında Sünni fakihlerin ilim halkalarını sıkça ziyarete başlar ve yavaş yavaş üç başat selefi âlimin, yani Abdullah ibn Kellab (Ö.854), Haris el-Muhasibi (ö. 857) ve Ebu'l Abbas el-Kelanisi'nin (ö. 868-869) etkisi altına girer. El-Eş'ari fıkıhta İbni Hanbel'e büyük bir saygı ve sevgi beslese de Şafii mezhebine bağlıdır. Aslında el-Eş'ari kendisini bir Hanbeli kabul et¬miştir ancak Hanbeliler Kur an ve sünnetin lafzi bir tevilini benimseyip kelama çok az ilgi duymuşlardır. El-Eş'ari'ye elli ile yüz arasında farklı sayılarda birçok eser atfedilmiştir. Ne var ki eserlerinden ancak bir elin parmaklarını geçmeyecek kadarı günümüze dek ulaşmıştır. Bunlar arasında en meşhurları El-lbane an usul'il Diyane, Makalatu'l îslamiyyin ve îhtilafi'l Musallin, Kitabu'l Lümafi'l reddi ala ehli'l zeygi vel Bida ve Kelami deliller üzerine kısa bir risale olan Risaletu'l îstihsan el-Havzfi ilmi'l Kelam. Eş'ari uleması arasında bunların gerçekten onun tarafından yazılıp yazılmadığı konusunda çokça tartışma olsa da üzerlerinde el-Eş'ari ismini taşımaktadırlar. Örneğin el-lbane katı bir selefi yaklaşım benimserken el-Lüma akılcılığa yönelik daha fazla sempati sergiler. Bununla birlikte bunların, el-Eş'ari'nin kendi entelektüel gelişimi bağlamında görülmesi ihtiyacı söz konusudur. Çünkü hangisinin el-Eş'ari bir muteziliyken ya da bir Hanbeliyken yazıldığı ya da ne zaman bu iki doktrini bağdaştırmaya devam ettiği çok açık değildir. El-Eş'ari Mute¬zileyle bağlarını kopardığında, yeni duruşunu özetlemek için aşağıdaki beyanda bulunur:
Benimsediğimiz duruş ve ikrar ettiğimiz görüşler şunlardır: Rabbimiz'in Kitabına ve Hz. Peygamber'in sünnetine sıkı sıkıya sarılmak; Ashabın ve Hadis imamlarını izleyenlerin otoritesiyle ilişkilendirilen her şeye sarılmak¬tır. Ayrıca Ebu Abdullah Ahmed İbn Muhammed ibn Hanbel'in öğrettikle¬rini kabul ederiz... ve onun öğretileriyle çelişen herkesi reddederiz.( )
Bu ve benzeri tespitler daha önce belirtildiği üzere bu gibi durum¬larda Hanbeli literalizmine sıkı bir bağlılığı akla getiriyorsa, akılcılık ve selefiliği en iyi biçimde birleştirmeye farklı bir Eş'ari yaklaşımı geliş¬tirmeye başladığı için sürekli değildir. Nakle (nass) salt bağlılığın cahil ve tembellerin işi olduğunu, salt akla bağlılığın ise tehlikeli olduğunu belirtir. Ona göre en iyi yaklaşım akıl ve nakili birleştirmektir. Kuran belli bir noktaya kadar akılla savunulur ve bunun ötesinde vahyedilmiş hakikat olarak kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla doktrinin belli yön¬leri akılcı spekülasyon için "yasak bölge'dir ve kısaca "nasıl olduğunu sormaksızın" (bila keyfe) kabul edilmelidir. Hükmün bu şekilde askı¬ya alınışı, insanın bilgisinin sınırlarının Tanrının bilgisiyle karşılaştırılmasının bir sonucudur. Tanrı iradesi bu şekilde insan kavrayışının ötesinde olduğundan, eğer Tanrı muttakileri cehenneme göndermeyi ve günahkârları da cennete göndermeyi dilemişse bunu kısaca tutarlılık ve mantığı oluşturan bir insani anlayış içinde yorumlamaya kalkışmayıp Tanrının iradesi olarak kabul ettiğimiz ölçüde Tanrının fiilleri keyfi de görülebilir. Mutezililer insan aklının, insanların bu dünyada yaptıkları eylemlere bağlı olarak onların, kaderlerini tahmin etmesinin olası oldu¬ğunu belirtirler. Çünkü Kuran, açıkça neyin iyi neyin de kötü olduğunu ortaya koyar; eğer Tanrı vaatlerini gerçekleştirmez ve tehditlerine de¬vam ederse, bir yalancı durumuna düşeceğini beyan eder.

Mutezile için insanlar eğer cezalandırılacak ya da mükâfatlandırı- lacaksa, kendi eylemlerinden de sorumlu olmalıdırlar. Tanrı daima ya¬rattıkları için hayrı irade ederken insanlar iradeye sahiptir ve şerri de seçebilirler. Ne var ki bu durumda sorumluluk onlara aittir. Onlara göre, Tanrı zorunlu olarak şerri cezalandırmakla mükelleftir ve bu yüzden aksini yapamaz. Tanrının fiilleri yalnızca o irade ettiği için hayr (iyi) değildir. Akıl kendi payına bu evrensel, doğal olanın iyi mi kötü mü olduğunu belirleyebilir. Bununla birlikte burada hem Hanbeliler hem de Eş'arilerin ilgisi, Tanrının kendisini bağlı kılacak özge bir tabiata sahip olduğunu vurgulayarak bunun Tanrının kudretine bir sınırlama koy¬mak oluşudur. Tanrı için her şey mümkündür. Tanrıya akli bir amaç dayatamayız. Çünkü bu O'nun asli adalet, rahmet ve mağfiretine olan iman eksikliğini gösterir. Tanrı, inanç ve inançsızlık, itaat ve itaatsizliği irade etme gücüne sahiptir. Ayrıca eğer akıl, kişinin hangi ahlaka bağlı kalacağını belirleyebiliyorsa, o zaman vahyin yeri nedir? Ancak el-Eş'ari, determinizmin sonuçlarının ahlaki gevşekliğe yol açacağını fark ederek aşırı determinizm yoluna sapmaz. Hür irade ve insan sorumluluğuyla Tanrının kudretini koruma teşebbüsü olup kesb olarak da bilinen sorumluluğa ilişkin ilgi çekici bir görüş geliştirmiştir. Bunu şu şekilde belirtir:
Allah yarattıklarının hiçbirini kâfir veya inançsız olmaya zorlamaz. Onları kâfir ya da mümin olarak yaratmamıştır. Onları bireyler olarak yaratmıştır. İman ve küfür insanların fiilleridir. Allah küfr halinde bir kâfir olarak imana sırt çeviren kişiyi bilir; eğer kişi sonradan imana yönelirse, ilim veya sıfatlarında bir değişme olmaksızın o kişiyi sever. İnsanın tüm fiilleri -hareketi yanında durması da- onun kendi kesbidir. Ancak Allah onları yaratır ve onlara Allah'ın iradesi, ilmi, hükmü ve emri neden olur.( )
Örneğin el-Eş'ari üşüdüğümüzde titrememiz veya hasta olduğu¬muzda ateşlenmemiz gibi bedenimizin bazı istemsiz hareketlerinin bi¬lincinde olduğumuzu belirtir. Bu istemdışı eylemelerin, oldukça özgür bir şekilde yapıyor göründüğümüz "gitme ve gelme" gibi kimi istem¬li eylemlerden farklı olduğunun da bilincindeyiz. Ona göre bu istemli eylemler içimizde Tanrı tarafından yaratılan bir güçtür ve dolayısıyla "kesbidir". Bu nedenle Tanrı'dan sadır olduklarında, birey açısından istemli fiillerdir. Tanrısal kudret ve determinizm arasında bu uzlaştırma çabası birçok tartışmaya yol açmış ve geniş ölçüde yetersiz kabul edilmiştir. El-Eş'ari'nin de kabul ettiği gibi hem istemsiz hem de kesbi fiiller, Tanrının Kendi kudreti içinde insanın ne yapacağını bilmesi zorunlu olan fiilleridir. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, Tanrının insanı ne mümin ne de kâfir olarak nasıl yarattığını görmek oldukça güç olur. el-Eş'ari'nin görüşlerini sonradan değiştirme çabaları, failin seçimi ya da niyetinin Tanrı tarafından yaratılan "kesbi" fiilden önce gelmesi gerektiğini varsayan düşünce de dahil çok az başarı elde etmiştir.

El-Eş'ari ayrıca Tanrının hem iyi hem de kötü fiillerinin yaratıcı¬sı olduğuna inanır. Bu, Mutezili'nin Tanrı iyi olduğu için kötü fiilleri yaratmasının mümkün olmayışı nedeniyle reddettiği bir duruştur. Ne var ki yine el-Eş'ari'nin başlıca alakası Tanrının kudretini sağlamaktır.
Bu nedenle Tanrının herhangi bir şeyi "yapamayacağını" ifade etmek mümkün değildir. Şer (kötülük) Tanrı tarafından yaratılamaz ve bu nedenle Tanrı halen hayrdır (iyi). Daha ziyade, kötülük Onun yarattıkla¬rı için yaratılmıştır. İnsan, karşılığı olarak şer var olmadıkça (bu şerrin yalnızca hayrın yokluğu olduğu görüşüne zıttır) hayrı bilemez. Tanrı, şerri emretmez. Ancak onu yaratır.

Eşariler ve Mutezililer'in üzerinde anlaşamadıkları son bir önemli nokta ise Tanrının birliğidir (tevhid). Her ikisi de hiçbir şeyin Tanrıyla kıyaslanamayacağını ve yalnızca Onun tek ve ezeli olduğunu kabul eder¬ler. Bu açıdan Mutezililer Tanrının Kuranda bulunan sıfatlarının izahları -örnekse Tanrının el, göz, yüz vb. atıfta bulunduğunda- alegorik ya da metaforik olarak anlaşılmalıdır. Örneğin, Tanrının "el"ine olan atıf, Tanrının lütfü olarak tevil edilmelidir (yorumlanmalıdır). Hanbeliler zahiri açıdan eğer Kuran Tanrının ellerinden bahsediyorsa, "sözü edilen Tanrının elleridir" görüşünü benimser. El-Eş'ari eğer Kuran Tanrının iki eliyle yarattığını (38.75'te belirtildiği gibi) beyan ediyorsa, bu Onun böy¬le yaptığının yeter sebebidir. Dilbilimsel olarak el-Eş'ari'ye göre Tanrının "lütfuyla" yarattığını söylemek anlam taşımaz. Bununla birlikte sıfatlar salt antropomorfik şekilde anlaşılmamalıdır. Bunlar daha çok önceden atıfta bulunulan "nasıl olduğunu sormaksızın"(b?7a keyfe) formülü kulla¬narak yalnızca kabul edilmesi zorunlu olan açıklamalardır.

Eş'ari doktirinin sonraki gelişimi, Hâkim Muhammed ibn el-Tayyib el-Bakıllani (ö. 1012/13), Abdülmelik ibn Abdullah el-Cüveyni (İmamu'l Harameyn olarak da bilinir; Ö.1046), meşhur Ebu Hamid el-Gazali ve filozof Fahreddin el-Razi (Ö.1209) gibi kimi önde gelen âlimlerin ba¬şarılarının bir sonucudur. Bu âlimlerden ilk ikisi Eş'ariye'nin skolastik dönüşümüne büyük katkıda bulunmuşken, sonraki ikisi onu felsefi bir tarzda geliştirmiştir.


kaynak: İSLAMDA 50 ÖNEMLİ İSİM