Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde belki de en çok yapılan tartışma Aksiyon dergisinin son sayısında Ahmet Turan Alkan`ın kaleme aldığı, `Şiir ölüyor; Türkçe, sesini kaybediyor` başlıklı yazıyla yeniden gündeme geldi. Yazı, bir süredir unutulan tartışmayı alevlendirmini, artık gündelik dile karışan, akılda kolayca kalan, edebiyatın diğer türlerine malzeme sağlayan şiirler yazılmadığını, buna da dil devriminin meydana getirdiği `tahribat`ın yol açtığını söylüyordu. Günümüzde Türkçenin şiiri taşıyamadığını belirten Alkan, bu konuda yanılmış olmayı dilemekten de kendini alamıyordu. Beşir Ayvazoğlu: Türkçe fakirleşti ve estetiğini kaybetti Beşir Ayvazoğlu, bu konuda Ahmet Turan Alkan gibi düşünenlerden. Ayvazoğlu da bugünkü dilin yeterli zenginliği içermediğini düşünüyor: `Türkçenin fakirleştiği, sesini ve estetiğini kaybettiği doğrudur, Alkan`a katılıyorum. Zengin ve işlenmiş bir dil, elbette şiir ve şair için bir imkandır. Şiiri bazen dilin kendisi sunar; ancak Türk şiirinin sorunu sadece sesini kaybetmiş olmasıyla ilişkili değildir. Kendi sesini bulan şair yetişmiyor. İyi bir şair, fakir ve Türkçe gibi hoyratça hırpalanmış bir dilin içinde bile kendi sesini yakalayabilir. Yani sadece dil meselesi değil, aynı zamanda şiir ikliminin kulağıdır söz konusu olan. Yine de çok iddialı konuşamamak lazım; çünkü genç şairlerin hepsini takip etmek imkanımız yok, belki de bizim kulağımıza gelmeyen yeni şiirler vardır.` Hilmi Yavuz: Bu görüşü ciddiye almıyorum Hilmi Yavuz ise Alkan`ın görüşlerine sertçe karşı çıkıyor: `Ahmet Turan Alkan`ın bir düzyazı ustası olduğunu biliyorum; ama şiirden anlamaz. Şiire karışmasın; çünkü şiir üzerine konuşmaya salahiyetli değil. Düzyazı yazsın, okuyup eğlenelim. Şiir ciddi bir iştir. Alkan`ın, şiir üzerine yazdığı tek bir yazı anımsamıyorum. Bunu, Fazıl Hüsnü söylese belki bir anlamı olabilir; ama Alkan`ı bu konuda ciddiye almıyorum. Ahmet Turan Alkan, yazmakta konu sıkıntısı çekiyorsa bana danışabilir.` Ahmet Oktay: Yalnızca kişisel bir yorum Şair ve eleştirmen Ahmet Oktay da bir kısırlık yaşandığını; ancak bunun, genel bir karamsarlığa sebep olamayacağını düşünüyor: `Bildiğim kadarıyla Ahmet Turan Alkan, Türk şiiriyle çok fazla uğraşmış, bu konuda etkin incelemeler üretmiş bir yazar değil. Kendisini bir şiirsever olarak adlandırdığını varsayarsak bu görüşünü de bilimsel herhangi bir değeri olmayan kişisel bir yorum olarak görmek gerekir. Alkan, kolay okunurluğu ve anlaşırlılığı şiirin ilkesel değerlerinden sayıyor. Oysa Türk şiirinin bugün ulaştığı noktada gündelik dilin kolay anlaşılır olması düzlemine bağlı kalınamaz. Şiirimizde bugün de hiç kuşkusuz bir süre sonra değeri olmayan birtakım şairlerin yer almış olduğunu kabul edeceğiz; ama bu olgu günümüz Türk şiirinin kuşatıcılığına, yenilikçiliğine ve çeşitliliğine gölge düşürmez.` Aslında tartışmanın kökeni epey eskiye dayanıyor. Tanzimat ile başlayan Batılılaşma hareketlerinden itibaren şairler, edebiyatçılar, eleştirmenler şiirin ölüp ölmediğine, eski büyüsünü yitirip yitirmediğine dair çeşitli görüşler ileri sürdüler. Bu durum, Fecr-i Ati veya Milli Edebiyat gibi çok farklı akımlar etkisini gösterirken bile aynı yoğunlukta sürüp gitti. Ardından, dil devrimiyle gelen o büyük yarılma, Garip kuşağı, İkinci Yeniciler, toplumcu gerçekçiler ve seksen kuşağı... Değişmeyen tek şey, şiirin geleceği konusundaki karamsar tavır ve her şeyi sakinlikle karşılayan temkinli tavrın daima bir arada olmasıydı. Bunca deneyim ve şiirin `hala` yaşıyor olması, bugün de gelecek için iyimser olmamıza yetebilir. Belki de avuntu niyetine, en baştan, bu tür tartışmaların zaten şiirin doğasından kaynaklandığını ve birer anı olarak kalacağını, şiirin yine kendi yatağında akıp gitmeyi sürdüreceğini kabul etmemiz gerekir.