Arama

İsmet Giritli - Tek Mesaj #2

_GüzelikMeleği_ - avatarı
_GüzelikMeleği_
Ziyaretçi
22 Şubat 2013       Mesaj #2
_GüzelikMeleği_ - avatarı
Ziyaretçi
O günlerde, İsmet Hoca hakkında ilk gözlemim şuydu: Bir bilim adamı yoğun bilimsel çalışmaları sırasında, spor yapmaya da zaman ayırmalıydı. Spor, düşünceyi tetikleyen en önemli araçtı. Bu nedenle Hoca, yaşamının son yıllarına kadar düzenli tenis oynamayı sürdürmüştü. Fiziksel durumunu hep üst düzeyde tutardı. Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Müdürlüğü yaptığı dönemde, teröristler hocaya zarar vermek üzere ellerinde kimi suç aletleriyle odasını basmışlardı. Hoca, çevikliği ve ataklığı ile bu saldırıyı etkisiz duruma getirmiş; teröristleri kaçırmıştı.

17 Nisan 1924 tarihinde Sivastopol’da doğmuştu İsmet Giritli... Babası, Rizeli Kaptan Giritlioğlu Emir Ahmet, 1921 yılında ticaret yapmak üzere gittiği Kırım’da evlenmişti. Dört yıllık ilköğretimi bir Rus okulunda okumuştu. 1933 yılında İsmet Paşa Kırım’a geldiğinde, Rus öğretmenler ilkokul öğrencilerinin ellerine Türk bayrakları vererek, onları Paşayı karşılamak üzere yol kenarına dizmişlerdi. İsmet Hoca da elinde Türk bayrağı ile yol kenarındaydı. İçi kıpırdayarak ve büyük bir heyecanla Türk bayrağını sürekli sallamış ve İsmet Paşayı yakından görmüştü. Arkadaşlarına bu bayrağın kendi ulusuna ait olduğunu söylemiş ve kendisine verilen Türk bayrağını muhafaza etmişti.

Giritli 10 yaşında Türkiye’ye gelmişti ve onu yeniden ilkokula başlatmışlardı. İlkokulu 15 yaşında bitirmişti. Rusçasını hiç unutmamıştı ve geliştirmişti. Onun için, İstanbul Üniversitesindeki Rusça lisan jürilerinin değişmez üyesiydi. Hocanın yaşamında 1942 yılında kaydolduğu Kabataş Lisesi’nin çok önemli bir yeri vardı. Lisede çok başarılı idi.

Babası Şehir Hatları İdaresinde kaptanlık yapıyordu. Babasının ani ölümü üzerine, aile yeniden mali sıkıntıya düşmüştü. 1945 yılında sınav kazanarak kaydolduğu Hukuk Fakültesi'ne devam edebilmek için paraya gereksinimi vardı. Zamanın Kabataş Lisesi Müdürü'nden ve yöneticilerinden üniversiteye devam etmesi konusunda büyük destek görmüştü. Bu yöneticiler Hocayı etüd ağabeyi olarak okula almışlar; okulda yatıp kalkmasını ve beslenmesini sağlamışlardı. Üniversitedeki giderlerini de, saati 2,5 liraya Fransızca dersler vererek karşılıyordu.

Belki öğrenciyken çektiği bu sıkıntılar nedeniyle Hoca, üniversitedeki öğrencilerine hep iyi davranırdı. Öğle saatlerinde İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi binasının girişinde bir masaya oturur, öğrencilerin anne ve babalarına bile açmaya cesaret edemedikleri özel sorunlarını onlarla paylaşır, sorunlarının çözümünde yardımcı olmaya çalışırdı. Kimin ne sorunu olduğunu da hiç unutmazdı. Genç bilim adamların değer verir; onları yanına alarak kitaplar yazar ve onların derslere girmelerini sağlardı. Belki bu nedenle, Giritli’nin yetiştirdiği asistanların hepsi, doçentlik sınav aşamalarından biri olan “deneme dersinden” hiç zorluk çekmemişlerdi.

İsmet Giritli 50 yılı aşkın bir süre Türk Basınına hizmet etmişti. “Dünya” ve “Vatan” gazetelerinde sürekli yazılar yazmış; 1960 yılında “Cumhuriyet” gazetesinde düzenli makaleler kaleme almıştı. Daha sonra, Milliyet Gazetesi’nin sahibi Ercüment Karacan’ın ve Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Abdi İpekçi’nin daveti üzerine, Milliyetin ikinci sayfasındaki “Düşünenlerin Düşünceleri” sütununda yazmış ve aynı Gazete’de Ali Gevgilili tarafından düzenlenen açık oturumlara sık sık katılmıştı.

İsmet Hoca, sosyalizm ile sosyal devlet anlayışını birbirinden ayırırdı. Bu nedenle aydın çevrelerde iyi anlaşılamıyordu. Özellikle, sosyalist düşünceli kimi yazarların ve aydınların tepkisini alıyordu. Oysa, Giritli hep demokratik hukuk devletini, planlamayı, işçilerin yasal örgütlenmelerini ve sosyal demokrasiyi savunuyordu. Bu düşünceleri yüzünden, tutucu çevreler de onu “solcu” olarak nitelemişlerdi. Marksizm-Leninizm’e karşı çıktığı için, radikal solcular ise hocayı “sağcı” olmakla suçluyorlardı.

Oysa, hocanın çizgisi açık ve belli idi. Hoca ödün vermez bir “Atatürkçü” idi. Atatürkçülüğü benimseyenler çok iyi bilirler ki, Prof.Dr. İsmet Giritli Atatürk’ü en iyi özümseyen ve anlatan kişilerin başında gelirdi. Atatürkçülüğün bir ideoloji olduğunu savunan ilk Türk aydınıydı. Bu düşüncesini ilk olarak ortaya attığı zaman, ideolojiyi katı bir öğreti olarak anlayanlar kendisini eleştirmişlerdi. Ancak, Hoca Atatürkçü ideolojiyi katı bir düşünce sistemi olarak ele almazdı. Esnek bir öğreti ve yaşam biçimi olarak anlardı.

Yabancı bilim adamlarından kimilerinin de yaptığı gibi, ideolojileri ikiye ayırırdı :“dogmatik-totaliter” ve “pragmatik-demokratik” ideolojiler... Birinci tür ideolojilerin tartışılmaz ve önceden peşin olarak kabul edilen dogmalara (naslara) dayandığını söylerdi. Faşizm’in üstün ırk, güçlü devlet, Marksist ideolojinin sınıf olgusu, teokratik anlayışın ise, tartışılamaz din kuralları (dogmaları-nasları) üzerine inşa edildiğini vurgulayarak, aralarında demokratik solun ve demokratik kapitalizmin de bulunduğu, siyasal yelpazedeki tüm görüşlerin, akla ve bilime dayanan, pragmatik, ampirik, rasyonalist anlamda bir ideoloji olduğunu savunurdu. Atatürkçülüğün esnek anlamda, bir modernleşme (çağcıllaşma) ideolojisi olduğunu söylerdi.

UNESCO’nun, 1978 yılında almış olduğu ve Atatürk’ün gelecek kuşaklar için örnek oluşturacak üstün kişiliğini, uluslararası anlayış ve işbirliği çabalarını ve öteki evrensel değerlerini vurgulayan kararını çok önemserdi. Özellikle, bu kararda yer alan, Atatürk’ün “emsalsiz bir ulusal bağımsızlık savaşı gerçekleştiren ilk liderlerden biri olmasını, hiçbir renk, din, cins ve ırk ayrımı gözetmeyen bir uyum ve işbirliği çağına olan inancını, insan haklarına saygılı bir tutum içinde bulunmasını”, Atatürk’ü, çağdaşları Stalin, Mussolini ve Hitler’den farklı olarak, “barışçı ve meşruiyetçi bir çağdaşlaşma lideri” olarak görmesine gerekçe olarak gösterirdi.

Atatürk’ün her eyleminde bir hukuka uygunluk ve meşruiyet anlayışı bulunduğunu söylerdi. Gerçekten, bugün bir çok yabancı üniversitede ve siyaset çevrelerinde Atatürk Devrimi, İngiliz, Fransız, Rus ve Çin Devrimleri arasında sayılmaktadır. Çünkü, Hoca’ya göre, Atatürkçü modernleşme, sadece ekonomik ve siyasal açılardan değil, kültürel ve toplumsal değişimleri, düşünce değişikliğini de içerdiği için bütünseldir (totaldir, kapsayıcıdır, toplayıcıdır, bütünleştiricidir) ve dinamiktir. Giritli “Vatandaşlık bağına bağlı bir ulusçuluk anlayışı” nın, Türk halkına yakışan en önemli nitelik olduğunu vurgulardı.

Çok kişinin bildiği kanısında değilim. Türkiye’ye ilk televizyonu İsmet Hoca 1964-1968 yılları arasında TRT Yönetim Kurulu Başkanlığı yaparken getirmişti. Giritli başkanlığındaki yönetim kurulu, iktidarın ve DPT’nin tüm engellemelerine karşın, Almanya’da bulunan Altemur Kılıç’ın da yardımları ile, bu ülkenin elinde bulunan ve teknik yardım olarak başka ülkelere vermeye çalıştığı 5 milyon marklık TV vericilerinin TRT’ye getirilmesini ve televizyon yayınlarının başlatılmasını sağlamıştı.

İsmet Hoca, yaşamına çok önemli şeyler sığdırmıştı. 1961 Anayasası’nın hazırlık aşamasında ve Kurucu Meclis döneminde önemli görevler üstlenmişti. Hoca, anayasa yapan, devleti oluşturan bir “kurucu baba” (founding father) idi. Askeri hareketin yapıldığı 27 Mayıs 1960 tarihinde, sabahın erken saatlerinde, henüz Milli Birlik Komitesi bile oluşturulmadan, Anayasayı yapmak için davet edilen yedi kişilik (Sıddık Sami Onar, Ragıp Sarıca, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Naci Şensoy, Hüseyin Nail Kubalı, Tarık Zafer Tunaya ve İsmet Giritli) İstanbul Anayasa Komisyonu’nun en genç öğretim üyesi (doçenti) idi. Kurucu Meclise de seçilmişti.

Giritli, 1961 Anayasası’nı tüm kurumlarıyla “hukuk devleti” ve “sosyal devlet” ilkelerini getiren hukuksal bir belge olarak nitelerdi. İKÜ’deki Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma Merkezi Müdürlüğü görevi yanında Fakültemizde İdare Hukuku dersleri okuturdu. Eğitim-öğretim yılı içinde hemen hemen her ay, Atatürk ve Atatürkçülük üzerine bilimsel toplantılar düzenlerdi. Bu toplantılarda öğrencilerin konuşmalarını ve etkin olarak katılmalarını sağlardı. Yaşamı boyunca Atatürk üzerine yapıtlar vermeye devam etti. Son günlerine kadar gazete makalelerini yazmayı sürdürdü. Tüm siyasal ve sosyal olaylara Atatürk penceresinden bakmayı bize İsmet Hoca öğretmişti.

Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı ve Türk Ocakları gibi, gençlik örgütlerinde başkanlık yapmış olması ve yazdığı yazıları nedeniyle, yaşamı boyunca altı kez, siyasal partilere katılma daveti almıştı. Giritli siyasete girme önerilerine hiç sıcak bakmadı. Kendisini hep bir bilim adamı olarak görür ve yaşamını böyle bitirmek isterdi. Hoca bu konuda şöyle derdi :

“... Konum, idare hukuku, anayasa hukuku ve siyaset bilimi olduğu için, esasen politikanın kurumsal yönü ile ilgiliyim ve siyasal literatür ile medyayı izliyorum... Yaşamda en büyük zevkim durmadan yeni şeyler öğrenmek ve bunları öğrencilerimle ve toplumla paylaşmaktır. Bu konuda, Balzac’ın şu sözünden esinleniyorum : Bilimin efendisi olmak istersen, çalışmanın uşağı olacaksın...

Evet, İsmet Giritli’nin yaşamından ve çalışmalarından çok şey öğrendik. Düşünceleri ve bilimsel yöntemi bize hep yol gösterdi ve bundan sonra da gösterecek... Işıklar içinde uyusun...