SİYASET SOSYOLOJİSİ
YAZAR: PROF.DR.H.MUSA TAŞDELEN
Halk, koyun gibidir; bey onun çobanıdır; çoban, koyunlara karşı merhametli olmalıdır. (Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig'den)
Siyaset tabiri, Arapça kökenli bir kavram olup Sâse-yasûsu kökün¬den türemiştir. At bakıcılığı anlamına gelen seyis kelimesi, siyaset kav¬ramıyla aynı kökten türemedir. Anlam itibariyle, hayvanları, daha ziyade atları terbiye etmek, bakmak, gözetmek ve yönetmek demektir. Toplumları yönetmek anlamında kullanılagelen
bu tabir, dilimize de bu anlamıyla yerleşmiştir. Siyaset kavramıyla eşanlamlı olarak batı dillerinden dilimize giren politika tabiri ise, Yunanca polis, politeia ve politie kelime-lerinden gelir. 'Polis'in manası, site, kent, yöre veya kenti oluşturan vatandaşların toplantısıdır. Aristo'nun kullandığı "Zoon Politikon" kavramı, siteye bağlı hayvan -yaratık- anlamındadır. Bu kavramı, sosyal hayvan yerine, "siyasî hayvan" diye tercüme etmek daha yerinde olur. Zira hayvan sosyal olabilir ama insan siyasîdir, insan, sürüler hâlinde değil, ortakla¬şa belli bir yönetim hiyerarşisine dâhil olarak yaşar
Politikanın yani siyasetin çeşitli tarifleri yapılagelmiştir. Siyaset bir tarife göre, insan toplumlarını yönetme sanat ve faaliyeti iken bir diğerine göre, devletleri yö¬netme bilimi veya çok kısa ve daha geniş anlamda "iktidar bilimi"dir
Birinci tarife göre, siyaset sadece bir sanat ve faaliyet türü olarak görü¬lürken, ikinci tarife göre, bilimdir. Ancak siyaset bir bakıma her ikisidir de denilebilir. Siyaset bilimi kavramı ile siyaset sosyolojisi kavramını bazı sosyal bilimciler aynı anlamda kullanırken, bazıları, her ikisi arasında bir ayrım yapar. Buna göre, siyaset bilimi devletten yola çıkarak devletin toplumu nasıl etkilediğini, buna mukabil siyaset sosyolojisi, toplumdan yola çıkarak toplumun devleti nasıl etkilediğini araştırır
Siyaset sosyolojisinin devlet bilimi mi yoksa iktidar bilimi mi olduğu hususu tartışmalıdır. M. Duverger, siyaset sosyolojisini iktidar bilimi ola¬rak gören görüşün devlet bilimi olarak gören görüşten daha işlemsel ol¬duğu ve bu sayede devlet içindeki iktidarla diğer toplum ya da topluluklardaki iktidar olgusunu bilimsel açıdan mukayese etme imkânına sahip olunabildiği düşüncesindedir
Devlet, iktidarın en üst seviyede gerçek¬leştiği kurumdur. Ancak, iktidarın sadece siyasî münasebetlerde değil, sosyal hayatın her alanında ortaya çıktığı, bilinen bir gerçektir. Siyaset biliminin konusunu tamamen devletin varlığıyla sınırlamak, daha baş¬ka alanlarda ortaya çıkan iktidar olgusunun göz ardı edilmesine yol aça¬bilir. Ancak, iktidarın sosyal iktidar, ekonomik iktidar ve siyasî iktidar şeklinde çeşitleri vardır.
Kourvetaris ve Dobratz'a göre, çağdaş siyaset sosyolojisinde 5 temel yaklaşım vardır: Yapısal-fonksiyonalist, çatışmacı, sınıfsal, elitist/seç- kinci ve çoğulcu yaklaşımlar. Yapısal-fonksiyonalistler, toplumu birbi¬rine bağımlı, sosyal birimlerin -gruplar, kurumlar, sınıflar, örgütler şeklinde- çok iyi bütünleştiği bir sosyal sistem olarak ele alırlar. Bu siste¬mi ise, üyeleri tarafından ortaklaşa paylaşılan ortak değer ve hedeflerin bir arada tuttuğu kabul edilir. Çatışmacı yaklaşım ise toplumu, iyi bü-tünleşmiş bir sistem olmaktan çok, çatışma ve ihtilâfların egemen oldu¬ğu bir yapı olarak değerlendirir. Sınıf yaklaşımı -K. Marks örneğinde ol¬duğu gibi- toplumu farklı sınıfların çatışma hâlinde olduğu dinamik bir yapı olarak görür. Diğer iki yaklaşım ise, son zamanlarda daha fazla ge¬nel kabul görmektedir. Seçkinci yaklaşımın aristokratik-muhafazakâr ve radikal olmak üzere iki alt tipi mevcuttur. Aristokratik yaklaşıma göre, (Mosca, Pareto, Michels) yönetici seçkinlerin ekonomik seçkinler ol-duğu iddiası her zaman doğru değildir. Halkın çoğunluğu kendi kendi¬sini yönetme yeteneğine sahip olmadığından seçkin zümre, halkı yöne¬tir. Seçkinler analizinin daha radikal yaklaşımını ise, W. Mills yapmıştır. Onun Askerî-Endüstriyel Kompleks veya İktidar Seçkinleri tezine göre, ekonomik, siyasî ve askerî seçkinlerin hepsi birden iktidar seçkinleri¬ni oluşturur. Aralarında bir uzlaşma mevcuttur, iktidar seçkinleri, di¬ğer seçkinlere göre daha baskın olup, özellikle ekonomik alanda toplu¬mu yönetirler. Seçkinci bakışın aksine, çoğulcu yaklaşım, bir iktidar seç¬kinleri zümresinin varlığını tanımaz; toplumda birçok fonksiyonel sos¬yal seçkinle birlikte birbirleriyle rekabet hâlinde olan diğer özel menfaat gruplan vardır. Ancak, hiçbir grup iktidar tekelini elinde bulunduracak kadar yeterli güce sahip değildir. Ancak, bu kitapta, mevcut bu yakla¬şımları esas alınmak yerine, toplumdaki siyaset kurumunun bütün yön¬leriyle ortaya konulması hedeflenmiş ve üç ana başlık altında ele alın¬mıştır. Siyasî iktidar, siyasî sistem ve siyasî davranış, bir toplumsal ku¬rum olarak siyasetin üç ana sacayağını teşkil etmektedir. Birinci bölüm¬de, iktidar ve devlet kavramlarının tahliline ağırlık verilmiş, ikinci bölümde ise, siyasî sistem ve demokrasi tartışmasına ayrılmıştır. Üçüncü bö¬lüm, özellikle, siyasî davranışın ortaya çıkması, yönlendirilmesi ve etki altına alınması ile ilgili süreçlere hasredilmiştir.
Halkın adaletli ve insaflı, değeri büyük bir devlet başkanına ihtiyaçları yağmurun azlığı sebebiyle kıtlık istilâsına uğrayan bölge ahalisinin yağmura olan ihtiyaçlarından daha çoktur. Çünkü yağmura olan ihtiyacın vakti ve zamanı vardır. Ama devlet başkanının idare gölgesine muhtaç olmanın vakit ve zamanı yoktur. Millet fertleri-halk her durumda ve her zamanda sürekli olarak, büyük devlet başkanının adalet ve şefkatine en şiddetli bir ihtiyaçla muhtaçtır. (Ebu'n-Necib Sühreverdi, Nehcu s-Sülûk Fî Siyâseti'l-Mülk'ten)
Fizik âlemdeki son derece hassas ve o derecede istikrarlı düzenin te¬mel nedeni, gerek mikro gerekse makro seviyede çekim gücü-manyetik güçtür. Bu güç sayesinde maddî âlem zapturapt altına alınır. Mikro âlemde, atomların yapısındaki çekirdeğin bünyesinde mevcut olan çe¬kim gücü ile ve makro âlemdeki yıldızların çekim alanı sayesinde olu¬şan galaksiler, bütün bir evrende kendiliğinden bir düzen ve dengenin oluşumuna neden olur. İşte fizik âlemdeki bu gücün fonksiyonunu in-san topluluklarında, iktidar görmektedir, insanlar bir iktidara/güce bo¬yun eğdikleri müddetçe sosyal düzen ve istikrar gerçekleşir. Ancak, in¬san şuur ve irade sahibi olduğu için zaman zaman bu iktidarı tanımaz, iktidar değişime uğrayabilir veya bir iktidar boşluğu yani kargaşa doğa¬bilir. Fakat insanoğlunun önünde sonunda, bir iktidara tâbi olması kaçı¬nılmazdır. Bu, insanlık tarihinin tıpkı fizik âlemde olduğu gibi değişmez bir kanunudur, iktidar olgusu, bazen insanların birbirlerine karşı uygu-ladıkları bir tahakküm aracı olmuş, aralarındaki mücadele ve savaşla¬rın başlıca sebebini teşkil etmiş, bazen de huzur, barış ve istikrara vücut vermiştir, iktidar, yöneten-yönetilen ilişkisinde, yönetenin konumunu belirleyen başlıca kavramdır. B. Russell'a göre, fizikte enerji nasıl temel bir kavram ise, sosyal bilimlerde de iktidar aynı şekilde temel bir kav¬ramdır. Çünkü sosyal dinamiğin kanunları, sadece iktidara dayanılarak ifade edilebilir
Siyaset bilimcilerin iktidar kavramı ile ilgili tanımlamalarını iki ana kategoriye ayırmak mümkündür. Birinci kategoriyi, sosyal ve siyasî iliş¬kilerin mahiyeti itibariyle rekabetçi ve çatışmalı olduğu varsayımından hareketle, iktidarı, mevcut veya muhtemel çatışma ve muhalefeti ihti¬va etme eğilimi gösteren asimetrik türden bir ilişki olarak değerlendiren tanımlamalar oluştururken; ikinci kategoriyi, sosyal ve siyasî ilişkilerin muhtemelen uyumlu ve ortaklaşmak/dayanışmalı olduğu faraziyesinden hareketle, iktidarı kolektif bir kapasite ve başarı olarak gören tarifler teşkil eder.
Siyasî parti sistemleri için en yaygın sınıflama, rekabetsiz ve reka¬bete dayalı parti sistemleri olarak yapılan ikili sınıflamadır. Siyasî parti siyasî partilerin siyasî sistemle ve birbiriyle oluşturdukları etkileşim ka¬lıbı, bir parti sistemini ortaya çıkarır. Parti sistemleriyle yapılan gelenek¬sel tahliller, siyasî sistem içinde yer alan parti sayısını esas alırlar. G. Sartori, rekabetten mahrum ve rekabete dayalı siyasî sistemlerde siyasî par¬tileri yedili bir ayrıma tâbi tutmuştur. Rekabete dayalı sistemlerde siyasi partiler, birbirleriyle rekabetlerinde, merkezcil ya da merkezkaç eğilim¬ler gösterebilir
1-Tek Parti: Tek parti sistemi rekabetten mahrum bir sistemdir. Bu sistemde yer alan partiler, totaliter ve otoriter partiler olmak üzere iki ana gruba ayrılırlar. Totaliter tek partiler, toplumu tek tipleştirici bir ide¬olojiye sahiptir ve kendisinden başka hiç bir siyasî fikre var olma hak¬kı tanımayan bir sistemi uygularlar. SSCB ve Nazi Almanya'sında oldu¬ğu gibi. Otoriter tek partiler, toplumun bütününü kavrayan bir ideoloji¬ye dayanmazlar; ancak bu sistemde katı ve baskıcı bir yönetim söz konu¬sudur. Bir dönem ispanya ve Portekiz örneklerinde gibi. Pragmatik tek partiler de otoriter partilerdir. Ancak, belirli bir ideoloji ve öğretiyi esas almazlar. Siyasî konjonktür gereği ortaya çıkmış bir tek parti sistemi uy¬gulanır. 1946 öncesi Türkiye'de olduğu gibi.
2-Hegemonya Partisi: Bir diğer rekabetten mahrum siyasî sistem, he¬gemonya partisinin olduğu sistemdir. Bu sistemde fiilî olarak, iktidarda tek parti bulunur. Birden fazla siyasî parti kurulmasına rağmen, bu şek¬len böyledir; iktidar partisi haricinde hiçbir partinin siyasî iktidara talip olmasına izin verilmez. Diğer partiler, siyasî iktidara karşıt değil, kamuo¬yunu oluşturmada yardımcı partilerdir. (Doğu Bloğu döneminde, D. Al¬manya ve Polonya örnekleri)
3-Hâkim Parti: Bu sistem rekabete dayalı bir sistemdir, birden fazla siyasî parti bulunur ve her siyasî parti, iktidar için serbestçe rekabet ede¬bilir. Ama toplumun çok geniş bir kesiminin siyasî tercihi diğer muha¬lif partilerin iktidara gelmesine imkân tanımaz. Bu durumda, çok parti¬li bir siyasî sistem içerisinde fiilen tek parti düzeni bulunur. (Bir dönem Hindistan'da, Kongre Partisi)
4-İki Partili Sistem: Bu sistem, oyların çoğunluğunun iki büyük par¬ti tarafından paylaşıldığı bir sistemdir. İki partinin dışında kalan diğer siyasî partilerin oy oranları son derece düşük kalır, iki büyük parti ara¬sında genelde köklü bir dünya görüşü farklılığı yoktur. Yapıları itibariyle herkese açık ve esnektirler, iktidar rekabetinde diğer partiler devreye gi¬remezler. Bir üçüncü partinin devreye girmesi, sistemi iki partili olmak¬tan çıkarır, iki büyük partinin dışında kalan siyasî akımların iktidar şansı bulunmadığından, daha sağda ve daha soldaki oyların başka yerlere git¬me ihtimali düşüktür. Bu nedenle, iktidara ulaşmak için, siyasî yelpaze¬nin ortalarında yer alan oyları, yüzergezer oyları toplamak, iktidara ge¬lebilmek için önem taşır. Dolayısıyla iki büyük partinin propagandaları ve siyasî çizgileri, ister istemez, ortalama seçmenin temayüllerine hitap eder. (ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Kanada, İsveç)
5-Mutedil Çok Partili Sistem: Bu sistemde parti sayısı ikiden fazladır ancak beşi aşmaz. Sınırlı birçok partililik durumu söz konusudur. Bu du¬rumda, siyasî partilerin politikaları daha çok ılımlılık arz eder. Ilımlı sis¬temde, siyasî güçler arasındaki kutuplaşma hükûmet-muhalefet mihver¬leri etrafında döner. Partiler arasındaki rekabet büyük ölçüde, iki kutup etrafında cereyan eder. Dolayısıyla ılımlı çok partili sistemde iki kutup¬luluk öne çıkar. (Almanya, Belçika üç partili)
6-Aşırı Çok Partili Sistem: Aşırı çok partili sistemde partilerin sayı¬sı kesinlikle beşi aşar. Aşırı çoğulculuğun hâkim olduğu sistemlerde ge¬nelde ikili bir kutuplaşma yerine en azından sağ, merkez, sol şeklinde üçlü bir ilişki şeması görülür. Muhalefetteki partilerin birbiriyle mücade¬lesi söz konusu olur. Aşırı çoğulculuk, sistem karşıtı muhalefet partileri¬ni güçlendirir. Uzun vadede, merkezin uzağında yer alan partiler güçle¬nir. Siyasî sistem yoğun ölçüde ideolojik bir hüviyete bürünür. Çok sa¬yıda siyasî parti barındıran bir sistem, zorunlu olarak ideolojik ölçülere başvurmak zorunda kalır. Bu tip sistemlerde iktidara gelme ihtimali ol¬mayan siyasî partiler sorumsuz muhalefet örneği verebilirler. Siyasî parti¬ler arasında gerçekleştirilemeyecek vaatler ve demagoji yaygın hâle ge¬lerek meşru olmayan rekabete yol açabilir.
7-Atomlaşmış Parti Sistemi: Bu tür bir sistemde partilerin sayısı aşırı derecede yüksektir. Ancak, bunların henüz siyasî çizgileri tam anlamıyla billurlaşmış ve belirginleşmiş değildir. Özellikle yeni bağımsızlığa kavu¬şan ülkelerle, köklü bir siyasî sistem değişimi yaşayan ülkelerde başlan¬gıçta, bir süreliğine bu sisteme rastlanır. (Sosyalist dönem sonrası Rusya, Polonya gibi)
Toplumsal denetimin biçimlerini üç grupta ele almak mümkündür: 1. Törenler, saygınlık, tabu yani daha çok, içgüdüye yönelik denetim şekilleri. 2. Dinî, hukukî, siyasî ve ekonomik müesseseler. 3. Kamuo¬yu. Kamuoyu ile ilişkileri kurma ve geliştirmede, gelişen iletişim tek¬niklerinin büyük rolü vardır. Kamuoyu en fazla iki ilişki biçimine yani reklâm ve propagandaya muhatap olmaktadır. Her ikisinin de kamuo¬yu üzerindeki etkisi büyüktür. Biri ticarî diğeri ise siyasî amaçlı iletişim tarzlarıdır
Karşı propaganda da dâhil olmak üzere her tür propaganda, etkili olabilmesi için kendi içerisinde tutarlı olmak durumundadır. Totaliter yönetimlerde karşı propaganda oldukça sınırlı vasıtalardan istifade eder. Bunlar, genellikle duvar yazıları, elden dağıtılan bildiriler gibi, gerekti¬ğinde gizlilik imkânı veren vasıtalardır. Bu gibi durumlarda, sözlü karşı propaganda önem kazanır ve çoğu defa, fısıltı gazetesi şeklini alır. Totoliter propaganda bir yerde, kendi kendini bitirir. Belirli şeylerin sürekli bir şekilde, karşıt bir propagandaya geçit vermeksizin tekrarlanması, kitlelerde bıkkınlık duygusu uyandırır, yalan haberlerin gereğinden fazla kullanılması da güveni yok eder.