Arama

Sosyoloji (Genel Bilgi) - Tek Mesaj #53

bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
15 Mart 2013       Mesaj #53
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Edebiyat sosyolojisi nedir? Neleri konu edinir?

Kültürel yaratılar ve onların oluşturduğu ‘fikirler tarihi’ insanların ekonomik,toplumsal ve siyasal yaşantısının tarihine sıkı sıkıya bağlanmazsa açıklanamaz ve olumlu bir anlam taşıyamaz. Düşünce,tamamıyla özerk ve toplumsal yaşantıdan,kökünden ayrılan bir gerçek değildir.
Bir kültürel yaratı türü olarak edebiyat da özellikle yirmi beş otuz yıldan beri,sosyolojik bir gerçek olarak incelemeye başlanmıştır. Bu,edebiyat eserlerinin toplumsal yapılara göre,ekonomik koşullara göre ve edebiyat eserlerinin iletişim araçları olarak ‘toplumsal niyetliliğine’ göre incelenmesi demektir. Başka bir deyişle edebiyat,toplumsal tarihten ayrılan,kendine özgü bir şey değildir;tarih dışı,toplum dışı,siyaset dışı edebiyat düşünülemez;edebiyatla toplumsal yapılar arasında ilişkiler vardır.
Edebiyat olgusu,bir toplum için bilinçlenme tarzıdır;toplumun kendi bilincine varma tarzıdır. Bilince varmak yeni bir tutum gerektirdiği ve getirdiği için,ve bu tutum,çoğu zaman,toplumsal yapıyı bozma ve değiştirme belirtileri taşıdığı için,tarihte uzun bir süre,”edebiyatın toplumsal tarihle ilgisi olmayan özgül bir tarih olarak geliştiği” söylenmiştir. Bu,burjuva tarzı bir edebiyat anlayışıdır;sosyolojik bir gerçek olan edebiyat olgusunun bir ‘fantezi olgusu’ gibi düşünülmek istenmesidir.
“Edebiyat biçimlerinin ve cinslerinin tarihi,ideal ve soyut bir art arda geliş değildir” varsayımından hareket eden edebiyat sosyolojisi,toplumsal yapıların gelişmesinin edebiyatta da nasıl benzer yapılar yarattığını ve geliştirdiğini açıklamaya çalışır. Örneğin:”Roman,burjuvaziye sıkı sıkıya bağlı bir edebiyat türü değil midir?”,”Tiyatro,hangi tip toplumsal yapılarda gelişmiştir?” sorularının yanıtlarını arar. Romanın burjuvaziye sıkı sıkıya bağlı bir edebiyat türü olması,Batı’ da doğması ve bir burjuva edebiyat türü olması yüzündendir. Buna karşılık,Batılı olmayan bazı romancılarda da kendi toplumlarının kaynaklarındaki özellikleri,Batı romanını aşan bir biçimde romana aktarma çabaları görülmektedir.
Az önce yirmi beş otuz yıldan beri bir varlık göstermeye başladığını söylediğimiz edebiyat sosyolojisinde,son yılların en belirgin sorunu,edebiyat eserlerini açıklamaktaki yaklaşım sorunu olmuştur. Başka bir deyişle,toplum-edebiyat ilişkisi genel sorunu içinde,edebiyat eserinin nasıl açıklanacağı özel sorunu tartışılmaktadır. Ve toplum-edebiyat ilişkisi genel sorunu içinde edebiyatı açıklayabilmek için,önce edebiyat nedir sorusu karşısında önermeler ileri sürülmekte ve geliştirilmektedir.
Bir edebiyat sosyologu olarak ün kazanmaya başlayan Fransız Albert Memmi’nin önermelerini,çok tanındığı ve tartışıldığı için,buraya da aktarmayı uygun görüyoruz:
-Edebiyat olgusu sosyolojik bir olgu olarak değerlendirilmelidir. Yani edebiyat olgusu önünde,sosyolojik bir tavır alınmalıdır.
-Edebiyat olgusu kendisinden başka bir şeye indirgenmemelidir. Ya da edebiyat olgusu,ne başka bir olguya,ne de başka bir sosyolojik olguya indirgenmelidir.
-Edebiyat olgusu,bir değer olgusudur. Şöyle ki bir edebiyat eseri,bir gazete gibi düşünülemez;edebiyat eserinin ayrı bir yararı,önemi,ilginçliği vardır.
-Edebiyat olgusu bir bilgi olgusu değildir:
a)Edebiyat olgusu ne yalnız bir belgedir,ne de bir anketin sonucudur.
b)Edebiyat olgusu anlamlara indirgenemez. Örneğin,fantezide anlamlıdır,fakat fantezi edebiyat değildir.
-Edebiyat olgusu bir eylem tekniği değildir. Yani edebiyat olgusu,kendisininkinden başka bir etkililik aramaz;o,ne bir propaganda aracı ne de bir inandırma yöntemidir.”
Bütün bu önermeler birbirine bağlıdır.

Sosyoloji bakımından dil nedir?

Sosyolojinin yeni yeni kurulmaya başlayan ve gelişmeler gösteren bir dalı olan dil sosyolojisi,genel olarak dille onu konuşan toplum arasındaki ilişkileri incelemektedir.
İnsanlar arasında iletişimin gerçekleşebilmesi için,iletişimin sözlü içeriğinin, ifadesinin taşıdığı anlamın,konuşan insanlarca anlaşılması gerekir. Bir kimsenin dilini anlamak,ona cevap verebilme olanağını taşımak demektir. Şu halde,bir dilin içeriği,konuşan kişiler arasına yerleşen ya da konulan bir bağ (bir aracılık) olmaktadır. Bu,dille insanların yaşayışı arasındaki karşılıklı ilişkilerin varlığını göstermektedir. Dil,simgesel olarak yaşayışı anlatır,ifade eder;başka bir deyişle dil,simgesel olarak toplumsal varlığı,toplumu anlatır,gösterir. Şu halde dil,hem insanların kendi araların-daki ilişkileri anlatan,hem de ‘simgeleşmiş yaşantıyı’,yani en geniş anlamıyla kültür ya da uygarlığı anlatan bir toplumsal olgudur. ‘Simgeleşmiş yaşantı’,bir toplumun ya da insanların tarihsel ve toplumsal evrimini gösterir ve zaten kendisi de bu evrimin sonucudur.
Dilin görevi toplumdadır. İnsanlar arasındaki iletişimin aracı olarak dil,bir işaretler,bir kurallar sistemidir. Ve bu sistemin kullanılması,iletişimin içeriklerini anlaşılır kılar. Fakat,iletişimin koşulları değişiktir ve dilin sistemine bağlı değildir. Çünkü,bu koşullar,genel olarak,toplumların inceliğine ve niteliğine göre değişir. İletişimin koşulları,gerçekleştiği toplumsal çevreye,kısacası bir toplumun yaşantısına bağlıdır.
Dil,konuşan bireyin görevi,işi değildir;birey,toplumun bu olgusunu edilgen (pasif) olarak kabullenir. Değişik kültürlerin,değişik toplumsal ve siyasal rejimlerin dilleri farklıdır. Belirli bir toplumda (ekonomik büyüme bakımından olduğu kadar toplumsal ve kültürel gelişme bakımından) eşitsiz olarak gelişen kesimler arasında dil farkları görülür.

Bugünkü sosyolojiye göre aile nedir?

Aileler,gerek aileyi oluşturan kişilerin rol ve statüleri bakımından,gerekse ailelerdeki değerler ve tutumlar bakımından incelendiğinde,artık iyiden iyiye anlaşılmıştır ki hem eski aile tiplerinde,hem de şimdiki aile tiplerinde (sanayi ailelerinde) aile grubunun görevi ve yapısı,birbirinden ayrılmaz ve birbirinden ayrı olarak incelenmez.
Bir toplum,teknolojik gelişmesi ve üretim araçlarının mülkiyet tarzıyla birlikte,içinde bulunan ailelerin görevlerini de belirler(bir ailenin kişilerine yeni görevler verebilir ya da görevlerden bazılarını kaldırabilir). Bugünkü sosyolojiye göre,”ailenin toplum üzerine kurumsal önceliği yoktur.” Aile bir ‘temel hücre’ ya da bir ‘doğal grup’ değildir;tersine,aile,sonuç olarak çıkan bir gerçektir,bir ‘tortu’dur. Başka bir deyişle,bugünkü aile sosyolojisi,değişik ailelerin yapısını ailelerin içinde bulunduğu tüm toplumun yapısına göre-bu toplumun ekonomik,toplumsal,kültürel çerçevesine göre-çözümlemeye çalışmaktadır.
Sanayi ailelerinde,çocuklarla ilgili geleneksel eğitim,koruma,bakım rolleri değişmek te ya da yok olmaktadır. Sayısı,niceliği,niteliği,sanayi toplumundan sanayi toplumuna değişmekle beraber,genellikle devlet,okul ve kent küçük grupları gibi kuruluş ve çevreler,bu geleneksel rolleri paylaşarak değiştirmektedir.
Görülüyor ki aile artık “bireyin toplumsallaştırıldığı,bireyin geçimini sağladığı,güvenliğini kazandığı,kişiliğini geliştirdiği yegane merkez” değildir.
Sanayi devriminin,eski aile yapısını köklü bir biçimde değiştirdiği bilinen bir gerçektir. Örneğin, “otoritenin,akrabalığın,evliliğin baba soy zincirine göre sıkı bir biçimde düzenlendiği” aile yapısı demek olan ataerkil aile,özerk aile-eş ailesi haline gelmektedir. Bu eş ailesi de en çok görüldüğü biçimiyle,baba,anne ve çocuklara indirgenmiştir. Törelere körü körüne bağlılık,hiyerarşi ve baskı üzerine kurulan eski aile,bu kurucu öğelerini yitirmektedir.
Bugünkü aile sosyoloji,aile araştırmalarında şu ‘yöntembilimsel gözlemleri’ hiçbir zaman unutmamak durumundadır:
1) Aile kavramını yeniden tanımlamak zorunluluğu belirmiştir. Aile artık geleneksel üçlüye (baba,anne,çocuklar) indirgenememektedir. Çünkü bu kategoriye girmeyen aileler (çocuksuz aileler,çocuklu dul erkek ve kadınlar,boşanmış çocuklu erkek ve kadınlar vb.) karşılaşılan gerçekleredir.
2) Sanayi toplumlarında,ailenin eski yapılarından farklı,yeni zorunluluklara,kurallara,
değerlere göre yapılaşması,’kent ve sanayi’ toplumunun yapısına göre-onun çerçevesi içinde değerlendirilmelidir.

kaynak: 100 soruda sosyoloji