Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı lütfen çabuk cevap verin ne olur ödev bu!
Allah’ın dîni ve şeriat, dünya kurulduğundan bu yana hiç değişmemiştir. Allah’ın şeriati hep aynıdır. Temel faktörlerin hiçbirinde değişiklik yoktur. Aslî dîn unsurları, yeşeren yeni bir meyve gibi her nebînin bulunduğu devrede aynı özellikte yaşanmıştır. Zaman içerisinde iblis insanlara adım adım tesir etmek suretiyle onların bu istikametteki dizaynını bozmuştur. Yine zaman içerisinde yeni bir peygamberle başlangıçtaki aynı şeriat yeniden hayata geçirilmiştir. Aradan yüzlerce, bazen binlerce yıl geçmiş, şeriat gene değişmiş; sonra başka bir peygamber geldiği zaman Allahû Tealâ ona da aynı şeriati yaşatmıştır. Sonra aradan geçen yüzyıllar gene şartları değiştirmiş ve arada büyük farklılıklar oluşmuştur. Buradan çıkarılması lâzım gelen çok ciddî bir sonuç vardır. Aslında Allahû Tealâ’nın ortaya koyduğu gerçekler, Allah’ın insanlara olan vasiyeti hiç değişmemiştir. Bu sebeple Allahû Tealâ: “Biz insanları hanif fıtratıyla yaratırız ve sadece hanif dîni diye bir tek dîn vücuda getirdik.” buyuruyor.
Allah’ın bütün insanlara vasiyeti aynıdır. Nedir Allah’ın vasiyeti? Ruhumuzu, fizik vücudumuzu, nefsimizi ve irademizi sahibimiz olan Allah’a teslim etmemiz. Allah’a teslim olmak insanlara ne sağlar? Cennet saadetinin en üstününü, dünya saadetinin bütününü sağlar; Allah’ın emrettiği dînin yaşanmasını sağlar.
Dîn, bir mutluluk vasıtasıdır. Kim mutsuzsa bilsin ki; dînin gereklerini yaşayamadığı için mutsuzdur. Huzursuz olmanın arkasında sadece bir tek bu sebep yatar.
Allahû Tealâ hepimizi hanif fıtratıyla yarattı.
Biz bütün insanlar hanif fıtratıyla yaratılmışız.
30/RUM-30: “Fe ekım vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtretallâhilletî fetaren nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyim(kayyimu), ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).”
Hanif olarak kendini dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Allah’ın bir tek dîni var: Hanif Dîni. Allah’ın vasiyetini yerine getirebileceğimiz, 4 teslimi yapabileceğimiz, kâinatın tek dîni. Dîn olarak sadece hanif dînini yaratmış ve insanı da sadece o dîni yaşayabilecek olan özellikle yaratmıştır.
Allahû Tealâ’nın ne istediğine dikkatle bakın. Çok şey istemiyor; O ibadetlerinizi istemiyor; sadece sizin mutlu olmanızı istiyor.
Allah’ı tanımayan, mutluluğun ne olduğunu bilmeyen insanlar, kendilerini Allah’ın yarattığını ve bu fıtratla yarattığını bilmeyenlerdir.
Allah insanı sadece bir tek sebeple, bir tek hedefe dayalı olarak yaratıyor. İnsanın hem bu dünyada mutlu olmasını istiyor, hem de kıyâmetten sonra cehennem hayatı değil, cennet hayatı yaşamasını istiyor. Bu mutlulukların arkasında da sadece sizden bir tek dilek sahibi olmanızı istiyor: ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK. Hepsi bu kadar. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişinin gireceği yer mutlaka Allah’ın cennetidir. Yetmez, onun ruhunu Allah’a ulaştırmasına kadar geçecek zaman parçasında o kişinin bu hedefe varmasını Allah garanti ediyor, kişiye bir görev düşmüyor. Onun bu konudaki gerekli herşeyi yapabilmesini Allah o kişinin kalbine verdiği dizaynla gerçekleştiriyor, o kişiyi buna arzulu ve ehil kılıyor. İbadetlerin istenmesi gerekmiyor, kendiliğinden gerçekleşiyor.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın: “Allah sizin için güçlük dilemez, Allah sizin için kolaylık diler.” sözünden neyi kastettiğini anlayabiliyor musunuz?
Allah, sizin zora koşulmanızı istemiyor. İstemediğiniz şeyleri yapmanızı istemiyor. Sadece diyor ki:
Bana ulaşmayı dileyin!
Allah’ın sizden bir tek talebi var: Allah’a ulaşmayı dilemek. Geri kalan O’nun işi. O herşeyi üzerine alıyor. Size namazı O sevdirecek, namazı siz sevmiyorsunuz. Size orucu O sevdirecek, orucu siz sevmiyorsunuz. Size Allahû Tealâ bu ikisinden daha önemli olan başka bir şeyi sevdirecek, Allah’ı zikretmeyi sevdirecek.
Sadece Allah’ı tanımadığınız için mutluluğun o kadar uzağındasınız ki. O’nun sizi ne kadar çok sevdiğini bir bilseniz. O’nun sizin mutluluğunuzu ne kadar çok istediğini bir bilseniz. O’nun bu arzusunu siz elinizin tersiyle iterek istemiyorsunuz. Kendi mutluluğunuzu istemiyorsunuz.
İnsan olarak yaratılan mahlûk, Allah’ın katında kainatta yarattığı bütün canlı ve cansızları uğruna yaratacak kadar büyük değer taşıyor. Ne yazık ki; insanların çoğu, yaratılışlarının arkasında var olan hakikatlerin hiçbirini bilmeden bu dünyada yaşarlar sonra bir gün ölüp giderler.
Allahû Tealâ, bütün insanların hepsini mutluluğa davet ediyor. Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet davetiyesidir. Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet reçetesidir. Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet garantisidir.
Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre insanlar 28 basamaklık bir dizayn içerisinde yaşarlar. 28 basamak, 4 tane 7 basamaktan oluşur.
Başlangıçta herşey, Allahû Tealâ tarafından kişinin bir dileğine bağlı kılınmış. Eğer başkalarının Allah’ın yoluna girmesini engellemiyorsanız ve onların kötülüğünü istemek gibi bir genel huyunuz yoksa, siz ehilsiniz. Allah sizi mutlaka Kendisine seçer. Ama seçtiklerinin sadece bir kısmı Allah’a ulaşmayı dilerler. Kurtuluşa ulaşabilenler, mutluluğu yaşayabilenler de onlardır.
Şu zavallı dünyada özellikle kendilerini akıllı sanan birçok insan, kendilerine göre bir dünya çizmişlerdir. Kendilerini yaratan Allah’ı hiçe sayarak mutluluktan uzak bir zavallılığın merkezinde yaşamaktadırlar.
Şeytan, “Allah’a ulaşmayı” dilemenizi istemez. Allah’ın bizden istediği bu çok basit dileği yerine getirmemekle elinizin tersiyle mutluluğu itiyorsunuz. O, böyle bir dilekte bulunmamanız için hayatının bütün hilekârlıklarını kullanır.
Eğer siz Allah’a ulaşmayı dilerseniz hiçbirşey, şeytan da dahil olmak üzere hiçbir varlık Allah’ın cennetine girmenize engel olamaz!
Zamanımızın âlimleri bu konu hakkında gerçekleri anlatmıyorlar çünkü bilmiyorlar. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
42/ŞURA-13: "Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmud dîne ve lâ teteferrekû fîh(i), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(i), allahu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(u)."
"Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh’a vasiyet ettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah’a davet) ağır geldi. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni O’na (Kendisine) ulaştırır.
Allah kullarını yaratır ve seçer. Kimleri seçer? Başkalarına karşı kötü şeyler düşünmüyorsanız, onlar size bir şey yapmadıkça siz onlara kötülük yapmayı düşünmüyorsanız sizin kalbinizde hayır vardır. Bu kadarı yeterlidir. Allah sadece kalbinde hayır bildiklerini seçer.
Allah’ın seçtiği kimseler Allah’a ulaşmayı ya dileyecekler ya da dilemeyecekler.
Dilemediğiniz taktirde bakınız Allahû Tealâ ne buyuruyor:
10/YUNUS-7: “İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).”
Muhakkak ki; onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: “Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).’’
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Yunus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimeleri bir tek sebebe dayanmış: Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o kişinin kurtuluşu mümkün değildir.
Peki dilerse ne olur? Dilerse, Kur’ân-ı Kerim’de bu kişi, “âmenû olandır.” O kişi âmenû olmuştur. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes âmenû olmuştur. Allahû Tealâ, Vel’Asr Suresinde şöyle buyuruyor:
103/VEL ASR -1: “Vel asr(i).”
Asra (zamana) yemin ederim.
103/VEL ASR-2: “İnnel insâne le fî husr(in).”
Muhakkak ki insanlar hüsrandadırlar.
103/VEL ASR-3: “İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(i).”
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar) hariç ve amilussalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar) hariç ve (Allah’a ruhen ulaşıp) Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) hariç ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar) hariç ve amilussalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar) hariç ve (Allah’a ruhen ulaşıp) Hakkı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) hariç ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
Ama âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hüsranda değillerdir.
Kimdir hüsranda olanlar? Mu'minun Suresinin 103. âyet-i kerimesi hüsranda olanları vasıflandırıyor:
23/MU’MİNUN-103: “Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(e).”
Kimin mizanı (sevap tartıları) (kıyâmet gününde) hafif gelirse onlar nefsleri hüsranda olanlardır, onlar cehennemde ebediyyen kalacaklardır.
Kur’ân-ı Kerim, âmenû olanların hüsranda olmadığını söylüyor. Allah’a ulaşmayı dileyen hiç kimse hüsranda olamaz. Olamazsa açık hüküm koyuyor Allahû Tealâ; “Onların gidecekleri yer Allah’ın cennetidir.”
Sevgili okuyucular, bir dileği dilemek veya dilememek insan hayatının en önemli dönüm noktasıdır. Cehenneme gidenlerin bu durumda Allah’ı suçlamaya hakları var mı? Allah’ı cezalandırıcı bir Tanrı olarak tanımaları, mutsuzluklarının sebebini Allah’a dayamaları, başka insanlara dayamaları haklı bir müdafaa mı?
Sizinle başka insanlar arasında bir “birleşik kaplar kanunu” geçerlidir. Topluma ne verirseniz onu geri alırsınız.
Öyleyse: “Ben falanca kişiyle geçinemiyorum, o yüzden mutsuzum.” dediğiniz zaman, arkasında yatan sebebe dikkatle bakın. Siz o kişinin size kötü davranması için acaba ne yaptınız? Hiç düşündünüz mü? Çok kolay bir şey kendinizi müdafaa etmeniz: “O bana kötü davranıyor ben, o yüzden mutsuzum.”
Öğretmeninin kendisine kötü davrandığını düşünenler, amirinin kendisine kötü davrandığını düşünenler, eşinin kendisine kötü davrandığını düşünenler, annesinin veya evlâdının kendisine kötü davrandığını düşünenler, mutsuzluklarını buna bağlayanlar, o mutsuzluğu kazanmak için ne yaptıklarını unutanlardır.
Kendinize dikkatle bakın. Bir birleşik kapların sonunda yaşıyorsunuz, onun sonucu: NE VERİRSENİZ, ONU GERİYE ALIRSINIZ.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın Kur’ân’ı, Kanunu, kâinatın yegâne dîni hanif dîni, Hz. Musa zamanında yaşanan dîn, Hz. İsa zamanında yaşanan dîn, Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında yaşanan dîn, ve bunların hepsinin esasını teşkil eden Hz. İbrâhîm zamanında yaşanan hanif dîni, sadece bir tek dileğe dayalıdır: Allah’a ulaşmayı dilemek.
Dilerseniz, Allah garanti ediyor:
“Kim Bana ulaşmayı dilerse, o Benim cennetime girer.”
Öyleyse şimdi Allah’ı suçlayabilir misiniz? Eğer o Allah size bir tek dilekle (Allah’a ulaşmayı dilemekle) Allah’ın cennetine gireceğinizi garanti ediyorsa, O’nu cezalandırıcı bir Tanrı olarak düşünebilir misiniz?
Düşünüyordunuz ve mutsuzdunuz, hâlâ mutsuzsunuz. Arkasında başka insanlar yok, arkasında Allah yok, arkasında sadece sizin nefsinizin afetleri ve o afetlere tesir etmek imkânının sahibi olan şeytan var (ona bu imkânı verdiğiniz sürece).
Öyleyse başka bir sual. Cennete girmeyi istiyor musunuz? Hepiniz “evet” diyorsunuz. Öyleyse cennete girmeyi isteyen sizler, Allah’a ulaşmayı isteyin, cennet sizin.
Allah’a ulaşmak size adım adım büyüyen bir huzur verecektir.
İşte 28 basamaktan oluşan Allah’ın yolunda geçirdiğiniz merhaleler:
Birinci basamak, bütün insanlar olayların içinde yaşarlar. Bu herkese açık bir durumdur.
İkinci basamak, bu olayları muhakeme ve mukayese ederler ve bir hükme varırlar.
Bu basamakta seçilirsiniz. Eğer hedefiniz, size hiçbir şey yapmadıkları halde başka insanlara düşmanlık etmek ise seçilmezsiniz. Ama böyle bir yapının sahibi değilseniz, o zaman mutlaka seçileceksiniz. Allahû Tealâ’nın sizden istediği şey, bu seçilmenin arkasından sizi imtihan ettiğinde, Allah’a ulaşmayı öne almanız; hedef edinmeniz.
Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 156. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
2/BAKARA-156: “Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(e).”
Onlar ki; kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’nun için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.
Sevgili okuyucular, Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakın. O, her zaman sizden yanadır; her zaman sizin mutluluğunuz için herşeyi yapmaya hazırdır. Siz, O’nun için bir şey yapmadığınız sürece karşılığını alamazsınız. Ne verirseniz, onun karşılığını alacaksınız.
10 İHSAN
1- Öyleyse, Allah’a ulaşmayı dilerseniz, o zaman mutlaka Allahû Tealâ, Rahîm esmasıyla (ismiyle) sizin üzerinizde tecelli eder.
2-Bu tecelli evvela gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi alır.
3-Sonra kulaklarınızdaki vakrayı alır.
4- Sonra kalbinizdeki ekinneti alır.
5- Yerine Allahû Tealâ ihbat koyar.
Allah’ın sizin için hedef gösterdiği şeyleri anlamanıza mani olan vakra, kulaklarınızın içindeki manevî bir etkendir. Kulaklarınız sözleri duyar ama siz irşada müteallik hususlarda o kulağınıza ulaşan sözlerin manasına varamazsınız. Kulaklarınız duyar ama zihniniz işitmez.
Yetmez, irşad makamına sadece bakarsınız, onu göremezsiniz. Başka insanlardan onu ayıran mürşidlik kavramının muhtevası hakkında bir fikrin sahibi olmadığınız için, ona bakarsınız, onu alelâde bir insan zannedersiniz. çünkü müktesebatınız o kadardır.
Bunlara ilâveten nefsinizin kalbinde ekinnet var. İrşada müteallik şeyleri idrak etmenize mani olur.
Bu engellerle donatılarak yaratıldınız. Allahû Tealâ sizi, mutluluğunuzda sizin payınız olsun diye böyle yarattı.
Kararı veremezseniz, Allah’a ulaşmayı dileyemezseniz Allahû Tealâ ne gözlerinizdeki hicab-ı mestûreyi, ne kulaklarınızdaki vakrayı, ne de kalbinizdeki ekinneti alır. Tabiatıyla ekinneti almadığı için de onun yerine ihbat koymaz. Ama eğer Allah’a ulaşmayı dilerseniz Allah mutlaka “Er Rahîm” esmasıyla (ismiyle) üzerinizde tecelliye başlar. Bu tecelli, yukarıda anlatılan sonuçlara yol açar.
Allahû Tealâ, gözünüzdeki o görünmez gözlükleri alır. İrşad makamına bu idrake vardıktan sonra bakarsanız onun söylediklerini işitmeye başlayacaksınız. O zaman onun herhangibir kişi olmadığını, onun irşad makamının sahibi olduğunu öğreneceksiniz. İç dünyanız bu tanımlamayı yapabilecek. İrşad makamının söylediklerinin sadece manasına varmayacaksınız, onu kalbinize indireceksiniz. ve idrak edeceksiniz; kendinize mal edeceksiniz. Öyle ki; başka birisi onun dışında bir şeylerle size ulaştığı zaman, o bilgilerinize olan, Allah’ın öğretisine olan güveninizle ona karşı çıkmayı başaracaksınız,. Bir tane Kur’ân-ı Kerim var, her tarafta aynı Kur’ân-ı Kerim, aynı âyetler. Hangi âyetten bahsediyorsanız hiç kimse o âyetin yokluğunu iddia edemez. Öyleyse kuvvetli olan sizsiniz.
7. basamaktasınız. Allahû Tealâ ise size olan yardımını bırakmaz. Kanun nasıl? Siz Allah’a bir adım atacaksınız, Allah size 10 adım atacak. Henüz 5 adım attı. Siz bir adım attınız; Allahû Tealâ’nın sizi seçmesinden sonra Allah’a ulaşmayı dilediniz. Bu dileğiniz üzerine Allahû Tealâ size 5 tane ihsanda bulundu:
1- Rahîm esmasıyla tecelliye başladı.
2- Gözlerinizdeki o gizli perdeyi aldı.
3- Kulaklarınızdaki işitme engelini aldı.
4- Kalbinizdeki idrak etme engelini aldı.
5- Oraya idrak etmeyi mümkün kılan ilâhi bir kompüter koydu.
6- Sonra nefsinizin kalbine ulaşır. Kalbinizin (nefsinizin kalbinin) şeytanın karanlıklarına dönük olan kapısını, Allah’tan gelecek olan nurlara doğru döndürür.
7-Allahû Tealâ, göğsünüzden nefsinizin kalbine bir manevi yol açar. Zikir yaptığınız zaman Allah’ın katından gelen nurların, nefsinizin kalbine ulaşıp da orada yerleşmelerini temin etmek için.
İnsan olarak sadece fizik vücudunuzun var olduğunu zannediyordunuz. Oysa ki; fizik vücudunuzun içinde, bir nefsiniz, bir de ruhunuz var. Unutmayın, nefsinizin kalbi afetlerle dolu. Bu afetler sebebiyle bütün kötülükler nefsinizin kalbindedir. Bütün insanların kalbi irşad makamına ulaşmadan evvel mutlaka kapkaranlıktır; %100 afetlerle doludur. Öfke, kin, kıskançlık, haset, iptilalar, isyan, müraailik, zan, vefasızlık, küfür, hırs, şehvet, cimrilik, zulüm, yalan, dedikodu, adaletsizlik, nankörlük, gurur-kibir, cehalet, sabırsızlık, fitne, fesat. Bütün bunlar nefsinizin afetleridir.
Bütün insanların nefsi %100 afetlerle dolu olarak, ruhu da %100 güzelliklerle, hasletlerle dolu olarak yaratılır.
Nefsinizde isyan mı var, ruhunuzda itaat var.
Nefsinizde nefret mi var, ruhunuzda sevgi var.
Nefsinizdeki bütün afetlerin zıddı olan bütün pozitif faktörler, ruhunuzda hasletler olarak mevcuttur.
8- Göğsünüzden kalbinize bu nur yolu açıldıktan sonra yapmanız lâzım gelen şey ara sıra, Allah, Allah, Allah, Allah... diye Allah’ın ismini zikretmek. Bunu yaptığınız zaman nefsinizin kalbine Allahû Tealâ rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât adında iki grup nur gönderir. Rahmetler kargo uçakları gibidir. Fazılları ve salâvâtı beraberinde taşırlar. Göğsünüze kadar gelen bu nurlar mutlaka Allah’ın açtığı o yolu takip ederek nefsinizin kalbine ulaşır.
Nefsinizin kalbine giren rahmet, fazl ve salâvâttan fazıllar daha ileride kalbinizde yerleşeceklerdir ama bu aşamada yani daha mürşidinize ulaşmadan evvel (nefsinizin kalbi mühürlü durumdayken) fazl ve salâvât kalbin içine giremez. Sadece rahmet kalbinizin içine sızabilir.
İnsanın ne kadar çok negatif faktörle yüklü olduğunu görüyor musunuz? Bütün nefsiniz afetlerle dolu. Gözlerinizde hicab-ı mesture, kulaklarınızda vakra, kalbinizde ekinnet var. Allah’ın emirlerini yapmamanız için neredeyse herşeyle donatılmışsınız. Ama bütün bunlardan sizi kurtaracak olan şey, sadece bir tek dilek: Allah’a ulaşmayı dilemek. Sonra herşeyi Allah gerçekleştiriyor.
9- Rahmet nurları kalbe sızabilir, nefsinizin kalbinde bir küçücük birikim yapar bunlar, %1 derken, %2. Bu rakam %3’e hiç ulaşmaz. Çünkü nefsinizin kalbinde onları tutabilecek olan bir kuvvet yok. Tam aksine onları oradan kapı dışarı edecek olan başka bir faktör var. Bütün insanların nefsinin kalbinde "küfür"yazar. Bu “küfür” kelimesi rahmete karşı da, fazla karşı da çekiş değil, itici bir kuvvetin sahibidir. Bu sebepten, bir insanın kalbinde %2’den fazla nur birikimi oluşmaz. %2’yi tamamladığınız ve Allahû Tealâ’nın tarifine göre huşû sahibi olduğunuz zaman Allahû Tealâ sizin yeni bir hüviyete girmenizi sağlar. Artık siz mürşide ulaşmak isteyen bir insan olursunuz. Kalbinizdeki ekinnet, kulaklarınızdaki vakra alınınca, onun söylediklerini anlamaya başlarsınız. Anlarsınız ki Allahû Tealâ sizden sizin mutluluğunuzdan başka hiçbir şey istemiyor.
10- İbadetlerinizin Allah’a hiçbir faydası yoktur. Allah sizi O’na ibadet edesiniz diye yaratmadı ama ibadet ederseniz bundan derecat kazanacaksınız. Sizin için faydalı olan budur. Eğer zikir yaparsanız nefsinizin kalbindeki nurlar giderek artacak, dünya hayatında da mutluluğu yaşayacaksınız. Bu kişiye mürşidini gösteren ve o kişinin kalbindeki ekinneti alıp ihbat koyan Allahû Tealâ, irşad makamına karşı bir sevgi aşılar. Artık o kişi, mürşidine ulaşmayı mutlak olarak dileyen birisidir. Ve o kişi hacet namazını kıldığında, Allah ona mutlaka mürşidini gösterir. Bazen hacet namazı kılmadan da gösterir ve kişi gönlünden gelerek, isteyerek mürşidine ulaşır.
Kişi bu adımı atarsa, Allah’ın bu 10. ihsanından sonra kendisine düşen ikinci adımı atmış olur. Birinci adımda ne yaptı kişi? Allah’a ulaşmayı diledi. Kendisinden bekleneni yaptı, karşılığında 10 tane ihsan aldı.
İkinci adımı attı, Allah’ın gösterdiği mürşide ulaştı. Dikkat edin, onun için vazgeçilmez bir şeydir bu. O artık yaşamasının mutlaka irşad makamının irşadıyla mümkün olduğunu idrak etmiş bir insandır. Mutluluğun arkasında onun olduğunu görür ve ona ulaşıp tövbe eder; mürşidini sever. Tâbî olduğu anda ikinci adımı atmıştır. Buna karşılık Allahû Tealâ’dan 10 tane mükâfat alacaktır. Bu mükâfatın herbirinin adı ni’mettir.
10 Nİ’MET
Şimdi bu 10 tane ni’meti inceleyelim.
1- Devrin İmamı’nın Ruhu başınızın üzerine gelir, yatay vaziyette yaklaşık 1 metre yukarınıza yerleşir. Allah’ın birinci ni’meti. Bu noktadan itibaren, bu ni’met başınızın üzerinde olduğu için, bundan sonra Allah’ın size vereceği bütün ihsanlar artık “ihsan” adıyla anılmayacaktır, ni’met hüviyetindedir.
Görüyor musunuz engelleri? Allahû Tealâ, irşad makamını görüp ondan haberdar olmayasınız diye gözlerinize hicab-ı mesture koymuş.
İrşada müteallik olan şeyleri anlamayasınız diye kulaklarınıza vakra koymuş.
İdrak edemeyesiniz diye, anlamanın daha derinine giremeyesiniz diye kalbinize ekinnet koymuş,.
Kalbinizin iki tane kapısı var. Allah’ın kapısı mühürlü; içeriye hiçbir şey giremez. Şeytanın kapısı açık; karanlıklar mütemadiyen nefsinizin kalbini dolduruyor.
Bütün bu sıkıntılardan sizi kurtaracak olan şey ise bir tek şey: Allah’a ulaşmayı dilemek. Dilediğiniz zaman bunların hepsi sizden alınıyor. Allah’ın ne kadar kolay bir şeyle, ne kadar çok lütûfta bulunduğunu anlıyor musunuz? Bir tek dileğiniz üzerine Allah’ın bütün engelleri önünüzden kaldırdığını görüyorsunuz. Allahû Tealâ engellerin hepsini kaldırıyor ve siz Allah’ın yolunda ilerleyebilecek olan bir hüviyete getiriliyorsunuz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah’ın birinci kanunu 1’e 10’dur. Bir adım attınız, Allah’a ulaşmayı dilediniz, derhal işitti, bildi ve gördü. Onun üzerine size 10 tane ihsanda bulundu. Bu 10 tane ihsanla Allah’ın gösterdiği mürşide ulaştınız, mutlaka gösterir. Önünde diz çöküp tövbe ettiniz.
Birinci ni’met derhal başınızın üzerine gelip yerleşir. Bu sizi bütün zülmanî ilimlerden korur. Cinler sizin vücudunuza giremez ve size büyü yapılamaz; büyü yapıldığı zaman, onu yapan kişinin kendisine döner. Bu, Allahû Tealâ’nın ilk ni’metidir.
2- İkinci ni’met olarak Allah nefsinizin kalbinin mührünü açtı. Bütün kalpler başlangıçta mühürlüdür, içinde de küfür yazar.
2/BAKARA-6: “İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).”
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de, etmesen de (onlar için) eşittir (birdir). Îmân etmezler (mü’min olmazlar).
2/BAKARA-7: “Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ semıhim ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).”
Allah onların kalpleri üzerine (kalplerindeki rahmet kapısının üzerine) ve (kalplerindeki) işitme (sem’i) hassasının üzerine mühür vurdu (mühürledi). (Ve kalplerindeki) görme (basar) hassasının üzerine GIŞAVET (adlı) bir perde (çekti). Onlar için azîm (büyük) bir azap (var).
3- Allahû Tealâ kalbin mührünü açarsa ne olur? Açarsa küfre ulaşır. Küfrü nefsinizin kalbinden alır, atar. Bu, üçüncü ni’mettir.
4- Sonra da kalbinizin içine “îmân” kelimesini yazar. Bu noktadan itibaren mü’minsiniz. Herkes zanneder ki; Allah’a inanan mü’mindir, inanmayan kâfirdir. Allahû Tealâ tarif veriyor: Kalbinde küfür yazan kâfirdir. “Kâfir” kelimesi, küfrün sahibi anlamına gelir. Kalbinde “îmân” yazan mü’mindir. “Mü’min” kelimesi, îmânın sahibi anlamına gelir.
Herkesin doğuştan itibaren kalbinde yalnız küfür yazar. Herkes Kur’ân-ı Kerim’e göre kâfir hükmünde doğar; doğuştan dalâlettedir.
İşte dalâletten kurtulduğunuz nokta, mürşidinize ulaştığınız noktadır. Çünkü, o gün hidayete adım atacaksınız.
Allah kalbinizin mührünü açtı.
Kalbinizin içindeki küfür kelimesini aldı.
Kalbinizin içine îmânı yazdı.
Bütün bunların oluşması için gerekli olan şeyi gerçekleştirdi; Devrin İmamı’nın Ruhunu başınız üzerine getirip yerleştirdi. 4 tane ni’met.
5- Beşincisi, Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre, sizin o güne kadar işlediğiniz bütün günahları sevaba çevirdi. Kim olursanız olun, ne kadar büyük günahlar işlemiş olursanız olun, Allah’a göre farketmez. Hepsini mutlaka sevaba çevirir.
25/FURKAN-70: “İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(in), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).”
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için) mü’min olan ve (aynı sebeple) nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.
“Kim bu istikamette Bize âmenû olur da, Bize ulaşmayı diler de mürşidine ulaşırsa, onun bütün günahlarını sevaba çeviririz.” diye buyuruyor Allahû Tealâ.
Şimdi burada Mevlâna’yı hatırlayalım. Ne diyordu Mevlâna Celâleddîn Rumi Hazretleri?
Putperest olsan da gel,
Mecusi olsan da gel,
Ateşe tapsan da gel,
Şeytana tapsan da gene gel.
Bu dergâh, ümitsizler dergâhı değildir.Neden böyle diyor acaba? Çünkü kişinin günahları ne kadar büyük olursa olsun, eğer o, ilmi aldıysa, Allah’a ulaşmayı dilediği andan sonra Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşırsa bütün günahlarının sadece affedilmeyeceğini, üstelik sevaba çevrileceğini; Allah’ın kendisine mağfiret edeceğini öğrenmiştir.
İşte o güne kadar işlediği bütün günahlarını Allah sevaba çevirir. Allah’ın 5. ni’meti.
Bu noktadan itibaren hidayetler başlıyor.
Böyle olduğu anda, o kişinin 10 tane ihsanla mürşidine ulaştığı ve mürşidine tâbî olduğu hem devrin imamı tarafından, hem de arşı tutan melekler tarafından görülür. Hepsi her tövbe merasiminde, bu tarzdaki bir tövbe merasiminde hazır bulunur. Kişi ihsanla gelse de, gelmese de hazır bulunur. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa tövbesi ona hiçbir şey sağlamaz; sadece tövbe etmiş olur ama bir tek günahı bile o tövbe sebebiyle affedilmez.
Burada olay açık şekilde görülüyor. Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi, kendisi bir şey yapmadığı halde, sırf ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı, hidayete ermeyi dilediği için, Allah onun için herşeyi yapar.
İşte 6, 7, ve 8. ni’metler; ruh, nefs ve fizik vücud açısından gerçekleşiyor.
6- 6. ni’met; o kişinin ruhu, (10 tane ihsanla mürşidine ulaşmışsa) tövbe ettiği anda derhal vücudunu terkeder. Kişi hangi irşad makamının elini öpmüşse, tâbî olmuşsa, ruh onun dergâhına ulaşır. Bu birinci hidayet; ruhun Allah’a doğru “seyr-i sülûk” isimli yolculuğuna başlamasıdır.
7- 7. ni’met, o kişinin nefsi tezkiye olmaya başlamasıdır. Burada kişi zikir yapar: “Allah, Allah, Allah, Allah...” Allah’ın ismi tekrar edilir. Bu zikri yaptığı zaman Allah’ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât isimli iki grup nur, o kişinin göğsüne gelir ve göğsünden Allah’ın açmış olduğu yolu takip ederek kişinin kalbine ulaşır. Bu noktada kalbe ulaşan rahmetle fazl, rahmetle salâvât bakar ki kalp mühürlü değil, mühür açılmış. Kalbin üzerindeki o mühre ulaşan rahmetle fazl ve rahmetle salâvât, (4 grup enerji) mührü kalbin alt boyutuna doğru iter ve kalbin en altında bulunan zülmanikapıyı mühürler.
O ana kadar o kişinin nefsinin kalbine devamlı karanlıklarını buradan sokan iblis, artık durmak mecburiyetindedir. Çünkü kapı kilitlenmiştir, mühürlenmiştir. Zikir boyunca nefsinizin kalbine şeytanın karanlıklarının girmesi mümkün değildir.
Peki ne oldu? Rabbani kapıda yukarıda bir engel olan mühür, oradan ayrıldı, şeytana engel oldu. Artık karanlıklar nefsinizin kalbine giremiyor. Bunun manası, yukarıdan aşağı gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât partikülleri, nefsinizin kalbine mutlak olarak ulaşacaklardır ve nefsinizin kalbini karanlıklardan %100 temizleyeceklerdir. Daha işin başındasınız; daha yeni zikre başladınız, daha o gün nefsinizin kalbinde hiçbir karanlık kalmaz. Birkaç dakika içinde nefsinizin kalbi tamamen Allah’ın nurlarıyla, rahmetiyle, fazlıyla ve salâvâtıyla işgal edilir. Tertemiz, pırıl pırıl bir kalbin sahibi oldunuz. Bu, zikir yaptığınız sürece devam eder; ötesine taşmaz.
Görülüyor ki; 7. ni’met, nefsin kalbinin zikir sebebiyle aydınlanmaya başlamasıdır. Nefsin hidayete adım atmasıdır.
8- 8. ni’met, fizik vücudun artık Allah’a kul olmaya başlaması, Allah’ın emir ve nehiylerine riayet etmeye başlamasıdır. Fizik vücut da hidayete adım atmıştır.
9- 9. ni’met; kişi o güne kadar sevaplarına karşılık bire 10 alırken, artık bire 100’den 700’ e kadar almaya başlar.
10- 10. ni’met ise; o kişinin kalbine salâvât nuru da gelir.
Kişi artık hidayete adım atmıştır. Hidayet basamaklarında ilerlemek, amilüssalihata bağlı olarak gelişir.
Zikir yaptığınız sürece nefsinizin kalbine Allah’ın niçin “îmân” kelimesini yazdığının manasını anlarsınız. Nefsinizin kalbine yazılan “îmân” kelimesi, bir çekim gücünün sahibidir. Yalnız fazılları kendisine çeker. Fazıllar, ruhunuzun hasletleriyle paralel hüviyet taşır. Ve nefsinizin kalbine ulaşan rahmet, fazl ve salâvâttan fazıllar, “îmân” kelimesinin çekim gücüne kapılarak gelip “îmân” kelimesinin etrafında toparlanmaya başlarlar. Bir defa yerleştiler mi hiçbir kuvvet onları oradan ayıramaz. Ne şeytan, ne de kalpteki karanlıklar! Karanlıklar işgal edilen yerleri terketmeye mecburdurlar. Allah’ın Kanunu böyledir.
İlk %7 nur birikimini sağladınız. 1, 2... derken %7 oldu. Nefs-i Emmare’desiniz.
Nefs-i Emmarede’yseniz, nefsinizin kalbinde %7 nur birikti demektir. Sonuç; fizik vücudunuzun içinde bir rehine olarak bulunan nefsiniz, 1. gök katının kapısını remote kontrol (uzaktan kumanda) yoluyla kontrol edebilecek olan anahtarı ele geçirdi. Bu ele geçirme standartları içinde bir sonuçla karşı karşıyasınız. Artık 1. gök katının kapısı sizin ruhunuza açıktır. A'raf Suresi 40. âyet-i kerimede Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
7/ A’RAF-40: “İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti), ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîn.)”
Muhakkak ki; âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz. Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.
“Kibirlilere ve Allah’ın âyetleriyle ve resûlleriyle alay edenlere gök kapılarını açmayız.” şeklinde buyuruyor Allahû Tealâ.
Ama burada 1. gök katının kapısı sizin için açılıyor.
%7 nur birikimi, Nefs-i Emmare’desiniz. Nefsinizin kalbindeki yalnız %7, artık Allah’ın emirlerini mutlaka yerine getirmek isteyen, yasak ettiği fiilleri işlemeyi hiç istemeyen bir hüviyet kazanıyor.
Ruhunuz ise 1. gök katının kapısı açıldığı için ana dergâhın altın kapısından yukarıya doğru diğer ruhlarla beraber saf halinde yükseliyor ama o 1. katta kalıyor, ötekiler daha üst katlara çıkıyorlar.
Ruhun Allah’a doğru yolculuğunun adı seyr-i sülûktur. Allah’tan gelen bir emanet olan ruhunuz, gök katlarını birer birer aşarak Allah’a geri dönüyor,
Kişi zikrine devam ediyor. İkinci bir %7 nur birikimi gerçekleştiği zaman Nefs-i Levvame’de bulunuyor. Kişi hataları hâlâ yapmaya devam ediyor ama biliyor ki onlar nefsinin afetlerinden kaynaklanıyor. Nefsini kınıyor: “Ben bunları işlemek istemiyorum ama bu alçak nefs işliyor.”
Sonra bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Mulhime; ruhun 3. gök katı.
Bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Mutmainne; ruhun 4. gök katı.
Bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Radiye; ruhun 5. gök katı.
Nihayet 6. katta nurlanma hücresinde, yüzü oradan gelen beyaz çok açık yeşil bir nurdan, elleri ve yüzünün derileri çatlayan o ruh, başkalarıyla beraber her seferinde tedavi edilerek 6. kattan aşağı gönderilir. Nefsi ise Mardiyye kademesindedir.
Ama bir gün derileri çatlamaz. Çatlamadığı gün fetih için hazırdır; elbiseleri değiştirilir; eline fetih kılıcı teslim edilir; kubbeden yukarı yükselir ve 7. katın altın kapısına ulaşır. 7 beyaz mermerden, 7 basamaklı bir sahanlık, arkasında zemin kattaki altın kapının aynısı bulunur. Önünde 7 halkadan oluşan bir zincir trabzanlara asılıdır. Ruh, elindeki kılıçla bir defa vurur, zincir mutlaka ikiye ayrılır. Masal gibi değil mi? Ama bunların hepsi hakikat. Bir gün eğer dilerseniz göreceksiniz.
Sevgili okuyucular, düşünce standartlarınızda iblis sizin mutluluğa ulaşmamanız için her türlü vesveseyi mutlaka verir. Bu duyduğunuz, işittiğiniz, gördüğünüz şeyleri size yalanlar olarak kabul ettirmeye çalışır. Ama kalp gözünüz açıldığı zaman bunların hepsinin birer hakikat olduğunu yaşayacaksınız. O zaman: “Allah’ın evliyaları gerçekten varmış.” diyeceksiniz.
Bir tarafınızda mutluluk sizi bekliyor, öbür tarafınızda o mutluluğa ulaşmamanız için iblis herşeyi yapıyor.
7. kata ulaştığınız zaman, o altın zincire "Besmele"yle kılıcınızı vurduğunuz zaman altın zincir ikiye ayrılır. A rkadaki altın kapı açılır, oradan uçarak içeriye girersiniz. Bu 7. katın fethidir. O kapının adı FETİH KAPISI’dır.
Orada 7 tane âlemden adım adım geçeceksiniz. Evvela kader hücreleri, sonra ümmülkitap, sonra kudret denizi, sonra makam-ı mahmud, sonra divan-ı salihîn, sonra zikir hücreleri ve nihayet Sidret-ül Münteha.
Bunları geçerken görmeyeceksiniz ama ileride salâh makamına ulaşacaksınız ve Allahû Tealâ size bütün bu anlatılanları mutlaka gösterecek. O zaman Allah’a çok şükredeceksiniz, çok hamdedeceksiniz ki insan olarak yaratılmışsınız.
İnsan, kâinatın uğruna yaratıldığı yegâne varlıktır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
“Bütün göklerde ve bütün arzlarda neyi yarattıysam, canlı ve cansız neyi yarattıysam hepsini sizin için yarattım ey insanlar!”
İnsan, Allah’ın Allah’a en yakın mahlûkudur. Melekler, cinler, hayvanlar, insanlar, her türlü canlılar ve cansızlar; bu kadar mahlûkun içinde Allah’a ait bir varlığı bünyesinde taşıyan sadece insandır. Ruhunuz size Allah’tan gelmiştir; siz bir emanet taşıyorsunuz. Bu emaneti o emanetin sahibine ölmeden evvel ulaştırmak gibi sizi mutlu kılacak bir göreviniz var.
Öyleyse böyle bir göreve dikkatle bakın! Mutluluk başka birisi için değil, sizin için. Allahû Tealâ tarafından herkes mutluluğa açık olarak yaratılmıştır. Dikkat edin ki, bu kâinattaki bütün o mahlûkatın içinde (meleklerin, cinlerin vb.) sadece siz, Allah’a ait bir varlığı emanet olarak taşıyorsunuz: Ruhunuz. Bir gün onu göreceksiniz. Başka ruhlarla beraber nasıl gök katlarını aştığını göreceksiniz. Hangi katta, hangi ameliyelerden geçtiğini göreceksiniz ve o zaman Allahû Tealâ’ya çok şükredeceksiniz, alelâde bir insan olmadığınız için, Allah’ın seçtiklerinden olduğunuz için, mutluluğa lâyık görüldüğünüz için, O’nun tarafından sevildiğiniz için.
VE MUTLU OLACAKSINIZ.
Sevgili okuyucular, masala benzese de bir masal değil. Bunları, teker teker yaşamış olan birisi yazıyor. Bugün yüzlerce kardeşimiz bu güzellikleri yaşıyor.
Öyleyse muhtevaya dikkatle bakın. Mutlu olmak için Allahû Tealâ size herşeyi vermeye hazır; siz O’ndan istemiyorsunuz.
Öyleyse şu yaşadığınız hayatınıza dikkatle bakın. Kendi kendinize sorun: “Mutlu muyum?” diye.
“Mutsuzum” cevabını aldığınız zaman bu sözleri hatırlayın: O, sizi mutlu kılacak olan bütün özelliklerinizle birlikte yarattı. Siz o özelliklerinizi kullanmayan birisi olduğunuz için mutsuzsunuz.
Unutmayın! Kuvvetli olmak istiyorsanız, insanların arasında kuvvetli birisi olmak istiyorsanız, o zaman Allah’ın ilmini öğrenin.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
“Eğer Bana inanıyorsanız, Bana güvenin, tevekkül edin, Beni vekil tayin edin. Eğer Bana tevekkül ederseniz bilin ki; en kuvvetli sizsiniz.”
Bunun iki açıklaması var:
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
“Eğer Ben, sizinle berabersem bütün dünya düşmanınız olsa Ben, onları yenerim. Eğer Ben, sizin düşmanlarınızla berabersem, sizin bir düşmanınızla berabersem bütün dünya sizinle beraber olsa gene Ben yenerim; sizi de, sizinle beraber olanları da.”
Öyleyse seçiminizi neden Allah’ın karşısında bir pozisyonda yer alarak resimliyorsunuz? Kendinize yazık etmiyor musunuz? Bu tasavvufun içindeki insanlar neden mutlular da siz mutsuzsunuz diye hiç düşünmüyor musunuz? Onların yaptıklarını yapmayarak onların birtakım zavallılar olduğunu, sizin de akıllılar safında olduğunu düşünüyorsunuz, öyle değil mi?
Sevgili okuyucular, kendinize ne kadar yazık ettiğinizi bugün anlayamayacaksınız ama bir gün öleceksiniz. O zaman acı acı bütün sizin gibi olanların:
“Yarabbi, şimdi hakikati anladım, beni tekrar geriye gönderir misin? Şu dünyada yaşayayım da Sana ne kadar lâyık bir kul olduğumu Sana ispat edeyim.”
Allahû Tealâ firavunun bu talebi üzerine şöyle buyuruyor:
“Ey firavun! Böyle bir talepte bulunanları hiçbir zaman geri göndermeyiz ama seni başka bir şekilde geri göndereceğiz. Senden sonra gelecek olan binlerce yıl boyunca insanlara senin gibi asi olanların hangi duruma geldiğini ispat etmek için senin vücudunu çürütmeyeceğim, seni burada, şu anda Bana secde ederken olduğun vaziyette binlerce yıl vücudunu muhafaza edeceğim.
Sevgili okuyucular, firavunun bu secde hüviyetindeki cesedi bugün British Museum’da ve insanlar ibretle bakıyorlar. “Ben Allah’ım!” diyen o firavunun Allah’ın karşısında nasıl secdeye geldiğini bütün insanlara ispat ediyor ceset. En az 3000 yıldan beri bu cesette en ufak bir çürüme olmamış. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de verdiği sözü yerine getiriyor. Bir örnek kılmış onu gelecek olan nesillere.
İşte Allah’ın taraftarı olmak veya farkına bile varmadan şeytanın taraftarı olarak kalmak. O sizlerin elinde. Gönlünüz nasıl isterse öyle yaşayacaksınız. Unutmayın, üstelik buna yetkilisiniz.
O Allah’ın evliyasının neden o kadar mutlu olduğunu hiç düşündünüz mü? Kalpleri Allah ile birlikte olduğu için. Yunus diyor ki:
“Ben O’nu kendime dost kıldım. Artık O’ndan neden korkayım!”
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
“O Allah’ın evliyası var ya, onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.”
Neden korku yok? Allah ile dost olmuşlar. Onlar Allah’ı sevmiş, Allah da onları sevmiş.
Sevgili okuyucular, bu söylediğimiz noktadan itibaren neler oluyor beraberce bakalım.
Her %7 nur birikimiyle, kişi 7 tane gök katını aştı. %51 nur birikimi oluştu, baştan %2 huşûda almıştı rahmet. Kişi, 7 defa 7 (%49) fazl birikimini gerçekleştirdi; kalbi %51 nura kavuştu.
O kişi nefsini tezkiye etti ve dünya mutluluğunun % 51’ine ulaştı. Hiç kimse başkasının mutluluğundan ve mutsuzluğundan mesul değildir. Kim mutsuzsa, o sadece kendisi kendi mutsuzluğundan mesuldür ve atacağı bütün adımlar yanlıştır. Şeytan devamlı ona tesir etmek suretiyle onun mutluluğa ulaşacak olan güzel adımlar atmasına hep mani olur. Kişi de en akıllı standartlarda en doğruyu yaptığını zanneder ve hayatını mutsuzlukla tüketir. Bu sebeple Fatır Suresi 18. âyet-i kerimeye bakalım:
35/FATIR-18: “Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in tet’u muskaletun ilâ hımlihâ lâ yuhmel minhu şey’un velev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât, ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(i), ve ilallâhil masîr(u).”
Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Eğer (başkasını) çağırırsa yüklensinler diye, hiçbiri yüklenilmez. Akrabası olsa bile. Muhakkak ki; sen ancak Rab’lerine gaybta huşû duyanlar ve namaz kılanları uyarırsın. Kim nefsini tezkiye ederse, bunu kendi nefsi için yapmış olur ve (ruhu) Allah’a doğru yola çıkar (Allah’a ulaşır).
Sonuç; ruhunu Allah’a ulaştıran kişi Allah’ın evliyası olur.
Ruhunuz 7 tane gök katını aştığı zaman 7 âlem geçer ve ondan sonra yaptığı bir dikey yolculukla Allah’ın Zat’ına ulaşır. Evet, Allah’ın Zat’ı var. Ruhunuz Allah’ın Zat’ında kaybolur. O zaman fenâfillah makamındasınız. Fenâ, “fani olmak, yok olmak” demek. Fî, “içinde” demek. Allah da “ALLAH” demek. Fenâfillah, “Allah’ın içinde yok olmak, fani olmak” demek.
Ne zaman ruhunuz Allah’ın Zat’ına ulaşır da, Allah’ın Zat’ında yok olursa, emri yerine getirmiştir. Ruhunuzun Allah’a siz hayattayken geri dönmesi konusunda tam 12 tane farz var. Unutmayın! Hiç kimse mecbur değildir. Siz dilerseniz emri yerine getireceksiniz ve mutlu olacaksınız. Dilemezseniz yerine getirmeyeceksiniz. Mecbur değilsiniz ama yerine getirmez iseniz cehenneme gitmek zorundasınız.
Cennet saadetlerinin birincisi, Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an gerç