Nasireddin Tusi (1201-1274)
Nasireddin Tusi bir filozof, gökbilimci ve matematikçidir. Moğol Hanı için bir gökbilimci olarak çalışmış ve şu an "Nasreddin Çifti" (zic- cin) olarak bilinen gezegenlerin hareketine ilişkin çalışmalara bir model sunmuştur. Tecridi'l İtikad ve el-Ahlaku'l Nasırıyye dahil teozofı ve teo- lojik konular üzerine birçok eser kaleme almıştır. Şii skolastik eğitimin en iyi ve en kalıcı yönlerini kurtarması, birleştirmesi ve sistematize et¬mesiyle ünlüdür.
Hace Nasireddin Tusi, 1201'de İran'ın Tus kentinde doğmuştur. Ba¬bası Muhammed İbnu'l Hasan, önde gelen bir Şia fakihidir ve Nasired¬din Tusi'ye tefsir ve hadis, Şia fıkhı, hukuk, mantık, tabii ilimler, metafi¬zik, matematik ve Arap dili ve grameri gibi İslami ilimlerde ilk eğitimini vermiştir. Nasireddin Tusi daha sonra çalışmalarına devam etmek için şair Ömer Hayyam'ın doğum yeri olan Kuzeydoğu İran'daki Nişabur'a (ya da Horasan bölgesindeki Neysabur) gider. O dönemde Nişabur, İs¬lam dünyasının Doğudaki kültürel ve entelektüel başkenti kabul edilir ve bu yüzden Nasireddin, silsilelerini büyük İbni Sina'ya dayandıran önde gelen âlimlerin gözetiminde birçok farklı konuda eğitim almıştır.
Bununla birlikte Nişabur'da eğitim aldığı dönemde Moğollar, Horasan'ı istilaya başlarlar ancak Nasireddin yerel bir îsmaili (Şia'nın bir kolu; İsmaililikle alakalı daha ayrıntılı bilgi için bkz. el-Mehdi) şehzade tarafından nispeten güvenli kalesinde kalmaya davet edilir. 8 yıl kadar bu¬rada kalır ve çalışmaları yanında özellikle astronomi üzerine eserler yaz¬makla meşgul olur. Diğer daha varsıl bir İsmaili şehzade de Nasireddin'i işitir ve onu sarayına davet eder. Bu daveti 1234 civarında kabul eder. Çalkantılı dönemler göz önünde bulundurulduğunda Nasireddin'in ken¬disini şehzadelerin himayesinde yaşamaktan şanslı hissettiği düşünüle¬bilir. Ancak onun için neyin güç olduğu pek de açık olmamasına karşın "imkânsız" bulduğu koşullardan çokça şikâyetçi olmuştur.
1252'de Moğol Hanı Mengü, kardeşi Hülagû'yu (Cengiz Hanın to¬runlarından biri) İranı tamamen kuşatması için gönderir. Dendiğine göre Hülagû, Cengiz Hanın ordusundan bile daha büyük bir orduyla oradan ayrılır ve Pers bölgeleri birer birer teslim olup Moğol kumanda¬nın hizmetine girer. O esnada Nasireddin büyük İsmaili önder Rükned- din Hurşah'ın hizmetindedir. Rükneddin de 1256'da Hülagû'ya boyun eğer. Nasireddin gerçekte Büyük İsmaili üstadın gözetiminde bir tut¬saktır ve bu nedenle onun için Moğollar'ın gelişi bir nevi özgürlüktür. Kütüphanesi ve astronomi araçları yok olmaktan kurtulmuş ve artık Ab¬basi lerin başkenti Bağdat'tan sonra başı çeken Hülagunun maiyetine girmiştir.
Büyük Üsred'in gözetimindeki rolü gökbilimciliktir ve bu nedenle Hülagû onu hizmetine almıştır. Hülagû'nun Bağdat'ı ne zaman kuşata¬cağına ilişkin Nasireddin'in astrolojik zamanlamasına dayanması, en azından oldukça önemli bir sorumluluktur. Eğer kuşatma başarılı olma¬saydı Nasireddin'in yaşamı oldukça kısa olurdu. Bağdat'ın Moğol gücü¬ne çokça direnecek bir devlet olmaması, Nasireddin için bir şanstır; ya-kınlarda büyük bir akına uğramıştır ve genel olarak başkentte düşük bir moral ve kargaşa bulunmaktadır. 1258'de kuşatma başlar ve Nasireddin Hülagû'nun maiyetinde ona o denli yakındır ki Moğol hükümdarı onu halifeyi teslim almaya ikna etmesi için Bağdat'a gönderir. Halife ilk di¬rencin ardından nihayet teslim olur ve on gün sonra idam edilir. İlginç olan şey -belki de yanlış bir konudur- Nasireddin'in kimi kaynaklarda halifenin ölümünden sorumlu tutulmasıdır; Moğol hükümdarın halife¬yi öldürmede -bir halifenin Tanrının "yeryüzündeki gölgesi" olduğunu düşünerek- Tanrının gazabını çeker endişesiyle isteksiz olduğu kayde¬dilir. Nasireddin Hülagû'ya hiçbir şeyin olmayacağına güvence vererek halifenin bir halıya sarılı olarak yuvarlanıp öldürülmesini önermiştir; yıldırım, deprem, taşkın vb. herhangi bir şey olacak olursa, yuvarlanma durdurulacak ve halife kurtulacaktır. Söylemeye bile gerek yok, talihsiz halife uzun süren nahoş bir ölümle can vermiştir.
Nasireddin'in gücü Hülagû'nun himayesi nedeniyle o denli etkindir ki anlatılanlar ne denli yanlış olursa olsun başkalarının yaşam ve ölüm¬leri konusunda bir güce sahiptir. Kimilerine göre Bağdat'ta birçok Müs¬lüman âlimi kurtarmışken kimilerine göre yalnızca Şiiliği seçenler kur¬tulmuştur; kalan Sünniler ise idam edilmiştir. Nasireddin bir süreliğine Hülagû'yla Bağdat'ta kalıp Irak'ın merkezindeki Hillah'a Şii eğitimin büyük merkezine yola koyulmadan önce, başkentte hükümdara gücü¬nü nasıl pekiştireceği konusunda danışmanlık yapmıştır. Burada birçok ünlü kelamcı ve fakihle tanışır. Aynı anda Hülagû Kuzeybatı İran'daki Maraga'da yönetiminin ilk merkezini kurmuştur. Nasireddin kente çağ¬rılmış ve burada dünyaca ünlü olacak ve birçok bilimadamını kente çe¬kecek bir gözlemevinin (kalıntıları günümüze dahi ulaşmıştır) inşasına nezaret etmiştir. 1256'da Hülagû ölür ve yerine aynı şekilde Nasireddine himaye sunan oğlu Abaka Han gelir. Nasireddin yeni hükümdarın veziri ve şahsi hekimi olur. 1273'de Bağdat'ta resmi bir gezideyken, Nasireddin hastalanır ve ertesi yıl vefat eder. Bedeni birçok önde gelen Şii'nin türbe¬sini de barındıran Bağdat'taki Kazımeyn Camiine gömülür.
Bazı saray görevlilerinin himayeleri ve kendi şikâyetlerine karşın, Nasireddin tıptan kelama çeşitli konuları kapsayan zengin bir malzeme ortaya koymayı başarmıştır. Matematiğe ilişkin en az 19 risale kaleme almış olup ona atfedilen 100 kadar metin bulunmaktadır. Kendisine İbni Sina'yı model alarak beliğ bir şekilde hem Arapça hem de Farsça yazmıştır. Eserlerinin çoğunluğu Arapça olsa da, Farsça eserleri bu dili felsefi söylemin bir lingua francası yapmıştır. Felsefi eserlerini -karşıt olmaktan çok birbirlerini destekleyen- bilimsel çalışmalarıyla yakından alakalı görmüştür. Bu antik Yunan geleneğinde alışılmadık bir durum değildir. Nasireddine birçok İsmaili Şii himaye sunup onun eserlerinde birçok İsmaili fikre rastlansa da onun bir İsmaili ya da belki İsnaaşeriye- ci (12 imamcı) bir Şii olup olmadığı konusunda kimi tartışmalar bulun¬maktadır. Trigonometri, özellikle de gezegenler teorisi üzerine bilimsel çalışmaları, büyük bir etkiye sahip olmuştur. Aslında kesinlik bakımın¬dan Batlamyus'u gölgede bırakan bir gezegen modeli ortaya koymasıyla ün kazanmıştır.
Moğol istilacılar İslami Ortodoksiye karşı bir şekilde ihtiyatlıdır¬lar; ancak tasavvuf ve Şia'ya daha büyük anlayış göstermişlerdir. Mo¬ğollar, Şiilere önemli konumlar verip onların daha önce izin verilen¬den daha büyük ölçüde entelektüel ve felsefi tartışmalara girmelerini sağlayarak kurtarıcı olmuşlardır. Bu entelektüel yenilik büyük ölçüde Nasireddin tarafından elde edilmiştir. Nasireddin, İbni Sina ve Yah¬ya Sühreverdî'nin Yeni Eflatuncu öğretilerini benimsemiş ancak İbni Sina'nın aksine Tanrının varlığının ispata tabi olmayıp daha çok, kabul edilmesinin zorunlu olduğuna inanmıştır. Otoriter öğretimin önemini kabul etmesine karşın teolojik söylemde felsefenin, aklın önemini sa¬vunmuştur. Ona göre felsefe, entelektüel seçkinlerin yani bu disiplinin dilinde oldukça mahir olanların işidir. En çok İbni Sina'nın eserlerinin bir şarihidir -oldukça başarılı bir şarihidir. Orijinalitesi daha çok man¬tık alanında özellikle hermenötiği ele alışında yatar.
Nasireddin'in politik felsefesi, Aristocu ve Pers fikirlerinin bir sen¬tezi gibi bir şeydir. Ahlak-ı Naşiri adlı eseri üç bölüme ayrılır. İlk bölüm bireyle, ikincisi aileyle üçüncüsü toplumla alakalıdır. Felsefe ve fıkhı bir araya getirmeye çalışmıştır. Nasireddin'in felsefeye olan ilgisi değişmez hakikatlerle ilişkin olup kimi doğal ilkelere ilişkin bize kılavuzluk yap¬mayı önemli kabul eder; fıkıh, zamana ve toplumun göreneklerine göre değişebilen uzlaşımla alakalıdır. Sonuçta Nasireddin'in ahlakı, bir yanda Eflatuncu bir ahlak kavramını Aristocu öznel ahlak kavramıyla birleşti¬rir. Nasireddin'e göre şeriat söz konusu olduğunda yorumlama için çok¬ça hareket serbestisi vardır ve özellikle Sünni fakihlerin inanmış olduk¬ları kadar mutlak değildir. Nasireddin için aile önemlidir; çünkü evi, politik yaşamın merkezi ve aslında insanın hayatta kalması için lüzumlu görür. Adı geçen eseri koca ve karısı, ebeveyn ve çocuklar arasındaki ilişkiyi, ayrıca fınansal yönetim ve komşularla geçinmenin önemini ele alır. Merkezi tema bir karşılıklı saygı ve sorumluluktur; kızların okuyup yazmasının gereksiz olduğunu düşünse de çocuğun eğitiminin önemi¬ne geniş yer verir. İlgi çekici olan bir nokta da çokeşliliğe karşı uyarıda bulunması ve şarap içmenin adabı dahil, görgü ve doğru davranışlara ilişkin kimi tavsiyeler vermesidir.
Ahlakın son bölümü, devlet politikasını ele alır. İnsanların niçin uy¬garlığa gereksinim duyduklarını tartışarak başlar ve sonra Aristo'nun yaptığı gibi dörde ayrılan farklı yönetim biçimlerini ele alır. Krallık, üstünlük, soyluluk ve toplum (cemaat). Yönetimin yegâne erdemli bi¬çiminin toplum olduğunu kabul eder-her ne kadar bununla toplumla yönetim değil daha çok ilahi esine sahip bir kişi tarafından yönetilen bir toplumu kast etse de. Dolayısıyla burada kast edilen demokrasi olmayıp bir filozof kral ya da Şii terminolojide İmam tarafından yönetimdir. Ay¬rıca Aristocu tarzda Nasireddin de "politika bilimi'nin (hikme-i madini) -esasen ahlaktır- diğer tüm zanaatları yöneten "yüce zanaat" olduğunu belirtir; insanlığın nihai sonu, "te/os'üdur. Bilginin, sosyal düzen için temel olduğunu öne sürer.
Kentlerin düzeni krallığa (mülk) dayanır ve krallığın düzeni siyasete, siya- setinki ise hikmete dayanır. Hikmet galip gelip hakiki kanun (namus-i hak) onu takip ettiğinde, varlıkların kemaline olan ilgi gibi nizam sağlanır. An¬cak eğer hikmet ayrılırsa, kanun (namus) zayıflar ve namus zayıfladığında mülkün ziyneti kaybolarak fitne zuhur eder.
Böylece politika biliminin amacı tıpta olduğu gibi dengedir. Dev¬let adamı "âlemin hâkimi"dir ve eğitim politikasının bir parçası olarak her kişinin erdeme ve dolayısıyla kemale (mükemmelliğe) ulaşması için politika bilimini çalışmasının bir ödev olacağına inanır. Herkesin ça¬lışmasına ilişkin bu gereklilik, özellikle imaları bakımından ilginçtir. Çünkü en azından toplumun entelektüel bir elitle sınırlı olmayıp top¬luma entelektüel olma fırsatı verilmesi gerektiğinin -Mevdudi'nin "teo- demokrasi'sinden farklı olmayan bir anlamda- en azından mümkün olduğunu belirtir.
Nasireddin'in Ahlak-ı Naşiri'si oldukça popüler olmuş ve birçok tak¬lidi yapılmıştır. Özellikle -pek de şaşırtıcı olmayarak- İran ve Osmanlı İmparatoru tarafından kabul görmüştür. Nasireddin engin bilgiye sa¬hip bir filozoftur ve bir vezir olarak filozof-devlet adamlığının ender bir kombinasyonuna sahiptir. Bununla birlikte felsefe yazılarından ayrı olarak İslam dünyasına katkıları yalnızca Maraga Rasathanesini inşa- sındaki rolü ve astronomik ve astrolojik bilgide uzmanlığa sahip, özel¬likle Çin'den filozof ve bilimadamlarının tanıtımındaki rolü göz önüne alındığında bile oldukça büyüktür.
kaynak: İslamda 50 Önemli isim