Arama


bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
25 Mart 2013       Mesaj #3
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye

İHSAN DOĞRAMACI
Önemli İşler Yapmıştı

3 Nisan 1915’te Osmanlı’nın Musul vilayetinin Erbil şehrinde, Belediye Başkanı Doğramacızade Ali Paşa’nın oğlu olarak dünyaya geldi. Günümüzde tasavvur etmek güç ama o günlerde bir dramı yaşayan nesildendi. İmparatorluğun çocuğu olarak doğdu, birkaç sene sonra yabancı bir işgal altındaki şehirde, bambaşka bir devletin uyruğunu taşıyordu.

Kendi şehrinde aldığı ilkokul eğitimi hiç şüphesiz ki onun yazılı Türkçesinin iyice yerleşmesine yardım etmiştir. Ardından Beyrut’ta Amerikan Koleji’nde ve nihayet İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okudu. Beyrut Koleji kuvvetli bir Amerikan eğitim kurumuydu. Beyrut’un kozmopolit ortamında Fransızcası da gelişti. Ama Arap dünyasının kültür merkezlerinden birinde mükemmel edebî bir Arapça edindi. Doğramacı’nın sık sık Arap politikacıların ve münevverlerin Arapçasını dahi düzelttiği görülürdü.

Yabancı bayrak altında kalan cemaatlerin üyesi bütün gençler gibi eğitime dört elle sarıldığı açıktır ve bu eğitimin de tıp ve mühendislik gibi pratik hizmete yönelik olması lazımdır. İstanbul’dan sonra Ankara Numune Hastanesi’ne geldi ve ardından Amerika’da mesleğine devam etti. Bir dönem Ankara’nın bütün politikacılarının, büyükelçilerin ve üniversite mensuplarının çocuklarına o baktı. İleride kuracağı tıp fakültesinin geniş çevrelerde destek görmesi, onun geniş bir çevre edinmesinden ileri gelir. Nitekim iyi bir hekimdi ve çok takdir topladı.

Bizim çocukluğumuzda bir barakada kurduğu Hacettepe Çocuk Hastanesi en makbul tıp kurumu haline dönüştü. Kısa zamanda buradan Ankara Üniversitesi’ne bağlı ikinci bir tıp fakültesi çıktı. Birkaç yıl sonra ise bu defa “Aynı üniversitede ikinci tıp fakültesi olmaz” dendi. Hacettepe Üniversitesi bu gerekçeyle bağımsız olarak kuruldu.

Bu arada yeni üniversiteyi meydana getirecek bütün bölümler -sosyoloji ve İngiliz filolojisine varıncaya dek- tıp fakültesinin içinde teşekkül etmişti. Rakip kuruluşlardakiler bu becerikliliği (!) tenkit ediyorlardı ama Türkiye’nin yoğun beyin göçü ile ABD’ye ve İngiltere’ye kaptırdığı genç yetenekli tıp bilginleri de tek tek onun tarafından ellerinden tutulup Hacettepe’ye getiriliyorlardı.

İnsanlar haksızlığa uğrayarak veya dışlanarak yurtdışına çıkmıştı; bazıları da maddi sıkıntı çektikleri için yurtdışını seçmişlerdi. Laboratuvar istiyorlardı, kütüphane istiyorlardı. Bir vakıf kurdu, üniversite mensuplarına devlet maaşını aşan ödemelerde bulundu. Kütüphane kurdu, imkân bahşetti. İltifatını kimseden esirgemedi. Hacettepe Üniversitesi’ni kurduktan sonra tıp dışında başka bölümlere de aynı imkânı verdi.

Hiç şüphesiz ki üniversitenin işleyişi, kürsüler arası ilişkiler ve idare ile öğretim üyesi arasındaki yetki bağları yanı başındaki Ankara Üniversitesi’nden de İstanbul’dan da çok farklıydı. Gözü o ikisinde değil, yeni kurulan Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ndeydi. Oradaki işleyiş ona daha cazip geldi ama şurası bir gerçek ODTÜ parlak bir mühendisliğin üniversitesiydi, Hacettepe ise bölge çapında parlayan bir tıp fakültesi ortaya çıkardı.

Başka üniversitelerde de iyi hocalar ve asistanlar vardı. Ama mensuplarının ‘Hocabey” dedikleri Doğramacı şeker ve yağı birleştirmesini biliyordu. İlk defa üniversite hocalarını bir araya getiren resepsiyonlar, milletvekillerinin sık sık davet edildiği yemekler, uzlaşma ve tanışma ortamı yarattı; kuruluştaki yasal engelleri de aşmaya yardımcı oldu. Denebilir ki halkla ilişkiler mefhumunu Prof. İhsan Doğramacı o tarihteki bodur Türkiye kapitalizminden daha iyi beceriyordu.

Aynı süratle milletlerarası alana el attı; sağlık alanında örgütlenen dünyada Dünya Sağlık Teşkilatı ve UNİCEF gibi yerlerde Doğramacı ve başında olduğu Türk heyeti hep birinci sıra locada oturuyordu. Seyahatleri için üniversite ve bakanlık formalitesini beklemezdi, gidiş dönüş masraflarını cebinden karşılar ve hatta gerekli danışmanları da yanında götürürdü. Bakanlardan mutlaka randevu alırdı, işte böyle bitmeyen bir enerji ile Hacettepe’yi kurdu.

İkinci eseri Bilkent’i kurmak için YÖK Başkanlığını kullandı derler. Galiba 12 Eylül idaresi üniversitedeki bazı projelerini gerçekleştirmek için İhsan Doğramacı’nın ismine sığınmayı tercih etmiştir. YÖK, Türkiye üniversitelerinde yanlışları ve doğrularıyla hızlı bir kuruluş dönemini temsil eder. Şu da bir gerçek ki kuruluşuyla birçok kişinin de huzuru kaçtı. Huzuru kaçıran en önemli unsur da özlük haklarıydı.

Herkes bir anda karşısına geçti. Turgut Özal hükümeti Doğramacı’nın ısrarının aksine rektör seçimi kuralını geri getirdi. Bu artık YÖK Başkanı ile yeni hükümetin arasındaki uzaklaşmanın ilk belirtisiydi. O gün bir resepsiyonda görüştüğümüzde bu tasarruftan şikâyet etti ve YÖK Başkanlığından ayrılacağını söyledi ve ardından o gün istifa etti. Sonraki olaylara bakılırsa bu protestosunda da pek haksız olmadığı görülür. Aslında YÖK, Doğramacı Hoca’yla işleyebilecek bir sistemdi.

Uzun bir ömür yaşadı. Bu uzun ömrü boyunca hafıza ve düşünce melekeleri sağlam kaldı. Yeryüzünün en ilginç insanları ve kurumlarıyla temas kurdu, istediklerini yaptırdı. Geriye Türkiye’de eğitime yön veren önemli bir kurum olarak Hacettepe Üniversitesi ve ilk vakıf üniversitesi olan Bilkent kaldı. Bilkent in özelliği az öğrenci, çok sayıda hoca, laboratuvarın âlâsı ve Amerikan usulü açık rafla hizmet veren merkezi kütüphane... Bilkent Üniversitesi Kütüphanesi ile sadece bu memlekette değil civar ülkelerde de tanınır oldu. Ve asıl önemlisi Bilkent Müzik Okulu, konser salonu ve orkestrası... Doğramacı akademik müziği bu memlekette yerleştirmek için en ısrarlı adımları atmıştır; dağılan Sovyetler Birliği’nin yersiz, işsiz kalan birçok iyi müzisyenini buraya celbetmiştir.

Önemli işler yapanların önemli de hataları olur ama herhalde pek az kavmin eğitim tarihinde bu kadar dinamik ve kurucu bir kişiliğe rastlanır.


kaynak.. Defterimden Portreler (İlber ortaylı)