Arama


bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
26 Mart 2013       Mesaj #10
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
RUS DEVRİMİ

Rus Devrimi yirminci yüzyılın çığır açan olaylarından biridir. Fransız İhtilali gibi, o da faal evresi sona erdikten çok sonra bile yankılarım sürdürmüştür. Ana ürünü olan Sovyetler Birliği’nin çöküşünün üzerinden on yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına kar¬şın, bugün etkisi hâlâ sürmektedir.

Rus Devrimi, Meksika Devrimi ile Osmanlı İmparatorluğu, İran ve Çin’deki benzer olaylarla birlikte, bir ölçüde benzer ne¬den ve amaçlara sahip bir devrimler kümesinin parçasıydı. Ne var ki, Rus Devrimi’nin etkisi bu kümedeki bütün diğer devrimlerden çok daha büyük oldu. Pek çok yönden, tıpkı Fransız İhtilalı’nın on dokuzuncu yüzyıl için yaptığı gibi, Rus Devrimi de yirminci yüzyılda devrim standardım belirledi. Profesyonel dev-rimcilerden oluşan bir partiye ve proletarya ile köylülük arasında ittifak olasılıklarına ilişkin düşünceleriyle Vladimir Lenin, iktidarı ele geçirmek için izlenecek yolun haritasını çizdi. Lenin’in çö¬mezi ve halefi İosif Stalin ise bu iktidarın, devrimi savunmaya ve genişletmeye muktedir sanayileşmiş, kentleşmiş bir toplumun inşa edilmesinde nasıl kullanılacağını gösterdi.

Rus Devrimi’ni ayrıntılarıyla ele almadan önce değinilmesi gereken en azından iki genel sorun var. Bunlardan biri, Alman tarih yazıcılığında sıklıkla ileri sürülen ve o ulusun izlediği özel tarihsel yol anlamına gelen Sondenvejf'in bir tür Rus versiyonu olan kaçınılmazlık sorunudur. Kaçınılmazlık konusunda kısaca, Rus Çarlığı’nın I. Dünya Savaşı’na kadar, hatta savaş sırasında bile devrim dışında birçok seçeneği olduğu söylenebilir. Siyasal kişilikler, savaşın patlamasından önceki yirmi beş yılda bu impa¬ratorluğu değiştirmek veya reformu başlatmak için çok büyük çabalar harcamışlardı. 1917 sonbaharında bile bir dizi seçenek bulunuyordu.

İkincisi, Rus Devrimi’ne ilişkin herhangi bir tanımın 1917 yılının o sıra dışı olaylarıyla sınırlı kalmayıp ötesine geçmek zo¬runda olmasıdır. Bunun yerine, biz bu devrimi, her biri çok daha büyük bir bütünün parçası olan dört farklı dönemde ele alacağız. İlkin, 1905 Rus Devrimi, başka koşullarda Rus Çarlığı’nı gerçek bir meşruti monarşiye dönüştürebilecek bir dizi olaya yol açtı. 1905 Devrimi’nin ürettiği değişiklikler yerleşseydi, Rus Çarlığı I. Dünya Savaşı travmasını atlatabilir ve muhtemelen Sovyetler Birliği’nin 1930’larda ulaştığı sanayileşme ve kemleşmeye yakın bir düzeye, hem de çok daha az insan kaybıyla ulaşmış olurdu. Bir somaki dönem 1914’teki kriz yılıdır. Üçüncüsü, 1917 ve o ola¬ğanüstü yılı izleyen İç Savaş’tır. Son olarak, önce 1920’lerde ve ardından, çok daha karanlık geçen 1930’larm Stalin Devrimi’nde iktidarı kullanma çabaları gelir.

1917 Devrimi

Şubat Devrimi Romanof hanedanına son verdi. Aslında sonu getiren bir devrimden çok, imparatorluğun savaşın baskı¬ları altında çökmesiydi. Yenilgilerle hırpalanan rejim, 1917 ba-şında ekonomik çözülmeye de yaklaşmıştı. Nikolay ve bakanları, Duma üyelerinin, sanayicilerin ve profesyonellerin savaş çabasına yardımcı olma arzusundan yararlanmamıştı. Rusya’da denetim¬li İngiliz ve Alman ekonomilerine benzer bir şey yoktu. Bunun yerine, fabrikalar hammaddelerden yoksundu, kentte yaşayanlar gıda ve ısınma ihtiyaçlarını karşılayamıyordu, ordu da gereken erzak, silah ve mühimmattan yoksundu.
23 Şubat’tan (8 Mart) başlayarak, büyük çoğunluğu kadınlar¬dan oluşan kalabalıklar, Petrograd (St. Petersburg’un savaş döne¬mindeki adı) sokaklarına döküldü. Sonraki birkaç gün boyunca kalabalıklar daha da büyüdü ve radikalleşti. Kalabalıkları kontrol altına almak için gönderilen askerler de onların yanına geçti. Baş¬kentte düzeni sağlayamayan rejim çözüldü.

Açılan siyasal boşluğa, Duma’nın içinden çıkan bir Geçici Hükümet adım attı. Geçici Hükümet işgününü sekiz saate in¬dirmek gibi bazı halkçı kararlar aldı. Hükümet önünde sonunda yeni bir yönetim sisteminin ayrıntılarım belirleyecek bir kurucu meclis oluşturmaya karar vermişti. Bununla birlikte, en önde ge¬len görev savaş çabasının sürdürmekti. Köylüler için toprak gibi diğer ağırlıklı sorunlar belirsiz süreyle ertelenecekti. Belki de Ge¬çici Hükümet’in en önemli hatası, kitlelerin sabır ve iyi niyetine fazlasıyla bel bağlamasıydı.

Bir başka kurum olan Petrograd Sovyeti, Geçici Hükümet’in oluşmasıyla aynı dönemde ortaya çıktı. Petrograd yöresinin işçi¬lerini, askerlerini ve denizcilerini temsil ediyordu. Sürekli değişen üyeliğiyle, kamuoyunu en dolaysız yolla yansıtıyordu. Hükümet gücünü kullanmaya kalkışmamakla birlikte, Geçici Hükümet kar¬şısında hatırı sayılır ağırlığı vardı. Gözlemciler “ikili iktidar”dan söz ediyorlardı: Geçici Hükümet’in yaptığı her şeyde Petrograd Sovyeti’nin görüşünü dikkate almak zorunda olduğu düşünce¬sinden.

Başlangıçta, Geçici Hükümet’teki önde gelen isimler bir Ana¬yasal Demokrat (Kadet) olan dışişleri bakanı Pavel Milyukov ile Oktobrist olan savaş bakanı Aleksandr Guçkov’du. Milyukov, hükümetin savaştan sonra, sınırların değişmesine ilişkin hüküm¬ler de dâhil, savaşta müttefikleriyle yaptığı antlaşmalara bağlı ka¬lacağını belirttiği zaman kopan gürültü, hükümet değişikliğine kadar vardı. Yeni Geçici Hükümet’te iki önemli değişiklik vardı. İlkin, yeni savaş bakanı Aleksandır Kerenski en göze çarpan isim olarak ortaya çıktı. Ilımlı bir sosyalist olan Kerenski, 1917’nin devrimci karmaşasında hükümetin tüm diğer üyelerinden daha rahat görünüyordu. İkinci görüşmeme, sosyalist partilerin temsilci¬lerinin hükümete girmesiydi. Hem RSDİP’de Lenin’in rakipleri Menşevikler, hem Sosyalist Devrimciler yeni Geçici Hükümet’e katılmışlardı. Artık hükümet politikaları ile eylemlerinin sorum¬luluğunu paylaşıyorlardı.

Bolşeviklerin önderi Lenin, Nisan 1917’de Rusya’ya döndü. “Nisan Tezleri”nde, partisini Rusya’daki tüm diğerlerinden ayı¬ran bir görüş ortaya koydu. Cesur bir biçimde, ilhak veya savaş tazminatı olmaksızın barış ilan edilmesini, köylülere toprak ve¬rilmesini ve tüm iktidarın Sovyetlere devredilmesini istedi. Bu, Bolşeviklerin sonunda iktidarı ele geçirmesine çok önemli bir katkıydı. Ne var ki, o sırada birçok Bolşevik bu yeni yönelimi kabul etmekte güçlük çekti. Lenin’in partideki birçok kişiyi kendi görüşlerinin doğruluğuna ikna etmesi gerekti ve bu ne ilk kez oluyordu ne de son kez olacaktı.

1917 yazı sonunda, o yaz içinde başbakanlığa yükselen Kerenski’nin, hükümetin denetimini sıkıca elinde tuttuğu görü¬lüyordu. Kerenski’nin düzenlemiş olduğu saldırının başarısızlığı¬na karşın, Geçici Hükümet o büyük kargaşanın yaşandığı Tem¬muz Günleri’ni adatmayı başardı. O dönemde silahlı göstericiler sosyalist partilerden hükümeti ele geçirmelerini istemişler, Bolşevikler de iktidarı ele geçirmeye yönelik bir girişimde bulunma düşüncesini gözden geçirmişlerdi. Sosyalistler hükümet sorum¬luluğunu almayı reddettiler, Bolşevikler de başarısız olma riski¬ne girmektense silahlı bir ayaklanmadan vazgeçtiler. Ağustos’ta General Kornilov’un sağ darbe girişimi başarısız oldu. Bolşevik Parti, Lenin’in bir Alman ajanı olduğu söylentileriyle yıpratıldı. Lenin tutuklanmamak için kılık değiştirerek Finlandiya’ya kaçar¬ken, bazı Bolşevikler gözaltına alındı.

Sonbaharda ne Kerenski ne Lenin Rusya’daki durumu net olarak görebiliyordu. Ama koşullar Lenin’in lehine gelişti. Ke¬renski, kamuoyunu temsil edecek ve seçimlere hazırlayacak grup¬lan toplantıya çağırarak Kurucu Meclis’in seçimini geciktirmeye devam etti. Lenin’se, Rusya’nın devrim için olgunlaştığına ikna olmuştu. Durumun bu olduğuna diğerlerini de ikna etmek üzere işe girişti. Bolşevik Parti Merkez Komitesi (MK) eyleme geçmek konusunda isteksizdi, ama sonunda devrim düşüncesini günde¬me almaya razı oldu.

Bolşeviklerin Ekim Devrimi’nde iktidarı ele geçirmelerine yardım eden iki etken vardı. İlki, ülkedeki kaos ortamıydı. Top¬raklara el koyan köylüleri, fabrikaları işgal eden işçileri, birlik-lerinden firar eden askerleri ve özerklik, hatta bağımsızlık için uğraşan milli azınlıklarıyla, Rusya neredeyse anarşi içindeydi. Kent ve bölge yönetimleri yerel olaylara Petrograd’a pek sorma¬dan tepki gösteriyordu. Bununla birlikte, geriye pek bir şey kal¬mamış olsa da, ulusal liderliği hâlâ Petrograd’dan bekliyorlardı. İkinci etken, artık Bolşevik Parti’de önemli bir kişi ve Petrograd Sovyeti’nin etkili bir üyesi olan Leon Troçki’nin çalışmalarıydı. Troçki, Sovyet’teki konumunu devrimi koruma hazırlığı için kul¬lanmıştı. Kızıl Muhafiz birimleri, işçi milisleri, asker ve denizci¬lerle bağlantılar kurmuş, bunu yaparken de Geçici Hükümet’in askerler üzerindeki otoritesini sarsmıştı.

Bolşevikler, Geçici Hükümet’in Bolşevik gazetesi Pravda’’ya karşı eylemlerini bir karşıdevrim başlangıcı olarak sundular. Ça¬bucak Petrograd’ın denetimini ele geçirdiler ve Geçici Hükümet’i devirdiler. Bolşevik Parti Petrograd’da bile hâlâ azınlıktaydı, ama amaçlarının ülkedeki kitlelerin amaçlarını temsil ettiğini ileri sü¬rebilirdi. Çoğu işçi ve köylü Bolşevik değildi, ama Bolşevik prog¬ramım, özellikle devrimi savunma düşüncesini kabul ediyorlardı. Bolşeviklerin hükümeti ele geçirmesi, o sırada Petrograd’da top¬lanmaya başlamış olan İkinci Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi’ne, devrimi koruma çabası olarak sunuldu. Delegelerin tümü Bol¬şeviklerin yapmış olduğunu onaylamak istemiyordu ve birçoğu toplantıyı terk etti. Ama geride kalanlar bir Bolşevik-Sol Sosyalist Devrimci hükümeti onayladı.

İktidar görece az kan dökerek ele geçirilmişti. Ama bunu iz¬leyen İç Savaş kanlı ve acımasız oldu. İç Savaş döneminin, devri¬min yanlış yöne gitmeye başladığı nokta olduğu ileri sürülmüş-tür. Buna göre, o sırada atılan adımlar ve benimsenen yöntemler, daha sonraki yıllar da Stalin’in 1930’larda kurduğu sert rejimden kaçınmayı güçleştirmişti.

Başlangıçta birkaç çetin seçimin yapılması gerekti. İlki, ilk ve son kez Ocak 1918’de toplanan Kurucu Meclis’le ilgiliydi. Delegelerin yaklaşık dörtte biri Bolşevik’ti. Bazıları Sol Sosya¬list Devrimcilerdendi, ama delegelerin çoğunu ılımlı Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler oluşturuyordu. Bolşevikler birlikte çalışmanın ne kadar zor olacağını anlar anlamaz Kurucu Meclis’i dağıttılar.

Bir başka zor seçim, Almanya’yla bir barış antlaşması imzala¬nıp imzalanmayacağı sorunuyla ilgiliydi. Troçki’nin bazı zekice manevralar (“ne barış ne savaş”) denemesine karşın, Almanlar Brest-Litovsk Antlaşması’nda ağır koşullar dayattılar ve Lenin antlaşmanın kabul edilmesinde ısrar etti.

“Savaş Komünizmi” adı verilen ve 1918’den 1921’e kadar hüküm süren ekonomik politikalar, büyük ölçüde İç Savaş ko¬şullarına, yani gıda stoklarını, sanayi üretimini ve malların dağı¬tımını kontrol altında tutma zorunluluğuna verilen bir yanıttı. Bununla birlikte, Savaş Komünizmi’nin tek bir ekonomik plan oluşturma ve komünizmin kurumsal temelini yaratma çabası ol¬duğu da doğrudur. Ekonomiyi örgütleme ve yönetme yöntemi olarak başarısız olmasına karşın, Bolşeviklere karar alma ve zor kullanımı konusunda kazandırdığı deneyim, onları yeni toplu¬mu biçimlendirmede baskının gerekliliğine inandırmaya yardım etti.

Beyaz Ordu’nun etkinlikleri ve çeşitli yabancı müdahaleler de İç Savaş’ın sona ermesinden sonra bile partiyi nitelemeye devam eden bir kuşatılmışlık zihniyetinin biçimlenmesine yardım etti. Troçki’nin önderliğinde Kızıl Ordu’nun ve Feliks Dzerjinski’nin önderliğinde gizli polis Çeka'nm kuruluşu da, acımasız yöntem¬lerin zorunlu görüldüğü bir atmosfere katkıda bulundu. Lenin hep “yumuşak” olmaktan çok “katı” olmakla övünürdü. O gün¬ler, Bolşeviklerin sertliklerini sergilemelerini ve amaca ulaşmak için mevcut her türlü aracı kullanma iradesini göstermelerini ge¬rektiren zamanlar olarak görülüyordu.

Bazı Avrupalı sosyalistler, Bolşevikleri ne pahasına olursa olsun iktidarı ellerinde tutmakla eleştirdiler. Örneğin, Alman Komünist Partisi’nin kurucularından Rosa Luxemburg, iktidarı korumak için böylesine sert yöntemler kullanmaktansa, düpedüz ondan vazgeçmenin daha iyi olup olmayacağını soruyordu. Her durumda İç Savaş, parti üyesi olsun olmasın, milyonlarca Rus için biçimlendirici bir deneyim oldu. 1920’lerde güçlü konumlara gelenlerin birçoğunu katılaştırdıktan başka, 1920’lerin sonun¬da pek çok genç Rus’u karakterize eden idealizmde ve devrimin amaçları için kendini feda etme isteğinde kendini gösteren bir devrimci mit de yarattı. Beş Yıllık Plan’lar için Stalin bu enerji ve coşkudan yararlandı.

Sonuç

Rus Devrimi, kendinden önceki Meksika ve Britanya Devrim¬leri gibi farklı bölümlerden oluşur. 1917 Devrimi uzun devrimci sürecin kilit öğesiydi, ama tek öğesi değildi. 1905 Devrimi ve onun getirdiği olanaklardan yararlanmadaki başarısızlık, 1917’ye ve İç Savaş dönemine giden yolu hazırladı. 1917’den sonra Rusya’yı kontrol edenler, tıpkı Meksika Devrimi’nde olduğu gibi, 1920’leri iktidarlarım pekiştirmek ve daha önceki olayların yarat¬tığı hasarları onarmak için kullandılar. Daha soma, 1930’larda Sovyetler Birliği’ni yeniden yaratmak için çok daha radikal bir tarzda harekete geçtiler.

Devrimin Meksika ve Sovyetler Birliği’ndeki sonuçları ile İngiliz Devrimi’nin sonuçlan arasında büyük zıtlıklar görülür. İngiliz Devrimi, pek kusursuz olmasa da, daha esnek bir hü-kümet, ekonomi ve toplum sistemine doğru evrime izin veren koşullar yaratmıştı. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda İngiltere’de, gelişen meşruti monarşinin tehlikeye düştüğü anlar oldu. Bununla birlikte, İngiliz sistemi düzensizlik ve protestolar¬la yüz yüze geldiğinde bile devrimi tekrarlamaktan kaçındı. Öte yandan Meksika ve Sovyet devrimleri 1940’larda ve 1950’lerde görece iyi, 1960’lar ile 1970’lerde daha az iyi, 1980’lerde ise (Meksika’da 1990’larda da) kötü işleyen, görece katı sistemler yarattı. Eski Sovyetler Birliği’nin farklı kesimleri, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle başlayan geçiş döneminin sorunlarıyla mücadele etmeyi hâlâ sürdürmektedir.

1930’lann sonuna gelindiğinde Sovyetler Birliği’nde yaşam, bazen çarlık dönemini anımsatsa da, I. Dünya Savaşı’ndan önce var olandan köklü bir farklılık gösteriyordu. (II. Dünya Savaşı’nın Sovyetler Birliği’ne etkisi çok derin oldu. Bazı araştırmacılar bunu, Stalin’in 1930’lardaki politikalarının etkisine eşdeğer gö¬rür. Haklılık payı ne olursa olsun, bu bakış açısı buradaki tartış¬manın kapsamının dışında kalıyor.) Stalin’i izleyen parti önderleri onun muazzam ve keyfi gücünden yoksun olmakla birlikte, sis¬tem gene de ağırlıklı olarak tek ve güçlü bir lidere dayanıyordu. Leonid Brejnev’in son dönemlerinde olduğu üzere, liderin gö-revini güçlükle yerine getirebildiği zamanlarda bile, sistem onun simgesel varlığını gerektirecek biçimde kurulmuştu.

Daha az görünür olan, Komünist Parti bürokrasisi ve onunla ilişkili çeşitli bürokrasilerdi. Sistemin diğer tüm özelliklerinden daha çok, güçlü ve ayrıcalıklı seçkinlerden oluşan bu bürok¬rasiler, inisiyatifi ve yenilikçiliği boğdular. Seçkinler ile kitle¬ler arasındaki farklılıkların kapitalist toplumlardakinden daha küçük olduğu doğru olmakla birlikte, hâlâ Marx ve Engels’in öğretilerine uymayan hatırı sayılır farklar vardı. Sistem yenilik gerçekleştirmek bir yana, yapılmakta olan işleri geliştirmek için bile çok az dürtüye sahip bir ekonomi yarattı. Sovyetler Birli¬ği ancak, çoğu askeri konular veya kültürel saygınlıkla ilişkili birkaç alanda üstünlük kurdu. Birçok temel alanda, özellikle tüketim malları, konut sağlamada ve sonraki yıllarda sağlık hiz¬metlerinde kötüydü.

Ortalama Sovyet yurttaşı için 1930’lann sonuna gelindiğinde kendini tüketmiş olan devrim iki çekici özelliğe sahipti: II. Dün¬ya Savaşı’nda Nazi Almanya’sına karşı Sovyet zaferinin de kanıt¬ladığı üzere güçlü bir devlet yaratmış ve zorunlu ihtiyaç mad¬delerinin çoğunu ya ücretsiz veya düşük, desteklenmiş fiyatlarla sağlayan, ama kötü yönetilen bir refah devleti getirmişti. Buna karşılık, yurttaşın sistemin koyduğu kalıplara uyması gerekiyordu. Birey olmanın ve kendi yaşamının bir parçası üzerinde sınırlı bir denetime sahip olmanın mümkün olduğu küçük bir alan bulabi¬liyordu. Rejimin kabul ettiğinden daha çok olsa da, görece az sa¬yıda kişi bu duruma karşı çıktı veya isyan etti. Ayrıca, 1960’ların sonuna gelindiğinde Batılı gazetecilerle temasa geçen muhalefet olgusu da ortaya çıkmıştı.

Meksika Devrimi’yle karşılaştırıldığında, Rus Devrimi daha kanlı, daha acımasız ve daha baskıcıydı. Aynı zamanda çok daha etkiliydi. Lenin’in devrimciler ve devrim hakkındaki düşüncele¬ri, yirminci yüzyılın başından sonuna kadar Marksistleri ve di¬ğer radikal düşünürler ile eylemcileri etkiledi. Stalin’in Beş Yıllık Plan kavramı Üçüncü Dünya’nın yeni doğan uluslarında, hatta Batı Avrupa’da bile yankı buldu. Sovyetler Birliği’nin II. Dünya Savaşı’ndaki rolü sistemi haklı çıkarmış gibi görünüyordu. Ar¬dından, Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği aç gözlü ve yeni sömürgeci kapitalizme karşı çekici bir seçenek olarak çok sayıda insanı etkiledi. Sovyetler Birliği 1980’lerde gözle görülür biçim¬de zayıflarken bile, dünya olaylarında önemli bir rol oynamaya devam etti.

Sonuç olarak, Rus Devrimi en iyi biçimde Fransız İhtilali’yle karşılaştırılabilir. Fransız İhtilali gibi, o da siyasete yeni kurum¬lar ve yöntemler getirerek siyaset ve uluslararası ilişkiler uygula¬malarını onun etkisine direnen ülkelerde bile dönüşüme uğrattı. Sovyetler Birliği, on sekizinci yüzyıl Fransa’sından farklı olarak, yirminci yüzyılın önde gelen gücü olmasa da, özellikle dünyanın bir süreliğine büyük ölçüde iki kutuplu bir hale geldiği II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası sahnedeki varlığı rahatsız edecek kadar güçlüydü. Siyasetin farklı bir yöntemi olarak devrimlerin artık dış müdahale olmadan kendi kendilerini tamamlama konu¬sunda pek az şansı olduğu bir dünya yarattı. Rus Devrimi’nden sonra büyük devletler, özellikle de ABD, ortaya çıktığı her yerde devrim olgusuyla çok daha yakından ilgilendi.

Son olarak, devlet yönetimine ve ekonomik ilişkilere önem¬li bir yaklaşım olarak toplum mühendisliğinin yükselişi yirminci yüzyıla damgasını vurdu. Rus Devrimi, tüm aşamaları ve uygu¬lamalarıyla yüzyıl içindeki en radikal toplum mühendisliği yakla¬şımlarının gerçekleştirildiği bir örnek sundu. Onunla denk veya onu aşan sadece 1949’da Komünistlerin iktidara gelmesinden sonra Çin Devrimi veya 1970’lerde Kamboçya’da Kızıl Khmer çılgınlığı oldu. Milyonlarca Rus’un şanssızlığına, Rus Komünist Partisi, yeni devrimci kadın ve erkekler yaratmaya girişecek güç ve kaynaklara ne yazık ki sahipti. Fransa’da büyük ölçüde plan ve proje olarak kalmış olan şeyler, Sovyetler Birliği’nde kâbus gibi bir gerçekliğe dönüştü. Sonuç olarak Rus Devrimi, insan doğası¬nın yanlış değerlendirilmesine dayanan, maliyeti yüksek, kusurlu ve ütopyacı bir proje olarak görülebilir.


kaynak: Devrimler