Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Kasım 2006       Mesaj #1922
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yolda yürürken tekmeleyecek bir şeyler arıyorum başım öne eğik. Gazoz kapakları, çakıl taşları etrafa kaçışıyorlar. Peşlerinden koşturuyorum. Deparlar atıyorum. Sağımdan solumdan geçen insanlar gülüyorlar halime. Benimse umurumda değil. Tek derdim gazoz kapaklarını, hayalimde kurduğum direklerin arasından geçirmek. Baktım olmuyor, bir bakkala giriyorum. Bir kola alıp, kolasını boşaltıyorum yere. İşte şimdi tekmeleyecek bir şeyim var. Hayatın bana attığı gollerin rövanşını alabilirim kendimce.
Uzun bir süre geçmiyor aradan. Topum ya da kola kutum, bir belediye çukuruna düşüyor. Ertelendi hayatla olan mücadelem. Almaya çalışıyorum onu düştüğü çukurdan. Ne mümkün… Üstüm başım pislik içinde evimin yolunu tutmak düştü bana. Başım yine öne eğik ayrılıyorum er meydanından. Fakat bu sefer yenilgiden başımın eğikliği.
Eve varınca ilk işim duşa girmek oluyor. Yüzümdeki kirlere kaynar sular döküyorum. Yok, böyle olmayacak. Silinmiyor yüzümden insanların gülüşleri. Kezzapla mı silsem yüzümde bıraktığınız bu pislikleri? Fayda etmiyor hiçbir çabam. Vazgeçiyorum ve aynalardan korunarak, mağarama yani yatağıma doğru seyrediyorum.
Aklım bir aldırmazlık içinde. Son günlerde kurduğum tek cümle: bana ne! Silkinmeliyim bu umursamazlıktan. Çünkü yazacak çok şeyim var, bana gülecek daha çok insan… Kendimi tüm gündem başlıklarından soyutlamam gerek. Saf kelimelerle cümleler kurmalıyım, el değmemiş. Evet belki kirliyim, hatta belki de işe yaramaz birisiyim. Ama hala düşünebiliyorum ve elim kalem tutuyor. Öyleyse gazoz kapaklarını aramaya devam etmeliyim.
Böyle böyle düşünce hezeyanlarıyla uykuya dalıyorum. Uyumak da denemez buna. Olsa olsa birkaç dakikalık bilinç kaybı, ölüm provası. Uykudayken, yatağımın ülke sınırı içinde ayak basmadığım tek nokta kalmıyor. Orada Anadolu’nun buğdayıyla, Karadeniz’in hamsisiyle karşılaşıyorum. Beni tanımıyorlar ve gülüyorlar bana, yabancıyım kendi toprağıma. İrkilerek uyanıyorum uykumdan, başım öne eğik. Bu seferki eğikliğin nedenini ben de bilmiyorum.
Baş ucu paketime uzanıp bir sigara çekiyorum. Hayata bir barış çubuğu gibi… Dumanından yuvarlaklar yapıyorum, o yuvarlaklardan dünyaya bakıyorum. Dağılıp gittiklerinde benim dünyam da onlarla birlikte dağılıp gidiyor. Koşun koşun! Bir dünya inecek tepenize, kaçın kurtarın kendinizi.
Sulak bölgelerde büyüttüğüm yalnızlığımla başbaşayım yine.. Sessizlik denizinde boğuldum. İnsan ne için yaşar bilmem ama, hepimiz yaşamak olsun diye yaşıyoruz. Maksat, dostlar yaşamakta görsün. Sarı vıcık suratlar fondöten tutar mı? İşte size feminizm ötesi hümanist bir soru. Ya da Tanrı kaçımızı yarattığına memnundur şimdi. Bakın bakalım aynalara, Tanrı’yı görebiliyor musunuz?
Tanrı ıssız çöllerde uçuşan kum tanesidir. Koca şehrin ortasında açmış bir kuru ottur. Ve elbette yolda ansızın karşınıza çıkıveren gazoz kapaklarıdır Tanrı. Yani en umursamadığınız, fakat yeri gelince de peşinden koştuğunuz, güzelliğine hayran kaldığınızdır. O kum tanelerini tek tek toplamak için çöllere düştüm, o kuru otları suluyorum her gün otoyolların ortasında. Peşinden koşuyorum gazoz kapaklarının, oynaşmak için onunla…
Sonra uyandım… Gazoz kapaklarıyla başlayıp, kendine varan bir rüya gönderdiği için teşekkür ettim Tanrı’ya… Dışarı çıktığımda saat sabahın beşiydi. Çöpçüler yoldaki tüm gazoz kapaklarını süpürmüşler. Ne önemi var artık, ben o gazoz kapaklarını içimde topladım. İstanbul bu sabah bir başka güzel…
feather