Dünya savaşları (1914-1945) 20. yüzyıla girilmesiyle Britanya'da "muhteşem yalnızlık" politikasını sürdürerek imparatorluğun tamamının korunamayacağına dair korkular büyümeye başladı. Almanya askeri ve endüstriyel bir güç olarak giderek yükselmekte ve muhtemel bir savaşta Britanya'nın en olası düşmanı olarak görülmekteydi. Pasifik'te uzanan topraklara sahip olunmasını[118] ve Britanya adalarının Alman Donanması'nın tehdidi altında bulunmasını göz önünde bulunduran Britanya, 1902 yılında Japonya ile bir ittifak kurdu. Bunu eski düşmanları Fransa (1904) ve Rusya (1907) takip etti. Fromelles Muharebesi sırasında saldırı emrini bekleyen Avustralya 5. Tümen askerleri (19 Temmuz 1916).

Birinci Dünya Savaşı
Britanya'nın Almanya'yla bir savaşa ilişkin korkuları 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla gerçeğe dönüştü. Britanya'nın Almanya ve müttefiklerine karşı savaş ilan etmesi, ölçülemeyecek değerde askeri, mali ve malzeme alanında destek sağlayan koloni ve dominyonları da kapsamaktaydı. Dominyonların ordularında bulunan 2.5 milyon askerin savaşa katılmasının yanı sıra kraliyet kolonilerinden de binlerce gönüllü savaşta yer aldı. Almanya'nın Afrika'daki denizaşırı kolonilerinin çoğu kısa süre içinde işgal edildi, Pasifik'teyse Avustralya ve Yeni Zelanda Alman Yeni Ginesi ve Samoa'yı işgal etti. Osmanlı İmparatorluğu'na karşı 1915 yılında Çanakkale Savaşı'nda Avustralya, Newfoundland ve Yeni Zelanda'dan gelen birliklerin katkıları bu bölgelerdeki ulusal bilinç üzerinde önemli bir etki yarattı ve Avustralya'yla Yeni Zelanda'nın kolonilikten bağımsızlığa geçiş süreçlerinde önemli bir dönüm noktası oluşturdu. Bu iki ülkede bu olay halen Anzac Günü adı verilen özel bir günde anılmaktadır. Kanadalılar ise Vimy Ridge Muharebesi'ne benzer bir bakış açısıyla yaklaşmaktadırlar. Dominyonların savaşa olan önemli katkısı 1917 yılında Britanya başbakanı David Lloyd George'un dominyon başbakanlarını 1917 yılında emperyal politikaları düzenlemek için toplanan Emperyal Savaş Kabinesi'ne çağırmasıyla hükümet tarafından da onaylanmış oldu. 1919 yılında imzalanan Versailles Antlaşması'yla imparatorluk eklenen 4,700,000 kilometrekarelik toprak ve 13 milyonluk nüfus ile en geniş sınırlarına ulaşmış oldu.[123] Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu'nun kolonileri İtilaf Devletleri arasında Milletler Cemiyeti mandaları olarak paylaştırıldı. Britanya Filistin, Ürdün, Irak, Kamerun'un bazı bölgeleri, Togo ve Tanganyika'yı aldı. Dominyonlara da kendi mandaları verildi: Güney Afrika Birliği Güney Batı Afrika'yı (günümüzde Namibya), Avustralya Alman Yeni Ginesi'ni ve Yeni Zelanda Batı Samoa'yı aldı. Nauru ise Britanya ve Pasifik'teki iki dominyonun ortak mandası yapıldı. Kral V. George, Britanya ve dominyon başbakanlarıyla birlikte 1926 Emperyal Konferansı'nda
Savaşlar arasındaki dönem ve İrlanda Bağımsızlık Savaşı Savaşın getirdiği değişen dünya düzeni, özellikle ABD ve Japonya'nın denizde güçlenmesi ve Hindistan ile İrlanda'da bağımsızlık hareketlerinin yükselmesi Britanya'nın emperyal politikalarında önemli değişikliklere yol açtı. ABD ile Japonya arasında seçim yapmak zorunda olan Britanya, Japonya ile olan ittifakını yenilememeyi tercih etti ve Britanya'nın ABD ile denizcilik alanında eşit olmayı kabul ettiği Washington Denizcilik Antlaşması'nı imzaladı. Bu karar, Japonya ve Almanya'da Büyük Buhran'ın da etkisiyle militarist hükümetlerin iktidarı ele geçirmesi ve imparatorluğun bu iki ülkeden gelecek saldırıları dayanamayacağı yönündeki korkular nedeniyle 1930'larda Britanya'da büyük tartışmaların konusu oldu. Britanya'da imparatorluğun güvenliği önemli bir endişe konusu olsa da imparatorluk bunun yanı sıra Britanya'nın ekonomisi için varlığı zorunlu olan bir konumdaydı. 1919 yılında İrlanda'nın idari bağımsızlığını kazanması sürecinin yürümemesinden kaynaklanan hayal kırıklığı sonucunda 1918 yılındaki genel seçimlerde parlamentoda İrlanda'ya ayrılan koltukların çoğunu kazanmış olan ayrılıkçı Sinn Féin partisinin üyeleri, Dublin'de İrlanda'nın bağımsızlığının ilan edildiği bir İrlanda Meclisi kurdu. Bununla eşzamanlı olarak İrlanda Cumhuriyet Ordusu Britanya yönetimine karşı bir gerilla savaşı başlattı. İngiliz-İrlanda Savaşı 1921 yılında savaşın her iki taraf için de çıkmaza girmesiyle sona erdi ve İngiliz-İrlanda Antlaşması'nın imzalanmasıyla fiili olarak içte bağımsız; ama anayasal olarak Britanya Kraliyeti'yle bağlantılı olan, Britanya İmparatorluğu içerisinde bir dominyon statüsünde olan Serbest İrlanda Devleti kuruldu. İrlanda'nın 32 kontluğunun altısından oluşan ve 1920 İrlanda Hükümeti Yasası'yla ayrı bir bölge olarak kurulan Kuzey İrlanda ise, antlaşmadan hemen sonra Birleşik Krallık içerisindeki mevcut konumunu korumayı seçti. Benzer bir mücadele 1919 Hindistan Hükümeti Yasası bağımsızlık isteklerini tatmin etmeyince Hindistan'da da başladı. Ghadar Komplosu'nun ardından ortaya çıkan komünist ve dış güçlerin planlarına ilişkin endişeler savaş sırasındaki sınırlamaların süresini süresiz bir şekilde uzatan Rowlatt Yasası'nın geçmesiyle sonuçlandı. Bunun üzerine Pencap başta olmak üzere bölgede gerginlik baş gösterdi, Pencap'ta alınan baskıcı önlemler Amritsar Katliamı'na yol açtı. Britanya'da halkın olayın etiği üzerindeki görüşü olayın Hindistan'ı anarşiden koruduğunu düşünenlerle olaya sert tepki gösterenler arasında bölündü. Bunun ardından yapılan bir iş birliği durdurma hareketi Chauri Chaura olayı nedeniyle Mart 1922'de iptal edildi; ama huzursuzluk bunu takip eden 25 yıl boyunca devam etti.[135] Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında Britanya protektorası ilan edilmiş olan Mısır'a 1922 yılında resmi olarak bağımsızlık verilse de 1954 yılına kadar Britanya'ya siyasi olarak bağımlı bir devlet olmaya devam etti. Britanya birlikleri 1936 yılında birliklerin ülkeden Süveyş Kanalı bölgesi dışında çekilmesini sağlayan 1926 Britanya-Mısır Antlaşması'na kadar ülkede kaldı. Bunun karşılığında Mısır'a Milletler Cemiyeti'ne girmesi için yardım edildi. 1920 yılından itibaren Britanya mandası olan Irak da 1932 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra Milletler Cemiyeti'ne girdi. Dominyonların kendi dış politikalarını uygulama hakları 1923 Emperyal Konferansı'nda kabul edildi.[139] Bir önceki yıl yaşanan Çanakkale Krizi'nde Britanya'nın askeri yardım talebi Kanada ve Güney Afrika tarafından reddedilmiş, Kanada 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması'na tabi olmayı kabul etmemişti. İrlanda ve Güney Afrika'nın baskıları üzerine 1926 Emperyal Konferansı dominyonları "Britanya Millletler Topluluğu" içerisinde, "Britanya İmparatorluğu sınırları dahilinde bulunan, birbirleriyle eşit statüye sahip, hiçbirinin diğerinden daha üstün olmadığı özerk topluluklar" olarak tanımlayan Balfour Bildirisi'ni yayınladı. Bu bildirinin yasal temelleri 1931 yılında kabul edilen Westminster Yasası'yla sağlandı. Böylece Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika Birliği, Serbest İrlanda Devleti ve Newfoundland parlamentoları Britanya'nın yasal denetiminden çıkmış, Britanya'nın yasalarını geçersiz kılma hakkı kazanmış oldu; bu nedenle Britanya bu kuruluşlardan izin almadan bu bölgeleri kapsayacak yasalar geçirememeye başladı. Büyük Buhran sırasında ekonomik sıkıntılar yaşayan Newfoundland 1922 yılında koloni statüsüne geri döndü. İrlanda ise 1937 yılında yeni bir anayasanın kabul edilmesiyle Britanya denetiminden daha da uzaklaştırdı, yeni anayasayla İrlanda "cumhuriyet" olarak adlandırılmasa da bir cumhuriyet olmuş oldu. Sekizinci Ordu imparatorluğun çeşitli bölgelerinden toplanan birliklerden oluşmaktaydı ve Doğu Çölü ile İtalya'da mücadele etti.

İkinci Dünya Savaşı
Britanya'nın 1939 yılının eylül ayında Nazi Almanyası'na savaş ilan etmesi kraliyet kolonileri ve Hindistan'ı kapsasa da dominyonları otomatikman savaşa sokmadı. Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve Güney Afrika kısa süre içerisinde savaş ilan etti; ama Serbest İrlanda Devleti savaş boyunca tarafsız kalmayı tercih etti.[146] 1940 yılında Almanya'nın Fransa'yı işgal etmesinin ardından 1941 yılında Sovyetler Birliği savaşa girene dek Birleşik Krallık Nazi Almanyası'na karşı tek başına kaldı. Winston Churchill ABD'nin askeri yardımı için ABD başkanı Franklin D. Roosevelt'i ikna etmek üzere başarılı lobicilik çalışmaları yürüttü; ama Roosevelt henüz Kongre'den ülkenin savaşa sokulmasını istemeye hazır değildi. Ağustos 1941'de Roosevelt ve Churchill tüm halkların kendi yönetim biçimlerini seçmeye hakları olduğunu belirten Atlantik Bildirisi'ni imzaladı. Bu ifade Almanya tarafından işgal edilmiş olan Avrupa ülkelerini mi, yoksa Avrupa ülkeleri tarafından sömürgeleştirilen bölgeleri mi kast ettiği net olmadığından daha sonraları Britanya, ABD ve milliyetçi hareketler tarafından farklı biçimlerde yorumlandı. Aralık 1941'de Japonya Britanya'ya bağlı Malaya'ya, Pearl Harbor'daki Amerikan deniz üssüne ve Hong Kong'a birbirinin hemen ardından gerçekleşen saldırılarda bulundu. Bunun sonucu olarak ABD'nin savaşa girmesini Churchill Britanya'nın zaferinin artık kaçınılmaz olduğu ve imparatorluğun geleceğinin güvence altına alındığı şeklinde yorumladı; ama Britanya'nın Japonya'ya karşı muharebelerde kısa sürede teslim olması emperyal bir güç olarak itibarını geri döndürülemez biçimde zedeledi. Bunlardan en zarar verici olanı geçmişte ele geçirilemez bir kale ve doğunun Cebelitarık'ı olarak nitelenmiş olan Singapur'un düşmesiydi. Britanya'nın tüm imparatorluğu koruyamayacağının fark edilmesi, Japon tehdidi altında olan Avustralya ve Yeni Zelanda'yı ABD'yle yakınlaştırmaya zorladı; bu yakınlaşma savaştan sonra, 1951'de imzalanan ANZUS Paktı'yla sonuçlandı.
Dekolonizasyon ve gerileme (1945-1997) Britanya ve imparatorluk İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıksa da savaşın verdiği zararlar hem Britanya'da, hem de imparatorluğa bağlı diğer bölgelerde büyüktü. Yüzyıllarca dünya üzerinde hakimiyet süren Avrupa'nın önemli bölümü harabeye dönmüştü ve küresel gücün kaymış olduğu ABD ve Sovyetler Birliği'nin ordularına ev sahipliği yapmaktaydı. Britanya iflastan 1946 yılında ABD'den aldığı 3.5 milyar dolarlık borç ile kurtuldu. Bu borcun geri ödenmesi 2006 yılında tamamlandı. Aynı dönemde Avrupa ülkelerinin kolonilerinde sömürgecilik karşıtlığı yükselişe geçti. Durum Soğuk Savaş sırasında ABD ile Sovyetler Birliği'nin gittikçe artan rekabeti ile daha da zorlaştı. Prensipte her iki ülke de Avrupa ülkelerinin sömürgeciliğine karşı olsa da pratikte ABD'nin anti-komünizmi anti-emperyalizmine baskın çıktı ve böylece komünistlerin genişlemesini kontrol altında tuttuğu bölgelerde imparatorluğun devamlılığını desteklemeye başladı. "Değişim rüzgarı" Britanya İmparatorluğu'nun günlerinin sayılı olduğu anlamına geliyordu. Britanya komünist olmayan, istikrarlı hükümetler oluşturulduğu sürece kolonilerinden barışçıl biçimde geri çekilmeye yönelik bir politika uygulamaya başladı. Bu, imparatorluklarını korumak için maliyetli, ama başarısız savaşlara giren Fransa ve Portekiz gibi diğer Avrupa ülkelerinin politikalarının tersiydi. 1945 ile 1965 yılları arasında Birleşik Krallık dışında Britanya yönetimi altında bulunan nüfus 700 milyondan beş milyona düştü, bu nüfusun üç milyonu da Hong Kong'da bulunmaktaydı. 1947 yılında Britanya Hindistanı'nın bölünmesi sonucu en az 250 bin kişi öldü, 14.5 milyon kişi evlerini kaybetti.
İlk geri çekilme süreci
1945 Birleşik Krallık genel seçimlerinden Clement Attlee başkanlığındaki dekolonizasyon yanlısı İşçi Partisi galip çıktı ve imparatorluğun en önemli sorunu olan Hindistan'ın bağımsızlığı sorununu halletmek üzere işe koyuldu. Hindistan'daki iki bağımsızlık hareketi olan Hindistan Ulusal Kongresi ve Müslüman Birliği onyıllardır bağımsızlık için kampanya yürütse de bağımsızlığın nasıl uygulanması gerektiği konusunda fikir ayrılıkları vardı. Kongre birleşik ve seküler bir Hindistan devletini savunurken Hindu çoğunluğun egemenliğinden korkan Müslüman Birliği Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler için ayrı bir İslam devleti talep etmekteydi. Halkta gittikçe artan huzursuzluk ile 1946 yılındaki Hindistan Kraliyet Donanması isyanı Attlee'nin 1948 yılından önce bağımsızlık sözü vermesine yol açtı. İç savaş olasılığıyla birlikte durumun aciliyeti ortaya çıkınca yeni atanan (ve son) genel vali Lord Mountbatten tarihi 15 Ağustos 1947'ye çekti. Hindistan'ın Hindu ve Müslüman bölgelerine bölünmesi için Britanya tarafından çizilen sınırlar milyonlarca kişilik azınlıkları yeni oluşturulan Hindistan ve Pakistan devletleri sınırları içerisinde bıraktı.[162] Bunu müteakiben milyonlarca Müslüman Hindistan'dan Pakistan'a, Hindularsa Pakistan'dan Hindistan'a geçti; iki toplum arasındaki çatışmalar binlerce kişinin ölümüne neden oldu. Seylan ve Britanya Hindistanı'nın bir parçası olarak yönetilen Burma 1948'de bağımsızlıklarını kazandı. Hindistan, Pakistan ve Seylan İngiliz Milletler Topluluğu'nun üyeleri oldu; ama Burma katılmamayı tercih etti. Arap bir çoğunlukla Yahudi bir azınlığın bulunduğu Britanya Filistin Mandası da Hindistan'la benzer bir sorun oluşturuyordu. Holokost sonrasında Filistin'e yerleşmek isteyen çok sayıdaki Yahudi göçmenin varlığı durumu daha da zorlaştırıyordu. Sorunun çözülmezliğinden, Yahudi milislerin saldırılarından ve askeri gücünü barındırmanın gittikçe artan maliyetinden bıkan Britanya, 1947 yılında ertesi yıl çekileceğini ve sorunu çözmesi üzere Birleşmiş Milletler'e bırakacağını açıkladı. Genel Kurul Filistin'de bir Yahudi ve bir Arap devleti kurulmasını öneren bir paylaşım planını oylayarak kabul etti. İkinci Dünya Savaşı'nda Japonya'nın mağlup edilmesinin ardından Malaya'daki Japonlara karşı kurulmuş olan direniş hareketleri mücadelelerini koloniyi önemli bir kauçuk ve kalay kaynağı olarak gören ve hemen geri almak isteyen Britanya'ya kaydırdı. Gerillaların büyük bölümünün Çinli-Malayalı komünistler olması ve isyanın bastırılmasıyla birlikte bağımsızlığın verileceğinin anlaşılmasıyla birlikte Müslüman çoğunluk isyanın bastırılmasını desteklemeye başladı. Malaya Krizi 1948 yılından 1960 yılına kadar sürdü; ama 1957'de Britanya Malaya Federasyonu'na İngiliz Milletler Topluluğu dahilinde bağımsızlık verilmesine hazır olunduğuna karar verdi. 1963 yılında federasyonun on bir eyaleti ile Singapur, Saravak ve Kuzey Borneo Malezya'yı oluşturmak üzere birleşti; ama 1965 yılında Çinli ve Malay topluluklar arasındaki gerginlikler sonucunda Çinlilerin ağırlıkta olduğu Singapur birlikten atıldı. 1888 yılından beridir Britanya'nın bir protektorası olan Brunei birliğe girmeyi kabul etmedi ve 1984 yılındaki bağımsızlığına kadar statüsünü korudu. Britanya başbakanı Anthony Eden'ın Süveyş Krizi sırasında Mısır'ı işgal etme yönünde aldığı karar siyasi kariyerini bitirdi ve Britanya'nın emperyal bir güç olarak zayıflığını ortaya koydu.

Süveyş Krizi ve sonrası 1951 yılında Muhafazakar Parti Winston Churchill liderliğinde Britanya'da iktidara geri döndü. Churchill ve Muhafazakarlar Britanya'nın küresel bir güç oluşunun imparatorluğun devamına bağlı olduğunu düşünüyordu, Süveyş Kanalı'ysa Hindistan'ın kaybına karşın Britanya'nın Orta Doğu'daki rakipsiz pozisyonunu korumasını sağlayan bir üs olarak görülüyordu. Buna rağmen Churchill Mısır'ın Cemal Abdülnasır önderliğindeki 1952 yılında iktidara gelen devrimci hükümetini yok sayamazdı, bunun sonucu olarak ertesi yıl Britanya'nın birliklerinin Süveyş Kanalı'ndan çekilmesi ve Sudan'a 1955 yılında self determinasyon hakkının verilmesi üzerinde anlaşmaya varıldı. Sudan'a 1 Ocak 1956 tarihinde bağımsızlığı verildi. 1956 yılının temmuz ayında Nasır tek taraflı olarak Süveyş Kanalı'nı millileştirdi. Churchill'den sonra başbakanlık koltuğuna oturan Anthony Eden'ın buna tepkisi Fransa ile gizlice iş birliği yapıp İsrail'in Mısır'a saldırmasını sağlamak, böylece kanalın kontrolünü yeniden ele geçirmek için bir askeri müdahaleye bahane yaratmak oldu. Eden'ın bu kararı alırken ABD'ye danışmaması Amerikan başkanı Dwight Eisenhower'ı öfkelendirdi ve ABD işgale destek vermeyi kabul etmedi. Eisenhower'ın endişe ettiği bir diğer konuysa Mısır'ın yanında yer alarak askeri müdahaleyle tehdit eden Sovyetler Birliği'yle daha büyük bir savaşa yol açması tehlikesiydi. Eisenhower ABD'nin İngiliz sterlini rezervlerini satarak Britanya'nın para biriminin çöküşünü başlatmayla tehdit ederek ekonomik baskı uyguladı. Operasyon askeri açıdan hedefine ulaşsa da BM müdahalesi ve ABD'nin baskısı Britanya'nın güçlerini utandırıcı olarak görülen bir şekilde geri çekmesine yol açtı, Eden istifa etti. Süveyş Krizi Britanya'nın tabi olduğu sınırlamaları tüm dünyaya açık bir şekilde gösterdi ve ABD'nin tam desteği olmasa bile kabulü olmadan hareket edemeyeceğini göstererek Britanya'nın dünya çapındaki gücünün gerilediğini kanıtladı. Süveyş'te yaşanan olaylar Britanyalıların ulusal gururunu zedeledi; bir parlamenter olayı "Britanya'nın Waterloo'su" olarak nitelerken bir diğeriyse ülkenin "Amerika'nın bir uydusu" haline geldiğini öne sürdü. Margaret Thatcher, daha sonra Britanya'nın siyasi düzenine zarar verdiğine ve 1982 yılında Falkland Adaları'nın Arjantin'den başarılı biçimde geri alınmasına kadar etkisinin geçmediğine inandığı zihniyeti "Süveyş sendromu" olarak tanımladı. Süveyş Krizi Britanya'nın Orta Doğu'daki gücünü zayıflatsa da tamamen yok etmedi.[181] Britanya Umman (1957), Ürdün (1958) ve Kuveyt'e (1961) müdahale ederek güçlerini bölgeye konuşlandırdı; ama bu kez müdahaleler yeni başbakan Harold Macmillan'ın ABD'ye dış politikada bağlı kalınması politikası doğrultusunda[178] ABD'den izin alınarak gerçekleşebildi. Aden'den 1967'de, Bahreyn'den 1971'de çekilen Britanya, böylece bölgedeki askeri varlığını on yıl daha korumuş oldu. Afrika'da Britanya'nın dekolonizasyonu. 1960'ların sonlarına kadar Rodezya (günümüzdeki Zimbabve) ve Güney Afrika mandası olan Güney Batı Afrika (günümüzdeki Namibya) dışındaki tüm koloniler bağımsızlıklarını kazanmıştı.
Değişim rüzgarı Macmillan 1960 yılının şubat ayında Güney Afrika'da bulunan Cape Town'da kıtada değişim rüzgarı estiğini belirten bir konuşma yaptı. Macmillan Fransa'nın Cezayir'de yaptığının aksine savaşa girmekten kaçınmak gerektiğini düşünüyordu, bu doğrultuda başbakanlığı döneminde dekolonizasyon süreci hızlandı. 1950'lerde üç koloniye bağımsızlık verilirken (Sudan, Altın Kıyısı ve Malaya) bu sayı 1960'larda neredeyse on katına çıktı. Güney Rodezya dışında Britanya'nın Afrika'daki kalan tüm kolonilerine 1968 yılına kadar bağımsızlık verildi. Britanya'nın kıtanın güney ve doğu bölgelerinden çekilmesi barışçıl bir süreç içerisinde gerçekleşmedi. Kenya'nın bağımsızlığı sekiz yıllık Mau Mau İsyanı'nın ardından gerçekleşti. Rodezya'da beyaz Avrupalı yerleşimciler ile yerliler arasında yaşanan gerginlikler başbakan Ian Smith'in 1965 yılında tek taraflı olarak Rodezya'nın Britanya İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını ilan etmesine yol açtı. Ülkedeki siyahlarla beyazlar 1979'daki Lancaster House Anlaşması'na kadar iç savaş halinde kaldı. Bu anlaşma kapsamında Britanya'nın denetimi altında seçimler gerçekleştirilene kadar koloni yönetimi geri getirildi. Seçimler ertesi yıl yapıldı ve bağımsızlığını kazanan Zimbabve devletinin başbakanlığına Robert Mugabe seçildi. Akdeniz'de, Kıbrıslı Rum EOKA örgütü tarafından yürütülen bir gerilla savaşı 1960 yılında Kıbrıs'ın bağımsızlığıyla sonuçlandı, Birleşik Krallık adadaki Ağrotur ve Dikelya askeri üslerinde egemenliğini sürdürdü. Malta ve Gozo adaları için 1955 yılında Britanya'yla entegrasyon önerisi yapılmış olsa da 1964 yılında barışçıl yollarla bağımsızlıkları verildi. Britanya'nın Batı Hint Adaları'ndaki topraklarının çoğu; 1958 yılında bölgedeki Britanya kolonilerini tek bir yönetim altında toplamak için kurulmuş olan Batı Hint Adaları Federasyonu'nun, en büyük üyeleri olan Jamaika ve Trinidad'ın 1961 ve 1962 yıllarında federasyondan ayrılması sonucu çökmesi üzerine bağımsızlığını kazandı. Barbados 1966 yılında bağımsız oldu ve onu 1970 ve 80'lerde doğu Karayip adalarının geri kalanı takip etti;[190] ama Anguilla ile Turks ve Caicos Adaları Britanya yönetimine geri dönmeyi tercih etti. Britanya Virgin Adaları, Cayman Adaları ve Montserrat da Britanya ile olan bağlarını korumayı seçti. Guyana bağımsızlığını 1966 yılında kazandı. Britanya'nın Amerika anakarasında kalan son kolonisi olan Britanya Hondurası 1964 yılında kendi kendini yönetme hakkını elde etti, 1973'te Belize olarak yeniden adlandırıldı ve 1981'de tam bağımsızlığını kazandı. Guatemala'nın Belize üzerinde hak iddia etmesinden kaynaklanan sorun ise çözümsüz bırakıldı. Britanya'nın Pasifik'teki topraklarıysa bağımsızlıklarını 1970 (Fiji) ile 1980 (Vanuatu) yılları arasında elde etti. Fransa'yla bir kondominiyum olarak ortak yönetilen Vanuatu'nun bağımsızlığı İngilizce ve Fransızca konuşan topluluklar arasındaki siyasi çatışma yüzünden gecikmeli olarak gerçekleşti. Fiji, Tuvalu, Solomon Adaları ve Papua Yeni Gine "Commonwealth realm" olmayı tercih etti.
İmparatorluğun sonu Rodezya (Zimbabwe) ve Yeni Hebridler'in (Vanuatu) 1980, Belize'nin 1981 yılında bağımsızlığını kazanması, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlamış olan dekolonizasyon sürecinin bir takım adalar (1955'te insan yaşamı barındırmayan bir kayalık olan Rockall'un ilhakı dahil) ve üsler dışında büyük oranda tamamlanmış olduğu anlamına geliyordu. 1982 yılında Britanya'nın kalan denizaşırı topraklarını savunma kabiliyeti Arjantin'in İspanyol İmparatorluğu döneminden beridir üzerinde hak iddia ettiği Falkland Adaları'nı işgal etmesiyle sınandı. Britanya'nın Falkland Savaşı sırasında adaları geri alma konusundaki başarısı çok sayıda araştırmacı tarafından Birleşik Krallık'ın bir dünya gücü olarak düşen itibarının tersine çevrilmesine katkıda bulunan bir faktör olarak görülmektedir. Aynı yıl içerisinde Kanada hükümeti Britanya'yla olan son yasal bağını anayasasını Birleşik Krallık'tan bağımsız hale getirerek kopardı. Birleşik Krallık parlamentosu tarafından kabul edilen 1982 Kanada Yasası Kanada anayasasında yapılan değişiklikler için Britanya'nın onayının alınması zorunluluğunu kaldırdı. Benzer yasalar 1986 yılında Avustralya ve Yeni Zelanda için de kabul edildi. Eylül 1982'de başbakan Margaret Thatcher Çin yönetimiyle Britanya'nın kalan en önemli ve en kalabalık denizaşırı bölgesi olan Hong Kong'un geleceğini tartışmak için Pekin'e gitti. 1842 Nanking Antlaşması gereğince Hong Kong Adası "ebediyen" Britanya'ya verilmişti; ama koloninin büyük çoğunluğunu 1898 yılında 99 yıllığına (1997'ye kadar) kiralanan Yeni Bölgeler'den oluşmaktaydı. Falkland Adaları'yla benzerlikler gören Thatcher ilk başlarda Hong Kong'u elde tutmak istedi ve Çin egemenliği altında Britanya yönetiminin devam etmesini önerdi; ama bu öneri Çin tarafından reddedildi. 1984 yılında anlaşma sağlandı, Çin-Britanya Ortak Bildirisi gereğince Hong Kong en az elli yıl boyunca Çin Halk Cumhuriyeti'nin bir özel idari bölgesi olacaktı. 1997 yılındaki devir teslim töreni Galler Prensi Charles da dahil olmak üzere büyük bir kesim tarafından imparatorluğun sonu kabul edildi.
On dört bölgeden oluşan Britanya Denizaşırı Toprakları
Mirası Birleşik Krallık Britanya Adaları dışında 2002 yılında Britanya denizaşırı toprakları olarak yeniden adlandırılan toplam on dört bölgede egemenliğini korumaktadır. Bir kısmı geçici askeri veya bilimsel personel dışında insan barındırmamakta, bir kısmıysa belirli ölçüde kendi kendini yönetip savunma ve dış ilişkiler alanında Britanya'ya bağlı kalmaktadır. Britanya hükümeti bağımsızlığın bir seçenek olduğu durumlarda bağımsızlık isteyen tüm denizaşırı topraklara bu süreçte yardım etme yönündeki isteğini ifade etmiştir. Denizaşırı toprakların bazıları üzerindeki Britanya egemenliği bölgelere komşu olan ülkeler tarafından tartışma konusu yapılmıştır: İspanya Cebelitarık, Arjantin Falkland Adaları'yla Güney Georgia ve Güney Sandwich Adaları, Mauritius ve Seyşeller ise Britanya Hint Okyanusu Toprakları üzerinde hak iddia etmektedir. Britanya Antarktika Toprakları Arjantin ve Şili'nin üzerinde hak iddia ettiği bölgelerle çakışsa da çoğu ülke bu iddiaların hiçbirini tanımamaktadır. Çoğu eski Britanya kolonisi eşit üyelerden oluşan, politik olmayan ve katılımı gönüllülüğe bağlı İngiliz Milletler Topluluğu'nun üyesidir. Bu ülkelerden "Commonwealth realms" (İngilizce: İngiliz Milletler Topluluğu alanları) olarak adlandırılan on beşi Birleşik Krallık ile aynı devlet başkanına sahiptir. Onyıllar, bazı bölgelerde yüzyıllar süren Britanyalıların yönetimi ve göçü Britanya İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını kazanan ülkeler üzerinde iz bırakmıştır. İmparatorluk dünyanın çeşitli bölgelerinde İngilizcenin yaygınlaşmasını sağladı. Günümüzde İngilizce 400 milyona yakın insanın ana dilidir ve toplamda bir buçuk milyar kişi tarafından ana veya yabancı dil olarak konuşulmaktadır. 20. yüzyılın ikinci yarısından beridir İngilizcenin yaygınlaşmasına kendisi de Britanya İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını kazanan ABD'nin kültürel etkisi de katkıda bulunmuştur. İngiliz parlamenter sistemi ve İngiliz hukuku pek çok eski koloni için bir esas oluşturmuştur. Danışma Konseyi Adliye Komitesi halen Karayipler ve Pasifik'teki bazı eski kolonilerin en yüksek temyiz mahkemesidir. Askerler ve sivil yetkililerden önce giden ve dünya çapında faaliyet gösteren Protestan misyonerler Anglikanizmi tüm kıtalara yaymıştırlar. Kilislerde, demiryolu istasyonlarında ve hükümet binalarında görülebilen Britanya koloni mimarisi Britanya İmparatorluğu'nun parçası olmuş pek çok şehirde varlığını korumaktadır. Britanya'da ortaya çıkan ve gerek bireysel, gerekse takım halinde oynanan sporlar (özellikle futbol, kriket, tenis ve golf) dünyaya yayıldı. Britanya'nın ölçü sistemi olan imparatorluk birimleri çeşitli biçimlerde bazı ülkelerde kullanılmaya devam etmektedir. Trafiğin soldan akmasına ilişkin gelenek imparatorluğun eski topraklarının çoğunda korunmuştur. Britanya tarafından çizilen siyasi sınırlar daima homojen etnik veya dini yapılar sağlamadıklarından eski kolonilerde çatışmalara yol açtılar. Britanya İmparatorluğu büyük miktarda insan göçünden sorumludur. Milyonlarca kişi Britanya Adaları'nı bırakrarak ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda topraklarına yerleşti. Bu ülkelerde beyaz yerleşimci çoğunluk ile yerli azınlık arasında, Güney Afrika ve Zimbabve'deyse yerli çoğunlukla beyaz yerleşimci azınlık arasında gerginlikler yaşanmaktadır. İrlanda'ya Büyük Britanya'dan gelen yerleşimciler Kuzey İrlanda'daki milliyetçi topluluklarla Birleşik Krallık'la birleşmeyi savunan topluluklar arasındaki bölünmeyle izlerini bırakmışlardır. Britanya kolonileri büyük miktarda göç aldı ve verdi, çok sayıda Hintli Malezya ve Fiji gibi imparatorluğun diğer bölgelerine göç etti. Güney Çin'den gerçekleşen Çinli göçü Singapur'da Çinli bir çoğunluğun ve Karayiplerde Çinli azınlıkların oluşmasına yol açtı. Britanya'nın kendi demografisi de İkinci Dünya Savaşı'nın ardından kolonilerden gerçeklen göç ile değişti.
Vikipedi, özgür ansiklopedi