Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Aralık 2013       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

soru 1:Niye avrupa ayrı olmadığı halde kıta olarak adlandırılır.soru 2Msn Surprisedsmanlı devletine matbaanıngeç gelmesinin nedeni nedir

1) Önemle ifade edelim ki, Gutenberg, matbaayı 1455 yılında icad etmemiştir. Zira baskı sanatı 8. Yüzyılda Çin’de ve bazı araştırmacılara göre özellikle Uygur Türklerinde ortaya çıkmıştır. Blok baskının Avrupa’ya taşınmasında, Çinlilerden ziyade Uygur Türklerinin payı olduğu, artık ilim alemi tarafından kabul edilmektedir. Gutenberg hareketli harfleri de icad eden birisi değildir. Zira bunu 14. Yüzyılda ilk kullanan Uygurlar ve Koreliler olmuştur. Bu manada baskı Avrupa’ya 14. Yüzyılda gelebilmiştir. Maalesef, 14. yüzyılda gelen baskı teknikleri, Gutenberg’in gayretleriyle İncil’in de basılabileceği bir matbaa haline ancak 1455 yılında yani 15. Yüzyılda gelebilmiştir.

2) Osmanlı Devleti’ne matbaa 1727 yılında değil, daha erken tarihlerde gelmiştir. Müslümanların eserlerini bastıkları ilk resmî matbaanın tarihi 1727’dir. Ancak Yahudiler 1488 yılından itibaren, Ermeniler 1567 yılından itibaren ve Rumlar da 1627 yılından itibaren matbaalarını kurmuşlardır. Hatta II. Bâyezid zamanında 19, Yavuz Selim zamanında 33 kitap basılmıştır. Bu kitapların üzerinde, "II. Bâyezid’in himayelerinde basılmıştır" ibaresi yer almaktadır.

III. Murad, Arap harfleriyle basılan Geometriye dair Usul’ülOklidis kitabının serbestçe satılması için 996/1588 tarihli fermanla izin ve müsaade vermiştir.

IV. Murad zamanında İstanbul’da bir matbaa kurulması için izin istendiğini ve bu iznin verildiğini Mustafa Nuri Paşa kaydederken, Enderun Tarihçisi Atâ da, ilk resmî matbaa teşebbüslerinin IV. Mehmed zamanında başladığını ve ancak neticeye 1727 yılında ulaşıldığını anlatmaktadır. Bu bilgiler, Osmanlı padişahlarının matbaa aleyhinde oldukları görüşünü reddetmektedir. O halde, Osmanlı Devleti’ndeki matbaanın değil, belki resmî matbaanın kuruluşunun tarihi 1727’dir. Yoksa matbaa Avrupa’da Gutenberg tarafından kurulan müesseseden 33 yıl sonra Osmanlı ülkesine girmiş ve çok sayıda kitap da basılmıştır. Kısaca Arap harfleriyle olmak üzere XV. Asırdan itibaren İstanbul’da, Halep’te ve 1514’den itibaren de bazı Avrupa şehirlerinde kitaplar basılmıştır.

3) Müslümanların ve de resmen devletin bu teknolojiye sıcak bakmamasının sebepleri ise, Batılı tarihçiler tarafından da kabul edilmektedir. Bu sebeplerin bir kısmını biraz sonra zikr edeceğiz. Ancak bu sebepler ne olursa olsun, Osmanlı Devleti’nin teknolojiye ve yeni fenlere uzak kalması mazur gösterilemez. Bunları özetlerken şu hususların özellikle belirtilmesinde yarar vardır. İslâmiyet, bütün ilimlerin efendisi ve mürşidi olması hasebiyle, herhangi bir bilimsel yeniliğe karşı çıkması mümkün değildir. Osmanlı Devleti, gerileme ve duraklama devrine girince, dünyadaki her yeni güzellik gibi, matbaadan da yeterince yararlanamamıştır. Bu hali İslâmiyet de tasvip etmemektedir. Maalesef bu konuda Osmanlı Devleti’ndeki esnaf teşkilâtları demek olan loncaların ve bu loncalara bağlı hattatların menfi anlamda rolleri olmuştur. Kont Marsigli, 1727 yılında İstanbul’da 90.000 hattatın bulunduğunu söylemektedir ki, yarısı bile doğru kabul edilse, yine de büyük bir rakamdır. Bunlara bağlı olarak sahaflar, kalemciler, mücellitler, divitçiler ve benzeri esnafın baskısı da, resmî matbaanın gecikmesinde önemli rol oynamıştır. Kont Marsigli’nin şu cümleleri dediklerimizi teyit etmektedir: "Gerçekten Türkler, kendi kitaplarını bastırmazlar. Bu dahi zannedildiği gibi, matbaanın onlar için yasak bir iş olduğundan ileri geldiği kesinlikle doğru değildir". O halde, matbaanın resmen kurulmasının gecikmesini, dinî taassuba bağlamak doğru değildir.

4) Üzülerek ifade edelim ki, Osmanlı Devleti’nin Kanuni’den sonra, dünyadaki iktisadî ve ilmî gelişmelere lakayt kaldığı ve bunun cezasını da daha sonraları gördüğü bir hakikattir. Hatta matbaanın caiz olmadığını iddia eden ve maalesef sağını solundan ayıramayan bazı âlimlerin çıkmış olması da mümkündür. Ancak aynı hadise, Avrupa’da da yaşanmıştır. Papa Alexandre VI, 1501 yılında yayınladığı emirname ile ruhsatsız yayınlanan kitapların yakılmasını emr ettiği gibi, Fransız Kralı II. Henry de, ruhsatsız kitap basanları idamla tehdit etmiştir.

5) Bütün bu gelişmelerden sonra ilk matbaa IV. Mehmed (16481687) devrinde yani Müteferrika’nm matbaasından yaklaşık bir asır evvel kurulmuş ve bazı kitaplar da basılmıştır; ancak harfleri hakkıyla tanzim edilemediğinden devam ettirilememiştir.

6) Düzenli çalışır halde ilk resmî matbaa ise, IV. Mehmed devrindeki teşebbüs tam netice vermediği için, III. Ahmed devrinde Damad İbrahim Paşa’nın teşvikleriyle kurulmuştur. 1720 yılında Sadrazam İbrahim Paşa tarafından Paris’e Osmanlı sefiri olarak görevlendirilen Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin oğlu Said Mehmed Çelebi, babasıyla beraber Paris’e gitmiş ve orada bulundukları yıllarda matbaayı yakından inceleme imkânı bulmuştur. Geri döndüğünde meseleyi devlet yetkililerine açınca, hemen kurma gayretleri başlamıştır. Bu arada Macaristan’da doğan ve 1693 yılında esir edilerek Müslüman olan İbrahim Müteferrika, yazdığı Risâlei İslâmiye adlı eseriyle samimi bir Müslüman olduğunu ispatlamış ve Damad İbrahim Paşa’nın dikkatini çekerek Said Mehmed Çelebi’ye yardım etmesi karar altına alınmıştır. İkisi birlikte, kaleme aldıkları matbaa ile ilgili Vesîlet’UtTıbâ’a adlı layihalarını sadrazama 1726 yılında takdim etmişlerdir. Matbaanın kurulması için dinen ve aklen hiç bir engelin bulunmadığı açıklanan Layiha üzerine, mesele Şeyhülislâmlık makamına sorulmuş ve Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi de şu tarihî cevabı vermiştir:

"Basma san’atında mahareti olan kimesnenin, tashihli ve hatasız olarak, kısa zamanda ve zahmetsiz olarak basması, kitapların nüshalarının çoğalmasına, ucuz fiyatlarla yayılmasına sebep olur. Ancak âlim kimselerin tashih etmesi gerekir".

Bu fetvadan sonra Zilka’de 1139/Temmuz 1727 tarihli Padişah Fermanı çıkmış ve kurulan matbaada ilk olarak 1729 tarihinde Vankulu Lügati basılmıştır. Fermanda şimdilik tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm kitaplarının basılmaması açıkça belirtilmiştir. Bu fetvaya karşı çıkanlar elbette ki olmuştur. Ancak Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar, bu hizmetler, daha da modern şekillere girerek devam etmiştir.

7) Önemle ifade edelim ki, Avrupa’da Kur’ân ve diğer dinî eserler 1514 yılında İtalya’da basılmaya başlanmış ve III. Murad dışarıda basılan bu Kur’ân ve diğer dinî eserlerin devlet sınırları içerisinde serbestçe yayılmasına izin vermiştir.
Netice olarak, matbaa, 272 sene değil 33 sene sonra Osmanlı Devleti’ne girmiştir. Ancak resmî matbaanın kurulması ve kitap basılması, zikredilen sebeplerle maalesef 200 yıl veya düzenli matbaa hesaba katılırsa 272 yıl gecikmiştir. Televizyonun Türkiye’de ve hem de 20. Yüzyılda elli sene geciktiği ve Intemet’in ancak 510 yıl gecikmeyle ülkemize girdiği, belli sebeplerle nasıl açıklanıyorsa, matbaanın gecikmesi de öylece açıklanabilir. Yoksa İslâmiyetin ilme ve teknolojiye karşı çıkma iddialarıyla bunun ilgisi yoktur
Son düzenleyen Safi; 16 Şubat 2018 16:54