Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Ocak 2014       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
çinde fiil çatısı arayabileceğiniz metin yazısı örneği

Yol boyu kavak ağaçları, köprü, yokuş yukarı dar sokak. Sokağın bitiminde kediyi gördüm. Yıkık bahçe duvarından duta tırmandı, oradan da çatıya. Baktım baca tütüyor. Rüzgarla savrulan külrengi, yoğun bir duman. Kedi dumana girdi çıktı, kiremitlerin arasında kayboldu sonra. Bahçe kapısının önünde durdum. Girsem yol bitecek. “Ömür biter yol bitmez” Kentlerin otellerin duvarlarında yazılıydı. Bir geminin beyazında, trenlerin, uçakların alnında. Bekleme odalarında, gar saatlerinde, kamyonların otobüslerin ön camlarında yazılıydı. Ya da tanıdık bir ses hep bu cümleyi fısıldadı kulağıma: “Ömür biter yol bitmez”

Girsem Paris’te Figuier sokağındaki odamın kapısı çalınmayacak biri daha. Ne telefon çalacak ne de Notre dame’in çanları. Gece lambamın ışığına üşüşmeyecek Türkçe sözcükler… Bu sürgün bitecek… Girsem sofada sedirin üzerinde bulacağım seni. Saçların ağarmış, yuvarlak beyaz yüzünde sabır.

-döndün demek.
-döndüm
-sen yokken ağaçlara sokak vurdu, çürüyüp gitti hepsi.
-bizim duta bir şey olmamış ama
-onun hali benim gibi. Devrildi devrilecek.
-yok yok iyisin maşallah ! İyi gördüm seni.
-kocadım artık. Bil ki takatim kalmadı. Bu son olsun!
- …….
-Bir gittin gidiş o gidiş.
- ………
-Nasibini almadın mı hayattan, hala doymadın mı dünyaya?
-……..

Doğru bu son olsun artık. Bir daha gitmem. Bunca yalnız kalacağını, böylesine kocayacağını bilemezdim. İste çürüyüp gidiyor her şey. Ben buradayken de soğuk vururdu ağaçlara. Bahçeyi ayrık otlar kaplar, sarnıcın suyu çekilirdi. Ama simdi ne tuhaf… İlkyaz hiç gelmemiş gibi. Sanki kırkikindiler hiç yağmamış. Toprak kurumuş, cılız yapraklarda belli belirsiz bir ürperme. Rüzgar yağmur getirmiyor anlaşılan. Dallara su yürümüyor.

Ne tuhaf… ev terkedilmiş gibi. Koltuk örtüleri kaldırılmamış, sedirin ustu bir karış toz. Duvardaki musaffa da uzun suredir el değmemiş. Yani başından hiç ayırmadığın çalar saat bile durmuş. Kirli duvarlar, odalar, bahçeye inen merdiven, tahtaboşun sessizliği… her şey her şey bir eski zaman düşünde. Gözlerine uzak bir yalnızlık inmiş.

eğitimYoksun sanki, oturduğun bana baktığın yerde değilsin. Sevecenlikle bakmıyorsun. İlk kez, yıllardır ilk kez pencereden ayırıp oğluna yönelttiğin bakışların donuk, yaşamsız. Biraz gülümsesen duvarların beyazı geri gelecek yine. Saatin tik takları sofayı dolduracak. Sedirin, musafin tozu yok olacak bir anda, dallara su yürüyecek . Ama gülümsemiyorsun.

- Seni çok bekledim. Günler geceler boyu.
- Geldim işte sonunda döndüm.
- Geldin ya, beklediğim sen değilmişsin.

Beklediğin ben değilmişim demek. Doğru sen bir başkasını bekledin. Bahçede dutun gölgesinde dizlerine yatırıp salladığın, gece üzerini örtüp duasını karanlığa üflediğin çocuğu, konuk odasının duvarındaki fotoğrafta gülümseyen delikanlıyı bekledin. Çünkü yakınlarının, özellikle de kocanın ölümünden sonra, onunla yapayalnız kalmıştın bu ahşap evde. Yaşamın, onun yaşamıydı, onun varlığından ibaretti dünyan. Gün onunla başlıyor gece onunla bitiyordu..Oydu yaşadığın. Bir gün ardından bakır maşrapayla su döküp Paris’e yolcu ettiğin delikanlıyı, seni bırakıp giderken sarsılarak ağlayanı bekleyecektin elbet, yıllar sonar Alaaddin’in sihirli lambasından çıkmış gibi karşında beliriveren , sakallı ve yorgun adamı değil.

Bilsen ne acılar, ne yalnızlıklar çekti o adam! Bir kentten bir başkasına savruldu durdu. Dar odalarda, karanlık sokaklarda geçti yaşamı. Bilmediğin, düşünde bile göremeyeceğin dev uçaklara binip okyanuslar aştı, uğultulu kentlerin caddelerinde parklarında dolaştı. Yuvarlak beyaz yüzünün yakınlığını unutmadı ama. Paris’te Marie Köprüsünün altından akıp giden Seine Irmağının bulanık suyunda, Figuier sokağında lambasını yakınca beyaz kağıtlara vuran ışıkta seni gördü. Senin ellerini, yüzünü, geniş alnını. Moskova’da Puşkin alanında kar yağarken sen vardın aklında. New York’ta Gate Village’ın karanlık mahzenlerinden birinde de. Ve hiçbir güneş, Akdeniz’in yakıp kavuran güneşi bile, senin varlığın kadar ısıtamadı içini. Şimdi yıllar sonra karşında dikilen bu yorgun adamın, beklediğin kişi olmadığını söylemekte haklısın. Ama o hep bu anı, döneceği bu günü bekledi. Anla artık.

-Tanımadın mı oğlunu ?. Beklediğin ben değil de bir başkası miydi?
-…….
- döndüm işte. Bu son olsun . Bir daha gidersem yol bitmesin.
-…….

Bahçe kapısının önünde durdum. Girsem ardımdan sımsıkı kapanacak kapı. Merdivenden sofaya çıktığımda Paris bitecek. Işıklı kalabalık bulvarlar, kahveler, güzel kadınlar, her şey, her şey bitecek. Biterse bitsin! Burada bu ahşap evde seninle yaşamanın sakin bir hayat sürmenin zamanı çoktan geldi bile. Evi onarır, bahçeyi düzenleriz. Toprak canlanır, dallara su yürür yeniden. Bakarsın yapraklar da yeşerir. Bir zamanlar gölgesinde uyuduğum dutun kalın iri yaprakları.

Kapıyı açıp bahçeye girdim. Umduğum kadar bakımsız değildi. Her şey eski yerinde: dut ağacı, tas duvar, köşede kullanılmayan sarnıç. Toprak kokusunu içime çekince heyecanım yatıştı biraz. Gövdem rahatlayıp gevşedi. Tam sırasıdır. Simdi çıkmalıyım sofaya, hemen simdi. Kaç yıl oldu .. kaç yıl oldu seni görmeyeli, sofanın tahta döşemesine ayak basmayalı kaç yıl oldu! Gece üzerimi örtmeye gelirken döşeme ayaklarının altında gıcırdardı. Sarsıldığını duyardım evin. Duvarlar, pencere camları titrer, karanlık çoğalırdı. Sen odaya girince ansızın duruverirdi her şey. Karanlık uzaklaşır, yüzünde dünya ışırdı. En derin en güzel uykuyu sen duanı okuyup karanlığa üfledikten sonar değil, bir yaz günü dizlerinde tattığımı söylemeliyim sana . Dutun serin gölgesinde, sarnıç uğuldarken. Şimdiyse yaşadığım kentler uğulduyor içimde. Sana bugün de söylemek isteyip de bir türlü söyleyemediklerimi ilk suçumu ilk cezamı yaşamımdaki tüm “ilk”leri anlatmalıyım. Yanına varıp gördüğüm kentleri tanıdığım kadınları her şeyi bir solukta söylemeliyim.

Bahçede fazla oyalanmadan yukarı çıkıp kapı tokmağını vurduğumda tuhaf bir sessizlik oldu. Bir sure bekledim. Karşılık gelmeyince yeniden çaldım. Yine ses yok. Yumuşak tüylü bir yaratığın ayak bileklerime süründüğünü duyumsadım o anda. Baktım kedi. Kediyi görünce bacadan tüten dumanı anımsadım. Bu kez var gücümle vurdum tokmağı. İçerde bir kıpırdanma oldu. Döşemenin gıcırdadığını duydum. Kapı açıldı. Karşımda başörtülü yaşlı bir kadın.

- Kimi aradınız
- ……..
- Siz Nurhayat hanımın oğlu musunuz yoksa?
- …….

İçeri daldım, sedirin üstü bomboştu.

-ben Nurhayat hanımın komşusuyum. Hacı’nın karısı. Paris’e çektiğimiz telgrafı almadınız demek…! Anneniz sizlere ömür…

Sedire çöktüm. Yıllarca beni beklediğin pencereden vuran ışıkta sofa sessizdi.