Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
07:00, 1 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Pazartesi, 29 Nisan 2024 - 07:00
Arama
MaviKaranlık Forum
Köşe Yazısı ve Makaleler
-
Tek Mesaj #175
Misafir
Ziyaretçi
22 Kasım 2006
Mesaj
#175
Ziyaretçi
8.5 milyon engelli var, farkında mıyız?
Tempo Dergisi’nin 16 Kasım 2006 tarihli sayısını günlerdir elimden düşürmüyorum.
İçini karıştırıyorum, kapağına bakıyorum.
Kapaktaki o siyah beyaz, o çok çarpıcı fotoğrafa bakıyorum sürekli...
Genç, güzel bir kadın mikrofonu tutmuş, şarkısına başlamak üzere...
Gözleri ışıl ışıl. Dudaklarında tedirgin bir gülümseme...
Derginin kapağında “Fotoğraftaki fazlayı bulun” yazıyor.
Bakıyorum; genç kadının dizlerinden aşağısı yok.
Fakat “fazla”yı buluyorum: Bu fotoğrafta HAYAT var. Başka hiçbir fotoğrafta görmediğim kadar... Hayat!..
***
Önce Tempo’yu kutlamak istiyorum.
“Her hafta sayfalarımızda engellilerle ilgili bir haber olsun” diye işe başladılar, sonra “engelleri kaldıralım” kampanyasını başlattılar.
En sonunda da Serdar Bilgili’yi ve engellileri stüdyoya sokup çok anlamlı, çok değerli fotoğrafların çekilmesine önayak oldular.
Artık sıra bizde!
Sıra engellilere aramızda yaşama hakkı tanımadığımız gerçeğiyle hesaplaşmamızda, silkinip toparlanmamızda!
Bu ülkede 8.5 milyon engelli var, farkında mıyız acaba?
***
Geçen gün Serdar Bilgili’yle bu çalışma üzerine konuşurken masamızdaki hanımlardan biri “engellileri sokağa çıktığına çıkacağına pişman eden şey yalnızca kaldırımların hali, asansörlerin uygunsuzluğu falan sanıyorsanız yanılıyorsunuz” dedi.
Sorduk: Hangi anlamda?
Devam etti: “Rahmetli annem engelliydi. Evden dışarı çıkmayı çok ister, o anı iple çekerdi fakat sonunda hep hayal kırıklığına düşerdi. 20 yıl boyunca hep şunu yaşadım. Annem dışarı çıktıktan kısa süre sonra karşısına çıkanların kendisine hiç yardımcı olmayan merhamet gösterisi yüzünden sıkılır, tükenir ve beni eve geri götürün, derdi. Engelliler sokağa çıkmak istemediği için engelli denilince sokaktaki birkaç marjinal tip akla geliyor ve bu, durumu daha da vahimleştiriyor.”
Engellilerin bizden beklediği vıcık vıcık merhamet gösterilerimiz veya “neyiniz var, başınıza ne geldi?” türünden bıktırıcı meraklarımız değil ki!
Bizler engellilerin önündeki maddi ve manevi engellerin kaldırılması için çaba gösterelim, yeter!
Onlar nasılsa içlerindeki “fazla”nın gücüyle yollarını bulur.
Serdar Bilgili’nin çektiği fotoğraflar bu gerçeği çırılçıplak biçimde gösteriyor.
Açın o derginin sayfalarını...
Çanakkale’yi sadece kollarının gücüyle iki kez geçen 17 yaşında 18 madalya toplamış yüzücü Berk Akanıl’ın fotoğrafına bakın...
Doktor olmak isteyen küçük Sariye, Ali ve Miraçnur’un fotoğraflarına bakın...
Ne demek istediğimi anlayacaksınız.
*****
Röportaj, imaj ve bir küçük açıklama
Sabah Gazetesi’nin Pazar ekinde benimle yapılmış bir röportaj çıktı.
Söz konusu ekin editörü de, röportajı yapan kişi de sevdiğim ve mesleki açıdan güvendiğim arkadaşlarım.
Ama nasıl olmuşsa olmuş, “bunu mutlaka yaz” dediklerim ile sadece arkadaşça röportaj dışı anlattıklarım birbirine karışmış.
Anlaşamamışız demek ki!
Belki benim öfkemden,
belki bu patırtının yarattığı şaşkınlığın onların kafasını bulandırmasından ortaya tuhaf bir tablo ve imaj çıkmış.
Olmasa iyi olurdu ama olur böyle şeyler.
Röportaja kızmıyorum.
Zaten kızsam kendime kızarım.
Bütün bu yaşadıklarımın her halde var bir hikmeti deyip geçiyorum.
Şimdilik tabii...
Ama şu unutulmasın: Esas yaptıklarımın ve söylediklerimin arkasındayım.
Çünkü kalp, vicdan, ahlak ve bilgi sahibi olmayı “mızmızlık” sanan duygu tembellerinden olmadım hiç!
Hayatta kaybetmiş olmanın hasetlerini örtmek üzere kullanılan “barışçı medeni tavır” klişesi de beni hiçbir zaman ilgilendirmedi!
Ben cesur barıştan ve sahicilikten yana oldum hep.
Bunları geçelim artık.
Ancak bir noktayı vurgulamak istiyorum: O röportajda gereksiz ve yanlış biçimde dostum Ali Boratav’ın adı geçiyordu.
Tabii komplekslerini polemikçilik sanan “köşeci” aklı sıra beni “teşhir” ettiği yazısında hemen bu olayın üstüne atladı.
Oysa Ali 22 yıllık dostumdur. Elbette duygularımı paylaşmış, destek çıkmıştır. Ama malum “köşeci”yle de bir çatışma içinde falan değildir. O yüzden “mertlik sınavı”na çağırılması kadar anlamsız bir şey olamaz.
Dostum Ali Boratav’ın adının böyle bir gerekçeyle tartışmaya sokulması beni çok üzdü. Bunun bilinmesini isterim.
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Cevapla
Kapat
Saat: 07:00
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...