Arama

Sahipsiz Mektup'lar - Tek Mesaj #228

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Kasım 2006       Mesaj #228
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sana yazmak zor iş. Ne yazacağım ve nasıl yazacağım problem çıkartıyor. Basit bir iş değil mektup yazmak. Her kelimeyi özenle ve tereddütsüz seçmek zorundasın . Karşı karşıya olmadığın bir insan tarafından yanlış anlaşılman olası, gerçi ille de doğru şekilde anlaşılsın gibi bir niyetim de yok aslında ve anlattığımın benim gibi algılanmayacağını da biliyorum, bu ürkütmüyor beni. Ama hala yıkamadığım ve yıkmakta büyük zorluk çekeceğim sınırlar var içimde. Beni bir anlamda özgürlüğümden etseler de alışılagelmiş olamaları ve kök salmaları yüzünden beynim ve yüreğim ikileme düşüyor. Bir yanım onlara kaldırılıp atılacak sünepe serzenişler olarak bakarken diğer yanım dört elle sarılıyor. İşte beni bu ürkütüyor. Diğer insanların beni anlamamaları ya da yanlış değerlendirmeleri beni ilgilendirmese de bizzat kendim tarafımdan anlaşılamamak ve önemsememek yıkıyor beni, bunun doruğa çıktığı anlarda da yazıyorum, ne olursa, nasıl olursa.

Mektup yazmaktan bahsetmiştim başta. Uzun süredir yazarken haz duyduğum ve rahatladığım mektuplar yazamıyorum. Belki zamanın boşa harcanması gibi geliyor ama öyle olamdan dehşetle haberdarım. Mektup, eski zamnaların gizemli bir mirası bize. Yazılırken ve okunurken teknolojik artıklara bulaşmayan, diğer kimselerce koayca paylaşılamayan ve kalıcı olan tel miras belki de. Kalıcılığını bir kanara bırakırsak insanların en özgür haberleşme ve dertleşme olanağı olarak nitelendirebilirim mektubu.

İlk mektuplarımı anımsıyorum şimdi. Klasikbir girişle başlar “merhaba, nasılsınız? İyisinizdir inşallah” ve klasik bir sonla biterdi. “ellerinizden öperim vs..” Yani emekleme devreleriydi yaşamın. Onalrın da kendilerine has bir ezgisi bir güzelliği vardı. En azından tümüyle saf ve temizdiler . “Ellerinizden öperim” derken bunu içinden gelerek, ikiyüzlülüğe bulaşmadan ve öyle olması gerektiğine inandığı için söyler insan o mektuplarda. Sonraları mektuplşarda bir sahtelik , bir ikiyüzlülük beliririr. Sırf nezaket olsun diye zırvalanır. İnsan , mektuplarda , kendisiyle beraber kelimleri de kirletir , çirkefleştirir. Oysa kelimelr kendi anlmalarında ve samimiyetlerinde öylece kalabilirler uzun yıllar. Ama biz onalrı değişmeye, ölmeye, kirlenmeye, fesatlığa, öldürmeye zorlarız. Oynarız onlarla, bizim onlar tarafından yönlendirildiğimizden habersiz ve cahilce. Yaratttığımız şeylerin uşağı olmakta hiçbir zaman rakibimiz olmadı çünkü. Dili biz yarattık ama kullanmayı sadece birkaç kişinin eline bırakıp argoya ve basit olana koştuk. Ve önceleri saf kelimelerle yazılan mektuplar sonraları bozulmuş ve kullanılmış kelimelerle gerçek güzelliklerini yitirdiler.

“Güzellik gözlerdedir, bakılanlarda değil”

Asaf böyle derken hiç de haksız değil. Güzelliği yaratan biz olduğumuza ve netlendirecek başka kimse bulunmadığına göre önce biz, kendimiz, içimizde ve düşüncelerimizde güzellik kavramını oluşlturmalıyız. Bu her boyutunda böyle olmalı yaşamın. Yani eğer etrafımızda güzellik arıyorsak önce biz güzel olmayı, güzel bakmayı öğrenmeliyiz . Kelimeler için konuşursak şöyle bir tablo çıkar ortaya; insan kelimeleri algılayışı ve dile getirişi esnasında beynini ve duygularını kullanır. Amaç duyguları dile getirmekken beyin araçtır, düşünceler dile gelirken beyin öznedir, kendimizi dile getiriken beyin oyuncaktır sadece. Yani kelimlerle oynarken kuralları özümüz koyar. İnsan kelimeleri kötüye çekiyorsa ya da kötüye kullanıyorsa suç kelilmlerde ya da dil de değil insanın kendisindedir. Bunu benden önce bir sürü insan söylemiştir mutlaka, ama bu benim de söylememe bir engel değil. Zaten Cicero’nun da dediği gibi;

“İşin saçma tarafı, en saçmasını bile filozofun birininin söylemiş olmasıdır.”