Arama

Din Nedir? - Tek Mesaj #3

virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
27 Kasım 2006       Mesaj #3
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

Din Tanımları


Dinin tanımı gerek İslâm, gerek hristiyan bilginlerince kolaylıkla yapılamamıştır. Bu da büyük ölçüde mücerret olan bu kavramın kişiden kişiye farklı algılanmasından kaynaklanmaktadır. Öncelikle belirtmeliyiz ki din, insanla birlikte var olmuş, onunla yaşayan ve kıyamete kadar da yine insanla beraber yaşayacak bir olgudur.
Tarih boyunca her toplum "Din" kavramını ifade etmek için birçok tarif ortaya koymuştur. Genel manada bir fikir edinmek için Doğu ve Batı bilginlerince yapılan tanımlardan bazı örnekleri birlikte görelim:
1. Din, akıl sahiplerini, Peygamber'in bildirdiklerini kabule çağıran ilâhî bir kanundur. (Seyyid Şerif Curcani)
2. Din, akıllı kişileri, kendi hür seçimleriyle bizzat hayırlara sevkeden ilâhî bir kanundur. (M. Hamdi Yazır)
3. Din, insanın kutsal saydığı şeylerle olan ilişkisidir. (Rudolf Otto)
4. Din, bir cemaatin meydana gelmesini sağlayan ibadet ve inançlar sistemidir. (E. Durkheim)
5. Din, daimi hayat sahibi bir Tanrı'ya, ilâhî şuur ve iradenin kâinatı yönettiğine ve insanlıkla alâkalı ahlâkî münasebetleri elinde tuttuğuna inanıştır. (J. Martineau)
6. Din, dua, kurban ve inançla kendini gösteren bir arzudur. (Feuerbach)
7. Din, insanın sonsuzu kavramasını sağlayan, akıl ve mantığa tâbi olmayan zihnî bir meleke veya yetenektir. (Max Müller)
8. Din, mutlak itaat duygusundan ibarettir. (Schleiermacher)
9. Din, insan tabiatının en yüksek, en çekici tezahürlerinden ibarettir. (Ernest Renan)
10. Vazifelerimizin ilâhî emirler sıfatı ile kabulü veya ahlâkî kaideler koyana karşı duyulan saygıdır (İmmanuel Kant)
11. Din, en yüksek içtimaî değerlerin şuurudur. (Edward S. Ames)
12. Din, kul ile Allah arasındaki muameledir. (İmam Gazali)
Bir fikir vermek için sıraladığımız bu tarifleri daha da çoğaltmak mümkündür. Dikkat edilirse bu tanımlarda din, ilâhî kanun, Peygamber'in bildirdiklerini kabul, akıl sahibi kişileri muhatap alan, kutsal sayılan şeylerle ilişki, bir cemaatin meydana gelmesini sağlayan, inanış ve ibadet sistemi bulunan, daimî hayat sahibi Tanrı'ya inanma, dua, kurban ve inançla kendini gösteren bir arzu, mutlak itaat duygusu, ilâhî emirleri koyana karşı duyulan saygı, en yüksek içtimaî değerlerin şuuru vb. cümlelerle açıklanmaya çalışılmıştır.

Şu noktayı da önemle belirtmeliyiz ki, herkesin üzerinde görüş birliğine varacağı bir din tarifi yapmak oldukça zor görünmektedir. Bu bakımdan herşeyden önce "Din" tarifinin oluşmasında Yüce Tanrı kavramı, inanç, ibadet, ahlâk, mukaddes kitap, peygamber, vahiy, ilham, cemaat vb. elemanların bulunması gerektiğini Din Bilimleri özellikle vurgulamaktadır.

Tanınmış Din Bilimleri yazarlarından Regis Jolivet dini:
1. Sübjektif olarak din,
2. Objektif olarak din adı altında ikiye ayırmıştır.
1. Sübjektif olarak din, insanın Allah'a karşı içinden gelen aşk ve itimatla bağlanmasıdır.
2. Objektif olarak din ise, sübjektif olarak duyulan din duygusunun harici fiil ve hareketlerle açıklanmasıdır.

Kaynakça
(1) Geniş bilgi için,bkz., A. Hamdi Akseki (1877-1951), İslâm, İst., 1966, s. 53 vd.
(2) Osman Pazarlı, (1896-1981), Din Psikolojisi, 1968, s. 24 vd.


Tarih Boyunca Din Kavramı


Genel hatlarıyla konu ele alındığında ırk, renk ve dil farkı olmaksızın her insanın dine ihtiyaç duyduğu bir vakıa olarak görülmektedir. Tarih boyunca bu yolda yapılan araştırmalar da bu gerçeği ortaya koymuş bulunmaktadır. Özellikle Din Bilimleri alanında yapılan çalışmalar din duygusunun fıtriliğini kesin bir sonuç olarak tesbit etmiştir. Bu konuyu Batı dünyasında araştıranların ilki sayılan Max Müller (1823-1900) din duygusunun insan tabiatında fıtrî bir keyfiyet olduğunu vurgulamıştır. "Din insanlık tarihine en fazla hâkim olmuş bir âmildir" diyen Benjamin Constant da dine duyulan ihtiyacın, insan hayatında ondan ayrılmayan bir keyfiyet olduğuna dikkat çeken bir başka Batılı ilim adamıdır.

Bazılarının iddia ettiği gibi fıtrî bir duygu olan din ihtiyacının, korku, ümid, rüya, sulh vb. herhangi bir vesile ile sonradan kazanılmış bir olgu olduğunu söylemek son derece yanlış ve tutarsız bir anlayıştır.

Tarihin hangi dönemine bakılırsa bakılsın, dine duyulan ihtiyacın hissedilmediği bir ülke veya topluluk görmek mümkün değildir. İnsan her yerde ve her zaman, daima kendisinden yüce bir varlığa sığınma, O'ndan yardım isteme ihtiyacını duymuştur. Nitekim insanlık tarihi arkeolojik incelemeler, mukaddes kitap ve dinî mahiyetteki metinlerde de bu gerçeği ortaya koymuş bulunmaktadır. Eski Yunan ahlâk bilginlerinden Plutarkhos (M.S. 64-139) "Dünyayı dolaşınız, duvarsız, edebiyatsız, kanunsuz, servetsiz şehirler bulacaksınız. Fakat mabedsiz ve mabudsuz şehir bulamayacaksınız" sözleriyle dine olan ihtiyacın mabed ve mabud açısından önemini dile getirmiştir. Çağımız ünlü tarihçilerinden Arnold J. Toynbee'nin (1889-1975) Türkçeye de tercüme edilen değerli eserinde "Din" bütün boyutları ile incelenmiştir. İngiliz filozoflarından H. Spencer (1820-1903) ilmin ilerlemesiyle dine olan ihtiyacın daha da iyi anlaşılacağını ifade ile şöyle diyor: "İlmin ilerlemesi açık olarak gösteriyor ki hakikatini açıklayamadığımız ve anlayamadığımız mutlak bir kudret vardır, Bu kudret her yerde tecelli ediyor," Dinler Tarihi araştırmacılarından Benjamin Constand dine olan ihtiyacın insan tabiatına yerleşmiş, ondan ayrılması düşünülmeyecek bir cevher olduğunu söyler.

Bilinen bir gerçektir ki din bulunmayınca hayatın manası olmayacağı gibi ahlâk için de yaptırımı düşünülemez. Çünkü din olgusu ahlâk için de bir kaynaktır. Dinden kuvvet almayan, dine dayanmayan bir ahlâk sistemi, tarihin hiçbir döneminde hiçbir ülkesinde kendisinden bekleneni verememiştir. Millî şairimiz M. Akif bu gerçeği şu mısralarında ne güzel dile getirir:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Hal böyle olmakla beraber dine olan ihtiyacı görmezlikten gelerek bu büyük gerçeğe sırt çevirenler, hatta onun insanları uyuşturan bir afyon olduğunu savunanlar her zaman bulunmuştur. Üstelik böyle düşünenler, devre dışı bıraktıkları dinin yerini kendi sistemleriyle doldurmağa çalışarak adeta dinsizliği din haline getirmek istemişlerdir. Bu da açıkça göstermiştir ki, insanda yaratılıştan var olan inanma duygusu ve ihtiyacının mutlaka giderilmesi gerekmektedir. Bunun en tipik misali II. Dünya Savaşı sonlarına doğru Marksist Blok'a mensup ülkelerde görülmüştür. Savaşın aleyhlerine gelişme göstermesi üzerine adı geçen ülkeler yasakladıkları ibadet ve ayinlere izin vermişler, kapılarına kilit vurdukları kilise ve diğer mabetleri halka açmışlar, her dinden görevlilere toplu dua ve ayin merasimleri düzenletmişlerdir.

Kaynakça
(1) Tarihçi Açısından Din. (çev. İbrahim Canan, İst., 1978)
(2) Beşerî aklın mahsulü olan ve ilâhî vahye dayanmayan bir din sistemi, adı ne olursa olsun din değildir. (M.Rahmi Balaban, ilim, Ahlâk, İman, Ank., 1950, s. 15)
(3) G. Tümer, A. Küçük, a.g.e., s. 38.


Kur'ân'da Din Kavramı

Denebilir ki dinin en güzel ve kapsamlı tarifini Kur'an'da bulmak mümkündür. Çeşitli vesilelerle Kur'an-ı Kerim'in 91 ayetinde geçen "din" kelimesini 27 ana başlık altında toplayabiliriz.

Bunların en belli başlıları şunlardır:
1- Din Allah'dan bir vasiyettir.
2- Dinde zorlama yoktur.
3- Din ilimleri öğrenilmelidir.
4- Din üzerimize güçlük yüklemez.
5- Din hususunda haddi aşmamak gerekir.
6- Din yalnız Allah'a tahsis edilir.
7- Allah'ın emirlerini yerine getirenler din kardeşidirler.
8- Dinde amellere göre ceza ve mükâfat vardır.
9- Din ceza günüdür.
10- Din hususunda yardım isteyenlere yardım etmek lâzımdır.
11- İslâm dini kemale erdirilmiştir.
12- Allah indinde Hak Din İslâmdır.

Ana hatlarıyla sıralanan ve ayetlere dayanılarak yapılan bu gruplandırmaların başlıca dört unsurdan meydana geldiği tesbit edilmiştir:
1- Hâkimiyet ve en üstün otorite,
2- Bu yüksek otorite ve hâkimiyete itaatle boyun eğme,
3- Bu hâkimiyetin otoritesi altında meydana gelen amelî ve fikrî nizam,
4- Bu nizama uymak veya karşı gelmekten dolayı yüksek otorite tarafından verilen mükâfat veya ceza.


Kaynakça
(1) Nisa, 11, 12.
(2) Bakara, 256.
(3) Tevbe, 122.
(4) Hac, 78.
(5) Nisa, 171: Mâide, 77: Sûra. 21.
(6) Fatiha, 4; Yûnus, 104; Mü'min, 14.
(7) Tevbe, 11;Ahzâb,5.
(8) Zâriyât, 6; Vakıa, 86,
(9) Hicr, 35; Şuarâ, 82; Sâffât, 20; Sâd, 78.
(10) Enfâl, 72; Mümtehine, 8.
(11) Mâide, 3.
(12) Âl-i Imrân, 19, 83, 85; Yûsuf, 40.
(13) Mevdudi, Kur'an'a Göre Dört Terim, (çev. İ. Kaya, O. Cilacı) İst., 1991, s.102.


Hadislerde Din Kavramı


Bilindiği üzere İslâm'ın ikinci temel kaynağı Hz. Peygamber (s.a.)'in hadisleridir. Hz. Peygamber (s.a.v)'den bize intikal eden hadis-i şerifler incelendiğinde çeşitli vesilelerle "din" kelimesinin geçtiği görülür. Bir önceki bahiste yaptığımız gibi hadis-i şeriflerde geçen "din" kelimesini de 17 ana başlık altında, toplamak mümkün olmuştur. Bunların en önemlileri şöylece sıralanabilir:
1- Din duygusu fıtridir.
2- Din nasihattir.
3- Haya duygusu dindendir.
4- Feraizi öğrenmek dinin bir gereğidir.
5- Din hayır ve şer için bir ölçüdür.
6- İbadetsiz bir dindarlıkta hayır yoktur.
7- Dinde aranan kolaylıktır.
8- Allah'ın hoşnut olduğu din İslâmdır.
9- Din insanların uyması gereken bir kanundur.
10- Din ilimlerini tahsil etmek gereklidir.
11- Dinî prensiplerde şüpheyi gidermek asıldır.
12- Din müslümanın müslümana kardeş olmasını zorunlu kılar.
13- Bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri inanç prensipleri temelde aynıdır.
14- Peygamberlik ve rahmet İslâm dininin temelidir.
Kısaca ve ana hatlarıyla tesbit edilen bu maddeler dışında, hadis-i şeriflerde geçen kavim, millet, ümmet, nasara, yehud, müşrik, sabiî vb. terimler incelendiğinde bunlarda da dinin başka tanımlarını bulmak mümkündür.


Kaynakça
(1) Hadis-i şeriflerde geçen din kelimesi, Buharî, Müslim, İbni Mace, Tirmizî, Darimî ve Ebu Davud'un, sahih hadis kitaplarından alınmıştır. Kaynaklar için bkz. Osman Cilacı, Dinler ve İnsanlar, Konya, 1990, s. 36-38..


Fert Hayatında Dinin Rolü


Şu bilinen bir gerçektir ki, insan dindar olarak dünyaya gelen bir varlıktır. Bu bakımdan onun din duygusundan ayrı bir yaratık olduğu düşünülemez. Çünkü insanın beden ve ruh gibi iki ayrı özellikle yaratılması bir bakıma onun dindar olmasını zorunlu kılmaktadır. İnsan nasıl bedenî varlığını bir takım dış ve iç etkenlerden korumak için tedbirler almak zorunda ise ruhî varlığını korumak için de aynı şekilde bazı tedbirler almak ve manevî ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. İnsan, ruhunun ihtiyacı olan bu manevî sentezi ancak Allah tarafından peygamberleri vasıtasıyla gönderilen ve ilâhî din adı verilen sistemlerde bulabilir. Bazı felsefî sistemler insana geçici bir rahatlık sağlarsa da, sonuçta yine bir insan eseri olan bu sistemler, kaynağı vahiy olan ilâhî dine muhtaçtır. Hâl böyle olmakla beraber, ilmin ve felsefenin yeni boyutlar kazanması da insanın dine olan ihtiyacını vurgulamıştır.

XIX. yüzyılın başlarından itibaren ilim ve teknikteki ilerlemeler insanın artık dine ihtiyacı kalmadığı gibi bir izlenimi zihinlere hâkim kılmaya çalışmışsa da bu egemenlik uzun ömürlü olmamış, insan yine yaratılışından kaynaklanan bu en tabiî manevî ihtiyacını gidermek için dine sarılmıştır. Bu bakımdan bazı batılı sosyolog ve psikologlar XX. yüzyılı dine dönüş asrı olarak nitelendirmişlerdir.

Bilinen bir gerçektir ki insan canlılar arasında en üst düzeyde yaratılmış bir varlıktır. Allah insanı yeryüzünde kendisine halife yapmış dağların yüklenmekten çekindiği emaneti onun omuzlarına yüklemiştir.

İnsanoğluna vereceği ağır yükleri ve sorumlulukları taşıyabilmesi için onu birtakım istidat ve kabiliyetlerle yaratan Cenab-ı Hak, bunlardan öte insanı din gibi yüce bir duygu ile de donatmıştır. Bununla ilgili olarak Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
"O halde Habibim Sen yüzünü bir muvahhid olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışına hiçbir şey bedel olamaz. Bu dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler".
Bir kere daha vurgulamalıyız ki din, yaratılışdan gelen bir özellikle daima insanla beraber varolmuş, varlığını da yine onunla sürdürmekte olan bir fıtrî vakıadır. Tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde az da olsa dinsiz insana rastlamak mümkündür. Ama tarih top yekün bir toplumun dinsiz olduğunu bugüne kadar kaydetmemiştir. Nerede bir cemiyet varsa orada bâtıl da olsa bir din mutlaka bulunmuştur. Bu bakımdan bütün bir toplumun dinden yoksun olması diye bir şey düşünülemez. Din gerek insan, gerek toplum hayatının her kademesinde varlığını daima hissettiren bir vakıadır.

İnsanlara dinamik bir yapı kazandıran, toplumların hayatını özlenen bir biçimde düzenleyen fazilet ve hayra yönelten din, günümüzde her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan bir realite haline gelmiştir. Çünkü, insan yalnızlığını, güvensizliğini, karamsarlığını, ümitsizliğini vb. ancak dine yönelerek ve ona sığınmak suretiyle giderebilir. Manevi yapısını ancak böyle düzene koyabilir. Doğuştan gelen, fıtrî bir özelliği bulunan, insanın kendi öz varlığındaki şuurla birlikte ortaya çıkan din, yine insanın kendi bilinci ile paralel olarak bir gelişme grafiği çizer.

Diğer canlılarda bulunmayan birtakım özelliklerle yaratılmış olan insan, zaman zaman kendisini ve bu kâinatı kimin yarattığını sormadan edememiştir. Böyle bir düşünce iklimine eren insan, hemen ilk aşamada kendi varlığının üstünde yüce bir varlığın mevcudiyetine ulaşır. Her şeyi yaratan bu yüce varlık Allah'dır. İşte insan bu idrak sayesinde Allah'a bağlanır. Dua ve niyazlarla sıkıntı ve bunalımlarını O'na arzeder. Dindar olmak suretiyle gönül zenginliğine ve kalbi doyuma ulaşır:
"Bunlar, iman edenler ve kalbleri Allah'ın zikriyle tatmin bulanlardır. Haberiniz olsun, kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle tatmin bulur"ayeti de bu gerçeği ifade etmektedir.
İnsan için dinin gerekliliği fertlerin mukaddes duygu ve hasletlerle birleştirilmesinde, toplumların iyi ve güzel ideallerle yükseltilmesinde oynadığı rolde görülür. Aynı zamanda din, insanlara istikamet veren, beşeri kanun ve nizamların ulaşamadığı yerlerde onlara iyilik ve dürüstlüğü telkin ederek insanları kötülüklerden alıkoyan bir hayat tarzıdır.

İnsan için olduğu kadar toplumlar için de lüzumlu olan din, anarşinin, adeletsizliğin, her tür haksızlık ve kötülüğün amansız düşmanıdır. Bu bakımdan dini, cemiyetin nizamını koruyan bir müessese olarak algılamak mümkündür.

İnsanlık tarihi incelendiğinde iktisadî, siyasî ve ekonomik açıdan tükenen toplumların mükemmel olmasa da hayatiyetlerini devam ettirdikleri görülmüştür. Ancak tarih, dinî duygulan zayıflamış, manen çökmüş toplumların varlıklarını sürdürdüklerini kaydetmiyor. Çünkü bir toplumda dinin zayıflaması ahlâkî, hukukî ve içtimaî bir takım çöküntüleri de beraberinde getirmiştir. Din duygusunun zayıfladığı insanlardan meydana gelen bir cemiyette helâl-haram anlayışı da erozyona uğrayacağı için o toplumun temel düzeni de sarsılır.

Din çaresizlik, korku, hastalık, üzüntü, ümitsizlik ve felâket karşısında insanın sığınacağı yegâne kurtuluş limanıdır. Dinin lüzumu kaçınılmaz bir hakikat olan ölüm karşısında insana verdiği ruhî sükûnette de bariz bir şekilde müşahede edilmektedir. Ölüm anında insanın sığınabileceği, kalben teselli bulabileceği, dinden başka hiçbir manevi otorite yoktur.

İnsanları ürküten en önemli etkenlerden biri, belki de en başta geleni, günün birinde yok olma korkusudur. Halbuki inançlı bir kişi özellikle imanı bütün bir mümin için ölüm, geçici dünya hayatından sonsuz ahiret hayatına intikaldir. İşte bu duygu ve inancı insana telkin eden de ancak dindir.

"Dünya hayatı bir oyundan bir oyalamadan başka bir şey değildir. Elbette ahiret yurdu ittika edenler için hayırlıdır; hâlâ düşünmeyecek misiniz?" ayeti de bu gerçeği bize bildirmektedir. Ayette dikkatimiz çekilen husus, sonsuz ahiret hayatına oranla geçici dünya hayatının, kişinin dinlendikten sonra yeniden döndüğü ciddi bir iş arasında verilen dinlenme ve eğlence gibi olduğudur. Auguste Sabatier, Dinler Felsefesi adlı eserinde, "Ben niçin dinliyim" sualini kendi kendine sorar ve şu cevabı verir:
"Ben dindarım; çünkü başka türlü olmaya muktedir değilim. Dindar olmak varlığım ve benliğim için zaruri bir ihtiyaçtır". Şu bir gerçektir ki, insan maddi anlamda ne kadar ilerlerse ilerlesin hiçbir zaman dinsiz yaşamamıştır, dinsiz yaşamayacaktır.


Kaynakça
(1) Özellikle o yıllarda Fransa, dinsizliğin en üst sınırında bulunuyordu.
(2) Henry C. Link, Dine Dönüş (çev. Ö. Rıza Doğrul), ist, 1949, s. 189.
(3) "Hani Rabbin yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti..." (Bakara, 30).
(4) Bkz. Ahzâb, 72.
(5) Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyururlar: "Her çocuk ancak İslâm fıtratı üzere dünyaya getirilir. Bundan sonra anası babası yahudi ise onu yahudi yaparlar. Hristiyan ise hristiyan, mecusi ise, mecusi yaparlar", Buhârî, Cenâiz, 92. Bundan sonra Rasulullah (s.a.) yukarıda mealini verdiğimiz (Rûm, 30) ayeti okumuştur. Bu hadis-i şerif din duygusunun fıtrî oluşunu, insanın temiz ve masum yaratılmış olduğunu, ancak aile ve çevresinin etkisiyle onların kabul ettiği dini benimsediğini açıklamaktadır.
(6) Rûm, 30.
(7) Hikmet Tanyu, islâm Dininin Düşmanları ve Allah'a inananlar, İst., 1989, s. 76.
(8) Ra'd, 28.
(9) Geniş bilgi için bkz. Kerim Yavuz, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi Ank 1987, s. 27 vd.
(10) En'âm, 32.
(11) Mevdudi (1903-1979) Tefhimu'l-Kur'an (Türkçe terc.), İst., 1986,1, 447.
(12) M. Rahmi Balaban, İlim, Ahlâk, İman, Ank., 1950, s. 46.

Son düzenleyen _Yağmur_; 9 Mayıs 2017 12:45