Arama


virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
27 Kasım 2006       Mesaj #7
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

Kadının Mehrin Tamamına Hak Kazandığı Durumlar


Kadın mücerred evlilik akdi ile mehir üzerinde hak sahibi olamaz. Cinsel temas, sahih halvet veya eşlerden birisinin ölümü kadını, mehir üzerinde hak sahibi kılar. Aşağıda bunları kısaca açıklayacağız.

1) Cinsel temas (zifaf):


Evlilikte ilk cinsel birleşme ile kadın mehrin tamamı üzerinde hak sahibi olur. Mehir peşin konuşulmuşsa bunu teslim alma hakkı doğar. Hatta bu durumda kadın mehri teslim almadıkça cinsel temastan kaçınma hakkına sahiptir. Mehir sonraki bir vadeye bağlanmışsa, vadesi gelmedikçe istenemez. Evlilikte cinsel temas veya sahih halvet sonucunda kadının mehrin tamamma hak kazanması şu ayete dayanır: "Bir eş yerine başka bir eş alırsanız, onlardan birine yükler dolusu mal vermiş olsanız bile, ondan bir şey geri almayın." (en-Nisa', 4/20)
Burada evliliğin sahih veya fasit olması sonucu değiştirmez. Hatta kadınla cinsel temasın hayız, nifas, ihram, oruç veya itikat durumlarında olması da sonucu etkilemez. Çünkü koca cinsel temasla hakkını aldığı için, buna karşılık kadının da mehir üzerindeki hakkı kesinleşir. Mehir miktarı daha önce evlilik sırasında belirlenmemiş ise, ya sonradan karşılıklı rıza ile belirlenir ya da emsal mehir gerekir. Ayette şöyle buyurulur: "Birbirinize kaynaşıp başbaşa kalmışken ve onlar sizden kuvvetli bir ahit almışken, verdiğinizi nasıl geri alabilirsiniz." (en-Nisa', 4/21.) Bu ayetteki, "kaynaşıp başbaşa kalmak" anlamına gelen "ifda" cinsel temas olarak tefsir edilmiştir. İşte cinsel temasla bir hak halini alan mehir, artık ödenmedikçe veya hak sahibi olan kadın tarafından borçlu koca bu konuda ibra edilmedikçe düşmez. (bk. el-Kasanî, a.g.e., II, 291 vd.; eş-Şirazî, el-Mühezzeb, II, 57 vd.; İbn Kudame, el-Muğni, VI, 716; ez-Zühayli, el-Fıkhu'l-İslami ve Edilletüh, VII, 289)

2) Sahih halvet (eşlerin başbaşa kalması):


Sahih bir nikahla evli bulunan eşlerin, kimsenin görmediği ve istekleri dışında kimsenin giremeyeceği kapalı veya kapalı sayılan bir yerde yalnız olarak kalmalarına "sahih halvet" denir. Başbaşa kalmaya engel sayılan durumların da bulunmaması gerekir. Eşlerin yanında üçüncü bir kişinin bulunması, karı-kocada cinsel birleşmeye engel bir durumun olması, hastalık, küçüklük, ay hali, farz oruçlu olmak, farz veya nafile hac için ihramda bulunmak başba'şa kalsa bile eşler için cinsel temas engeli sayılan haller arasındadır. (İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar, II, 465) Eşlerin bu engellerle birlikte başbaşa kalmasına ise "fasit halvet" denir. Mesela; düğünden önce trafikkazası geçiren nikahlısının başında hizmet için hastanede kalan kadının bu başbaşa kalışı fasit halvet niteliğinde olup mehre hak kazandırmaz.

Sahih halvetin sonuçları şunlardır:
a) Bu halvetten sonra eşler boşanırsa kadın mehrin tamamına hak kazanır. Eğer mehrin miktarı konuşulmamışsa emsal mehir gerekir. Burada kadın evlenmeyi istediği bir erkekle, cinsel temas engeli olmayan bir ortamda başbaşa kaldığı için, daha sonra boşanma olunca kadının yeniden evlenmede, önceki şartlarla eş bulması güç olabilecektir. İşte bu eksikliğin mehirle giderilmesi hedeflemiş olmalıdır (bk. en-Nisa, 4/21).
b) Yine bu şekilde boşanan kadın iddet bekler. İddet süresince nafaka ve halvetten en az altı ay sonra doğacak çocuğun nesebinin babaya bağlanması gibi haklardan yararlanır. (ez-Zühayihi, a.g.e., VII, 292; Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, s: 287. Ş.İ.A. "Mehir" mad., IV, 110)

3) Eşlerden birisinin ölümü:


Sahih evlilikte, cinsel temastan önce eşlerden birisinin ölümü durumunda, kadının önceden miktarı belirlenen mehrin tamamına hak kazandığı konusunda görüş birliği vardır. Çünkü ölümle nikah akdi feshedilmiş olmaz, belki mali sonuçlarını doğrurarak sona erer. Mehir de bunlar arasındadır. Ancak vefat eden kadın olursa, mehri mirasçıları isteyebileceği için bunlar arasında kocası da vardır. Bu yüzden koca mehirden kendi miras payı olan dörtte bir veya ikide bir miktarı düşebilir.
Çoğunluk müctehitlere göre cinsel temastan önce eşlerden birisi ölür ve daha önce mehir miktarı belirlenmiş olmazsa kadın mehr-i misle hak kazanır. Delil Abdullah b. Mes'ud (ö. 32/652)'un naklettiği şu hadistir. "Cinsel temastan önce kendisi veya kocası vefat eden kadın için daha önceden bir mehir konuşulmamışsa emsal mehir gerekir. Bunda ne aldatma ve ne de hile olmaz. Kadın iddet bekler, miras hakkına sahip olur". Ashab-ı kiramdan Ma'kıl İbn Sinan, ibn Mes'ud'a şöyle dedi: Hz. Peygamber Vaşık kızı Berva' hakkında senin naklettiğin gibi hüküm vermişti." (Ebu Davud, Nikah, 31; Nesai, Talak, 57; İbn Mace, Nikah, 18; Darimi, Nikah, 47)

4) Kadının kocasının evinde bir yıldan çok kalması:


Malikîlere göre, kocasının evinde cinsel temas olmaksızın en az bir yıl kalan kadın mehrin tamamına hak kazanır. Hanefi ve Hanbelilere göre ise bu süre içinde eşler herhangi bir tarihte yalnız başbaşa kalmışlarsa (sahih halvet) kadın mehre hak kazanır. Aksi durumda mehir gerekmez. (ez-Zühayli, a.g.e., VII, 292, bk. İbn Rüşd, a.g.e., II, 20)

Kadının Mehrin Yarısına Hak Kazandığı Durumlar


Sahih evlilik cinsel temas veya sahih halvetten önce kocanın fiili ile sona ermişse, kadın daha önceden miktarı belirlenmiş olan mehrin yarısını alabilir. Eğer mehrin tamamı daha önceden peşin olarak ödenmişse, kadın bunun yarısını kocasına geri vermek zorunda bulunur. Delil şu ayettir: "Eğer siz onları, kendileriyle cinsel temasta bulunmazdan önce boşar, fakat daha önce mehir tesbit etmiş olursanız, bu mehrin yarısı onlarındır." (el-Bakara, 2/237.)
Bu ayetin hükmüne göre, kadının yarı mehir almasının şartları üç maddede toplanabilir, a) Mehir daha önceden tesbit edilmiş olacak, b) Koca, karısını cinsel temastan önce boşamış bulunacak, c) Kadın mehir hakkından vazgeçmemiş olacak.
Burada evlilik boşama ile sona erebileceği gibi fesih, ila, mulaane, kocanın iktidarsızlığı, İslam dinini terketmesi, karısı müslüman olduğu halde kendisinin İslam'a girmekten kaçınması, kadının usul ve füruuna hurmet-i müsahareyi (sıhrî hısımlık) gerektiren bir fiil işlemesiyle de sona erebilir. Bütün bu durumlarda evliliğin sona ermesi kocanın fiili ile olmuş bulunur ve kadın bu yüzden yarı mehre hak kazanır. Yeter ki bu ayrılık cinsel birleşmeden önce meydana gelsin. Bu çeşit ayrılıkta kadına iddet gerekmez. (el-Kasanî, a.g.e., II, 296 vd.; İbnü'l-Humam, Fethu'l-Kadîr, II, 438-439)

Mehir miktarı nikah akdi sırasında belirlenmemiş olur veya eşler mehirsiz evlenme konusunda anlaşmış bulunur yahut belirleme geçerli sayılmaz veyahut ayrılık eşlerin rızası veya hakimin kararıyla gerçekleşmişse ve bu ayrılma cinsel temastan yahut sahih halvetten önce olmuşsa Hanefi ve Hanbelilere göre kadına mehir gerekmez. Ancak böyle bir kadın mut'a denilen bir mala hak kazanır. Delil şu ayettir: "Kendileriyle temas etmediğiniz veya kendilerine bir mehir tayin etmediğiniz kadınları boşamışsanız, bunda size bir günah yoktur. Ancak onları ma'ruf bir yararlandırma (mut'a) ile yararlandırın." (el-Bakara, 2/236)
Mut'a; kocanın; mal, giysi veya yiyecek olarak boşanmış eşine verdiği şeyler demektir. Ayette mut'a'nın miktarı belirlenmemiş ve bu husus içtihada bırakılmıştır. Ebu Hanife'ye göre, mut'a'nın en azı bir giysi, baş örtüsü ve bir yorgan olup mehr-i mislin yarısından çok olamaz. (es-Serahsi, el-Mebsut, V, 82, 83; es-Sabuni, Tefsiru Ayati'l-Ahkam, I, 379-380)

Kadına Mehir Verilmesi Gerekmeyen Durumlar


İki durumda kadına mehir vermek gerekmez.
1) Evlenme akdi fasit olur ve koca karısını cinsel temastan önce boşarsa, erkeğin mehir veya mut'a vermesi gerekmez. Burada evliliğin karşılıklı rıza ile veya hakimin hükmü ile sona ermesi sonucu değiştirmez.
2) Evlilik akdi sahih olur, fakat cinsel temas veya sahih halvetten önce kadının fiili ile sona ermiş bulunursa kadın yine bir şey alamaz. Kadının küçük yaşta nikah akdinin velisi tarafından yapılması, dinden çıkması veya kocası İslam'a giren ve ehli kitaptan olmayan kadının, müslüman olmaktan kaçınması durumlarında evlilik akdi kadın tarafından veya kadın sebebiyle sona ermiş sayılır. Kadının kocasının usul veya fürüundan birisiyle hurmet-i musahareyi gerektiren bir fiil işlemesi mesela; zina etmesi veya bunlardan birisiyle yasak aşk yapması durumlarında da evlilik kadın tarafından sona erdirilmiş sayılır. (el-Kasani, a.g.e., II, 336, 337)

Sonuç olarak mehir evlilik süresinde kadın için bir yedek akçe niteliğindedir. Çünkü onun beklenmedik bir zamanda kocasını kaybetmesi veya boşanmaları durumunda kendisine yeni bir hayat programı hazırlayıncaya kadar mehir ona destek sağlar. En az mehir miktarının iki kurbanlık koyun parası kadar olduğu, üst sınırının ise yaklaşık 80 koyun (400 dirhem gümüş) alacak kadar bulunduğu dikkate alınırsa, mehrin gerçekte kadın için önemli bir yedek akçe niteliğinde olduğu söylenebilir

Çeyiz ve Ev Eşyası


A) Çeyiz Terimi Ve Kapsamı:


Çeyiz sözcüğü arapça "cihaz'"dan gelmiştir. Cehiz yerine çeyiz şeklinde kullanımı yaygındır. Arapça "tef'îl" vezninde "techîz"; hazırlamak, donatmak, geline çeyiz hazırlamak demektir. Kur'an-ı Kerîm'de kullanımı şöyledir: "Yusuf kardeşlerinin zahire yüklerini hazırlayınca, su tasını öz kardeşinin yükünün içine koydu." (Yusuf, 12/70)
Bir fıkıh terimi olarak çeyiz; evlenecek kız çocukları için hazırlanan her türlü şahsî eşya veya ev eşyasını ifade eder. Günümüzde özellikle kadının evlenirken koca evine götürdüğü eşyaya bu ad verilmektedir.
Çeyiz eski çağ toplumlarında, Yunanlılarda ve doğu ülkelerinde kocanın, evleneceği genç kızın babasına ödediği bir bedeli ifade etmek üzere kullanılmıştır. Ancak zamanla toplum örflerinde değişiklikler olmuş, kimi toplumlarda bu bedeli erkek değil de kadın, daha doğrusu evlenecek kadının babası ödemeye başlamıştır. Bu uygulama ile günümüz hristiyan ve yahudi toplumlarında görülen "drahoma" arasında benzerlik vardır.

Eski Türklerde çeyize "kalım" adı verilirdi. Kalım, kız ailesine verilen ve miktarı ailelerin malî durumuna göre değişen belirli miktar eşya veya hayvandan ibarettir. Bu, zengin ailelerde yüz at veya iki yüz koyuna kadar çıkar. En azı için bir sınır yoktur.
İslam'da evlenecek kıza ana-baba veya koca tarafından çeyiz hazırlanması, aile yuvasının kurulmasında önemli mali haklar arasındadır. Ancak çeyizi kim hazırlayacaktır? Kızın ana-babası mı, koca mı? Kocanın hazırlayacağı çeyiz mehir niteliğinde midir? Kadın alacağı mehirle çeyiz hazırlamak zorunda mıdır? Bütün bu sorular ve evlilik sona erdikten sonra ev eşyasının ayrılması konusundaki anlaşmazlıklar çeyiz eşyasının kime ait olduğunun bilinmesini gerektirmektedir. Aşağıda bu soruları cevaplamaya çalışacağız.

Hanefilere göre kadın kendisine verilen mehirle veya şahsına ait malla çeyiz yapmaya zorlanamaz. Kadının babası da kendi malından çeyiz yapmak zorunda değildir. Kadının koca evine hiç çeyizsiz veya kocanın verdiği mehre uygun olmayan bir çeyizle gönderilmesi mümkün ve caizdir. Çünkü bir kadın evlendikten sonra onun geçimini sağlamak kocasının üzerine vaciptir. Ev temin etmek ve bu eve gerekli olan eşyayı almak da bu görev kapsamına girer. Ancak koca çeyiz için başlık vb. adla para vermişse kız tarafının buna uygun çeyiz hazırlaması gerekir. Diğer yandan mehir, hazırlanacak çeyizin karşılığı değildir. O, kocanın eşine bir armağanı (atıyye) veya kadının cinsel yönlerinden yararlanmasının helal olmasının karşılığıdır.
Bununla birlikte kızın ana-babası örfen böyle bir çeyiz hazırlamışlarsa, bunlar kızlarına ait şahsi mülk sayılır. (bk. en-Nisa, 4/4; İbn Abidin, a.g.e., II, 505 vd, 898. ez-Zühayli, a.g.e., VII, 312; Bilmen, a.g.e., II, 148; Döndüren, a.g.e., S: 330, 331)
Malikilere göre kadının, teslim aldığı mehir karşılığı kadar çeyiz hazırlaması gerekir. Evlilikten önce mehri teslim almamış olursa, o ancak iki durumda çeyiz hazırlamakla yükümlü tutulabilir. Kocanın nikah sırasında şart koşması veya bu konuda örf bulunması. Dayandıkları delil örftür. Çünkü toplum örfünde çeyizi hazırlamak kadın tarafına gerektiği gibi, erkek de mehri bu gayeyle vermektedir.

Çeyiz eşyası ister kızın ana-babası tarafından isterse mehir karşılığı olarak koca tarafından yapılmış olsun, bu eşya kadının hakkı ve malı sayılır. Bu yüzden kocanın kadına ait çeyiz eşyasından yararlanması hanımının iznine bağlıdır. Babanın erginlik çağına gelmemiş kızı için hazırladığı çeyiz eşyası, teslim edilmemiş olsa bile bu, kızın malı sayılır. Erginlik çağına girdikten sonra hazırlananlar ise kıza teslim edilmedikçe onun mülkiyetine geçmiş olmaz.
Çeyiz eşyasının hazırlanmasında gerçek ihtiyaçlar dikkate alınmalı bu konuda israf ve savurganlıktan sakınılmalıdır. Günümüzde pek çok müslüman aile, daha küçük yaştaki çocuklarına büyük masraflarla çeyiz hazırlamakta, bu konuda israf ve ifrata düşmektedir. Çocuğun en büyük çeyiz ve süsünün ona öğretilen ilim, edep, ahlak ve fazilet olduğu unutulmamalıdır. Genç bir kızın evleneceği erkeğin evine götüreceği en değerli şey iffeti, edebi ve salih amelleridir. Ev eşyasında olan eksikliklerin giderilmesi mümkün ve kolaydır. Fakat ahlak ve mürüvvet eksikliğini gidermek, haya perdesi yırtılan kişiyi yeniden hayalı ve edepli hale getirmek güçtür.

Çoğu zaman yapılan çeyiz eşyasını kullanmak için bir ömür yetmemektedir. Bunların çoğu sandıklarda yarım yüzyılın üzerinde kalışı yüzünden modası geçmekte, demode olmakta, rutubetten ya da haşeratın etkisinden dolayı telef olup gitmektedir. Bu kadar el emeği ve göz nuru dökülen eşyada israfın manevî bir hesabı olmalıdır.
Allahü'Teala şöyle buyurur: "Malını israf ile saçıp savurma. Çünkü malını saçıp savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuştur. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür." (el-isra.17/26-27.)
"Yiyin için, israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." (el-A'raf, 7/31)
Burada Hz. Peygamber'in, kızı Hz. Fatıma (ö. 11/632) için hazırlanan çeyizi örnek olarak vereceğiz. Zamanın değişmesiyle örfe dayalı hükümlerin değişmesi İslam'ın benimsediği bir ilke olmakla birlikte bu çeyiz eşyası bize onların nelere önem verdiğin! göstermektedir.
Hz. Peygamber, kızı Fatıma'nın düğününde, Hz. Ebü Bekr'i (ö. 13/634) çağırarak şöyle demiştir: "Ey Ebu Bekir! Şu parayı al, çarşıya giderek Fatıma'ya gerekli olan çeyiz eşyasını satın al. Sana yardımcı olması için Selman el-Farisî (ö. 36/656) ile Bilal el-Habeşî'yi (ö. 20/641) de birlikte götür". Hz. Peygamber ona, Hz. Ali'nin (ö. 40/660) mehir olarak verdiği paradan 63 dirhemini (o devirde beş dirhem yaklaşık bir koyun bedelidir) vermişti. Çarşıdan alınan çeyiz eşyası şunlardan ibaretti: 3 adet minder, 1 adet seccade, 1 adet içi hurma lifiyle dolu yüz yastığı, 2 adet el değirmeni, 1 adet su tulumu, 1 adet su teslisi, 1 adet meşin su bardağı, 1 adet elek, 1 adet havlu, 1 adet koç postu, 1 adet alaca kilim, 1 adet divan, 2 adet yemen işi alaca elbise, 1 adet kadife yorgan. (Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, Medine Devri, II, 216)

İslam'da evli eşler arasında mal ayrılığı esası benimsenmiştir. Kadın, evlilik süresince veya boşama ya da ölüm gibi bir nedenle evliliğin sona ermesi durumunda kendisine ait malların maliki olur ve bunları alma hakkına sahip bulunur. Bu yüzden çeyiz eşyasının veya düğün hediyelerinin eşlerden hangisine ait olduğunu ayrılık ve ölüm durumunda belirlemek önemli bir problem olarak ortaya çıkar.

B) Boşanma Durumunda Ev Eşyasının Ayrılması:


Ebu Hanîfe, Muhammed eş-Şeybanî ve Malikîlere göre evlilik süresince veya boşanma durumda ev eşyasını ayırırken şu esaslara uyulur. Önce eşlerin bir delille isbat ettikleri eşya kendilerine ait olur. Mesela; buzdolabı veya çamaşır makinesini kadının satın aldığı; fatura, garanti belgesi, şahit vb. yollarla sabit olursa bu kadına ait olur. Zinetler ve öbür ev eşyası için de önce delille isbat yolu uygulanır.
Eğer eşyanın kime ait olduğu delille isbat edilemezse, eşyanın çeşit ve niteliğine bakılır. Erkek giysisi, kitap, silah, otomobil gibi erkeğe ait sayılan eşya konusunda yemin verilerek erkeğin sözü geçerli olur. Kadın eşyası sayılan giysiler, örtüler, örgü ve süs eşyaları konusunda ise yeminiyle birlikte kadının sözü geçerlidir. Çünkü örf ve dış görünüş bu konuda onu doğrular niteliktedir. Altın, gümüş, Türk parası, döviz, mal, halı, mobilya, tarım ürünü gibi iki eşe de ait olabilen şeyler konusunda yemini ile, birlikte erkeğin sözü üstün tutulur. Çünkü evde bulunan eşyada aksi sabit olmadıkça erkeğin eli, kadının elinden daha üstündür. Bu eşyada erkeğin eli tasarruf eli kadının eli, ise koruma elidir. Bu yüzden tasarruf yetkisine sahip olan el, yalnız koruma yetkisine sahip olan elden daha üstün sayılmıştır.

Ebu Yusuf'a göre ise, beldenin örfü dikkate alınarak kadına ait çeyiz sayılabilen miktarda yemini ile birlikte kadının sözü, geri kalan bölümde ise yeminiyle birlikte erkeğin sözü geçerlidir. Çünkü yaygın örfe göre kadın kendi emsali kızlar kadar çeyiz yapmadan evlenmez. Böylece dış görünüş, emsali kadar çeyiz eşyasının ona ait olmasını gerektirir.
el-Kasanî (ö. 587/1191); Şafiî ve Malik'den; ayrılma veya ölüm durumunda bütün eşyanın eşler arasında ikiye bölüneceği görüşünü nakletmiştir.

Her iki eşin ölümü durumunda, onların yerine mirasçıları geçer ve eşlerin sahip olduğu isbat yollarına onlar da sahip olurlar. Yani Ebü Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre delille isbat edilemeyen ev eşyası konusunda bu durumda kocanın mirasçılarının sözü; Ebü Yusuf'a göre ise benzerinin çeyizinin kadarı olanda kadının mirasçılarının sözü, geri kalanda ise erkeğin mirasçılarının sözü geçerlidir. Çünkü mirasçı, miras bırakanın yerine geçer.
Eşlerden birisi ölür hayatta kalan eşle, diğerinin mirasçıları ev eşyasının bölüşülmesi konusunda anlaşamazlarsa, Ebü Hanife'ye göre yemini ile birlikte sağ kalan eşin sözü geçerlidir. Eşyanın ölen eşe ait olduğunu iddia eden mirasçıların bunu isbat etmesi gerekir. Sağ kalan eşin, erkek veya kadın olması sonucu değiştirmez. İmam Muhammed ve Malik'e göre hayatta kalan koca ise söz yeminiyle birlikte onun, koca ölmüşse yeminiyle birlikte mirasçılarınındır. Ebü Yusuf'a göre hayatta kalan kadınsa, emsalinin çeyiz miktarı kadarında söz onun, ölen kadınsa söz mirasçılarınındır. (bk. el-Kasani, a.g.e., II, 208 vd.; İbn Abidin, a.g.e, II, 504; ez-Zühayli, a.g.e., VII, 313, 314; Döndüren, a.g.e., s: 333, 334)
Sonuç olarak aile yuvası ilk olarak kurulurken ihtiyaç olan ev eşyasını günümüzde kız ve erkek tarafı birlikte hazırlamaktadır. Bu konuda kız tarafı bir katkıda bulunmazsa evin ma'ruf olan eşyasını sağlamak kocanın görevidir. Bu takdirde çeyiz ve ev eşyası nafaka kapsamına girer.

Nafaka


Nafaka, sözlükte, azık, yiyecek, infak edilen şey ve ev reisinin sağlamak zorunda olduğu yiyecek, giyecek, mesken ve benzeri şeyleri ifade eder. Bir fıkıh terimi olarak; yiyecek, giyecek ve meskenden kişiye yetecek miktarı ifade etmek üzere kullanılır. Çoğulu "nafakât" tır. Türçeden nafaka yerine "geçim masrafı" veya "geçim harcamaları" gibi ifadeler kullanılır.

Nafaka genel olarak ikiye ayrılır:

1) Kişinin kendisine gerekli olan geçim harcaması. Bu başkasına vereceği nafakadan önde gelir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Önce kendi nefsine, sonra nafakası sana gerekli olan kimselere tasadduk et." (Müslim, Zekat, 95, 97, 106; Ebu Davud, Zekat, 39, 40; Ahmed b. Hanbel, II, 94)
2) Kişinin, başkasının geçim harcamalarını karşılaması. Bu çeşit nafaka üç nedenden birisine dayanır. Evlilik, nesep hısımlığı veya mülkiyet bağı.

Evli Kadının Nafakası


Bir kadın evlenip kocasının evine yerleştikten sonra onun yiyecek, içecek, giysi ve mesken masrafları kocaya aittir. Bunlar israfa kaçmadan ve cimrilik de etmeden eşlerin sosyal seviyelerine göre sağlanır. Eşlerin her ikisi de zenginse buna uygun harcama yapılır, ikisi de fakirse, kadın kocasından, zenginler seviyesinde bir harcama isteyemez. Birisi zengin diğeri fakirse, ortalama yol izlenir. Diğer yandan bazı bilginler nafakanın miktarı konusunda yalnız kocanın durumunun dikkate alınacağını söylemişlerdir.
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Annelerin yiyecek ve giyeceği gücünün yettiği ölçüde çocuğun babasına aittir." (el-Bakara, 2/233.) "Hali vakti geniş olan, nafakayı genişliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılan fakir de nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin. Allah hiçbir kimseye, ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allah güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder."(et-Talak, 65/7.)

Koca, hanımın giyim masraflarını da karşılamak zorundadır. Burada da sosyal seviye ve İslam'a uygun olan örf ve adetler ölçü alınır. Ayetteki "ma'ruf" terimi bunu ifade eder, her devir ve toplumdaki değer yargılarını ve çevre şartlarını dikkate almaya elverişli bulunur. (bk. el-Bakara, 2/233) Kadının biri yazlık, diğeri kışlık olmak üzere yılda en az iki kat giysi hakkı vardır. Giyim kapsamına yorgan, döşek, çarşaf ve yastık gibi evin normal eşyası girdiği gibi, vefattan sonra kefen de bu kapsama girer. Çünkü kefen tesettürün devamı niteliğindedir.

Koca hanımına bağımsız ve içinde sosyal durumuna uygun mefruşatı bulunan, kötü komşulu olmayan bir mesken sağlamak zorundadır. Bu yer kadının malı, canı ve ırzı hakkında güvenli olmalı ve karı-koca hayatı yaşamaya elverişli bulunmalıdır.
Ayet-i Kerîme'de şöyle buyurulur: "Boşanan o kadınları, gücünüzün yettiği kadar ikamet ettiğiniz yerin bir bölümünde oturtun. Evleri başlarına dar etmek için kendilerine zarar vermeyin." (et-Talak, 65/6)
Şer'î bir meskende, koca fakir de olsa en az, kadına ait kilitli bir oda ile diğer gerekli bölmeler bulunmalıdır.
Kadın kocasının hısımları ile birlikte oturmaya zorlanamaz. Ancak koca, bir başka evliliğinden olan ve henüz erginlik çağına ulaşmamış bulunan küçük çocuklarını karısı ile birlikte oturtmak hakkına sahiptir. Buna karşılık kadın, kendi hısımlarından hiçbirini, hatta başka kocadan olma kendi küçük çocuklarını kocasının izni olmadan onun evinde barındıramaz. Çünkü bir erkeğin, eşinin hısımlarına karşı bakım ve nafaka yükümlülüğü bulunmaz. Eşinin hısımlarına yardımcı olursa bu, onun güzel ahlakındandır.

Kadın kendi evini, kendisinin ikametine tahsis etmesi için kocasına kiraya verebilir. Bu takdirde koca, kira bedelini vermekten kaçınamaz. (bk. ibnü'l-Hümam, a.g.e., III, 321 vd.; el-Fetava'l-Hindiyye, l, 544 vd.: Bilmen, a.g.e., II, 450; Döndüren, a.g.e., s: 298, 299.)
Kadın, sosyal seviye bakımından emsali kadınların hizmetçisi bulunduğu veya kendisi bakıma muhtaç olduğu takdirde hizmetçi tutmak da nafaka kapsamına girer.
Kadın, kocasının davetine rağmen, onun evine gelmez veya itaatsiz olarak evden çıkıp gider yahut dinden çıkarsa erkeğin nafaka yükümlülüğü kalkar.

Erkeğin fakirlik yüzünden eşinin geçimini sağlayamaması Hanefîlere göre bir boşanma nedeni sayılmamıştır. Delil şu ayettir: "Eğer evlenecek kişiler fakir iseler Allah onları fazlu keremiyle zengin yapar." (en-Nur.24/32.) Burada, fakirlik bir evlenme engeli sayılmadığı gibi, evliliğin teşvik edildiği de görülür. Diğer yandan Allah elçisinin fakir bir sahabeyi, bildiği Kur'an'ı bu kadına öğretmesi şartıyla evlendirdiğini belirtmiştik. (Buhari, Nikah, 14, 35; Fadailü'l-Kur'an, 22; Libas, 49; Müslim, Nikah, 76)
Malikî ve Hanbelî mezhepleri ile Şafiî'den bir kavle göre, kocasının fakirliği, başka bir deyimle erkeğin hanımının geçimini sağlamaması yüzünden kadın evliliği feshettirebilir. Kadının boşama hakkı sınırlı olduğu için bu görüş uygulamada kadına bazı kolaylıklar sağlayabilir. Nitekim, eşini Türkiye'de bırakarak yıllarca yurt dışında kalan, eşi ve çocukları ile ilgilenmeyen nice kocalar vardır. Kadın kendi başına geçimini, sağlamak hatta çocuklarının eğitimini yaptırmak için ömrünü vermektedir. İşte eviyle hiç ilgilenmeyen, çalışıp kazanma imkanları olduğu halde yıllarca aile fertlerini fakirlik içinde bırakan ve belki onların kötü yollara düşmesine sebep olan bir kocaya karşı kadının çoğunluk fakihlerin bu görüşünden yararlanması mümkündür. (Döndüren, a.g.e., s: 298)

İddet Bekleyen Kadının Nafakası


İddet kocanın ölümü veya eşini boşaması halinde söz konusu olur.
Vefat iddeti bekleyen kadına nafaka gerekmez. Çünkü koca vefat edince tüm malı mirasçılara geçer. Karısı da dörtte bir veya sekizde bir oranında mirasçı olur. İslam'ın iik dönemlerinde koca, eşi için ölümünden sonra bir yıl süreyle nafaka verilmesini vasiyet etmek zorundaydı.
Ayette şöyle buyurulur: "Sizden karısını geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin kendi evlerinden çıkarılmayarak bir yıl süreyle yararlanmasını vasiyet etsinler." (el-Bakara, 2/240)
Ancak bu ayette belirtilen bir yıl süreli nafaka ve mesken île ilgili vasiyet hükmü kadına miras hakkı tanıyan Nisa Süresi 12. ayetin inmesiyle neshedilmiş, bir yıllık iddet süresi de şu ayetle kısaltılmıştır: "İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları karıları kendi kendilerine dört ay on gün beklerler." (el-Bakara, 2/234)
Ric'î olsun, bain olsun boşanma halinde iddet süresince kocanın nafaka yükümlülüğü devam eder. Boşamanın iki veya üç defa olması sonucu değiştirmez. Ancak üçlü boşamada Şafiî, Malik ve Ahmed b. Hanbel'e göre yalnız mesken temin edilir; diğer giyim, yiyecek vb. gerekmez.

Çocukların Geçim Masrafları


Kız ve erkek çocukların nafakaları babalarına aittir. Nafakanın kapsamına bu çocukların yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyaçları girer.
Talak suresi 6. ayette şöyle buyrulur: "Eğer (çocuklarınızı) sizin için, onlar (anneleri) emzirirlerse, onlara emzirme ücretlerini tam olarak veriniz". Burada, boşanmış bir kadının iddetini tamamladıktan sonra, çocuğunu emzirmesi halinde ücrete hak kazanacağı hükmü yer almaktadır. Bu da, çocuğun nafakasının babaya ait olduğunu gösterir.
Evli kadın çocuğunu emzirmek istemezse, eğer çocuk başka kadının sütünü alırsa, annesi emzirmeye zorlanamaz.
Hz. Aişe (r. anha)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir. Ebu Süfyan'ın karısı Hind b. Utbe Rasülullah'ın huzuruna girdi ve "Ey Allah'ın elçisi, gerçekten Ebü Süfyan çok cimri bir adamdır. Bana kendime ve çocuklarına yetecek kadar nafaka vermiyor. Onun malından haberi olmaksızın birşey alırsam, bana günah var mıdır?" dedi. Rasülullah (s.a.s); "Onun malından sana ve çocuklarına yetecek kadarını ma'ruf şekilde al" (Buhari, Büyû, 95; Nesai, Kudat, 31; İbn Mace, Ticarat, 65) buyurdu.
Bu hadis-i şerif, karısı ile çocuklarının nafakasını vermenin erkek üzerine vacib olduğunu gösterir.

Babanın erkek çocuğuna bakma yükümlülüğünün şartları

a) Erkek çocuk buluğ çağına gelmemiş olmalıdır. Ancak çocuk buluğ çağına geldiği halde sakat, kötürüm, felçli ve müzmin şekilde hasta olur ve kazanmaktan aciz bulunursa yine babanın nafaka yükümlülüğü devam eder.
b) Fakir olmalıdır. Çocuğun kendine ait malı varsa, masraflar ondan yapılabilir.
c) Baba, çocuklarına bakmaya muktedir olmalıdır. Bu, babanın ya zengin ya da çalışabilecek durumda olmasıyla gerçekleşir.
d) Babanın ve çocuğun hür olmaları gerekir.

Babanın kız çocuğuna bakma yükümlülüğünün şartları
a) Kızda buluğ ve yaş aranmaz. Evleninceye kadar kız çocuklarının geçimi babaya aittir. Evlendikten sonra bu yükümlülük kocasına geçer. Kocası ölür veya boşanırlarsa kadın yine babasının evine döner. Kadın çalışıp kazanmaya zorlanamaz. Fakat İslamî ölçüler içinde bir iş veya meslekte çalışıp kazanmak isterse bu da caizdir.
b) Fakir olmalıdır. Eğer kızın malı varsa, geçimi ondan sağlanır.
c) Baba, çalışıp kazanmaya muktedir veya zengin olmalıdır.
d) Babanın ve kızın hür olmaları gerekir.
Bir kimsenin yakınlarının geçimini sağlarken öncelik vereceği kimseler hadis-i şerifte şöyle belirlenmiştir: Ebü Hüreyre (r.a.) nakleder: "Bir adam Rasülullah (s.a.s)'a gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın elçisi! Benim yanımda bir dinar para var, nereye sarfedeyim? Hz. Peygamber; "kendi ihtiyacın için sarfet" buyurdu. Adam: "Yanımda başka bir dinar daha var" dedi. Hz. Peygamber; "Eşine sarfet" buyurdu. Adam dedi: "Başka bir dinar daha var". Hz. Peygamber; "Çocuklarına sarfet" buyurdu. Adam: "Bir dinar daha var" dedi. Hz. Peygamber, onu da hizmetçisine harcamasını söyledi. Son bir dinar daha olduğunu söyleyince de; "Sen onu nereye harcayacağını daha iyi bilirsin" buyurarak, bu konuda onu serbest bıraktı. (Ahmed b. Hanbel, II, 251, 471; Nesaî, Zekat, 5)

Ana-Baba Ve Diğer Usûlün Geçim Masrafları


Ana-baba fakir düşer veya yaşlanıp çalışamaz olursa, ilgi ve bakım yükümlülüğü çocuklara aittir.
Ayet-i kerimelerde şöyle buyurulur: "Rabbin ancak kendisine ibadet etmenizi, birde ana-babaya ihsanda bulunmanızı emretti" (el-İsra, 17/23). "Bana ve ana-babana şükret" (Lukman, 31/14) "Ana-babana İslam'a aykırı emirlerinde itaat etme. Onlara dünyada ma'ruf şekilde dostluk göster." (Lukman, 31/15)

Cabir b. Abdillah'dan şöyle dediği nakledilmiştir: Hz. Peygamber (s.a.s)'e babası ile birlikte bir adam geldi ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın elçisi! Benim kendime ait malım var; bir de malı olan babam var. Babam benim malımı almak istiyor." Rasul-i Ekrem (s.a.s) şöyle buyurdu: "Sen ve malın babana aittir." (İbn Mace, Ticarat, 64; Ahmed b. Hanbel, II, 179, 204, 214)
Ancak ana-babaların çocukların malı üzerindeki bu mülkiyet hakkı, yorumlanarak, onların fakir ve muhtaç olmalarıyla sınırlandırılmıştır. Çünkü miras ayetleri nazil olunca ana ve babanın, ölen çocuklarının malı üzerindeki hakları belirlenmiştir.
Ana-babanın çocuktan nafaka almalarının şartları şunlardır: Bunların fakir olması gerekir. Aksi halde ihtiyaçları kendi mallarından karşılanır. Nafaka yükümlüsü olan çocuk ve torunun, bunu vermeğe muktedir olması gerekir. Bu kudret ya zengin olmakla, ya da çalışıp kazanmaya gücü yetmekle gerçekleşir.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 04:32