Arama


virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
27 Kasım 2006       Mesaj #9
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

Kadının Şahsi Hak ve Sorumlulukları


A) Kadının Koca Evine Yerleşmesi:


Peşin konuşulan mehrini teslim alan ve geçim masrafları karşılanan kadının, kocası ile oturması gerekir. Peşin mehrini alamayan kadın cinsel temastan kaçınabilir.
İkametgahı belirleme hakkı kocaya aittir. Ancak eşlerin oturacağı mesken sağlığa elverişli olmalı, oturulan bir yörede bulunmalı, iyi komşulu olmalı, bir ev için gerekli mutat eşyaya sahip bulunmalı, diğer yandan kocanın hısımları aynı meskende oturmamalıdır. Ancak kadın, onlarla birlikte oturmayı kabul eder ve hizmetlerini görürse, bu onun ahlakının güzelliğindendir.
Evli kadının, kendi babasının evinde oturma şartının öne sürülmesi geçersizdir. Koca, böyle bir şartı kabul etse bile, buna uymak zorunda değildir. Eşini alıp, kendi belirleyeceği meskene yerleşebilir.

B) Kadının Başka Beldeye Götürülmesi:


Bir erkek eşini sefer mesafesinden (90 km) yakın olan bir beldeye, şehirden köye veya köyden şehire götürebilir. Çünkü yakın yerlerde kadın yabancılık çekmez. Ancak bunun için koca güvenilir olmalıdır.
Kadının sefer mesafesinden uzak olan beldelere yerleşmek gayesiyle götürülmesi konusunda görüş ayrılıkları vardır. Hanefilerin temel görüşüne göre; kadın kocasına bağlı olarak, onun gittiği beldeye gider ve onu izlemek zorundadır. Ancak bu hak kötüye kullanılırsa, sonraki (müteahhirün) fakihler, kadının evlendiği beldeden başka yere, rızası olmaksızın götürülemeyeceğini söylemişlerdir. Dayandıkları delil maslahattır. Çünkü, uzak beldeler kadın için riskli olabilir. Eskiden erkeklerde güzel ahlak ve iyi huylar galip olduğu için, kadının hakları gözetilirdi, şimdi ise durum değişmiştir. Kadın uzakta garib olur ve gerektiğinde sığınacak bir yer bulamaz. (Ömer Nasuhi Bilmen, İstilahat-ı Fıkhıyye Kamusu, II, 165)
Günümüzde gerek devlet sektöründe ve gerekse özel sektörde çalışanların, başka şehirlere iş gereği gitmesi ve uzun yıllar orada kalması olağan duruma gelmiştir. Bu yüzden, nikah akdi sırasında şart koşulmadıkça, kadının kocasına bağlı olarak, onun gittiği yere gitmesi daha uygundur. Ancak bunun için kocanın güvenilir olması ve eşini haramlardan koruyacak kişiliğe sahip bulunması da dikkate alınmalıdır.

C) Kadının Kocasından İzinsiz Olarak Evden Çıkabileceği Durumlar


Bir koca, eşine izinsiz olarak evden çıkmayı yasaklayabilir. Ancak şu durumlarda kadın izinsiz çıkabilir.
1) Kadın, yanında mahrem bir hısımı olunca farz hacca gidebilir. Kocasının izin vermemesi sonucu değiştirmez. Çünkü burada kocanın hakkı aynî farzın önüne geçemez.
2) Kadın, başkalarında olan hak ve alacaklarını gidip alabilir.
3) Koca, dini meseleleri öğrenme ve fetva alma konusunda eşine yardımcı olmazsa, kadın izinsiz olarak ara-sıra ilim meclislerine katılabileceği gibi, ehlinden fetva da sorabilir.
4) Koca, eşinin en az haftada bir kere ana-babasını, yılda bir kere de kardeş, dayı, amca, hala ve teyze gibi mahrem hısımlarını ziyaret etmesine engel olamaz. Ancak kadın, kocasından izinsiz geceyi dışarıda geçiremez. Hısımları ziyaret etmeyi engellemek "sıla-i rahm" in kesilmesine yol açabileceğinden caiz görülmemiştir.
Diğer yandan kadının ana-babası ağır hastalığa yakalanmış olur ve bakacak kimseleri de bulunmazsa, kadın kocası izin vermese bile, babasının evinde kalıp, onlara hizmet edebilir. Ancak bu durumda kocanın nafaka yükümlülüğü düşer. Koca, karısının ana-babasını, gece yatıya kalmamak üzere haftada bir gelmekten ve yine önceki kocasından olan çocuklarını gidip ziyaret etmekten men edemez. (bk. el-Fetava-l-Hindiyye, 2. baskı, Bulak 1310 H., I, 556 vd; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, İstanbul, 1983 s: 327)

D) Eşlerin Karşılıklı Olarak İyi Geçim Esaslarına Uyması:


İyi geçim (muaşeret), eşlerin karşılıklı sevgi, saygı, sadakat ve samimi davranışları ile gerçekleşir.
Allahü Teala şöyle buyurur: "Kadınlarınızla iyi geçinin." (en-Nisa, 4/9) "Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler." (el-Bakara, 2/228)
Hz. Peygamber çeşitli hadislerde, kadınlara iyi muamelede bulunulmasını istemiş ve eşine karşı iyi davranan koca, "hayırlı kişi" olarak nitelendirilmiştir. Hadislerde şöyle buyurulmuştur: "Kadınlarınızın iyi olması için çaba harcayınız. Çünkü onlar sizin yanınızda yardımcılarınızdır. Siz onlar hakkında, apaçık bir günah işlemedikleri sürece bundan başka bir hakka sahip değilsiniz. Eğer açık isyanları olursa, onları yataklarında yalnız bırakın ve onları hafifçe dövün. Eğer size itaat ederlerse, onların aleyhine bir yol aramayın." (Buharî, Enbiya, 1, Nikah, 80; Müslim, Rada, 62; Tirmizî, Rada, II.)
"Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlarınız üzerindeki hakkınız; yatağınızı başkasına çiğnetmemeleri ve sizin hoşlanmadığınız kimselerin evinize girmesine izin vermemeleridir. Dikkat ediniz! Onların sizin üzerinizdeki hakları; yiyecek ve giyecek konusunda onlara ihsan ve ikramda bulunmanızdır." (Müslim, Hacc, 147: Ebu Davud, Menasik, 56; Tirmizî, Rada, 11.)
Hz. Peygamber en hayırlı erkeğin eşiyle en iyi geçinen kimse olduğunu belirtmiştir. Hadislerde şöyle buyurulur: "Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım." (İbn Mace, Nikah, 50; Darimi, Nikah, 55) "Mü'minlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlak bakımından en iyi olanıdır. Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır." (Ebu Davud, Sünne, 14; Tirmizî, Rada, 11, iman, 6; Darimî, Rikak, 74.)

E) Eşlerin Birbirinin Cinsel Yönlerinden Yararlanması:


Eşlerin meşru şekilde birbirinin cinsel yönlerinden yararlanma hakları vardır. Allahü Teala şöyle buyurur: "Kadınlarınız ay halinden temizlenince, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın." (el-Bakara, 2/222.) "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz." (el-Bakara.2/187.)
Hanefî ve Şafiilere göre kocanın evlilik süresince eşiyle bir defa cinsel temasta bulunması kaza bakımından yeterlidir. Kocanın iktidarsızlığı durumunda, kadının belli bir süre sonra evliliği feshettirme hakkı doğar. Evlilik süresince eşlerin cinsel hayatı, evliliğin devamını sağlayacağı ve iyi geçime yardımcı olacağı için, dinî bakımdan vacip görülmüştür.
Hanbelîlere göre, eşlerin sağlıklı oldukları sürece en az dört ayda bir defa cinsel teması olmalıdır. Delil; boşama yöntemlerinden birisi olan "ila" da sürenin dört ayla sınırlandırılmasıdır. (bk. el-Bakara, 2/226, 227) Îla; dört ay veya daha uzun süre eşine yaklaşmayacağına dair kocanın yemin etmesi veya bunu ağır bir şarta bağlaması demektir.
Nitekim Hz. Ömer'in hilafeti sırasında, savaşa katılan mücahidlerin eşlerinden altı aydan fazla ayrı kalmamaları için emir verdiği nakledilir. Bu sürenin bir ayı gidiş, bir ayı dönüş ve dört ayı da savaşta geçirilecek süredir. Diğer yandan Hz. Ömer'in, kızı Hafsa'ya (ö. 41/244) genç bir kadının kocasından ne kadar süreyle ayrı kalmasının uygun olacağını sorduğu ve Hafsa (r. anha)'ın "beş veya altı ay" diye cevap verdiği nakledilmiştir. (ez-Zühayli, a.g.e., VII; 330)
Sonuç olarak ilim tahsili, savaş, hac veya rızık temini için çalışmak gibi bir özür bulunmadıkça, koca uzun süre eşinden ayrı kalmamalıdır. Bir İslam toplumunda yıllarca evden ayrılan ve önemli bir neden olmaksızın eve dönmeyen kocaya, hakim dönmesi için çağrı yapar, eğer yine dönmezse evliliği feshedebilir.

F) Eşler Arasında Cinsel Temasın Yasak Olduğu Durumlar:


İslam homoseksüelliği yasakladığı gibi, kocanın eşine ayhali veya lohusalık süresince de cinsel birleşmesini yasaklamıştır. Bunun nedeni, eşlerin cinsel sağlığını korumak ve neslin devamını sağlamaktır.
Homoseksüelliğe, Hz. Lût Peygamberin kavmi arasında yaygın olarak görüldüğü için, onun adına izafetle "livata" denilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de Hz. Lüt'un bu konuda kavmi ile mücadelesi ve sonunda kavminin nasıl helak edildiği açıklanır. ( bk. el-A'raf, 7/80, 81; eş-Şuara, 26/160-167; el-Ankebüt, 29/29)
Hz. Peygamber'den, eşine arkadan yaklaşanı kınayan ve lanetleyen çeşitli hadisler nakledilmiştir. Bir kaçını zikredeceğiz. "Allah, eşiyle arkadan ilişkide bulunan kimsenin yüzüne bakmaz." (İbn Mace, Nikah, 29; İbn Hanbel, II, 244.) "Şüphesiz Allah, doğruyu açıklamaktan çekinmez. Karılarılarınıza arkadan yaklaşmayınız." (Tirmizî, Rada, 12, 90; Darîmî, Nikah, 30; eş-Şevkanî, Neylü'l-Evtar, VI, 200.)
"Eşiyle, ayhalinde iken veya arkadan ilişkide bulunan yahut gelecekten haber veren kahine inanan kimse, Muhammed (s.a.s)'e indirileni inkar etmiş olur." (Tirmizî, Tahare, 102, Rada, 12; İbn Mace, Nikah, 29; Darîmî, Vudü', 114; İbn Hanbel, l, 86, VI, 205.) "Eşine arkasından temas eden kimse lanetlenmiştir." (Ebu Davud, Nikah, 45)
Hayızlı kadınla cinsel temas haram kılınmıştır. Ayette; "Aybaşı günlerinde kadınlarınızdan ayrı durun " (el-Bakara, 2/222) buyurulur. Allah'ın elçisi, ay halindeki eşi ile temas eden kimsenin, bu temas ilk günlerde olmuşsa bir dinar (yaklaşık 4 gr. 22 ayar altın), sonuna doğru olmuşsa yarım dinar altın parayı tasadduk etmesini bildirmiştir. Bu ceza hadiste şöyle belirlenir: "Bir kimse hayızlı eşiyle cinsel temasta bulunursa, eğer kan kırmızı renkte ise bir dinar, sarı renkte ise yarım dinar tasadduk etsin." (Tirmizi, Tahare, 102)
Eşiyle sapık ilişkiye giren kimseye had cezası değil, İslam devleti'nin koyacağı uygun bir ceza (ta'zîr) uygulanır.
Hanbelilere göre sapık ilişkiye giren eşlerin arası ayrılır.

G) Doğum Kontrolü (Azil):


1) Azil terimi ve kapsamı:
Arapça bir sözcük olan "azil"; uzaklaştırmak, ayırmak demektir. Bir fıkıh terimi olarak; kadının gebe kalmaması için, erkeğin menisini dışarı atmasıdır. Azil, gerek İslam'dan önce ve gerekse İslamî devirlerde iki nedenle yapılıyordu. Ya cariye gebe kalmasın diye bu yola başvurulur, ya da hür olan kadın gebe kalmasın veya süt emen çocuğa bir zarar gelmesin diye yapılırdı.
Hz. Peygamber'in, azil konusunda çeşitli hadisleri vardır. Kendisine azlin hükmü sorulduğunda; "O, gizli ve'd'dir" buyurmuştur. (Müslim, Nikah, 141; İbn Mace, Nikah, 61.) Burada "ve'd"; kız çocuğunu diri diri toprağa gömmek anlamına gelir. Bununla Kur'an'daki şu ayete işaret edilmiş oluyordu: "O, diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah yüzünden öldürüldüğü sorulduğu zaman." (et-Tekvîr, 81/8-9.)
Ancak daha sonra Hz. Peygamber'in, azil konusunda müsamahalı davrandığı görülür. Cabir (r.a)'ten şöyle dediği nakledilmiştir: "Bizim cariyelerimiz vardı ve onlardan azil yapıyorduk. Yahudiler, bunun küçük "mev'ûde" yani çocuğu diri diri toprağa gömme anlamına geldiğini söylediler. Bu durum Allah'ın Rasülüne iletilince şöyle buyurdu: "Yahudiler yalan söylemiş, eğer Allah onu yaratmak istese, sen engel olamazdın." (Ebü Davud, Nikah, 48; Nesaî, Nikah, 55; Ahmed b. Hanbel, III, 22, 49, 51.) Ebu Saîd el-Hudri ve Enes b. Malikten de aynı nitelikte hadisler nakledilmiştir. Yine Cabir (r.a) şöyle demiştir: "Biz Hz. Peygamber devrinde Kur'an inerken azil yapıyorduk. Eğer ondan bir şey yasak edilecek olsa bunu bize Kur'an yasaklardı." (Buhari, Kader, 4; Tirmizî, Nikah, 39.) Müslim'in rivayetinde; "Bu, Rasülullah'ın kulağına gitti, fakat bize bunu yasaklamadı" (bk. Müslim, Talak, 26-28.) denilir."

Ebü Said el-Hudrî'nin naklettiği şu hadis de azlin caiz oluşunu ifade etmektedir. Ebu Said şöyle demiştir: "Biz kadınlarımızla cinsel temasta bulunuyoruz, bu hoşumuza da gidiyor. Azil konusunda ne dersiniz?, sorusuna Allah'ın Rasülü şu cevabı vermiştir: "Siz istediğinizi yapın. Allah'ın yaratmak istediği şey meydana gelecektir. Bununla birlikte suyun hepsinden çocuk olmaz." (Ahmed b. Hanbel, III, 26.)
Yukarıdaki ilk hadis'e ve on çirkin hasletten birisinin de azil olduğunu belirten Ahmed b. Hanbel'in (ö. 241/855) naklettiği (Nesaî, Zîne, 17; Ebü Davud, Hatem, 3; İbn Hanbel, l, 280, 297, 429.) başka bir hadis'e göre azil çirkin bir fiildir, İbn Hazm (ö. 456/1063) bu hadisleri delil alarak azlin caiz olmadığını söylemiştir.
İslam fakihlerinin büyük çoğunluğu ise, yukarıdaki diğer hadislere dayanarak; bir erkeğin hür olan eşinin izni ile, azil yapmasının caiz olduğunu söylemiştir.

Doğum kontrolünün caiz olup olmaması da azlin hükmü ile yakından ilgilidir. Azli kabul etmeyenler bunun kadere karşı çıkmak anlamına geldiğini, bunda ayrıca müslümanların sayısını azaltma gayesi bulunduğunu öne sürerler. Bu konuda ayrıca çocukların yoksulluk korkusu ile öldürülmesini yasaklayan ayetle (el-İsra, 17/31) Hz. Peygamber'in şu hadisine dayanırlar: "Evlenin, çünkü ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla övüneceğim." (İbn Mace, I, 592, H.No: 1846)
Sonuç olarak cenin teşekkül etmeden önceki dönemde erkeğin veya kadının gebeliği engelleyen yöntemlere başvurması mümkün ve caizdir. Bu korunma, doğum kontrol tableti kullanma yoluyla olabileceği gibi, meninin rahme ulaşmasını engelleyen diğer yöntemlerle de olabilir. Ancak bunun için eşlerin rızasının bulunması, sağlığa zarar vermemesi ve başvurulan yöntemin boy abdestini engelleyici nitelikte olmaması gerekir.

2) Kürtaj ve İslamî açıdan kritiği:
Kürtaj sözlükte "kazımak" demektir. Bir tıp terimi olarak ise gebeliğin ilk üç ayında ceninin, rahim iç zarı kazınarak alınmasını ifade eder.
Çocuğun anne karnında teşekkül ettikten sonra düşürülmesi, azilden ayrı bir işlemdir. Azilde, meniyi kadından uzaklaştırma söz konusudur. Kürtajda ise teşekkül eden ve ileride insan varlığını oluşturacak olan biyolojik bir varlığı dış etkilerle anneden ayırma işlemi vardır.
Avrupa'da henüz doğum kontrolü konusu söz konusu değilken, İslam'da istenmeyen gebeliğin önlenmesinde "azl" yöntemi biliniyordu ve Hz. Peygamber de buna müsamaha ile bakmıştı. Hristiyan, Yahudi ve doğu dinlerinde de bu metot uygulanıyordu.
Yukarıda, henüz çocuk teşekkül etmezden önce, gerek azil ve gerekse bu kapsama giren gebeliği önleyici nitelikteki yöntemlere İslam'ın müsamaha ile baktığını belirtmiştik. Ancak bu konuda iki noktaya dikkat edilmesi de gereklidir.
1) Eşlerin karşılıklı rızası,
2) Uygulanacak yöntemin erkeğin veya kadının fizik ya da ruh sağlığına zarar vermeyecek nitelikte olması gerekir.

Çocuk teşekkül ettikten sonra, başka bir deyimle gebelik başladıktan sonraki korunmaya gelince; bu konuyu Malthus'un dediği gibi yalnız "aç kalma", dünya üzerindeki rızkın insanlara yeterli olmaması gibi teorik bir düşünceye bağlamak, İslamî açıdan bir anlam taşımaz. Çünkü mü'min rızkı verenin Allah olduğuna inanır. Yüce Allah'ın "Razık" ve "Rezzak" sıfatları ile "Rahman" ve "Kerîm" sıfatları dünya üzerinde her canlıya rızkı verenin O olduğunu gösterir. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da sizi de biz besliyoruz. Onları öldürmek büyük bir suçtur" (el-isra', 17/31; bk.el-En'am, 6/151; et-Tekvîr, 81/8-9; el-Mümtehine, 60/12.) "Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Allah onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitapta (levh-ı mahfuz)dır." (Hûd, 11/6.)
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden birinizin ana karnında yaratılışı kırk günde toplanır. Sonra bir o kadar günde kan pıhtısı, sonra bir o kadar günde et parçası olur. Sonra Allah bir melek göndererek şu dört kader proğramını yazması emredilir: İşleyeceği ameller, rızkı, eceli ve bedbaht veya mes'ud olacağı. Sonra ona ruh üflenir." (Buharî, Bed'ü'l-Halk, 6; Müslim, Kader, 1,2.)
İslamî açıdan ceninin sağ olarak doğma ihtimali bulunduğu için, onun anne karnındaki varlığı korunmuş ve onun bir takım haklardan yararlanması sağlanmış, bu arada dış etkilerle onun düşürülmesi bazı şartlara bağlanmıştır.
Cenin sağ doğmak şartıyla miras, lehine vasiyet ve nesep ikrarı tasarruflarından yararlanır. Cenin için sabit olan bu haklar koruma altına alınır, o sağ olarak doğarsa bunlardan veli aracılığı ile yararlanmaya başlar. (es-Serahsi, el-Mebsut, XXVI, 86, 87; İbnü'l-Hümam, Fethu'l-Kadir, VIII, 328 vd.; Ebu Zehra, Usulu'l-Fıkh, s. 331 vd.)

3) İslam'da cenini koruyan hükümler şöylece özetlenebilir:
a) Hz. Peygamber çocuk doğumunu arzu etmeyen eşler için azl'e, yani gebeliğe önceden engel olabilecek yöntemlere izin vermiştir. Buna kadının da rıza göstermesi gerekir. Çünkü kadının çocuk doğurma hakkı olduğu gibi, kendisine cinsel yönden rahatsızlık verecek veya ruhsal strese yol açabilecek korunma yöntemlerine rıza göstermeme hakkı da vardır. Bu yüzden kadının rızası dışında azil (korunma) mekruh olur. (bk. Ahmed b. Hanbel, l, 31, III, 26; el-Kasanî, a.g.e., II 334, 335.)

b) Anne karnındaki ceninin düşürülmesini yasaklayan, doğrudan bir ayet veya hadis yoktur. Ancak gebe kadının dövülmesi veya öldürülmesi durumunda, ölü olarak düşen cenin için "gurre" denilen bir ceza sünnetle sabittir. Ebü Hüreyre (ö. 58/677)'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Huzeyl kabilesinden iki kadın kavga ettiler. Bunlardan birisi diğerine taş atarak, kendisinin ve karnındaki çocuğun ölümüne neden oldu. Taraflar Hz. Muhammed (s.a.s)'in huzurunda mahkemeleştiler. Allah'ın Rasülü cenin için "gurre", ölen kadın için ise akilesinin üzerine "diyet" cezası ile hükmetti." (Müslim, Kasame, 36; Buharî, Tıbb, 468; Ebu Davud, Diyat, 19; Nesaî, Kasame, 39.) Ebu Hüreyre'den nakledilen başka rivayette ise yalnız cenin için "gurre" den söz edilmiş, annesinin ölümü yer almamıştır. Gurre; diyetin yirmide biri kadar bir tazminat olup, bunun miktarı Hanefilere göre 50 dinar (200 gr. altın para) veya 500 dirhem (1400 gr. gümüş para)dır. Çoğunluk fakihlere göre ise, 600 dirhem gümüşten ibarettir. Cenin annesinden ölü olarak ayrılınca, onun düşmesine suç işleme yoluyla neden olan kimse bu gurre cezası ile yükümlü olur. Burada ceninin erkek veya kız olması, suçun kasten veya yanlışlıkla işlenmiş bulunması sonucu değiştirmez. (el-Kasanî, a.g.e., V, 325; İbn Kudame, el-Muğnî, V, 799; İbn Rüşd, Bidayetü'l-Müctenid, II, 407; Döndüren, "Gurre" mad. Ş.İ.A., II, 237.)
Diğer yandan cenini anne, kocasının izni olmaksızın ilaçla veya başka bir yöntemle yahut kürtaj yaptırarak düşürürse, gurre tazminatını onun akilesinin (mirasçı olabilen yakın asabe hısımları) ödemesi gerekir. Eğer koca çocuğu düşürmesi için izin vermiş olur veya kadının bir kasdi bulunmazsa, haddi tecavüz olmadığı için gurre gerekmez. Ancak şunu da belirtelim ki, bir fiile gurre gerekmemesi onun haramlık yönünü kaldırmaz. (bk. İbn Kudame, a.g.e., VII, 716; ez-Zühayli, a.g.e., VI, 364)

c) Cenin, anne karnında uzuvları teşekkül edinceye kadar (müstebinu'l-hılka) bir kan pıhtısı hükmündedir. Bu dönem ceninin 1,5-2 aylık oluşuna kadar sürer. Bu, bir insan varlığını temsil ettiği için ona sebepsiz yere müdahale edilemez. Hz. Peygamber yavru çıkarma sırasında kuş yumurtalarına zarar vermeyi yasaklamıştır. İnsanı temsil eden cenin, hayvan yumurtasından daha fazla korunmaya layıktır. Ancak annenin sağlığı, süt emen başka bir çocuğun korunması gibi nedenlerle, bu dönemde çocuğun düşürülmesi caiz olur. Özürsüz düşürme ise haram sayılmıştır.

d) Uzuvların teşekkül etmesinden ruh üfleninceye kadar olan sürede (120 günlük) bir sebep olmaksızın, cenin düşürülürse suç işleme yolu ile düşürene yukarıda açıkladığımız "gurre" cezası gerekir. Gurre bir yıl içinde, ceninin mirasçılarına ödenir. Hz. Ömer'in uygulaması da böyle olmuştur.
Ancak kadının frengi, kanser, felç veya kalb infarktüsü gibi önemli bir hastalığı olur yahut küçük yaştaki başka bir çocuğun sütunun kesilmesi gibi bir korku bulunursa, bu dönemde de çocuğun düşürülmesi caiz görülmüştür. (el-Fetava'l-Hindiyye, Terceme, XII, 126,)

e) Cenin suç işleme yoluyla canlı olarak düşer ve doğumdan sonra ölürse suçlunun tam diyet ödemesi gerekir. Burada diyet, üç yıl içinde eşit taksitlerle ödenir. Sebepsiz müdahale veya dövme gibi bir haksız fiil sonucu kadın ölür ve cenin de düşmüş bulunursa, anne için tam diyet, cenin için ise gurre cezası gerekir. Yukarıda Huzeyl kabilesinden iki kadının kavgası olayında, Hz. Peygamber'in böyle bir tazminat cezasına hükmettiğini belirtmiştik. (bk. Buharî, Tıbb, 468; Müslim, Kasame, 36; es-Serahsî, a.g.e., XXV, 87 vd.; İbnü'l-Humam, a.g.e., VIII, 324 vd. Bilmen, a.g.e., III, 803)

H) Kadının Eşinden Adaletli Davranmasını İsteme Hakkı:


1) Eşler arasında adalet ve kapsamı:
Adalet her şeyi yerli yerinde yapmak ve hakkı olana hakkını vermek demektir. Evlilik hayatında kocanın adaletli davranması özellikle eşini diğer hısımları karşısında ezdirmeme, yeme, içme, giyim ve barınmada, ailenin sosyal seviyesine uygun bir standarda (ma'ruf) göre davranma ve özellikle birden çok evlilikte, eşler arasında karı-koca hayatının gerektirdiği tüm haklarda eşitliği gözetme adalet kapsamına girer.
Kur'an-ı Kerîm'de birden çok eşle evli olan erkeğin, eşleri arasında adaleti sağlamasının güçlüğüne şöyle işaret edilir: "Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında adaleti sağlamaya gücünüz yetmez. Öyleyse birisine tam olarak meyledip de diğerini (ne evli ne de bekar gibi) askıda bırakmayın." (en-Nisa, 4/129) Koca belki yeme, içme, giyim ve barındırma gibi konularda tam eşitlik sağlayabilir. Çünkü onun buna gücü yeter. Ayette sözü edilen güçlük daha çok sevgi konusu ile ilgili olabilir. Çünkü sevgi iç duygularla ilgili olup, davranışlara yansımadıkça dışarıdan belli olmaz. İşte koca, çok evli olup, eşlerinden birisini üstün tuttuğunu hissettirirse aile düzenini sürdürmesi zorlaşır. Bu yüzden İslam fıkhında "kasm" adı verilen "gecelerin eşler arasında paylaşımı" konusuna özel önem verilmiştir.
Şafiîler dışında çoğunluk mezhep müctehitlerine göre erkeğin eşleri arasında gece paylaşımında da adaletli davranması vaciptir. Eşler arasında yaş, güzellik, zenginlik-yoksulluk, önce veya sonra evlenme, hasta, hayızlı veya nifaslı olma, ihramlı veya ehl-i kitaptan bulunma gibi durumlar dikkate alınmaksızın kocanın gün ve geceleri adaletli bir tarzda paylaştırması gerekir.
Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasülullah (s.a.s) eşleri arasında süre paylaşımı (kasm) yapar ve her bir eşi için belli bir gün ve bir gece belirlerdi." (Buharî, Hibe, 15, Şehadet, 30; Ebü Davud, Nikah, 38; İbn Hanbel, VI, 117.) "Hz. Peygamber, eşleri arasında süre paylaşımı yapar, bu konuda adaletli davranır ve şöyle dua ederdi: Allahım! Bu, gücümün yettiği paylaşımdır. Gücümü aşan hususlarda beni kınama" (Ebü Davud, Nikah, 38; Tirmizî, Nikah, 42; Nesaî, Nisa', 2; İbn Mace, Nikah, 47; Darimî, Nikah, 25; İbn Hanbel, VI, 144)

Hanefîler dışındaki çoğunluk müctehitlere göre ilk evlenmede bakire için yedi gün, dul olan eş için ise üç gün ek süre hakkı vardır. Normal süre paylaşımı bundan sonra yapılır.
Delil şu hadistir: "Bir erkek dul evlendiği eşinin üzerine bakire ile evlenirse, onun yanında yedi gün kalır, sonra süre paylaşımı yapar. Eğer bakire olarak evlendiği eşinin üzerine dul kadınla evlenirse, onun yanında üç gün kalır ve sonra süre paylaşımı yapar." (Buharî, Nikah, 101.)
Eşlerin geçici veya sürekli olarak kendilerine ait nöbet süresini, diğer eşe bırakmaları mümkündür. Koca hasta olunca hangi eşin yanında kalacağı, ya karşılıklı rıza ile ya da kur'a ile belirlenir. Bununla birlikte hasta koca, eşlerinden ayrı bir mekanda da kalabilir. Çünkü hastalık bir özür olup, bu durumda kocadan adaletli davranması beklenemez.
Adaletli davranma en çok süre paylaşımında kendisini göstereceği için bu konudaki bir dengesizlik, onu ağır bir manevî sorumluluk altına sokar. Hadiste şöyle buyurulur: "İki eşi olan bir koca, bunlardan birisine yönelir, diğerini ihmal ederse, kıyamet gününde bir yanı çarpılmış olarak kalkar." (Ebu Davud, Nikah, 38; Nisai, 2; İbn Mace, Nikah, 47; Darimi, Nikah, 24)

2) Çok evliliğe yol açan durumlar:
İslam, bir erkeğin dörde kadar kadınla evlenmesi kapısını açık tutmuş, fakat bunu ağır şartlara bağlayarak tek evliliği teşvik etmiştir. Nitekim çok evliliğe cevaz veren ayetin devamında bu noktaya da işaret edilir: "Kendileriyle evlendiğiniz takdirde yetim kızların haklarını gözetememekten korkarsanız, beğendiğiniz diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın veya sahip olduğunuz cariyelerle yetinin. Bu adaletten ayrılmamanız için daha uygundur." (en-Nisa, 4/3)
Birden çok evliliğin serbest bırakıldığı ülkelerde, çok kadınla evlilerin tek kadınla evli olanlara oranla çok az olduğu görülür. Bazı İslam ülkelerinde yapılan istatistiklere göre iki kadınla evli erkeklerin sayısı yüzde bir, Suriye'de ise çok kadınla evlilerin sayısı, bütün evli erkeklere oranla yüzde beş'dir. (Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, s: 239.)
Çok evliliğe izin verilen yukarıdaki ayetin iniş nedeni, Hz. Aişe'den nakledildiğine göre şudur: Savaş baskınlarında ve savaş gibi nedenlerle bir çok kız ve kadın yetim veya dul kalıyordu. Bazı erkeklerin korunmaya muhtaç olan bu yetimleri yanlarına alarak, onlara velilik yapması adettendi. Bu veliler malları için bu yetim kızlarla evleniyor, fakat mehirlerini vermede haksızlık ediyorlardı. Ayet, bu haksızlıklara engel olmak için inmiştir. (Taberî, Tefsir, Kahire 1969, VII, 531, 533; ez-Zemahşerî, Keşşaf, Beyrut 1947, l, 467; Miras, Tecrid-i Sarih Tere. İst. 1945, XI, 326, 327.) Ayetin inme nedeni ile ilgili başka rivayetler de vardır. Sonuçta; özellikle savaş sonrası korumasız kalan ve erkek sayısından çok olan yetim ve dul kadınların haklarını korumak ve onlara yapılan haksızlıkları önlemek, ayetin iniş sebepleri arasındadır.
Çok kadınla evlilik, ilk eşin nikah sırasında kendi üzerine evlenilmemesirıi, evlenildiği takdirde kendisinin veya sonradan evlenilen eşin boşanmış kabul edilmesini şart koşması durumunda bu eşin rızasını gerektirir. Aksi durumda ikinci evlilik geçerli olmaz. (Bîlmen, a.g.e., istanbul 1956, II, 120; Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, ist. 1974, s: 231,232.) Şu ayet de ilk eşin rızasının gereğine işaret etmektedir. "Bir kadın eğer kocasının geçimsizliğinden veya kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa, karı-kocanın aralarında anlaşarak sulh olmalarında bir sakınca yoktur. Sulh daha hayırlıdır." (en-Nisa, 4/128)

Adalet ve eşitlik şartını yerine getirebileceğine güvenen bir erkek için çok eşle evlenme prensibi, aşağıdaki durumlarda başvurulacak bir ruhsat olarak değerlendirilebilir: Savaş sonrası erkek nüfusun önemli ölçüde azalması, kocaları ölen kadınların toplumda bir problem olarak ortaya çıkması, kadının tedavi edilemeyen bir hastalığa yakalanması, erkeğin işi gereği uzun süre esinden uzakta bulunması, kadının kısırlığı, evlenmediği takdirde erkeğin zinaya düşme korkusunun bulunması bunlar arasında sayılabilir.

Çok evlilik İslam'a mahsus veya İslam'la ortaya çıkan bir uygulama değildir. Tarihte hemen tüm toplumlarda ve önceki semavî dinlerde de vardır. (Sabri Şakir Ansay, Hukuk Tarihinde İslam Tarihi, İstanbul, 1958, s: 195; Halil Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara, 1978, s:70) İslam'dan önceki Arap toplumlarında da bir erkek malî gücü oranında dilediği kadar kadınla evlenebiliyor ve dilediği sayıda cariye edinebiliyordu. (Cin, a.g.e., s: 31-32)
Sonuç olarak çok kadınla evlilik farz, vacip veya sünnet kabilinden bir emir olmayıp, bazı durumlarda başvrulabilecek bir ruhsattan ibarettir. Eşler arasında adalet ve eşitlik ön şartının getirilmesi İslam devletinin bu konuda denetleme yapmasına imkan sağlamıştır.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 04:39