Arama


ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
14 Ocak 2015       Mesaj #4
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Osmanlı Devleti hangi yönleriyle Avrupalıları nasıl etkilemiştir?

Osmanlı Devleti'nin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Osmanlıların yer aldığı coğrafya itibariyle Avrupalılarla ilişkileri, daha devletin kuruluş döneminden itibaren başlar.
Başlangıçta Bizans, Venedik ve Ceneviz gibi ülkelerle siyasi, ticari, askeri ve kültürel alanda ilişki içinde olan Osmanlılar, daha sonra topraklarının Balkanlara doğru genişlemesiyle birlikte Bulgar, Sırp, Romen ve Macarlarla da ilişki kurar. Yükselme döneminden itibaren Osmanlıların Avrupalılara karşı hem karada hem de denizde üstünlük sağlamasıyla, Türk geleneklerinin Avrupa’ya tesirlerinde bir artış görülür.
Avrupa’daki Türk etkisi, Osmanlıların Avrupa’da en etkin oldukları Kanuni Sultan Süleyman dönemiyle başlar ve inişli çıkışlı bir yol izledikten sonra Lale Devri ile yeni bir boyut kazanır. Gerçi bu tarihten sonra da yoğun olmamakla birlikte Türk gelenekleri ve imajının Avrupa’ya tesiri devam eder.
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi
Kendisine Kanuni denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Zamanında İngiltere Kralı. Vlll.Henry, İstanbul'a bir heyet gönderip, adalet mekanizmasının nasıl işlediğini tetkik ettirerek kendi memleketine örnek almıştır. Onun kanunları, daha sonraları birçok farklı uluslar ve devletler için anayasalarının temelleri oldu. Süleyman, çağının en üstün tek mutlak hükümdarıydı. Osmanlı mimarisinde, klasik dönemi başlattı, dünyanın, o güne kadar görmüş olduğu en muhteşem yapıtları yaptırdı.


İstanbul’un Türkler tarafından fethiyle birlikte Osmanlılar ile Batılı devletler arasındaki ilişkiler artmaya başladı. İstanbul alınınca pek çok sanatçı Avrupa’ya gitti, iyi tanıdıkları Doğu kültürünü oralarda tanıttı. Osmanlı sanatına ait figürlerin ve dekoratif repertuarın Avrupa’nın en uzak köşelerine, hatta İngiltere ve İsveç’e kadar uzandığı biliniyor.

Sanatı, kültürü, mimarîsi ile de Doğu Batı’yı kıskandırıyordu. Hamamları, kahvesi, nargilesi, zengin mutfağıyla Osmanlı ne Vikinglere ne de diğer yağmacılara benziyordu.
Osmanlılar şüphesiz, Avrupalıların hayal gücü üzerinde birçok etki bırakmışlardır. Gerek hanedana, gerek politikaya dair Osmanlıların merasimleri ve görkemlerine karşın mütevazilikleri onları tanıyan, herhangi bir dünya vatandaşını bile etkilemiştir. Dünya'nın en büyük imparatorluklarından birini kurmuş olmaları, Avrupalı gözlemcilerin, kayıtsız kalamayıp Osmanlılara, derin bir saygı duymalarını sağlamıştır.

Özetle Türk’ün üstünlüğü savaş meydanıyla sınırlı kalmıyordu. Meselâ devlet organizasyonunda Türk Avrupalıyı kendine hayran bırakıyordu. 16cı yüzyılda İstanbul’da görev yapan bir büyükelçi yazdığı mektupta şöyle diyor:
“Türklerin ülkesiyle bizim ülkemizi karşılaştırdığım zaman korkudan titriyorum. Onlarda cemiyette yükselmek için bilgi, beceri ve çalışkanlık yeterli. Bizde ise soyluluk şart. Bunun için Türkler giriştikleri her işte başarılı oluyorlar.”
Avrupa medeniyetinin Osmanlılarla ilişkisi, imparatorluğun Avrupa’nın içlerine ilerlediği dönemde gözle görülür biçimde arttı. Bu durum bazı kültürel alışverişlerin yaşanmasıyla ve etkileşimle sonuçlandı. Avrupa’nın içlerine doğru süren seferler, Doğu’nun gizemli dünyasının kültür varlıklarını, estetik zevkini ve sanat algısını da Batılı sanatçılara ulaştırmıştı. Çiniden mobilyaya, savaş araç-gereçlerinden tablolara, ev dekorasyonundan kıyafetlere ve diğer dokuma ürünleri ile halıya kadar pek çok alanda etkili oldu Osmanlı kültürü. Bu ürünlerden bazısı ganimet, hediye ve satın alma yoluyla Avrupalı asilzadelerin saraylarına girdi. Bazen de özel siparişle Osmanlı atölyelerinde, fırınlarında ve tezgahlarında üretildi. Sonraki yıllarda Batılı sanatçılar bu eserleri taklit ederek çini ve metal eşyalar ürettiler, değişik kumaşlar dokudular.
Küçük bir beylikten büyük bir devlete ulaşan Osmanlılar, birçok alanda Batı dünyasını etkiliyor­du. Osmanlıların mimarisi, sanat anlayışı, giysisi ve yemek kültürü bunlardan sadece birkaçıydı.

DOKUMA
Osmanlı ipekli dokumalarının en büyük pazarı Balkanlar, Doğu Avrupa ve Moskova Prensliği’ydi. Bugün Rusya, Polonya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve eski Yugoslav ülkelerinin müzelerinde bulunan koleksiyonlar, yoğun ipek ticaretinin kanıtları. Eflak, Boğdan ve Erdel gibi Osmanlı’ya bağlı özerk prensliklerin saraylarında ise Osmanlı kumaşından, Osmanlı kalıbı ve kesimiyle dikilmiş kaftanlar, bu eyaletlerdeki ariktokrasinin giyim tarzının temeliydi. Bölgede Osmanlı çadırları, halıları, işlemeleri ve nakış iplikleri de rağbet görürdü. Arabalara değerli halılar ve pahalı Osmanlı saray yastıkları konulur, bulya adlı Osmanlı nakışları alınıp satılırdı.

MOTİF
İslam sanatından uyarlanan arabesk motifler, 16. yüzyılda tüm Avrupa’da kullanıldı. Zırhlarda ve silahlarda, kuyum işçiliğinde, ciltlerde, halılarda ve mobilyada görülen arabesk örneklere, İngiltere’de bile rastlamak mümkün. Arabesk motifler, Rus kiliselerinin mimari süslemelerinde, kilise ve hanedan hazinelerine ait eserlerde de görülür.

HALI
Doğu’dan gelen ihraç ürünlerinin en pahalıları olan halılar, Avrupa’da her zaman itibar görmüştür. Halılar diplomatik hediye, esir düşmüş Osmanlı tebasının salıverilmesi için fidye, savaş ganimeti olarak Avrupa ülkelerine girmiştir. Vergi borcu karşılığı olarak bile kabul edilmiş, nüfuzlu kimselere hediye edilmek, kamusal alanları döşemek, hatta sadece ileri bir tarihte satılmak üzere yatırım amaçlı satın alınmıştır. Cenazelerde tabutların içine ve üzerine örtülmüş, önemli şahsiyetlerin ve düğünlerde gelin ile damadın üzerinde durması için yere serilmiş, daha çok masaları ya da mobilya üstlerini örtmekte kullanılmıştır. Halıların hem özel mülklerde hem de kamu binalarında pencere ve balkonlardan sarkıtılarak asılması da adetti. Doğu Avrupa’nın bazı kiliselerinde, hâlâ, duvarların çoğu 17. yüzyıla ait Osmanlı halılarıyla süslüdür. Bazı Avrupa ülkelerinde Osmanlı halılarına benzeyen halılar dokunmuştur. Örneğin; İngiltere’de yıldız desenli Uşak halılarını taklit eden bir halının her bir tarafındaki bordürlerin ortasında, soylu bir İngiliz ailesinin amblemini taşıyan birer arma vardır. İspanya’da ise ‘armalı’ ya da ‘amiral’ halıları olarak tanınan ve çoğu 15. yüzyıl İspanyol amirallerine ait olan inisiyalleri taşıyan halılar, Batı Anadolu halı motiflerinin taklitçisidir.

ÇİNİ SERAMİK
İslam dünyasında üretilen seramikler, Avrupa’ya doğudan ihraç edilen ürünler arasında en çok süreklilik gösteren ticari eşyalardır. Avrupalılar tarafından İznik atölyelerine sipariş edilen ve günümüze ulaşan kişiye özel seramik parçaların arasında, Avrupalı sahiplerinin armasını taşıyan örnekler de vardır. Hepsi form, renk ve desen açısından Osmanlı pazarı için üretilmiş kaselere benzer. Macaristan’daki Sarospatak Şatosu’nda ise boydan boya 17. yüzyıl İznik çinileriyle döşenmiş bir oda bulunmakta. Bunun gibi daha pek çok muhteşem yapıda Osmanlı çini sanatının örnekleri mevcut. Avrupalı, bu çinileri o kadar beğenmiş ve değer vermiş ki İznik seramiklerini model alarak üretim yapmış. Örneğin bu yüzyıla ait bir İtalyan berber kasesinin hem çiçek motifleri hem de tabağı ikiye bölen yaprak motifi, İznik örneğinin modeli.

SİLAH
Avrupa müzelerinde en sık karşılaşlıan Osmanlı eserleri silahlardır. Bunların çoğu da savaş ganimetidir. Osmanlı ordusunun etkinliği, sıradışı başarısı ve silahlarının yüksek kalitede çelikten yapılması, Avrupa’da bunların çok tutulmasına neden olmuştu. Bu silahlar diplomatik hediye olarak aranıyor, zaman zaman Osmanlı topraklarından satın alınıyordu. Osmanlı tarzı silahlar Avrupa’da da üretiliyordu bazen. Zengin süslemeli Osmanlı gürzleri ve şeşber, nacak, teber gibi askeri teçhizat, Avrupa saraylarında gücün simgesiydi. Önemli bir silah üretim merkezi olan Almanya’nın Nürnberg kentinde, Osmanlı örneklerinden esinlenmiş miğferler yapılmıştır. Çar Mihail Fiyodoroviç’in 17. yüzyıl Rus silah sanatı başyapıtı olarak kabul edilen mücevherli miğferinin gövdesi de Osmanlı yapımıdır.

MEHTER
Avrupalılarca, onsekizinci asırdan itibaren “Yeniçeri müziği” diye adlandırılan müzik; evvela, benimsenmiş, bilahare Polonya, sonra Avusturya ve daha sonraları bütün Avrupa’da onların tabiri ile Yeniçeri bandoları kurulmuştur.
Viya­na kuşatmaları sırasında sıklıkla duydukları bu musiki, Avrupalı müzisyenlere ilham kaynağı olma­ya başlamıştı. Viyana kuşatması kalkınca korkulan düşman artık merak konusu olmaya başlamış­tı. Osmanlı giysileri hem erkekler hem de kadınlar arasında moda olmuştu. Ünlü müzisyen Mo­zart’ın tiryakisi olduğu Türk kahvesi, Viyanalıların hayatına bir daha çıkmamak üzere girmişti. Meh­ter takımı ise Avrupalıların askerî bandolarının oluşumuna örnek olmuştur.
Mehterden etkilenen müzisyenler bu müziği beste­lerine yansıtmışlardı. Alman besteci Beethoven, “Büyük Senfoni”sinin son bölümünü, mehterin kös, davul ve zurnasıyla seslendirmiştir. Beethoven, Türk Marşı’nı mehterin Cenk Havasından uyarladı. Ayrıca Avusturyalı besteci Mozart’ın “Türk Marşı”, Türk asker­lerinin “Allah Allah” nidalarının nakarat olarak tekrarın­dan oluşmuştur. Alman besteci Wagner, bir mehter konserini dinlerken heyecanlanmış, kendisini tutamayarak, “İşte musiki diye buna derler!” demiştir.

LALE
Avrupa’da özellikle Hollanda merkezli, lale ön plana çıkmış, bir gösteriş göstergesi olmuş, bunun sonucu lale piyasaları ve borsaları kurulmuştur. Bu durum Osmanlı’ya bir döneme adını vermesine sebep olmuştur.
Ana vatanı Orta Asya olan lale, Osmanlılar zamanına kadar fark edilmemişti. Osmanlılarda aşk derecesine ulaşan lale sevgisi 16. yüzyıldan sonra Avrupa’ya yayıldı. Avrupa’da olağanüstü bir hayranlık ve tutku oluşturdu. Hollanda’da yoğun olarak üretilmeye başlanan bir lale soğanı bedeliyle ev satın alınabilecek kadar de­ğerli olmaya başlamıştı.


AYRICA
Özellikle Balkan ülkelerinde önemli etkileşimler olmuştur. Balkanlarda müziğin yanı sıra, binden fazla Nasrettin Hoca fıkrasının anlatılması, çok sayıda Türk­çe kelimenin kullanılması bu etkileşimlere birer örnektir.


EK OLARAK
Katolik Ispanya ve Portekiz’in Müslüman ve Yahudi vatandaşlarına Engizisyon yoluyla eziyet ettiği hatta soykırım yaptığı yıllarda Osmanlı Yahudi ve Hıristiyan tebasına devlet yönetimi de dahil olmak üzere önemli sorumluluklar ve yükselme imkânı tanıdı.
Hıristiyan olup da Osmanlıya büyük sadakat gösteren Sırp, Ermeni, Gürcü hatta Venedikliler Avrupa için hep çözülmesi imkânsız bir bilmece oldular. Bilgi ve becerilerine uygun saygı ve refahı Hıristiyan toprağında bulamayan Hıristiyanların Müslüman bir sultanın emrine böyle gönüllü girmeleri Kilisenin siyasî doktrinleri için tam bir yıkım demekti.

Bin yıl boyunca Avrupa adına girişilen askerî, dinî, ekonomik, siyasî her türlü proje Türk engeline çarptı. “Türk” Avrupalının en sabit ve en yenilmez rakibi oldu, diğerleri gibi düşmanı değil. Kılıç Aslan’ın 1096’da Birinci Haçlı ordusuna verdirdiği kayıplardan Napoleon’un 1798’de Mısır’daki Akka yenilgisine hatta 1915 Çanakkale Savaşı'na kadar Türk ülkesi Avrupalı için başarısızlığın adresi oldu.

Amerika kıtasının “keşfinin” büyük heyecan uyandırdığı yıllarda bile Türkler hakkında yazılan ve adına Turcica denen eserler Amerika hakkında yazılanların iki misli kadardı (Michel Jolivet – CNRS, 2002). Bu yönüyle Avrupalı kimliğinin oluşmasına büyük katkısı oldu. Avrupalı kimliğinin sınırlarını çizen bir “öteki” oldu Türk. Avrupalı olmak demek Türk olmamak, Türk’ün tersi olmaktı.


Derlemedir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!