Arama


NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
2 Aralık 2006       Mesaj #2
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
R - 2

REBÎ'UL-EVVEL:
Hicrî-Kamerî senenin üçüncü ayı, Peygamberimizin doğduğu ay.
Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, mîlâdın beş yüz yetmiş birinci yılı Nisan ayının yirmisine rastlayan, Rebî'ul-evvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi, sabaha karşı Mekke-i mükerreme şehrinde dünyâya gelmiştir. Dünyânın her tarafındaki müsl ümanlar, her sene, bu geceyi, mevlid kandili olarak kutlamaktadır. Her yerde mevlid kasîdeleri okunarak Resûlullah efendimiz hatırlanmaktadır. Peygamberimiz, nübüvvetten sonra, her yıl, bu geceye ehemmiyet verirdi. Her peygamberin ümmeti, kendi peygamberinin doğum gününü bayram yapmıştı. Bugün de, müslümanların bayramıdır. Neş'e ve sevinç günüdür. (İmâm-ı Kastalânî)

RECÂ:
Ümid etmek, Allahü teâlânın rahmetini ummak. (Bkz. Havf ve Recâ)
Peygamber efendimiz, ölüm döşeğinde yatan bir hastanın ziyâretine giderek, ona, kendisini nasıl hissettiğini sorar. Adam; "Günâhımdan korkuyor, fakat Allahü teâlânın rahmetinden de ümîdimi kesmiyorum" deyince; Resûlullah efendimiz; "Mü'minin kalbinde havf (korku) ile recâ toplandığı müddetçe, Allahü teâlâ o kuluna ümit verir ve onu korktuğundan emîn kılar" buyurmuştur. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn-Tenbîh-ül-Gâfilîn)

RECEB AYI:
Hicrî ayların yedincisi ve mübârek üç ayların birincisi.
Receb, Allahü teâlânın ayıdır. Receb ayına ikrâm edene, saygı gösterene, Allahü teâlâ dünyâda ve âhirette ikrâm eder. (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Receb'in ilk Cumâ gecesini ihyâ edene (saygı gösterene) , Allahü teâlâ kabir azâbı yapmaz. Duâlarını kabûl eder. Yalnız, yedi kimseyi affetmez ve duâlarını kabûl etmez. Fâiz alan veya veren, müslümanları aşağı gören, anasına-babasına eziyet eden, karşı gelen çocuk; müslüman olan ve şerîate dîne uyan kocasını dinlemeyen kadın, şarkı ve çalgıcılığı san'at edinenler, livâta ve zinâ edenler, beş vakit namazı kılmayanlar. (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Receb-i şerîfin bir gün evvelinden, bir gün ortasından ve bir gün de sonundan oruç tutana Receb-i şerîfin hepsini tutmuş gibi, Hak teâlâ hazretleri lütf ve ihsânda bulunur. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ul-Cenne)
Receb ayının her gecesi kıymetlidir. Receb ayı Âdem aleyhisselâmdan beri kıymetli idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi. (Kutbüddîn İznikî)

RECM:
Taşlama; muhsan (evli) olup, zinâ eden kadın ve erkeği taşlayarak öldürme.
Recm olunacak müslüman erkek ve kadının, zinâ suçunun, dört şâhid ile isbât edilmiş olması veya kendileri tarafından dört kerre îtirâf (kabûl) edilmesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
Osmanlılarda, altı yüz sene içinde, bir kerre zinâ şâhidliği yapılmamış, bu sebeb ile hiç kimse, recm edilerek öldürülmemiştir. (S. Abdülhakîm Arvâsî)

REDDİYE:
Ferâiz yâni İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz adı verilen Kur'ân-ı kerîmde hisseleri bildirilen mîrâsçılar hisselerini aldıktan sonra terike (ölenin bıraktığı mal) artmış ise ve kalanı alacak kimse yoksa, artan terikenin yine aynı mirasçılar aras ında payları oranında taksim edilmesi. Bu sûretle hisse alanlara Eshâb-ı red denilir.
Zevc (koca) ve zevce (hanım) dışındaki Eshâb-ı ferâiz (belli pay sâhipleri) reddiye yoluyla mîrâsçı olur. Zevc ve zevceye red olunmayanlar denir. (M. Mevkûfâtî)

REF':
Yukarı kaldırma, yükseltme.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Kitabda İdrîs'i de (aleyhisselâm) an. Çünkü o, çok sâdık bir peygamberdi. Biz onu yüksek bir mekâna (göklere veya Cennet'e) ref' ettik. (Meryem sûresi: 56, 57)
Doğrusu Allah onu (Îsâ aleyhisselâmı) ref' edip himâyesine almıştır. Allah Azîz'dir. Hükmünde hikmet sâhibidir. (Nisâ sûresi: 158)
Biz, dilediğimizi derecelerle ref' ederiz ve her ilim sâhibinin üstünde bir âlim vardır. (Yûsuf sûresi:76)
(Ey Resûlüm! Biz) Senin şânını (ismini ezân ve ikâmetlerde okunmakla) ref' etmedik (yükseltmedik) mi? (İnşirâh sûresi: 4)

RE'FET:
Acıma, merhamet.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Sonra (Nûh ve İbrâhim aleyhimesselâmın) arkalarından peygamberlerimizi ardarda gönderdik. Arkalarından da Meryem oğlu Îsâ'yı (aleyhisselâm) gönderdik ve ona İncîl'i verdik. Kendisine tâbi olanların (bağlı kalanların) kalblerine de re'fet ihsân ettik. (Hadîd sûresi: 27)
Acımak ve şefkat duygusunu kalbine yerleştirmiş olan re'fet sâhibleri, himmetlerini zayıf ve âciz bir hayvana varıncaya kadar uzatırlar. Re'fet sâhibi olmak, Allahü teâlânın lütuf ve merhâmetinin eseridir. (Ahmed Rıfat Efendi)

REFÎK:
1. Dost ve arkadaş.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Kim Allahü teâlâya ve Resûl'e itâat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine lütuflarda, ihsânlarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehîdler ve sâlih kişilerle berâberdir. Bunlar ne güzel refiktirler. (Nisâ sûresi: 69)
Her peygamberin bir refîki vardır. Benim Cennet'teki refîkim Osman'dır. (Hadîs-i şerîf-Savâik-ul-Muhrika)
Önce refîk sonra yol. (Şâh-ı Nakşibend) Yâ Rab! Kabrimi Ravda-i Cennet et, Yalnız bırakma, refîkim rahmet et.
(M. Sıddîk Gümüş)
2. Yumuşak huylu, rıfk sâhibi. (Bkz. Rıfk)
Allahü teâlâ refîktir, yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini yumuşak davranana ihsân eder. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Refîk-i A'lâ:
1. Allahü teâlâ.
Ölüm hastalığında Resûl-i ekrem, dünyâda kalmakla, âhirete kavuşmak husûslarında serbest bırakıldığı vakit; "Allah'ım, senden Refîk-i a'lâ'yı isterim" buyurmuştur. (Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim)
2. Peygamberlerin, evliyânın, şehidlerin ve sâlih (iyi) kimselerin rûhlarının bulunduğu yer.
Rûhun, bedendeki hâlinden başka hâlleri vardır. Mü'min öldükten sonra, rûhu, Refîk-i a'lâda bulunur. Bedene ilgisi de vardır. Bir kimse, mezârdaki bedene selâm verse, Refîk-i a'lâda bulunan rûhu bu kimseye selâm verir. (Dâvûd bin Süleymân Bağdâdî)
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, dilediklerine kavuşup, Allahü teâlânın ihsân ettiği derecelere varıp, cenâb-ı Hakk'ın takdîri yerini bulunca, Azrâil aleyhisselâmın dâvetini kabûl edip, hicrî bin otuz dört senesi, Safer ayının yirmi dokuzuncu Salı günü Ref îk-i a'lâ'ya kavuştu. Sihrind (Serhend) kabristanına defn edildi. (Bedreddîn Serhendî)
Allah'tan korkan takvâ sâhipleri için, başkalarının ortak olmıyacağı üstün makamlar vardır. Onlar, Refîk-i a'lâ'da yer alırlar. Çünkü onlar âlimlerdir. Âlimler ise, Peygamberlerin vârisleri olmaları bakımından peygamberlerle berâberdir. Refîk-i a'lâ' da bulunmak, peygamberler ve onlara katılanlara mahsûstur. (İmâm-ı Gazâlî)

REFREF:
İnce, yumuşak kumaş, bir çeşit döşek; Peygamber efendimizin mîrâc esnâsında (bilinmeyen yerlere götürüldüğü, Cennet'i ve Cehennem'i gördüğü gece) bindikleri Cennet yaygısı.
Resûlullah efendimiz, mîrâc gecesinde, Cebrâil aleyhisselâm ile Burak adındaki beyaz hayvana bindi. Altıncı gökteki Sidret-ül-müntehâ ağacının yanına geldiler. Cebrâil aleyhisselâm Sidre'de kaldı ve; "Kıl kadar ilerlersem, yanar yok olurum" dedi. Resûlullah efendimiz, Cennet'i, Cehennem'i ve sayısız şeyleri gördü. Sonra Refref üzerine oturdu. Bir anda çok yükseklere çıktı. Hicâb denilen yetmiş bin perdeden geçti. Her hicâb arası çok uzak idi. Her perdede vazîfeli melekler vardı. Refref, Peygambe r efendimizi birer birer o perdelerden geçirdi. (Halebî) Söyleşirken Cebrâil ile kelâm Geldi Refref önüne verdi selâm.
(Süleymân Çelebi)

REGÂİB GECESİ:
Mübârek gecelerden. Receb ayının ilk Cumâ gecesi. Regâib, ragîbetin çoğuludur. Ragîbet; ihsân, ikrâm demektir.
Allahü teâlâ, Regâib gecesinde mü'min kullarına, ragîbetler yapar. Regâib gecesinde yapılan duâ red olmaz ve namaz, oruç, sadaka gibi ibâdetlere kat kat sevâb verilir. O geceye hürmet edenleri affeyler. (Seyyid Abdülhakîm)
Türkiye'de ve birçok İslâm memleketlerinde bir asırdan beri Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek babası Abdullah'ın evlendiği geceye, Regâib kandili ismi veriyorlar. Regâib gecesine böyle mânâ vermek doğru değildir. Böyle mânâ ve rmek, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dokuz aydan önce dünyâyı teşrif etmiş olduğunu yâni doğduğunu bildirmek olur ki, bu da noksanlık ve kusurdur. Her bakımdan her insanın üstünde ve her bakımdan kusursuz olduğu gibi, Âmine vâlidemizi nû rlandırdığı zaman da noksan ve kusurlu değildi. Bu zamânın noksan olması tıp ilminde ayb ve kusur sayılmaktadır. (Seyyid Abdülhakîm)

REGÂİB NEMAZI:
Receb ayının ilk Cumâ gecesi olan Regâib gecesinde kılınan nâfile namaz.
Regâib, Berât ve Kadir gecesi namazını cemâatle (toplu olarak) kılmak mekrûhtur. Peygamber efendimiz böyle yapmamıştır ve yapın diye emir buyurmamıştır. (İmâm-ı Rabbânî)

REHBER:
Yol gösteren, kılavuz; bir kimseye veya bir topluluğa iyi ile kötüyü görmesinde ve doğru yolu bulmasında yardımcı olan, insanı Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmaya çalışan, ilim ve ahlâk sunan zât. (Bkz. Mürşîd)
Allahü teâlânın sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâm; insanların rehberi, her bakımdan en güzeli, en iyisi ve en üstünüdür. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâyı tanımaya çalışmak, bunun için, İslâm ahlâkını bilen ve cenâb-ı Hakk'a kavuşturma yolunu gösteren bir rehber aramak ve ona uymak, İslâmiyet'in emirlerindendir. (İmâm-ı Gazâlî)
İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip kötülükten men edici olması, misâfirperver ve gece leri insanlar uyurken ibâdet edici olması, âlim ve cesûr olması. (Abdülkâdir-i Geylânî)
Târihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sâhibinin var olduğunu, aklı sâyesinde anlad ı. Fakat, ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri işitmiyenler, hâlıkı (yaratanı) evvelâ etraflarında aradı. Kendilerine en büyük fâidesi olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmağa başladılar. Kısacası, insan bir, ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Çünkü rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Peygamberler en büyük rehberlerdir. İslâm dînini tebliğ eden, en son ve en üstün peygamber, Muhammed aleyhisselâmdır. O'na verilen kitâb, Kur'ân-ı kerîmdir. O'nun doğru yolu gösterici mübârek sözlerine, hadîs-i şerîf denir. Bir insan, bir rehber olmadan Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin mânâsını anlayamaz. Bunun için, yetişmiş ve yetiştirebilen Mürşid-i kâmil denilen büyük din âlimlerine ihtiyaç vardır. Bun ların en üstünleri de dört mezheb imâmlarıdır. Bunlar; İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'dir "rahmetullahi aleyhim ecmaîn". Bu dört imâm, İslâm dîninin dört temel direkleridir. Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin mânâlarını doğru olarak öğrenmek için, bunlardan birinin kitâblarını okumak lâzımdır. Bunların herbirinin kitâblarını açıklayan binlerce âlim gelmiştir. Bu açıklamaları okuyan, İslâm dînini doğru olarak öğrenir. Bu kitâbların hepsindeki îmân bilgileri aynıdır. Bu doğru îmâna "Ehl-i Sünnet" îtikâdı (inancı) denir. (M. Sıddîk Gümüş)

REHN (Rehin):
Bir sebebden dolayı bir şeyi habsetmek, alıkoymak; ödenecek mal karşılığında bir malı, alacaklıda veya başka emin bir kimse elinde emânet bırakmak. İpotek etmek.
Rehn ancak mal borcu için verilir ve zor ile alınmaz. Rehn akd ile yâni îcâb ve kabûl (sözleşme) ile yapılır. (İbn-i Âbidîn)
Rehin bırakılan malın, satılmaya elverişli olması şarttır. Ağırlıkla ve hacim ile ölçülen her şey; altın, gümüş eşyâ, para rehn olarak verilebilir. (İbn-i Âbidîn)
Rehin edilen şeyin satışı, rehn sâhibinin izni olmadan bâtıldır, geçersizdir. Teslîmi câiz değildir. (İmâm-ı Gazâlî)
Rehn, borç ödeninceye kadar habs olunur. Önce borç ödenir; sonra rehn geri verilir. (İbn-i Âbidîn)
Alacaklı; rehnin, borçlunun mülkünden çıkmasına sebeb olamaz, satamaz, kiraya veremez. Rehni, ancak borçlunun izni ile kullanabilir. (Ali Haydar Efendi)
Borçlu, rehndeki malını, alacaklının izni olmadan satamaz. Satmak için isteyemez. (İbn-i Âbidîn)

REK'AT:
Namazın bölümlerinden her biri; bir namazda kıyâm, rükû ve iki secdenin toplamı.
Bir kimse kırk gün (cemâatle kılınan) namazın birinci rek'atini kaçırmazsa, ona iki berât (kurtuluş vesîkası, senedi) yazılır: Cehennem'den kurtulma berâtı ve nifâktan (münâfıklıktan) kurtulma berâtı. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Ağız misvâklanmış olarak kılınan iki rek'at namaz, misvaklanmadan kılınan yetmiş rek'at namazdan daha üstündür. (Hadîs-i şerîf-Taberânî, Beyhekî)
Âkil (akıllı) ve bâliğ (ergenlik çağına gelmiş) olan her müslümanın her gün beş vakit namaz kılması farzdır. Bu beş vakit namaz kırk rek'at eder. Bunlardan on yedi rek'ati farzdır. Üç rek'ati vâcibdir. Yirmi rek'ati sünnettir. (İbn-i Âbidîn)
Birinci rek'at, namaza durunca; diğer rek'atler ayağa kalkınca başlar ve tekrar ayağa kalkıncaya kadar devâm eder. Son rek'at ise, selâm verinceye kadar devâm eder. (İbn-i Âbidîn)
İki rek'atten az namaz olmaz. Akşamın farzı ile vitirden başka, her namaz çift rek'atlidir. (Tahtâvî)
Her bir rek'atte namazın farzları, vâcibleri, sünnetleri, müfsidleri ve mekrûhları vardır. (Bkz. İlgili maddeler) (Abdullah-ı Mûsulî)
Namazda rükûa yetişemeyen, o rek'ati imâmla kılmış olmaz. İmâm rükûda iken gelen, niyyet eder ve ayakta tekbîr getirip namaza girer. (Halebî İbrâhim)

REML (Remel):
Hac ibâdeti yerine getirilirken, tavâfın (Kâbe'nin etrâfında dönmenin) ilk üçünde, erkeklerin kısa adımlarla, omuzları silkerek, çalımlı yürümeleri.
Reml, haccın sünnetlerindendir. Resûlullah efendimiz, Mekke'yi feth edip Kâbe'yi tavâf esnâsında, Eshâbı (arkadaşları) ile birlikte reml yaparak tavâf ettiler. Bu şekilde yapmalarının sebebi; karşıdan onları seyreden ve müslümanların zayıf düştükleri kanâatinde olan Mekkeli müşriklere, mü'minlerin güçlü ve azimli olduklarını göstermek içindi. İşte bu sünnet, o hâdisenin hâtırâsıdır. (İbn-i Hümâm)
Kâbe'nin etrâfında yedi defâ tavâf eden (dönen) bir kimse, ilk üçünde reml yapar. Diğer dört tânesini de normal yürüyüşle yapar. Reml yapmaktan maksad; müşriklerin gözünü yıldırmak ve şecâat (kahramanlık) göstermektir. Reml'de efdâl olan, Kâbe'nin ya kınında olmasıdır. Kalabalık sebebiyle bu mümkün olmuyorsa, uzaktan yapmalıdır. Dış taraftan üç kere reml yapar, sonra da yaklaşarak mümkün olduğu kadar kimseye eziyet etmeden dört kere daha döner. Her dönüşte, hacer-ül-esved'i istilâm (selâmlama) da ha iyidir. (İbn-i Hümâm)

REMY-İ CİMÂR:
Hac ibâdeti esnâsında Kurban bayramının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde Minâ'da bulunan ve Cemre adı verilen taş yığınlarına nohut büyüklüğündeki taşları atmak. Buna şeytan taşlama da denilmektedir.
Remy-i cimâr haccın vâciblerindendir. Kurban Bayramı günlerinde Minâ'da birbirlerinden birer ok atımı uzakta bulunan Cemre-i ûlâ (birinci cemre), Cemre-i vustâ (orta cemre) ve Cemre-i Akabe (Akabe cemresi) adı verilen taş yığınlarına, üç gün her biri ne yedişer taş atılır. Bu taşlar atılırken Allahü ekber denir. (Mehmed Zihni Efendi)
Remy-i cimâr, Kurban bayramının dört gününde de yapılır. Birinci günü sabahı, Cemre-i Akabe denilen yerde sağ elin baş ve şehâdet parmaklarıyla cemre yerini gösteren duvarın dibine nohut kadar yedi taş atılır. Bayramın ikinci günü öğle namazında Minâ 'da okunan hutbeden sonra üç cemreye yedişer taş atılır. Remy-i cimâra mescid-i Hîf'e yakın olandan başlanır. Üçüncü günü de böyle yedişer taş atılır ki, hepsi kırk dokuz taş olur. Dördüncü gün de Minâ'da kalıp fecrden (tan yerinin ağarmasından) güne şin batışına kadar dilediği zamanda yirmi bir taş daha atmak müstehâbdır. Remy-i cimâr esnâsında, birinci ve ikinci cemrelere (taş atma yerlerine) taş attıktan sonra kollar omuz hizâsında kaldırılarak ve el ayaları semâya veya kıbleye çevrilerek duâ edilir. Atılacak yetmiş taş Müzdelife'de toplanır. Remy-i cimârı hayvan üstünde yapmak da câizdir. (Mevkûfâtî)

RESÛL:
1. Yaratılışı, huyu, ilmi, aklı ve her bakımdan zamânında bulunan bütün insanlardan üstün olan ve yeni bir din ile gönderilen peygamber.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Resûl size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allahü teâlâdan korkun. Çünkü Allah'ın azâbı çetindir. (Haşr sûresi: 7)
Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmdan beri her bin senede bir resûl vâsıtasıyla insanlara bir din göndermiştir. Son resûl Muhammed aleyhisselâmdır. O'ndan başka peygamber gelmeyecektir. O bütün insanlara peygamber olarak gönderilmiştir. (Abdülhakîm bin Mustafâ)
Allahü teâlânın, resûlleri vâsıtasıyla bildirdiği emirlerin, bilgilerin herhangi birine inanmamak ve şüphe etmek küfürdür. Çünkü resûle inanmamak veya îtimâd etmemek, resûle yalancı demek olur. Yalancılık kusurdur. Kusurlu olan peygamber olamaz. (Seyyid Abdülhakîm Efendi)
Cenâb-ı Hak, bütün insanlara, sayılamayacak kadar çok nîmet, iyilik vermiştir. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi olarak da, resûller ve nebîler (aleyhissalevâtü vetteslîmât) göndererek ebedî seâdetin yolunu göstermiştir. (Hâdimî)
2. Elçi, haberci.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Onlara o şehir (Antakya) halkını misâl getir. Hani oraya (Îsâ aleyhisselâmın) resûller gelmişti. Biz o zaman kendilerine iki elçi göndermiştik de onları tekzîb etmişlerdi, yalanlamışlardı. Biz de bir üçüncü ile bunları takviye etmiştik de "Hakîkat, biz size gönderilmiş elçileriz" demişlerdi. (Yâsîn sûresi: 13,14)

Resûl-i Ekrem:
Peygamberlerin en üstünü, en kıymetlisi olan Muhammed aleyhisselâm.
Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün âlemlere rahmet, canlı ve cansız her mahlûka peygamber olarak gönderilmiştir. (Abdülhak-ı Dehlevî)
Resûl-i ekremin mübârek gözleri uyur, kalb-i şerîfi uyumazdı. Aç yatıp tok kalkardı. Aslâ esnemezdi. Mübârek vücûdu nûrânî olup, gölgesi yere düşmezdi. Elbisesine sinek konmaz, sivri sinek ve diğer böcek mübârek kanını içmezdi. (İmâm-ı Ahmed Kastalânî)
Resûl-i ekremin güzel huyları pekçoktur. Her müslümanın bunları öğrenmesi ve bunlar gibi ahlâklanması lâzımdır. Böylece, dünyâda ve âhirette felâketlerden, sıkıntılardan kurtulmak ve O iki cihân efendisinin sallallahü aleyhi ve sellem şefâatine kavuş mak nasîb olur. (İmâm-ı Kastalânî)
Resûl-i ekrem nâzik idi. Cömerd idi. Fakat isrâf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi. Herkese acırdı. Mübârek başı hep öne eğik idi. Kimseden bir şey beklemezdi. Seâdet, huzur isteyen O'nun gibi olmalıdır. (İmâm-ı Kastalânî)
Resûl-i ekrem, kahkaha ile gülmediği gibi, yüksek sesle de ağlamazdı; amma mübârek gözlerinden yaş akar, mübârek göğsünün sesi işitilirdi. Ümmetinin günahlarını düşünüp ağlardı ve Allahü teâlânın korkusundan ve Kur'ân-ı kerîmi işitince ve bâzan da na maz kılarken ağlardı. (Abdülhak-ı Dehlevî, Kastalânî)

Resûl-üs-Sakaleyn:
İnsanlara ve cinne peygamber olarak gönderilen Muhammed aleyhisselâm.
Rivâyet olunur ki, Mekke'de bir ağaç, Resûl-üs-sakaleyn'in önüne gelip; "Yâ Resûlallah! Cinnîlerden bir cemâat sizinle görüşmeye gelmişler. Hüsûn denilen yerde bekliyorlar" dedi. Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Ben bu gece cinnîler ile mülâkât etmeğe ve onlara dîn-i İslâm'ı ve Kur'ân-ı kerîmi öğretmeye emr olundum. Benimle gelecek kim vardır?" Eshâb-ı kirâm sustular. İbn-i Mes'ûd (r.anh); "Yâ Resûlallah! İzin buyurursanız ben gelebilirim" dedi. Kalkıp o yere gittiler. Resûlullah efendimiz mübârek parmağıyla bir dâire çizdi ve İbn-i Mes'ûd'a; "Bu dâire içine otur, sakın dışarı çıkma. Yoksa beni göremezsin" buyurdu. Sonra namaza durdu. Tâhâ sûresini okumaya başladı. Daha sonra cinnîler gelip Resûlullah'a uydular. Hepsi on iki bin cinnî idi. Namazdan sonra onları İslâm'a dâvet eyledi. Hepsi kabûl ettiler. (Molla Miskîn)
Resûl-üs-sakaleyn Muhammed aleyhisselâma tâbi olmak demek; O'nun gittiği yolda yürümektir. O'nun yolu, Kur'ân-ı kerîmin gösterdiği yoldur. Bu yola, dîn-i İslâm denir. O'na uymak için, önce îmân etmek, sonra müslümanlığı iyice öğrenmek, farzları yapma k, haramlardan kaçınmak, daha sonra sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lâzımdır. Bunlardan sonra, mübahlarda (yapılması emir olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylerde) da O'na uymaya çalışmalıdır. (Ahmed Fârûkî)


RESÛLÎLER:
Yemen'de 1231 (H. 629)-1454 (H. 858) yılları arasında hüküm sürmüş olan bozuk inanışlı bir hânedân, âile.
Abbâsî halîfeleri, Muhammed bin Hârûn isminde bir kimseye elçilik görevi verdiler. Muhammed bin Hârûn, Mısır ve Şam taraflarına elçi olarak gidip geldiği için ona Resûl, onun neslinden gelenlere de Resûlîler adı verildi.
Resûl adı verilen Muhammed bin Hârûn Bağdâd'da çıkan bir isyân üzerine âilesiyle birlikte Mısır'a gitti. Mısır'a hâkim olan Selâhaddîn-i Eyyûbî bu kimseye iyiliklerde bulundu. Daha sonra Resûl'ün oğlu Ali bin Resûl'ü üç oğlu ile birlikte Yemen'e gönd erdi ve vâli tâyin etti. Babalarının lakabı sebebiyle Resûlîler denilen bu âile zamanla Yemen'de iktidârı tamâmen ele geçirdiler. Yemen'i Abbâsî halîfesinin vekîli olarak idâre ettiklerini iddiâ ettiler. Memlekette çıkan karışıklık ve isyânlar sebebiyle 1454 (H. 858) senesinde Resûlîler devleti yıkıldı. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Eshâb-ı kirâm (Peygamberimizin arkadaşları) ve Tâbiîn-i ızâm (Eshâbı gören büyükler) zamanlarında paralar üzerine mübârek kelimeler yazılmadı. Çünkü para, alış-veriş vâsıtası olduğundan muhterem (saygıya değer) değildir, hakîrdir. Üzerlerine resim ko ymak câiz olur. Ehl-i sünnet olmayan hükûmetler meselâ Fâtımîler, Resûlîler gibi mûtezile mezhebinde olup müslüman ismini taşıyan fakat İslâmiyet'e uymayan hükümdârlar para üzerine âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf yazmışlardır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

RESÛLULLAH:
Allahü teâlânın peygamberi Muhammed aleyhisselâm.
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
Ümmetimin iki kötü huya yakalanmalarından çok korkuyorum. Bunlar; nefse uymak ve ölümü unutup, dünyâ arkasında koşmaktır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Namaz, insanı kötü ve çirkin işler yapmaktan korur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Ölümü çok hatırlayınız. Onu hatırlamak, insanı günâh işlemekten korur ve âhirette zararlı olan şeylerden sakınmaya sebeb olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka) Ceddinin torunusun o kan damarındadır, İstersen neler olur, ruhları yanındadır, Resûlullah'ın aşkı kalbinde kanındadır, O senden yüz çevirmez, ara hakîkî yârı.
(M. Sıddîk bin Gümüş)

REŞÎD (Er-Reşîd):
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâta (yarattıklarına) doğru yolu gösterip, dilediğini bu yolda bulunduran.
Er-Reşîd ism-i şerîfini söyleyenin yaptığı ameller kabûl olur. (Yûsuf Nebhânî)
2.Rüşd sâhibi yâni, dînî vazîfelerini yerine getiren ve malını tasarruf edebilen, âkıl bâliğ olan, aklını ve malını yerinde kullanan.
Çocuk bâliğ olunca, malını kullanmaya hak kazanır. Fakat reşîd olduğu görülmezse, yirmi beş yaşına kadar malı kendine verilmez. (İbn-i Âbidîn)

REVÂFID:
Râfizîler. Hazret-i Ali'yi sevmekte taşkınlık ederek diğer Eshâb-ı kirâmı (Peygamber efendimizin arkadaşlarını) kötüleyenler. Doğru yoldan sapanlar. (Bkz. Râfızîler)

REVÂTİB SÜNNETLER:
Peygamber efendimizin beş vakit namazın farzından önce veya sonra devamlı kıldığı müekked sünnetler.
Revâtib sünnetler, sünnet-i hüdâ olup, bunlar İslâm dîninin şiârıdır (alâmetidir). Bu ümmete mahsusturlar. (Abdülganî Nablüsî)
Revâtib sünnetler nâfile niyeti ile veya yalnız namaza niyet etmekle sahîh olur. Yâni o vaktin sünneti olur. Ayrıca sünnet diye niyet etmeye lüzum yoktur. (İbn-i Nüceym)
Revâtib sünneti özr ile terk edenler af olur. Özürsüz terk edenler azarlanır, inkâr edenler îmânsız olur. (İbn-i Âbidîn)

RE'Y:
Müctehid İslâm âlimlerinin, açıkça bildirilmeyen bir mes'ele hakkında dînî delillerden yâni Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve icmâ-i ümmetten çıkardıkları hüküm, kıyâs.
Eshâb-ı kirâm (Resûlullah efendimizin yakın arkadaşları), önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağını sünnet-i seniyyede bulamazlarsa, re'y ve kıyâs ederek o işi yaparlardı. (Mevlevî Osman Efendi)
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, uzak memleketlere gönderdiği Eshâb-ı kirâma, karşılaşacakları mes'elelerde, Kur'ân-ı kerîmin hükmü ile hareket etmelerini, aradıklarını Kur'ân-ı kerîmde açıkça bulamazlarsa, hadîs-i şerîflerde aramalarını, b urada da açıkça bulamazlar ise, kendi re'y ve ictihâdları ile amel etmelerini emir buyurdu. (Veliyyullah Dehlevî)
Hazret-i Ömer, Bedir savaşında alınan esirlerin katline (öldürülmesine) hükmetmişti. Vahy (indirilen âyet), hazret-i Ömer'in re'yine muvâfık (uygun) geldi. (Ahmed Fârûkî)

Re'y Yolu:
Kıyas yolu. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş bir işin hükmünü buna benziyen ve açıkça bildirilen başka bir işin hükmüne benzeterek bulma yolu. (Bkz. Ehl-i Re'y)
Eshâb-ı kirâmdan (radıyallahü teâlâ anhüm) sonra re'y yolunda olan müctehidlerin reisi, imâmı, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfedir. (Serahsî)

REZÂLET:
Rezillik, kötü ahlâk, fazîletin zıddı.
Huy, iyi veya kötü iş yapmağa sebeb olur. Yâhut da, iyi ve kötü olmayan şeye sebeb olur. Birincisine fazîlet veya iyi ahlâk denir. Cömertlik, şecâat yâni yiğitlik, yumuşaklık böyledir. İkincisine rezâlet denir. Hasîslik (cimrilik) ve erkekler için ko rkaklık böyledir. Üçüncüsüne fazîlet de, rezâlet de denmez. San'at deniliyor. Terzilik, çiftçilik böyledir. (Ali bin Emrullah)
Dünyâdaki pekçok rezâletler, cinâyetler, kavgalar, kıskançlıklar, hülâsa bütün fenâlıklar, iffetsizlik yüzünden meydana gelmektedir. (Hayri Aytepe)

REZÎL:
Alçak, îtibârsız.
Allah için tevâzû edeni, Allahü teâlâ yükseltir. Kim de kibirlenirse, Allahü teâlâ rezîl eder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Cehennem'den kurtulmak isteyen, helâl ve haramları iyi öğrenmeli, haramdan kaçınmalıdır. Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerden sakınmalıdır. İslâmiyet'in hudûdunu aşmamalıdır. Gaflet uykusu ne zamana kadar sürecek, kulaklardan pamuk ne vakit atılaca k?Ecel gelince, insanı uyandıracaklar, gözleri kulakları açacaklar. Fakat, o zaman pişmanlık işe yaramıyacak. Rezîl olmaktan başka, ele bir şey geçmiyecektir. Hepimize ölüm yaklaşıyor. Âhiretin çeşit çeşit azâbları, insanları bekliyor. İnsan öldüğü zaman, kıyâmeti kopmuş demektir. Ölüm, uyandırmadan ve iş işten geçmeden önce uyanalım. İslâmiyet'in emirlerini ve yasaklarını öğrenip, şu birkaç günlük ömrümüzü, bunlara uygun geçirelim. Kendimizi âhiretin çeşitli azâblarından kurtaralım. (Abdülhakîm Arvâsî)

REZZÂK (Er-Rezzâk):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her yarattığı ve rızık vereceği mahlûkunun rızkını yaratıcı ve ulaştırıcı ve o rızık ile faydalanma sebeblerini hazırlayan ve rızık gönderen Allahü teâlâ.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Şüphesiz rezzâk olan, güç ve kuvvet sâhibi ancak Allahü teâlâdır. (Zâriyât sûresi: 58)
Rezzâk olan Hak teâlâ, rızıklara kefil olmuş, kullarını bu sıkıntıdan kurtarmıştır. (İmâm-ı Rabbânî)
Hak teâlâ rezzâk iken bir kulunu Mukassim-i rızk (Rızıkları taksim edici) tâyin etmiştir. Kullarının rızkını onun sebebi ile verir. O kulun halka rızık taksim etmesiyle rezzâk olması lâzım gelmez. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
Allahü teâlâ öyle bir Rezzâktır ki, kullarının rızıklarını günâhları sebebiyle kesmiyor. (İmâm-ı Rabbânî)
Sabah namazından sonra er-Rezzâk ism-i şerîfini söyleyenin rızkı genişler. Cumâ namazından sonra yüz defâ er-Rezzâk ism-i şerîfi söylendiğinde hastanın sıkıntısı geçer. (Yûsuf Nebhânî)