Arama

Yüz Nedir? - Tek Mesaj #5

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
29 Haziran 2015       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
YÜZ a.
1. Başın saç, kulaklar, çene altıyla sınırlı olan ve gözlerin, burnun, ağzın, yanakların bulunduğu ön bölümü; surat, çehre: Yuvarlak, uzun, soluk, güzel bir yüz. Yüzünü yıkamak. Yüzü kızarmak. (Bk. ansikl. böl. Anat.)
2. Yüzüyle özdeşleştirilen kişi: Yeni yüzler aramak. Aynı yüzleri görmekten bıkmak.
3. Kişinin karakteri, duyguları vb. ile ilgili bıraktığı izlenim, yansıttığı ifade bakımından ele alınan çehre: Yüz ruhun aynasıdır. Yüzünden iyi bir insan olduğu anlaşılıyor. Gerçeği öğrenince yüzü değişti.
4. Bir kimsenin önceki olumlu davranışlarına dayanarak kendisine tanıdığı hak, sahip olduğu itibar ya da birinden beklediği hoşgörüye güvenerek gösterdiği cüret: Borcumu hemen ödeyeyim ki gene istemeye yüzüm olsun. Siz bu davranışlarınızla insanda yüz bırakmıyorsunuz! Ne yüzle karşıma çıkıyorsun?
5. Utanma: O adamda da hiç yüz yokmuş!
6. Yüzey, satıh: Dünya yüzünde kimsem yok. Suyun yüzüne çıkmak.
7. Bir şeyin ön yanı, cephesi ya da dışa bakan düşey yanlarından her biri: Binanın yüzü güneş görmüyor. Dağın doğu yüzü.
8. Bir kumaşın, bir giysinin vb. gösterişli olan, dışa gelen bölümü: Bu kumaşın yüzü tüylü. Paltosunun yüzü solmuş.
9. Bir şeyin görünen bölümünde kullanılan kumaş; yastığa geçirilen kılıf: Koltukların yüzünü değiştirmek gerek. Yorgan yüzü satenden yapılmış. Yastık yüzlerini yıkamak.
10. Kesici araçların keskin yanı: Bıçağın yüzünü boğazımda hissettim.
11. Bir şeyin görünümü: Gerçeğin iki yüzü.
12. Bu yüzden, bir kimsenin, bir şeyin yüzünden, genellikle can sıkıcı bir olaydan sorumlu olan kişiyi belirtmek ya da bir olumsuz duruma, olaya açıklama getirip nedenini göstermek için kullanılır: Bu yüzden onlarla dargınım. Çocukların yüzünden işe geç kaldım.
13. (Bir şeyin, bir kimsenin) gerçek yüzü, aslı: Onun gerçek yüzünü yeni gördüm. )| Yüz ağartmak, kendisine verilen bir işi büyük bir başarıyla gerçekleştirerek o işi vereni mahçup düşürmemek: Aferin, iyi çalışıp yüzümüzü ağarttın. || Yük akı, utanmaya, mahcup olmaya yol açacak bir yönü bulunmama. || (Bir işten) yüz akıyla, yüzünün akıyla çıkmak, kendisinden beklenen işi tam olarak, başarıyla tamamlamak, eksik gedik bir yan bırakmamak: Ben senin bu girişimden de yine yüz akıyla çıkacağına inanıyorum. || Yüz bağlamak, süt vb.’den söz ederken, kaymak tutmak. || (Biri) yüz bulmak, bir kimsenin gösterdiği ilgi ve yakınlıktan şımarmak. || Yüz bulunca, yüz verince astar istemek, kendisine gösterilen küçük bir ilgiden şımararak bu ilgiyi gösterenden daha fazla yetki koparmaya, kendisine daha çok çıkar sağlamaya çalışmak. || (Bir kimseden) yğz çevirmek, bir kimseye karşı gösterdiği ilgi ve yakınlığı kesmek, dirsek çevirmek. || Yüz etmek, alacaklısını borçlusuna ya da borçlusunu alacaklısına havale etmek ya da alacağını verecekle, vereceğini alacakla karşılama yoluna gitmek. || Yüz geri etmek, gidilen bir yerden vakit geçirmeksizin geri dönmek ya da geri kaçmak. || Yüz göstermek, belirmek, ortaya çıkmak, görünmek. || Yüz göz, yüzü gözü, bütün yüzü, yüzünün tümü: Yüz göz toz toprak içindeydi. || Yüz göz olmak, aralarındaki saygılı olma, birbirine karşı dikkatli davranma durumu kalmamış olmak, laubali bir biçimde senlibenli olmak: Bunlarla yüz göz olma, sonra söz dinletemezsin. || Yüz kalıbı, insan yüzünün alçıyla alınmış kalıbı, mask. || Yüz kızartıcı, utanılacak ya da utandırıcı söz ve davranış için kullanılır: Yüz kızartıcı bir suçtan hapis yatmıştı. || Yüz kızartmak, bir kimseye utana sıkıla bir şey için yalvarmak: Yüzümü kızartıp yardım istedim. || Yüz kızdırmak, bir şey için utanıp sıkılmayı göze almak. || Yüz surat davul derisi, yüz surat eşek derisi, yüz surat hak getire, yüz surat mahkeme duvarı, utanma duygusundan yoksun, arsız ve yüzsüz kimseler için söylenir: Ne söylersen söyle, utanacak değil ya, onda yüz surat davul derisi. || Yüz sürmek, aşırı ölçüde sevgi, saygı gösterilen birinin karşı-t sına çıkarken eşiğine, ayağına doğru -yüzünü yere sürercesine- eğilmek. || Yüz takınmak, bir duyguyu yüze verilen bir biçim ya da anlatımla dışa vurmak: Onu görünce hemen asık bir yüz takınmış, konuşmasını kesmişti. || (Bir şeye) yüz tutmak, bir şeye yönelmek, kendini ona vermek (esk.). || (Bir şey belli bir durum almaya) yüz tutmak, bir durum olmak üzere bulunmak ya da olma yönünde gelişip ilerlemek: Yıkılmaya yüz tutmuş bir koca konakta bir başına yaşıyordu. || Yüz verdik deliye, çemrendi sıçtı halıya, gösterilen ilgi ve yakınlıktan şımarıp terbiyesizce davranışlarıyla, kendisine yakınlık ve ilgi gösteren kimseyi zarara sokanlar için kullanılır. !| Yüz verince astar istemek, yüz bulunca astar istemek. || (Birine) yüz vermek, bir kimseye karşı ilgi ve yakınlık göstererek onun tüm davranışlarını hoş karşılamak: Yüz verirsen işte böyle şımarır, ne seni dinler ne de beni. || Yüz yazısı, kimi yörelerde, özellikle de kırsal kesimlerde, gelinin yüzüne yapıştırılan telli pullu süsler. || Yüz yüze bakmak, birbiriyle sürekli ilişki içinde bulunmak, konuşur ve görüşür durumda olmak: Öyle sözler söylemeyin, komşusunuz, yüz yüze bakacaksınız. || Yüz yüze gelmek, birdenbire yüzleri birbirine gelecek biçimde karşılaşmak, karşı karşıya gelmek: Köşeyi dönerken onunla yüz yüze gelmişti. || Yüze çıkmak, sözkonusu bir şeyse bir sıvının yüzüne çıkmak; gizli tutulan bir haber, sorun vb. ise ortaya çıkmak, belirmek: Aralarındaki gizli ilişki sonradan yüze çıkmış, herkesin diline düşmüşlerdi; bir kimseyse yüzsüzleşmek, şımarmak: Üstüne fazla varmayın, sonra o da yüze çıkar. || Yüze duramamak, kendisinden istenen bir şeyi, isteyenin hatırını kırmamak için yerine getirmeye çalışmak. || Yüze gülmek, sözkonusu biriyse, içten olmayan, yapmacık bir tutum takınarak güler yüz göstermek, yalandan dostluk taslamak; bir nesne, bir yerse sevimli, iç açıcı bir görünümü olmak: Ev pırıl pırıl, insanın yüzüne gülüyor sanki. || Yüze gülü- cü, içtenlikten uzak biçimde dostluk taslayan, ikiyüzlü, riyakâr. || (Bir şeyin) yüzü açılmak, üstündeki kirden, pastan arınarak güzelliği, parlaklığı ortaya çıkmak. || Yüzü ak, bir kusuru ya da ayıbı bulunmayan, erdemli, onurlu. || Yüzü ak olsun, bir kimseden söz ederken, "sağ olsun” anlamında söylenen iyi dilek sözü. || Yüzü asık, yüzü gülmeyen, somurtkan, küskün ve dargın suratlı kimseler için söylenir. || Yüzü asılmak, yüzü somurtkan bir ifade almak, somurtmak: Mektubu okuyunca yüzü asıldı, iyice karardı. || (Rahat, uyku, dert vb.) yüzü görmemek, belirtilmek istenen durumdan yoksun ya da uzak olmak: Yarım yüzyıllık ömründe bir gün bile rahat yü zü görmemişti. || Yüzü gözü açılmak, cinsel ilişkileri öğrenmek /a da utangaçlığını, sıkılganlığını yitirmek; toplumsal ilişkilerini geliştirmeye, bu yolla çevresini, dünyada olup bitenleri anlamaya, kavramaya başlamak. || Yüzü gülmek, neşelenmek, ferahlamak sevindirici güzel bir duruma kavuşmak: Son yağmurlarla köylünün yüzü güldü. Bırak somurtmayı, yüzün gülsün biraz. || (Birine) karşı yüzü kalmamak, yüzü olmamak, bir kimseden daha önce birçok istekte bulunduğu için yeni bir istekle karşısına çıkmaktan utanmak, sıkılmak. || Yüzü kara, bir ayıbı, bir suçu ya da utanılacak bir yanı bulunan. || Yüzü karışmak, yüzü allak bullak olmak, yüzü alabora olmak, kötü, can sıkıcı bir olay, durum ya da haber karşısında duyduğu üzüntü yüzüne yansımak: Gazeteye bakar bakmaz yüzü karışmıştı. || Yüzü kasap süngeriyle silinmiş, kendisine yöneltilen en ağır suçlamalardan bile etkilenmeyen, utanıp sıkılması olmayan kimse için söylenir. || Yüzü kızarmak, bir şeyden utanıp sıkılmak. || (Bir kimseye) yüzü olmamak, bir kimseye karşı bir kusuru bulunuşundan ya da ondan daha önce birçok şey istemiş oluşundan ötürü artık yeni bir şey isteyecek durumda olmamak. || Yüzü pek, karşısındakini kırma ya da gücendirme kaygısı çekmediği için kendisinden istenenleri kolayca geriye çeviren, birine söylenmesi güç olan şeyleri rahatça söyleyebilen. || Yüzü sıcak, sevilen, hoşlanılan. || Yüzü sirke satmak, hoşnutsuzluğu yüzünden anlaşılmak, yüzünün ifadesi hoş olmamak. || Yüzü soğuk, sevimsiz, hoşlanılmayan, ürkütücü. || (Bir şey söylemeye) yüzü tutmamak, utanıp sıkıldığı için bir kimseye bir şey söylemeye, ondan bir şey istemeye çekinmek: Yoo benim yüzüm tutmaz, ona sen söyle. (Bir şeyin) yüzü yazılı kalmak, kullanılmak ya da yenilmek için hazırlanmış bir şey hiç dokunulmamak, olduğu gibi kalmak. || Yüzü yerde, başkalarını hor görmeyen, herkesle dostluk, ilişki kurabilen, kendini üstün görmeyen kimse için söylenir. || Yüzü yere gelmek, yüzü yere geçmek, yüzünün derisi yere geçmek, herhangi bir nedenle aşırı ölçüde utanıp sıkılmak. || Yüzü yok, bir kimseden söz ederken, kendisine karşı bir kusuru bulunduğu ya da daha önce çok şey istediği birinden yeni bir istekte bulunamayacağını belirtmek için kullanılır. || Yüzü yumuşak, karşısındakini gücendirmemek için kendisinden istenilen her şeyi yapan kimse için söylenir. || Yüzünde şeytan tüyü var, herkese kendisini sevdiren kimseler için kullanılır. || (Bir durumu) yüzünden akmak, herhangi bir durumda olduğu yüzüne yansımak, yüzünden belli olmak: Hırçınlığı yüzünden akıyor sanki. || Yüzünden, suratından düşen bin parça olmak, canının çok sıkıldığı ya da öfkeli ve sinirli olduğu yüzünden açıkça belli olmak. || Yüzünden, yanağından kan damlamak, çok sağlıklı olduğu yüzünün renginden anlaşılmak, belli olmak. || Yüzünden okumak, bir kimsenin hangi durumda olduğunu, ne duyup ne düşündüğünü yüzünden anlamak; bir şeyi ezbere değil yazılı kâğıttan okumak. || (Birinin) yüzüne atılmak, özellikle de bir büyüğüne karşı kırıcı, kaba ve saygısızca sözler söylemek. || (Birinin) yüzüne atmak, birşeyi beğenmeyip onu getirene öfkeli ve aşağılayıcı bir tutumla geri vermek. || (Birinin) yüzüne bağırmak, bir kimseye karşı kırıcı, kaba sözleri saygısızca ve öfkeyle bağıra bağıra söylemek. || (Birinin) yüzüne bakamaz olmak, yaptığı kötü bir iş ya da davranış yüzünden kimsenin karşısına çıkacak gücü ya da cesareti kendinde bulamamak. || Yüzüne bakılır, bir kimsenin güzelce olduğunu, çirkin denemeyeceğini belirtmek için kullanılır. || Yüzüne bakılmaz, bir kimsenin çok çirkin olduğunu vurgulamak için kullanılır. || (Birinin) yüzüne bakmamak, ilgi ve yakınlık göstermemek, önemsememek: Gittiğine pişman olmuştu, kimse yüzüne bakmamıştı toplantıda; darılıp gücenmek: Söylediklerimi yapmazsan yüzüne bakmam, bilesin. || Yüzüne bakmaya kıyılmaz, bir kimsenin çok güzel olduğunu vurgulamak için söylenir. || Yüzüne bir daha bakmamak, darılıp küsmek, konuşmamak: O olaydan sonra en yakın arkadaşları bile bir daha yüzüne bakmamışlardı. || Yüzüne durmamak, kendisinden istenilen bir şeyi geri çevirememek, hayır diyememek ya da bir kimsenin vermesi gerektiği halde vermeye yanaşmadığı bir şeyi istememek. || Birinin) yüzüne gelmemek, bir kimsenin işlediği kabahati bilmezlikten gelmek, kabahatini, yüzüne karşı söylememek: Yüzüne gelme, o kendisi anlasın suçunu. || Yüzüne gözüne bulaştırmak, bir işin üstesinden gelmemek, onu başarmak şöyle dursun daha da kötü duruma sokmak. || Yüzüne gülmek, bir kimseye dalkavukluk etmek. || (Bir şeyin) yüzüne hasret kalmak, o şeyi bulamamak, ondan yoksun olmak: Burada kuru ekmeğin yüzüne bile hasret kaldık. || Yüzüne kan gelmek, benzi pembeleşerek sağlığına kavuşmak, solgunluğu kalmamak. || Yüzüne kapanmak - KAPİ*LAR YÜZÜNE KAPANMAK. || (Birinin yüzüne karşı, bir kimsenin karşısında ve kendisinden korkup çekinmeden: Yüzüne karşı her şeyi açık açık söyledim. || Yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır, bir kimsenin aşırı ölçüde arsız ve onursuz olduğunu vurgulamak için söylenir. || Yüzüne vurmak, yüzüne çarpmak, bir kimsenin yaptığı bir kabahati açıkça yüzüne karşı söyleyerek onu ayıplamak, kınamak: Söylediği yalanı yüzüne vurmakla iyi ettin, bir daha yapmasın. || (Birinin) yüzünü ağartmak, yaptığı bir işle ya da sağladığı bir başarıyla özellikle de yakınlarının övünç duyacağı bir durum kazandırmak, onlara övünme olanağı vermek: Elde ettiğin bu sonuçla sen hepimizin yüzünü ağarttın, seninle övünüyoruz. || Yüzünü buruşturmak, yüzünü ekşitmek, yüzüne memnun olmadığını belirten bir ifade vermek: İçeride toplananları görünce yüzünü buruşturdu. || Yüzünü gören cennetlik, uzun süre ortalıkta görünmeyen ya da çok seyrek görünen kimseler için söylenir. || (Birinin) yüzünü görmemek, bir kimseden söz ederken, onu uzun süredir görmemiş olmak: Nereye gitmişti, nerelerdeydi, nicedir yüzünü görmemiştim; bir şeyden söz ederken ona gereksinim duymak, hasretini çekmek: Kıtlık yıllarında buğday unundan yapılan ekmeğin yüzünü görmedik. || (Birinin) yüzünü gözünü açmak, bir çocuğa ya da gence bilmediği, edinmediği birtakım cinsel bilgiler kazandırmak. || (Birinin) yüzünü güldürmek, bir kimseyi mutlu kılacak bir iş yapmak, ona yardım etmek, iyilikte bulunmak. || (Birinin) yüzünü kara çıkarmak, bir kimsenin öne sürdüğü bir savda yanıldığını ortaya koyarak onu utandırmak. || Yüzünü kızartmak, yüzünü kızdırmak, bir işi utanarak, onurunu, gururunu hiçe sayarak yapmak: En sonunda yüzünü kızartarak ondan da borç istemişti. || (Birinin) yüzünü kızartmak, bir kimseyi utanacak bir duruma düşürmek, utanıp sıkılmasına, mahcup olmasına yol açmak. || Yüzünü şeytan görsün, hoşlanılmayan, sevilmeyen birine karşı duyulan nefreti vurgulamak için kullanılır. || Yüzünü yazmak, kimi yörelerde, özellikle de köylerde gelinin yüzünü süslemek. || Yüzünü yere getirmek, yüzünü yere vermek, bir kimsenin,utanmasına, mahcup olmasına yol açacak bir davranışta bulunmak: Düşmanı sürüp çıkardık kasabadan, mak, yüz akıyla çıkmak. || Yüzünğn derısi kalın, yüzü pençe utanma, arlanma, sıkılma duygusundan yoksun, arsız kimseler için söylenir. || Yüzünüze güller, kusuntu, dışkı vb. iğrenç şeylerden söz edileceği zaman "affedersiniz" anlamında söylenir.
Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 28 Nisan 2016 05:17