VAN GOGH (Vlncent), hollandalı ressam (Groot Zundert, Brabant, 1853 - Auvers-sur-Oise 1890). Bir papazın oğluydu. Değişken ve sıkıntılı bir çocuk olan Van Gogh, resme, ancak farklı nitelikte bir dizi deneyim ve başarısızlıktan sonra ilgi duydu. Öğrenimini tamamladıktan sonra bir süre Goupil sanat galerisi için Lahey, Londra ve Paris'te çalıştı, ama işinden kovuldu (1869-1876). Aşk alanında, yaşamı boyunca etkileneceği düş kırıklıklarından ilkini 1874’te tattı. Bir mutlak varlığın andında koşması onu din adamı olmaya yöneltti. Ne var ki, Borinage maden işçilerinin. yanında, neredeyse fanatikliğe varan biı'j gayretle sürdürdüğü hıristiyanlığı yayma, girişimleri, din büyükleri tarafından kınan
masına yol açtı (1879). Bu tür başarısızlıklardan yakasını hiçbir zaman kurtaramadı (yapıtları, Van Gogh hayattayken pek az yankı uyandırdı ve ancak tek bir tablosunu satabildi). Van Gogh yalnızca kardeşi Thöo’dan sürekli bir maddi ve manevi destek buldu (iki kardeşin birbirlerine gönderdiği mektupların sayısı bir hayli kabarıktır; Van Gogh'un sanatının anlaşılmasında bunların özel bir önemi vardır).
1880’den başlayarak sanata yöneldi; desen çalışmaları yaptı, Millet’in yapıtlarını inceledi, manzara ve köy sahneleri etütleri gerçekleştirdi. 1882'de, kuzeni ressam Anton Mauve'un öğütleri üzerine yağlıboya resimler yapmaya başladığında, yine bu tür konuları işledi. Önceleri hollanda gerçekçiliğine bağlı kaldı (Patates yiyenler, 1885, Van Gogh müzesi, Amsterdam); bir süre Anvers'te kaldıktan (1885 sonu- 1886 başı) sonra, renk öğesine karşı büyük bir ilgi duydu. Özellikle japon estamp sanatını, sonra da Paris’te (şubat 1886 — şubat 1888) izlenimcileri ve yeniizlenimcileri keşfetmişti. Daha açık ve çeşitli renkler kullanmaya başladı, çizgileri yumuşadı, çeşitli teknik deneylere girişti ve bunları, o dönemden başlayarak ağırlık vereceği konulara uyguladı: natürmortlar, çiçekler, portreler (/e Pere Tanguy, 1887, Rodin müzesi, Paris) ve kendi portreleri, “Japon işleri” ve manzaralar (Sen kıyıları, 1887, Van Gogh müzesi, Amsterdam).
Van Gogh'un sanatında renk ve ışık, en güçlü ve en özgün anlatımını, Fransa’nın güneyinde yaptığı, coşkunluk, gerilim, iç- sıkıntısı ya da yalnızlığı yansıtan tablolarda bulur. Arles'da (şubat 1888 - mayıs 1889) pırıltılı renklere, daha yoğun tonlara (“Ayçiçekleri” dizisinin sarıları) ve daha çarpıcı ilişkilere (sarı-mavi, kırmızı-yeşil [Gece kahvesi, 1888, Yale University]) yöneldi (Bostan, 1888, Van Gogh müzesi, Amsterdam). Çiçekler, manzaralar, iç mekânlar, portreler, kısa bir süre sonra pate- tik bir taşkınlığa ulaşacak olan bir anlatım gücüne sahiptir. Gauguin ile kurmak istediği sanatçı komününün başarısızlığa uğraması üzerine ruhsal bunalıma girerek sol kulağını kesti, iki kez hastaneye yattı ve sonunda, Saint-Römy-de-Provence akıl hastanesine kaldırıldı (mayıs 1889 - mayıs 1890). Ara ara gelen nöbetlerle kesintiye uğrayan bu çalışma döneminde, çırpınmalı bir havanın egemen olduğu yapıtlar verdi. Bu tuvallerdeki kesintili uzun fırça vuruşları (bunlar desenlerindeki çizgilerin de belirgin özelliğidir), alev alev yanan manzaralar ve kıvrımlı biçimler (zeytin ağaçları, serviler, buğday tarlaları vb. dizileri: Servili buğday tarlası, 1889, National Gallery, Londra), sanatçının sıkıntılarını dile getirir (Yıldızlı gece, 1889, Mu- seum of Modern Art, New York; Kendi portresi, 1889, Louvre-Orsay müzesi).
Sanata karşı ilgi duyan bir insan olan Dr. Gachet, Van Gogh’u mayıs 1890’da, Auvers-sur-Oise’daki evine davet etti. Sanatçı orada güven dolu bir ortam buldu. Bu güven ortamının etkileri, kenar çizgilerinin çoğu kez kıvrımlar oluşturacak biçimde bozulmuş olmasına rağmen (Auverssur-Oise kilisesi, 1890, Louvre -Orsay müzesi), çiçek resimlerinde, köy görünümlerinde ya da portrelerinde hissedilir. Ne var ki Van Gogh, intihar etmeden önce (27 temmuzda göğsüne bir kurşun sıktı 29 temmuzda öldü) bütün varlığını saran ve son kır ve tarla resimlerine (Kargalı buğday tarlası, 1890, Van Gogh müzesi, Amsterdam) trajik bir vurgu katan içsıkıntısını uzaklaştıracak enerjiyi kendinde bulamamıştır.
Kimliğini (kendi portrelerinin kabarık sayısı da bunu gösterir) yansıtacak ve dünyayla ilinti kurabilecek bir anlatıma varmak için canını da, akıl dengesini de gözden çıkaran Van Gogh'un bu umutsuz çabası, resim dilinde renk, çizgi ve biçimin bir- birleriyle uyuşması yolunda coşkun ve anlam dolu sürekli bir arayışa dönüşür, ilerideki sayısız anlatımcı akımların kaynağını onun yapıtlarında bulabiliriz.
Van Gogh, Nevit Kodallı’nın beş tablo- luk operası, irving Stone’un Lost tor life adlı yapıtından Bülent Sokullu, Orhan Asena ve Aydın Gün'ün birlikte yazdıkları libretto üzerine bestelenen opera ilk kez 19 şubat 1957’de Ankara Devlet tiyatro ve operası tarafından sahnelendi.
Kaynak: Büyük Larousse