SARKMAK gçz. f.
1. Bir yerden sarkmak, bir yerden aşağı doğru uzanmak: Pencereden sarkmak yasaktır. Pencereden sarkarak kapıyı kimin çaldığını görmeye çalışıyordu.
2. Bir yerden (bir yere) sarkmak, asılmış, takılmış olduğu yüksekçe bir yerden, yere doğru uzanmak: Tavandan sıra sıra muz hevenkleri sarkıyordu. Eteğinden bir iplik sarkıyor.
3. Yumuşak, pörsük, şekilsiz olmak (özellikle deriden söz ederken): Yanakları sarkmıştı. Derileri sarkmak. Göğsü sarkmak.
4. Bir giysiden, bir kumaştan söz ederken, aşağı inmek, bütünüyle aynı uzunlukta olmak: Eteğinin sol tarafı sarkıyor.
5. Dudağı sarkmak, somurtmak.
6. Televizyon ya da radyo programı sözko- nusuysa, (özellikle canlı yayınlarda) önceden belirlenen zamanın dışına taşmak, uzamak.
7. Bir yere sarkmak, oraya giderken, yolunu oraya kadar uzatmak; askeri bir güç sözkonusuysa, oraya saldırmak: Nehrin üst başından geçip kente sarktık.
—Denize. Bir gemiden söz ederken, avarya, eskime ya da yanlış yükleme nedeniyle kemer biçiminde eğilmek.
—Matbaac. Bir dizgiden ya da karakterin kendisinden söz ederken, aynı yükseklikteki başka harflerle yapılan dizgiye oranla daha fazla satır tutmak.
♦
sarkıtmak ettirg. f.
1. Bir şeyi (bir yerden, bir yere) sarkıtmak, onun (oraya, oradan) sarkmasını sağlamak: Kovayı kuyuya sarkıtmak. Sepeti balkondan aşağıya sarkıtmak.
2. Dudak sarkıtmak.
3. Arg. Asmak, darağacına çekmek.
—Denize. Demir sarkıtmak, derin sularda (15 kulaçtan fazla) demirleyecek gemiden, derinliğe uygun demir zincirini loçadan denize ayboci etmek.
Kaynak: Büyük Larousse