Arama

Strateji Nedir? - Tek Mesaj #2

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
13 Kasım 2015       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM
STRATEJİ a. (fr. stratâgie; lat. stralegia; yun. strategia'dan). Ask.
1. Askeri güçlerin harekâtını siyasal iktidarca belirlenmiş bir hedefe ulaşacak biçimde birleştirme sanatı.
2. Bir savaşın sürdürülmesi ya da bir ulusun ya da ittifakın savunma hazırlıkları için gerekli askeri, siyasal, iktisadi ve manevi güçlerin hareketini birbiriy- le uyumlu kılma sanatı. (Bk. ansikl. böl.)

—Fels. Marxçılığa göre, siyasal savaşımı örgütlemek amacını güden uygulama önlemlerinin tümü. (Bk. ansikl. böl.)

—Mat. Oyunlar kuramında, belirli bir konjonktürde ilgili kişilerin davranış varsayımlarının fonksiyonu olarak, alınan kararların kümesi.

—Oy. Strateji oyunu, oyuncuların, oyunun gidişi ve oyunun sonucuna varma yollarında stratejik bir görüş ortaya koymalarını gerektiren tarihsel benzetimli oyun.

—ANSİKL. Ask. En eski dönemlerden beri strateji konusu, bir çatışmayı yönetecek siyasal öndere olduğu kadar askeri öndere de bağlıdır. Siyasi ve askeri alanları ilgilendiren genel strateji ile, daha çok askeri alanı ilgilendirmekle birlikte, siyasal, iktisadi alanları da kapsayan harekât stratejisi arasındaki karışıklık buradan kaynaklanır. Tarihsel açıdan, iki güç arasındaki denge ve işbirliği sorunu için çok çeşitli çözümler önerildi (siyasal önderin aynı zamanda askeri önder olması; demokrasilerde, büyük bir tehlike sözkonusu olduğunda, savaş boyunca, bazen savaştan sonra da tam yetkiyle donatılmış bir askeri önder seçilmesi iki uç durumdur). Günümüzdeyse, haklı olarak stratejik silahlar da denilen nükleer silahların gelişmesi sonucu, siyasal iktidar gitgide daha çok, hatta yalnızca, genel stratejinin ve harekât stratejisinin denetimini elinde tutmaktadır.
Sözcüğün "askeri harekâtların yürütülmesi” olarak dar anlamda kullanılması (Montecuccoli ve Feuquieres buna "genel düzenlemeler" adını veriyorlardı) XVIII. yy.’a rastlar. Bunlar düşmanı şaşırtmak, düşmana doğru yürümek, ondan gizlenmek, yıpratmak için ikmal yollarını kesmek, düşman güçlerini elverişli sayılan bir alana çekebilmek için aldatmak, onu en kötü askeri, hatta siyasal koşullarda savaşa zorlamak için kullanılan belli başlı yollardır. Stratejiyi bir devletin olanakları ölçüsünde savaş planları oluşturma sanatı olarak değerlendiren ilk kişi fransız Guibert’dir. Daha geniş bir çerçevede strateji, birçok orduya ve harekât alanı seçimine sahip olunduğunda, birkaç düşman ya da farklı alanlarda savaşan birkaç ordu sözkonusu olduğunda, görevlerin dağılımı anlamına da gelebilir. Burada, bir yerde tüm gücüyle saldırırken başka bir yerde zaman kazanmak için muharebeden kaçınmak ya da durum elverişliyse deniz üstünlüğünden yararlanmak, kısacası eldeki kuvvetlerin tümünü en yararlı ve en düzenli biçimde kullanmak, yani kuvvet tasarrufu yapmak, kuvvetleri yönetmek ve harekâtlarını örgütlemek sözkonusudur. Fransız devrimi döneminde "strateji” sözcüğü, eldeki olanakların ve düşmanların da zorlamasıyla en yaygın anlamını kazandı. Guibert’in öne sürdüğü "büyük taktik" sözü bugün bizim “harekât stratejisi” dediğimiz şeye denk düşer. Bununla birlikte iki terim arasında az da olsa bir ayrım vardır, çünkü strateji savaşa giren bir ordunun genel planı ve bu savaşın tümünün genel yönetimiyle ilgilidir. Büyük taktik terimi ise tugay, tümen, kolordu gibi büyük birliklerin yönetimiyle ilgilidir. Silahlardaki gelişme sayesinde bu birlikler ordunun bütününe hem esneklik ve hız hem de lojistik kolaylık sağlamışlardır. Dolayısıyla daha o dönemde, genel anlamda taktik, her zaman savaşa özgü bir terim olsa da, büyük taktik ile genel anlamda taktik arasında bir benzerlik vardı.
Türk kurtuluş savaşı’nın siyasi önderi ve başkomutanı olarak Atatürk, strateji kavramı için kuramsal bir kalıp ortaya koymamıştır. Onun bu alandaki katkısı, Kurtuluş savaşı'ndaki genel ulusal stratejinin ve harekât stratejisinin yapıcısı ve uygulayıcısı olarak eyleminde ortaya çıkar. Bu, kurtuluş savaşı’nın siyasal amacının (Misakımilli sınırları içinde tam bağımsızlık), gerçekleştirilmesi için tüm ulusal güçlerin seferber edilmesi; siyasi ve askeri olanakların en uygun biçimde kullanılması biçiminde bir topyekûn savaş stratejisidir. Öte yandan başkomutan olarak kesin sonuç yerini seçme, kuvvet tasarrufu yaparak ağırlık merkezi oluşturma, kuvvetleri amaca uygun kullanma tarzı, onun düşmana nerede ve nasıl üstünlük sağlayacağını bilen bir strateji ustası olduğunu göstermek
tedir (Kütahya-Eskişehir savaşlarında bozulan Batı cephesi kuvvetlerini 150 km'lik mesafeyi savaşsız düşmana bırakarak Sakarya’nın doğusuna çekmesi; Sakarya meydan savaşı'nda üstün düşman kuvvetleri karşısında cepheyi zayıf kuvvetlerle tutarak kuvvetin çoğunu ihtiyata ayırması ve asla büyük mesafelerle geri çekilmelere izin vermemesi; Büyük taarruz'da, sayısal gücü düşmanınkine yakın kuvvetlerine, ikincil taarruz bölgelerinden tasarruf ettiği kuvvetlerle, asıl taarruz bölgesinde üstünlük sağlaması).
Napolöon hem Devlet başkanı hem başkomutan olarak büyük taktiği akla getirmekle birlikte strateji sözünü pek kullanmaz, onun yerine "savaş sanatı” demeyi yeğler. Napolâon'un bu alanda en büyük katkısı kuvvet tasarrufundaki olağanüstü ustalığı, yani elindeki tüm olanakları, sayıca zayıfken bile uygun yer ve zamanda en etkili biçimde kullanabilmesidir. Böyle- ce elindeki olanakları olabildiğince büyük bir hızla asıl hedefe yöneltir ki "her şeyi sonuçlandıran da budur". Daha da açmak gerekirse, onun sanatının basit göründüğünü, ama aslında her şeyin eksiksiz bir uygulama ve düzenli bir hazırlığa dayandığını söyleyebiliriz. Napolöon'un seferlerini çözümleyen yorumcular arasında en önemlisi, Savaş üzerine (Vom Kriege) adlı yapıtında özgün düşünceler ortaya koyan Clausevvitz’dir. Clausewitz, giderek topyekûn bir özellik kazanan savaş üzerine bir "kuram" geliştirebilmek için, dönemin bilinen olaylarının üzerine çıkmaya çalışmıştır. Onun kuramına göre savaş, siyasetin ulaşmak istediği hedefi gerektiğinde en acımasız ve en şiddetli yollara başvururak elde etme yöntemidir. Savaşta amaç, düşmanı hızla yok etmek olduğuna göre, strateji düşmanın gücünü maddi ve manevi bakımdan yıkmaya yönelmelidir. Fler şey hedeflenen sonuçlar doğrultusunda çalışan bir "savaş yönetimi” tarafından hazırlanıp uygulamaya konmuş tek bir düşüncenin çevresinde düzenlenmelidir.
Fransa'da 1870 bozgunundan hemen sonra ilgi görmeye başlayan Clausevvitz öğretisi, o dönemde demokrasiyle yönetilen bir ülkede, askeri ve manevi düzeyi aşan bir çerçevede ele alınamazdı. Kamuoyunun Almanlar’dan " Rövanş” ı almaya çok istekli olmasına rağmen, özellikle Foch’un yeni kurulan harp okulundaki öğretim sisteminde bu yaklaşıma bir ölçüde bağlı kalındı. Düşman kuvvetleri yok etmeye yönelik savaş, askeri çerçeveyle sınırlı kaldı, daha sonra Foch müttefiklerarası siyasi-askeri bir savaş yönetiminin denetiminde müttefik ordularının başkomutanı olduğunda da durum değişmedi. Buna karşılık Almanya'da, Clausewitz'in kuramı, tam tersi nedenlerle, daha iyi anlaşılacağına, genelkurmayın ve nihayet dendorff’un kışkırtmalarıyla aşırıya vardırılarak, askeri gücün sivil gücü tam anlamıyla egemenliğine almasıyla sonuçlandı. Hatta Ludendorff, 1918'den sonra bu kuramda, kendisinin de yandaşı olduğu nazizme çok yakın totaliter yanlar buldu.
Ne olursa olsun, ikinci Dünya savaşı, çarpışmaların birçok ülkeyi kapsaması ve çok geniş alanlara yayılması bakımından, harekât stratejisi düzeyinde daha çok lojistik sorunların önemini gösterdi. Genel strateji düzeyinde de, hasımların siyasi rejimi ne olursa olsun, savaşın yönetiminde sivil iktidarın önceliğini ortaya çıkardı. Bütün bunlar, marxçı-leninciler tarafından da çok tutulan Clausevvitz kuramını yıkmış değildir.
Nükleer silahın ortaya çıkışı, stratejiyi, hatta savaşın niteliğini toptan değiştirmiş gibidir, ilk kez stratejik silahlar, bunların sağladığı tasarruf ve kullanılmalarındaki kolaylık, savaş hedeflerinden daha çok önem kazanmakta ve her iki tarafta da var olan misilleme korkusu, bu silahlara sahip bulunan ülkelerin, sınırlı da olsa bu silahları kullanmasını engellemektedir SSCB ile ABD arasında, 1947’ye kadar uzanan çatışma olasılığı, her iki ülkenin de bol miktarda sahip olduğu bu stratejik silahların varlığından kaynaklanıyordu. Aynı bakış açısına göre, nükleer silaha sahip orta güçte bir ülkenin, misilleme korkusuyla büyük bir ülkeyi saldırıdan vazgeçirmesini sağlayan bir “dengeleyici atom gücü"nden söz edilebilir. Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: nükleer silaha sahip devletlerin stratejileri gerilemiş ve ikinci dereceden, açık ya da gizli çatışmaların (belli bir sınırı aşmayan, ama her zaman karşılaşılan bu tür çatışmalar başka silahlar, başka destekler ve ittifaklar, başka stratejiler aramayı gerektirir) denetimi sözkonusu' olduğunda bile strateji kesinlikle devlet başkanının elinde toplanmıştır.
Daha önceki çatışmalarda da görülen ideolojiler, propagandalar ve terörizm, kitle iletişim araçları sayesinde günümüzde çok daha etkili hale geldi. Bunlar, klasik askerlik bilimini de ihmal etmeksizin, bu tür sınırlı çatışmalara ilişkin yeni stratejinin en önemli unsurları oldular. Ancak, nükleer savaş stratejisi, silahların kullanım kolaylığına rağmen, bambaşka bir özelliğe sahiptir. Sözcük dağarcığı artmıştır: SALT anlaşmaları, yani sayısı çok fazla olan stratejik silahlarda, nitelik ve sayı bakımından eşitlik sağlama; START anlaşmaları, yani stratejik silahlarda karşılıklı indirime gidilmesi; bunalımların kontrollü olarak yükseltilmesi; kademeli misilleme; taktik nükleer silahlar, uyarı atışları; özel nükleer silahlar vb.

—Fels. Strateji-taktik çifti, sınıf ittifakları siyasetindeki tüm önemini Lenin'le birlikte kazandı. Lenin’e göre, stratejik ittifak, belli bir amaca yönelik bir çıkar ortaklığına bağlı olarak toplumsal sınıf ya da katmanlarla kurulmakla birlikte, müttefik sınıflar arasındaki ayırımları hiçbir zaman ortadan kaldırmaz.

Kaynak: Büyük Larousse