Ahilik Nedir?
MsXLabs.org & Büyük L.
AHİLİK ya da AHİLİK a. Esk Kardeşlik, arkadaşlık, dostluk.
Tar. Anadolu’da XII. ve XIV. yy.’ larda.etkin olan toplumsal kurum.
ANSİKL. Ahilik, bir yönüyle fütüvvet" e dayanır. Türkler’in egemenliğindeki Anadolu'da fütüvvet ayrı bir gelişme gösterdi ve üyeleri kendilerini ahi diye adlandırdıklarından, ahilik adını aldı. Ahi adının "kardeşim” anlamına gelen arapça ahi, ya da “cömert" anlamına gelen türkçe akı sözcüğünden geldiği ileri sürülür. Ad olarak ahiye ilk kez XI. yy.'da Kuzey-Batı İran’da yaşayan Ahi Ferec Zencani’nin adında rastlanır. Mevlevi menkıbelerinin yazarı Eflaki, Mevlana'nın çağdaşı Anadolu ahilerini XII. yy.'da Kuzey-Batı İran' da yaşayan Ahi Türk ve Ahi Beşşare'nin ardılları olarak tanıtır. Kuzey-Batı İran'ın, Türkler’in çoğunlukla yaşadığı ve Anadolu’ya göçtüğü bir merkez olması, ahiliğin Anadolu'da gelişmesini bir dereceye kadar açıklayabilir. XI. yy.'da Anadolu'da yerleşmeye başlayan Türkler’in, Türkistan’da ticaret ve sanayi merkezlerinde yaygın fütüvvet ilkelerini Anadolu'ya taşımış olmaları olasıdır. XII. yy.'da Anadolu'da ahi bulunup bulunmadığına ilişkin belge yoktur. İlkahı adı, Antalya'da 1216- 1217 tarihli bir vakıf senedinde geçer. Bu da bu kurumun müslümanların kente yerleşmesiyle eşzamanlı olarak kurulduğunu ve kentsel yaşamın bir parçası durumuna geldiğini göstermektedir. Öte yandan halife Nasır’ın saray fütüvvetinin de Anadolu’ya girdiği bilinmektedir. Bir fütüvvet reformcusu olan Nasır, komşu hükümdarları da kendi himayelerinde fütüvvet örgütleri kurmaya yöneltti. Nasır ile ilişki kuran izzettin Keykavus I ve Alaettin Key- kubat I fütüvvet örgütüne katıldılar ve Nasır geleneği doğrultusunda bir saray fü- tüvveti geliştirmeye çalıştılar. Ancak Anadolu'da fütüvvet, gerçek niteliğini esnaf ve zanaatkârlar arasında yaygınlaştıktan sonra kazandı. Anadolu’nun kendine özgü fütüvvet biçimi olan ahilik, daha çok kentlerde fütüvvet ilkeleri çerçevesinde örgütlenmiş esnaf ve zanaatkâr topluluğu biçiminde gelişti. Ancak, üyeleri esnaf ve zanaatkârla sınırlı değildi. Ahiler arasında, askeri, siyasal, dinsel önderler de bulunmaktaydı. Ahi önderleri ticaretle, tarımla uğraşan varlıklı kişilerdi. XIV. yy.’ın ilk yarısında Anadolu'yu dolaşan kuzey afrikalı gezgin ibni Batuta, Türkmenler’in yaşadığı her kent, kasaba ve köyde karşılaştığı ahilerle ilgili geniş bilgi verir. Ba- tuta'nın Ahiyyat ül-fityan diye söz ettiği genç ahiler, gündüzleri çalışırlar, ikindiden sonra kazançlarını ahi babaya getirirler, bir arada yaşadıkları zaviyede, topluca yemek yerler, Kuran okurlar, şarkı söyler, raksederlerdi. Batuta’yâ göre konukları ağırlamada, zorbaların hakkından gelmekte, zalim ve edepsiz takımıyla bunlara yardım eden şirretleri katledip ortadan kaldırmakta ahilerin eşi yoktur. Ba- tuta'nın toplantılarına katıldığı ahiler sırtlarına aba hırka, ayaklarına mest giymekteydiler; bellerine, ortasına hançer sokulmuş iki arşın uzunluğunda bir kemer bağlıyor, başlarını beyaz keçe külah üzerine sardıkları bir arşın uzunluğunda ve iki parmak eninde sof bir sarıkla örtüyorlardı.
XIV. yy.'ın ilk yarısı ahiliğin yükseliş dönemi oldu. Moğol baskısı altında merkezi yönetimin ve ordunun zayıflamasıyla ahiler, kentlerde, bir siyasal güç olarak önem kazandılar. Siyasal iktidarın zaafa uğradığı dönemlerde, kentlerin eşrafı ürküten ve zaman zaman karışıklık çıkaran egemen gücü durumuna geldiler. Dinsel ve milliyetçi açıdan Moğollar’a, ekonomik ve toplumsal açıdan da Türkmenler'e karşıydılar. Moğollar'ın yolladığı vezir Fahrettin Kazvini'nin zorbalığına ve ağır vergilerine karşı çıktılar. Germiyan Türkmen- ler'ı Konya'yı kuşattığında kentin savunması, ahi önderlerince örgütlendi. Sel- çuklu-Moğol yönetiminin çökmesinden sonra ahiler birçok kentin yönetimini ele aldılar. Gezgin İbni Batuta gittiği her yerde ahilerin güçlerinin resmen tanındığına, beylerden gördükleri saygıya tanıklık etmektedir. Beyi olmayan kentlerde ahi başkapları kentlerin gerçek egemeniydiler. Bunun en belirgin örneği Ankara'ydı. Osmanlılar'ın eline geçene değin Ankara'yı, kendilerine "Ahi i muazzam" diyen Ankara ahileri yönetti. Ahi örgütü OsmanlI devletinin kuruluşunda abdal, gazı ve bacı örgütleriyle birlikte etkin rol oynadı. Devleti kuran Osman Bey’in kayınbaba- sı Şeyh Edebali etkili bir ahi şeyhiydi.
Ahi örgütü, yarı dinsel bir derviş topluluğu biçiminde örgütlenmişti. Örgüt üyeleri yiğit, ahi ve şeyh olmak üzere üçe ayrılıyordu. Yiğit (arapça feta) örgütün genç, evlenmemiş üyelerine denirdi. Ahi, yiğitlerin (fityan) başkanı ve bir zaviye sahibiydi. Olasılıkla bir derviş kuruluşunun başkanı olan şeyhin, üyelerin kendilerini orta' bağlı saymaları dışında bir rolü yoktur. Örgütün s radan üyeleri kaviller ve seyliler olarak ikiye ayrılıyordu. Birinciler bağlılıklarını söz, İkincilerse kılıçla (kflıç: arapça seyf) ifade ediyorlardı. Sonuncuların amblemi bıçaktı (sikkin). Selçuklular döneminde rûnud adı verilen seyfilerin Bağdat'taki ayyarlar'a benzeyen ürkütücü etkinlikleri vardı. Bunların başlarına giydikleri, ucundan, bir karış uzunluğunda ve iki parmak genişliğinde parlak bir kumaş sarkan külahlarla yeniçerilerin keçe külahları arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Ahiler, mevlevilik, bektaşilik ve olasılıkla öteki tarikatlarla ilişkiliydiler. Fütüvvet örgütlerindeki, örgüte yeni girenlere şalvar giydirmek, tuzlu su içirmek, saçlarını kesmek gibi töreler ahilerde de vardı.
OsmanlIlar tarafından Anadolu'nun siyasal birliği sağlandıktan ve merkezi yönetim güçlendirildikten sonra ahiliğin etkisi azaldı. Ahilik lonca örgütlerine, dervişlik kurumuna sığındı. Derici esnafı (debbağlar) gibi kimi loncalar ahi geleneğinin doğrudan izleyicisiydi. Bunlar Kırşehir’de yaşadığına inanılan yarı efsanevi Ahi Evren’i pir sayıyorlardı. Debbağlar ahi geleneklerine bağlılıkları nedeniyle öbür loncalar üzerinde etkinlik kazandılar.