Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
24 Şubat 2016       Mesaj #12
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Yukarıda da açıkladığım üzere sözde Ermeni soykırımıyla ilgili olarak ne Osmanlı Devleti için ne de Türkiye Cumhuriyeti için bir mahkeme başvurusu yoktur. Ne yapılmaktadır sadece Hıristiyan ülkelerde Hıristiyan bağnazlığı kullanılarak Türkiye küçük düşürülmeye ve yalnızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Arkadaşlarımız şöyle bir soru sorabilir; madem bu kadar iddialılar neden bizi mahkemeye vermiyorlar? Bunun yanıtı da çok basit aslında bir kere mahkemeye verirler ve mahkeme sunucunda Ermeniler aleyhinde kararın çıkmasıyla birlikte bütün plan işlemez duruma gelecektir. Hukuken beraat etmiş bir Türkiye’ye karşı devletler arası bir propaganda yürütülmesi artık imkansızdır. Ermeniliğin canlandırılması ve ayakta tutulabilmesi için tek olanak olan tarihi Türk düşmanlığının yapılmasının imkansızlaşması anlamına gelecek ve davanın tarihsel olarak toptan kaybedilmesi anlamına gelecek böyle bir yol bundan dolayı hiçbir Ermeni’nin düşünmek dahi istemediği bir durumdur. Düzmece ve sonu garanti olmadıkça Ermenilerin hukuka başvurması mümkün değildir.
Olayın tarihi boyutunu tüm çıplaklığıyla ortaya koymaya çalıştım. Görüldüğü üzere tarihi boyutta bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını utandıracak hiçbir durum yoktur. Hukuki boyutta ise hiçbir zaman bu konu aleyhimize bir dava konusu bile yapılamamıştır.O zaman geriye ne kalıyor? İşin siyasi boyutu. Arkadaşlarım bilsinler ki bu konu öyle kolay kolay bitmez. Bu sadece Ermenilerden kaynaklanan bir durum da değildir. Güçlü olmayan sanayileşememiş, borçlu bir ülke olarak Türkiye bu siyasi ithamlardan kolay kolay kurtulamaz. Bu dünyanın değişik ülkeleri açısından Türkiye’nin ürkütülmesi ve önünün kesilmesi için önemli bir kozdur. Bu durum böyle oldukça sözde Ermeni soykırım yasa tasarılarından kurtulmamız mümkün değildir. Yarın bizi Avrupa Birliği’ne almak istemeyenler için bile bir koz olarak bu konunun siyasi boyutu devam ettirilecektir.
Gelelim Ermeniler açısından konunun siyasi boyutunun irdelenmesine. Arkadaşlar bu konu onlar açısından hayati bir öneme sahiptir. Bugün Ermenistan’dan göç sürmektedir. Yanlış anlaşılmasın Türkler Ermenileri sürüyor değil. Ermenistan’daki Ermeniler dahi bugün dünyanın değişik bölgelerine yokluk ve işsizlikten göç ediyorlar. Dünyanın değişik bölgelerinde ve birer azınlık olarak varlık sürdürmek ise o kadar kolay değil. Azınlıklar büyük topluluğun içinde eriyip gidiyorlar. Gregoryen Ermeni büyük Katolik ve Protestan ülkelerde Protestanlaşıyor veya Katolikleşiyor. Katolikleşme veya Protestanlaşma ne anlama geliyor? Ermeniliğin yok olması anlamına geliyor. Buna karşı bir şeylerin olması gerekiyor. Acı ama söylemek gerekiyor ki Ermeniliğin hatırlanmasında tarihi Türk düşmanlığı önemli bir hatırlatıcı faktör oluyor. Kanadalı bir Ermeni de Ermeniliğini böyle hatırlıyor, Avustralyalı bir Ermeni de. Ermeni kiliseleri Gregoryen’liğin yaşaması açısından dünyanın her yerindeki Ermeni Gregoryen Kiliselerinde bu konuyu kaşıyıp durmaktadır. Bu konu görüldüğü üzere Ermeni varlığı açısından hayat meselesidir. Bu yüzden de Ermenilerden ve Gregoryen Ermeni kilisesinden bu konudan kendi kendilerine vazgeçmelerini beklemek saflık olur. Bu konuyu siyasi açıdan ne kadar kullanabilirlerse o kadar kullanacaklardır.
Peki sorun çözümsüz müdür? Bizim açımızdan sorunun tarihi ve hukuki açıdan olduğu gibi siyasi açıdan çözülmesi de pekala mümkündür. Bunun için Türkiye’nin o söylenip de bir türlü gerçekleşmeyen çağdaş uygarlık düzeyinin geçilmesiyle mümkündür. Sanayileşmiş, kentlileşmiş, eğitilmiş, ekonomisi dünya için olmazsa olmaz halini almış 100 milyonluk bir Türkiye’de Ermeni kelimesi bile geçmeyen bir dünya anlamına gelir. Bu sağlanmadan işin siyasi boyutunun çözümlenmesi imkansızdır. Siyasi boyutun çözümlenmesinin kesin yolu budur. Ancak kısmi olarak yararlanılabilecek unsurlar da ileri sürülebilir. Örneğin Ermeni Diaspora’sına karşılık dışarıda yaşayan Türkler örgütlendirilip birer lobi unsuru olarak değerlendirilebilir. Bugün dünyanın pek çok yerinde Türkler hiç de azımsanmayacak sayılara ulaşmışlardır. Avrupa, Avustralya, ABD Türkleri önemli bir güç yapısına ulaşmışlardır. ileride sayıları daha da artma eğilimindedir. Nasıl Ermeniler dış ülkelerdeki soydaşlarını örgütlüyor ve kullanıyorsa bizim de bu yolu akılcı olarak kullanmamız aklın gereğidir.
Sonuç olarak çok kısa birkaç şey söylemek gerekirse; tarihte bir ermeni soykırımı yoktur. Ermeniler bağımsız bir Büyük Ermenistan kurmak istemişler, buna güçleri yetmemiştir. Kendi gücüyle bu işi de yapamayacağından batılı devletler ve Rusya’yı kullanmaya çalışmış, kendisi de çok acımasız bir şekilde yüzlerce yıl birlikte yaşadığı insanlara karşı acımasız isyan ve terör eylemleri gerçekleştirmiştir. Bu olaylar doğal olarak bu bölgede Türkler ile Ermenilerin komşu olarak dahi yaşamalarının önüne geçmiştir. Türk Milleti kendi toprakları üzerinde bir Ermenistan kurulmasına fırsat vermemiştir. İşin tarihi yönü budur. Hukuki olarak da ortada hiçbir karar yoktur. Hatta bir mahkeme başvurusu bile yoktur. Siyasi yön ise kullanılacak alandır. Yukarıda söylediğim yapıyı sağlayıncaya kadar bu durum devam edecektir.

OSMANLI DEVLETİNİN PAYLAŞILMASI GİZLİ ANTLAŞMALAR
Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı içinde çeşitli antlaşmalarla gizli olarak paylaşılmıştır. Bu antlaşmalardan kimisi antlaşmayı imzalayan devletin siyasi hayatını doldurması nedeniyle yürürlüğe giremezken diğerleri ise Türk Milletinin direnmesiyle gerçekleşmeyecektir. Bu antlaşmaları şöyle özetleyebiliriz
1 İSTANBUL ANTLAŞMASI: Rusya’nın İtilaf Devletleri safına çekilebilmesi için yapılan antlaşma. Rusya Çanakkale Savaşında Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının İngiltere ve Fransa eline geçeceğinden endişe ederek bu iki ülkeye 4 Mart 1915 tarihinde verdiği notalarla İstanbul ve Çanakkale Boğazının Rusya’ya verilmesini ve İmroz ve Bozcaada’nın kendisine danışılmadan karar alınmamasını istedi.
İngiltere ve Fransa bu notadan hoşlanmamakla birlikte Alman tehlikesi karşısında İngiltere 12 Mart 1915’te Fransa 10 Nisan 1915’te Rus isteklerini kabul etmişlerdir.
2 LONDRA ANTLAŞMASI: İtalya savaş öncesinde Almanya bloğu içinde görülüyordu. Ancak İtalya’nın çıkarlarıyla aynı blok içinde yer alan Avusturya’nın çıkarları çatışıyordu. Bu yüzden İtalya savaş başında tarafsız kaldı. Zaman zaman her iki tarafla değişik görüşmelerde bulunuyor ve her iki taraftan daha fazla tavizler koparmaya çalışıyordu.
İngiltere, Fransa ve Rusya savaşın gidişatında önemli bir rol oynayabilecek İtalya’nın kendi yanlarında yer almasını istediklerinden 1915 yılı içinde görüşmeleri hızlandırdılar. 26 nisan 1915’te Londra’da yapılan anlaşma ile İtalya Adriyatik’te istediği çıkarları elde etti. Bundan başka Ege’deki 12 ada İtalya’ya veriliyor Anadolu’nun paylaşılmasında ise Antalya bölgesi İtalya’ya kalıyordu. İtalya bundan başka sömürgesi olan Trablusgarp ve Eritre'de topraklarını genişletebilecekti.
3 SYKES-PİCHOT ANTLAŞMASI: Yukarıdaki anlaşmalarla Rusya ve İtalya’yı blokları içine dahil eden İngiltere ve Fransa kendi aralarında da bir anlaşma gerçekleştirdiler. Fransız temsilci Jorj Pichot ve İngiliz temsilci Mark Sykes arasında gerçekleşen görüşmelerden dolayı Sykes-Pichot Anlaşması olarak tarihe geçecek antlaşma 3 Ocak 1916’da imzalandı. Bu anlaşmaya göre İngiltere, Irak, Filistin ve Arap Topraklarını, Fransa ise Suriye, Lübnan , Çukurova ve Güneydoğu Anadolu Bölgesini kendi sahası olarak kabul etmiştir.
Sykes-Pichot antlaşmasından haberi olan Rusya’nın onayının alınması gerektiğinden bu antlaşma üç ülke arasında yeniden görüşüldü. Rusya bu antlaşmayı onaylamasının karşılığı olarak Boğazlardan başka Trabzon’un batısından geçen bir hattın doğusunda kalan Van, Bitlis, Muş Siirt illerini almıştır. 26 Nisan 1916.
4 ST. JEAN DE MAURİENNE ANTLAŞMASI: İngiltere-Fransa ve Rusya arasında gerçekleştirilen bu anlaşma sonrasında İtalya durumdan kuşkulanmıştır. Rusya’da ihtilal çıkması olasılığı da bu kuşkuları artırınca İtalya İngiltere ve Fransa’ya baskılarını artırmıştır. Bundan sonra 19-21 Nisan 1917’de St Jean de Maurienne’de yapılan görüşmelerden sonra bir antlaşmaya varıldı. Bu antlaşmaya göre İtalya’ya Mersin dışında Antalya, Konya, Aydın ve İzmir verilmiştir. Buna karşılık İtalya müttefiklerinin aralarında yaptıkları anlaşmaları kabul ediyordu. Ancak bu anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için Rusya’nın da onayı gerekiyordu. Bu onay Rusya’da çıkan İhtilal nedeniyle gerçekleşemeyecek bunun fırsat bilen İngiltere savaş sonrasında bu anlaşmada vaadedilen toprakları İtalya’ya vermeyecektir. Bu durum ulusal kurtuluş savaşımız açısından olumlu olmuştur.


1917 YILI OLAYLARI
1917 yılında gerçekleşen olaylar hem dünya tarihini hem de ulusal tarihimizi oldukça etkilemiştir. Bu olayları şu şekilde sıralayabiliriz:
1 Rusya’da meydana gelen Bolşevik Devrimi. Rusya’da Ekim 1917 tarihinde gerçekleşen devrim dünya tarihi açısından yeni bir devlet ve ekonomik sistemi doğurmuştur. Komünist devlet sistemi bu süreçten sonra dünya üzerinde geniş bir yayılma sahası bulacaktır. Bu sistem dünyayı 1990 yılına kadar etkilemeye devam etmiştir.
2 ABD’nin savaşa katılması. 2 Nisan 1917 tarihinde Almanya’ya savaş ilan ederek dünya savaşında taraf haline geldi. ABD’nin savaşa girişi durumu etkileyecektir. ABD’nin savaşa girmesi nedeniyle yeni dünya düzeniyle ilgili söyleyecekleri olacaktır. Bu durum Wilson prensipleri olarak karşımıza çıkacaktır. Henüz ilk adımdır ama artık ABD bir dünya devleti olarak ortaya çıkmaktadır.
3 Yunanistan’ın Savaşa Katılması. Yunanistan’da tüm birinci dünya savaşı boyunca savaşa girip girmeme ve kimin yanında savaşa girileceği tartışılmıştır. Kral Konstantin Almanya’ya yakınlık gösterirken, Başbakan Venizelos İngiltere’den yana tavır koymaktadır. Nitekim 1917 haziranında İngiltere’nin Selanik’e asker çıkarmasından sonra kral oğlu lehine krallıktan çekilince Venizelos hükümeti 26 Ekim 1917’de savaşa girmiştir. Yunanistan’ın 1917 sonunda savaşa girmesi savaş sonrası paylaşım masasına oturma hakkını doğuracağından İngiltere onun hayallerinden de yararlanarak Küçük Asya macerasına sürükleyecek ve Türk ve Yunan ulusları tarihin en çetin mücadelelerinden birini yapmak durumunda kalacaklardır.


WILSON PRENSİPLERİ
11 Şubat 1918 tarihinde ABD başkanı Wilson’un yaptığı bir konuşmada ortaya koyduğu yeni barış şartları daha sonraki süreçte kabul edilmelerinden dolayı önem kazanmıştır. Bu bildirinin yayınlanmasında Wilson'un insanlık ve barış inancının bulunduğunu kabul etmekle beraber ABD çıkarlarının da bulunduğu bir gerçektir. Buna göre bu prensipleri özetleyecek olursak;
1 Barış Antlaşmalarının açık olması, gizli anlaşma yapılmaması
2 Karasuları dışında savaş ve barışta uluslararası suların açık olması
3 Uluslararası bütün ekonomik engellerin kaldırılması
4 Ülkelerin silahlanma yarışını bırakarak, orduların iç güvenlik seviyelerine indirilmesi
5 Sömürgeler halklarının serbest bırakılarak kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesine yardımcı olunması
6 İşgal edilen Rus topraklarının boşaltılması ve bağımsız bir Rusya’nın varlığının tanınması
7 Belçika’nın yeniden bağımsız bir devlet olarak kurulması
8 Almanya’nın işgal ettiği Fransız topraklarından çıkartılarak savaş öncesi barış durumuna dönülmesi
9 İtalyan sınırlarının ulusal esaslara göre düzenlenmesi
10 Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın boşaltılması ve Sırbistan’a denizden bir çıkış verilmesi
11 Balkan Devletlerinin siyasal ve ekonomik bağımsızlıklarının garanti altına alınması
12 Osm. Devletinde Türklerin bulunduğu bölgelerde Bağımsız bir devletin kurulması, egemenlik altındaki diğer uluslara bağımsızlık verilmesi
13 Denizden çıkış kapısı bulunan bir Polonya kurulması
14 Büyük küçük devletlerin toprak bütünlüklerinin güvenlik altına alınması için bir Milletler Cemiyeti kurulması.
SİLENTİUM EST AURUM