Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
24 Şubat 2016       Mesaj #13
Safi - avatarı
SMD MiSiM
İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ DÖNEMİ YENİLEŞME VE MİLLİ EKONOMİ UYGULAMALARI 1908-1918
İ.T Türk sosyal ve ekonomik yaşantısında büyük bir değişimin temelini atmıştır. Siyasette Milliyetçilik ilkesini savunan İ.T ekonomide “Milli Ekonomi”yi savunmuştur.
İ.T ekonomik alanlarda Almanya’nın etki sahasında kalmıştır.Alman ekonomi anlayışı olan milli devletçi ekonomik model İ.T’nin de anlayışı olmuştur. Buna göre “Milli Türk Burjuvazisi” yaratılmalıydı. Yabancıların tekelinde bulunan ticaretin Türk-Müslüman tüccarının eline geçebilmesi için çeşitli yollara başvuruldu. Savaş ortamından faydalanılarak İ.T’ye yakın kişilere para ve sermaye aktarıldı. Milli iktisadın rahat uygulanabilmesi için savaş ortamından yararlanılarak 14 Eylül 1914 tarihinde Kapitülasyonlar tek taraflı kaldırıldı. Yabancı tüccarların ayrıcalıklarına son verildi. Para basma yetkisi Osmanlı Bankasından alındı. Gümrük vergileri artırıldı. Yabancı şirketlere ,Türk personel kullanma ve bu şirketlerde Türkçe kullanma zorunluluğu getirildi. Almanya’ya staj için işçi gönderildi. Sanayi okulları açıldı. Demiryolu yapımı için okullar açıldı.
Köylüye karşılıksız tohum verilirken “Ziraat Hizmet Konusu” ile birçok şirket ve dernek yardımcı kılındı. Ziraat Bankası bu konuda kredi yardımında bulundu. Bu süreçte her konuda Kooperatifçiliğe önem verildi.
Türk sanayicisine büyük olanaklar sağlandı. Bedava arsa, ucuz kredi, devletin ulaşım imkanlarından yararlanma, üretilen ürünleri devletin satın alması bunlar arasında sayılabilir.İthalat ve İhracatın Türk-Müslüman tüccar eline geçebilmesi için hukuk mevzuatı buna göre değiştirildi.
Bütün bu değişikliklere rağmen “milli ekonomi “ politikası eksiksiz uygulanamamıştır. Çünkü 1914 ile 1918 arasında amansız bir savaş bunu imkansız kılmıştır. Nitekim Osm devleti para yetmediğinden dışarıdan Almanya’dan borç almak durumunda kalmıştır. Bu “katıksız milli ekonomi” anlayışını imkansız kılmıştır. Yine dış borç da yetmeyince emisyon artırılması yoluna gidilmiştir. Bu durum da doğal olarak enflasyona neden olmuştur.
İ.T’nin sosyal ve eğitsel çalışmalarına baktığımızda ise yine önemli başlangıçlar görmekteyiz. Eğitime gerçekten önem veren İ.T savaş boyunca Öğretmenleri ve öğrencileri askerlikten muaf tutmuştur. Türkçe ve Türk Tarihi ve Coğrafyasının öğretilmesine büyük önem verdi. Kızların lise ve üniversiteye girmesi sağlandı. Çarşafın kaldırılması için kampanya açıldı. Kadına çalışma hayatında yer verildi. Batı sanatına ve müziğine yöneliş için uygulamalar bu devirde başladı. Türk kadınlarının sahneye çıkmaları sağlandı.
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasına ilişkin yeni adliye kanunu şubat 1917’de bütün tepkilere rağmen kabul edildi. Gragoryen Takvim kabul edildi. Ağırlık ve uzunluk ölçülerinin değişimi konusunda ilk adımlar atıldı. Eski harflere bağlı kalınmakla birlikte yeni bir yazı stili ortaya atıldı. Enver Paşa önerdiği için “Enveriye” adıyla tarihe geçmiştir.
İ.T’nin sosyal ve eğitsel değişiklik çalışmaları savaş sonrasında Hürriyet ve İtilaf Fırkasına dayalı hükümetlerce devam ettirilmemiş ve tam tersine bu uygulamalar kaldırılmaya çalışılmıştır. Bundan dolayı İ.T’nin uygulamalarının bu konuda da tam bir başarıya ulaştığını söylemek olanaksızdır. Ancak bütün bu girişimler Türk Devriminin alt yapısını oluşturduğundan bizim ulusal tarihimiz açısından önemli reform denemeleri olarak anılmaya değerdir.


MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI
Osmanlı Devleti yöneticilerinin 1918 yılına gelindiğinde savaşın müttefik devletler tarafından kazanılamayacağını anladığını görmekteyiz.Bundan dolayı henüz savaş bitmeden İtilaf devletleriyle anlaşılırsa savaşın yıkıntısından kurt ulunabileceği düşünülmüştür. Osmanlı Devleti yöneticileri eski dost İngiltere ile bu konuda ilişkiye geçmişler ve sonunda bir ateşkes antlaşması için görüş birliği oluşmuştur.
Osmanlı Devletinin bu meseleye bakışı bir ateşkes olmasına karşın İngiltere’nin meseleye bakışı kayıtsız koşulsuz teslimiyettir. Osmanlı temsilcileri bunu Mondros’a gittiklerinde anlayacaklardır. İngiltere onlarla müzakere yapmak yerine bir metni imzalamaları için önlerine koymuştur. Osmanlı temsilcisi Rauf Bey bu metni ağır bulduğundan imzalamaktan çekinmiş telgrafla saraya konu aktarılmış ve padişah durumun daha sonra İngiltere’yle konuşularak düzeltileceğini bildirdiğinden ateşkes antlaşması 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanmıştır. Bu anlaşma şöyle özetlenebilir:
1 Boğazların İtilaf devletlerine açılması,
2 Türk sularındaki engellerin kaldırılması,
3 İtilaf Devletleri esirlerinin serbest bırakılması,
4 Ordunun derhal terhis edilmesi, donanmanın limanlara çekilerek limanlarda tutuklu bulundurulması,
5 İtilaf Devletlerinin güvenlik gerekçesiyle istedikleri bölgeyi işgal edebilmesi,
6 Osmanlı devletinin bütün ulaşım imkanlarından İtilaf Devletlerinin yararlanması, Gemi, Tersane, liman, Lokomotif vb.
7 Toros tünellerinin İtilaf devletlerine devredilmesi
8 Önemli maddelerin İtilaf devletleri kontrolünde bulundurulması, kömür, akaryakıt, deniz gereçleri vb.
9 Alman-Avusturya uyrukluların en kısa sürede ülkeyi terk etmesi
10 Vilayatı sittede (Altı il Bitlis, Erzurum, Sivas, Van, Elazığ, Diyarbakır) karışıklık çıktığında işgal edilmesi,(İngilizce metinde buraya altı ermeni ili denilmektedir)
Bu mütareke hükümleri gereğince Osm. Dev. fiilen tarihe karışmıştır.


ATEŞKES ANTLAŞMASI NASIL KARŞILANDI
PADİŞAH
Padişah antlaşma şartlarının ağırlığını bildiğinden delegeleri kabul etmeyerek hoşnutsuzluğunu göstermiştir. Ancak kısa süre sonra büyük bir siyasi dönüşümle antlaşmaya sahip çıkmıştır. Halka yayınladığı bildiride antlaşmayı savunmuş ve işgalcileri “Medeniyet ve refah “ getiriciler olarak nitelemiştir. Anlaşmaya uygun olarak işgaller gerçekleşeceğinden halkı teskin etmek ve karşı koyma hareketlerinin önüne geçmek için, içlerinde bir şehzade ve yüksek din görevlilerinin bulunduğu “Heyeti Nasiha”lar (Öğüt Kurulları) işgal edilecek bölgelere önceden gönderilerek direniş gösterilmemesi sağlanmıştır. Vahdettinlin hainliği bununla da kalmayarak İngiliz Muhipler Cemiyeti aracılığıyla İngiltere Himayesini istemiştir.
HALK
Türk Kamuoyu sekiz yıl savaş boyunca çok bitkin perişan bir duruma gelmişti. Asker ve sivil 3 milyon insan savaşta kaybedilmişti. Savaşın getirdiği ekonomik sıkıntılar yüzünden açlık sefalet, asayiş bozukluğu sorunları altında ezilen halk barışı memnunlukla karşılamıştır. Halk galip devletlerin bir gün nasıl olsa çekip gideceğini düşünürken aydınlar Wilson Prensiplerinin uygulanacağına inanıyorlardı.
ORDU
Mütareke imzalandığında 400 bin mevcudu bulunan Osm. ordusu Hükümetin ateşkes hükümlerine sıkı sıkıya uyması sonucunda dağılmaya başladı. Mustafa Kemal Paşa ve birkaç yürekli Türk subayının dağılmayı önleme girişimlerine rağmen kısa süre içinde Türk ordusu 400 binden 50 bin mevcutlu elinden ağır silahları alınmış bir kolluk kuvveti haline dönüşmüştür.
MÜTAREKE DÖNEMİNDE AZINLIKLAR VE ÖRGÜTLERİ
Türkiye toprakları üzerinde yüzyıllar boyu birlikte yaşamış değişik halklar Osm. Dev.’nin savaştan yenik çıkması sonrasında gerçek yüzlerini ortaya koyarak Türk komşularından intikam almaya kalkıştılar. Bunun için örgütlendiler. Bu örgütlenme işinde en önde gelen gruplardan birini Rumlar oluşturmuştur.
RUM ÖRGÜTLENMELERİ
Savaştan mağlup çıkılınca Yunanlılar “Megalı İdea”nın bir parçası olarak kabul ettikleri Anadolu’nun fethedilmesi işine giriştiler. Bunun için Trakya, İstanbul ve Batı Anadolu ve Doğu Karadeniz’de örgütlendiler.
Bu örgütlerden birisini MAVRİ MİRA oluşturmaktadır. Mavri Mira Kara gün anlamına gelmektedir. Bu örgüt Yunan hükümetin bilgisi dahilinde İstanbul Fener Patrikhanesinin yönetiminde Trakya, İstanbul ve Özellikle Batı Anadolu’nun Yunanlılaşması için çalışmalarda bulunmuştur. Batı Anadolu’da eski İONYA'nın kurulması ve Trakya ile birleşerek eski Bizans İmp'luğunun yeniden diriltilmesini hedeflemektedir.
Bu örgüte YUNAN KIZILHAÇ örgütü ve Yunan GÖÇMENLER KOMİSYIONU maddi ve manevi desteklerde bulunmuştur. İstanbul, Trakya ve Batı Anadolu’da bu örgüt mensupları birçok öldürme ve tecavüz olayları yaparak Türk Halkını miskinleştirmeye çalışmıştır.
Doğu Karadeniz için ise RUM PONTUS örgütünü görmekteyiz. Tarihteki RUM PONTUS İMPARATORLUĞUNU diriltmeyi amaçlayan bu örgüt Rize’den İstanbul’a Karadeniz kıyılarını ele geçirerek eski Yunan kolanizasyonunu yeniden kurmaya çalışmıştır. Rum Pontus örgütü silahlı bir örgüttür. Bütün Milli Mücadele sürecinde isyan halinde çatışılacaktır. Rum Pontus örgütünün isyanını bastırmak için Türkiye Merkez Ordusu adıyla özel bir birlik oluşturmuştur. En uzun süren isyan Pontus isyanıdır.
ERMENİLER
Azınlıklar içinde ikinci tehlikeli grup Ermenilerdir. Eskiden beri isyan halinde olan Ermeniler kendileri için çok uygun bir ortam olarak gördükleri bu süreçte kafalarında tasarladıkları Büyük Ermenistan’ı oluşturmak için harekete geçmişlerdir. Eskiden kurulmuş komünist yaklaşıma yakın İHTİLALCİ HINÇAK PARTİSİ ve batı yanlısı politikalar savunan TAŞNAKSUTYUN PARTİSİ bu süreçte Ermeni hareketinin öncüleri olarak Büyük Ermenistan’ın kurulması için gerekli siyasi ve askeri hareketleri şiddetle gerçekleştirmişlerdir. Doğu Anadolu’da, güneydoğu Anadolu’da ve Çukurova bölgesinde buraların Ermeni toprağı yapılması için şiddetli terör hareketlerinde bulunmuşlardır. Bu terör hareketleri son derece vahşi bir şekilde gerçekleştiğinden Türk Milletinin ilk uyanış bölgeleri Ermeni saldırılarının olduğu bu bölgelerde gerçekleşmiştir. Bu bölgeler halkı Padişah Halifenin havada kalan barış sözlerini dinlemeyen ilk bağımsızlık savaşçıları olmuşlardır.
YAHUDİLER
Azınlıklar içinde nüfusları az ancak ekonomik güçleri fazla olan bir diğer grubu ise Yahudiler oluşturmaktadır. Türkiye’ye misafir olarak 1592’de İspanyol zulmünden kurtarılarak getirilmiş olan Yahudiler nüfusları bir devlet kurmak için yetmediğinden bir toprak talepleri olmamıştır. Ancak yaşadıkları bölgelerin Rumların eline geçeceği düşüncesiyle Rumları desteklemişlerdir. Yine bu süreçte bir Yahudi Gençlik Örgüt ALYANS İSRAELİTİ faaliyet göstermiştir.


TÜRKLÜĞE ZARARLI CEMİYETLER
Yukarıda sıraladığımız gruplar içimizde yaşayan azınlıklardı. Hadi diyelim ki bunları tarihi süreç içinde işgal ettiğimiz için bunlar bize düşmanlık göstermişlerdir. Ancak maalesef ki bu dış güçlerin yanı sıra kendi içimizden de işbirlikçiler ve ayrılıkçılar çıkmıştır. Bu kötü tarihsel süreç içinde birleşik bir ulusal cephe anlayışı yerine bölücülük yapan yerli insan ve gruplar da tarihimizin bir parçasını oluşturmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz.
1 Kürdistan Teali Cemiyeti: Mayıs 1919 Merkezi İstanbul. Amacı Türklerden ayrılıp Kürdistan’ı kurmak. Anadolu halkı bu düşünceyi şiddetle reddetmiştir. Urfa, Antep, Maraş halkları bütün kafa karıştırıcılara rağmen ulusal birliği tercih etmişlerdir.
2 Teali i İslam Cemiyeti Şubat 1919 Merkezi İstanbul. Din Devletini savunan bu örgüt bütün süreçte milli mücadeleye düşmanca davranmıştır. Hocalardan ve Şeyhlerden oluşan kadrosu zaman zaman saf ve dindar Anadolu halkının kafasını karıştırsa da başarılı olamamıştır. Ancak bazı isyanların çıkmasını da sağlamışlardır. Örneğin Konya İsyanları.
3 İngiliz Muhipleri Cemiyeti. Ağustos 1919 Merkezi İstanbul. İçlerinde Padişahında bulunduğu bu örgüt mensupları kurtuluşun bir savaşla değil İngiliz himayesinde yarı bağımsız< bir devlette olduğunu savunuyorlardı. Bundan dolayı milli mücadeleyi boğabilmek için ellerinden geleni yapmışlardır.
4 Hürriyet ve İtilaf Fırkası. Kasım 1911’de İ.T partisine muhalif olarak kurulmuş bu parti, mütareke sonrasında İ.T partisinden intikam alacağım derken hasis bir milli mücadele düşmanı kesilmiştir. Mütareke sonrası kurulan hükümetlerin oluşmasında önemli etkisi olan bu parti Anadolu Milli Hareketini baltalamak için elinden gelen tüm gayreti göstermiştir.
5 Osmanlı İlayı Vatan Cemiyeti
6 Tarik i Salah Cemiyeti
7 Trabzon Ve Havalisi Adem i Merkeziyet Cemiyeti
8 Çerkez Teavün Cemiyeti
Bir de kuruluşu itibariyle Milli Mücadeleye aykırı olan fakat üyelerinin birçoğunun daha sonra milli mücadeleye katıldığı bir örgüt vardır. Bu da Wilson Prensipleri Cemiyetidir.
MİLLİ MÜCADELE ÖNCESİ ATATÜRK’ÜN ÇALIŞMALARI
Büyük önder Atatürk şüphesiz milli mücadele işine 19 Mayıs 1919 tarihinde başlamadı. Tarihsel süreç çok öncelere dayanmaktadır. Ancak şartlar 1919’da olumlu bir hale geldiğinden mücadele bu süreçte başlamıştır.
Atatürk ulusal bir devletin kurulması gerektiğine dair görüşlerini 1911 yılından itibaren savunmuştur. Yine birinci dünya savaşının son anlarında bugünkü sınırlarımızdan biraz daha büyük bir toprak parçasına çekilip bu toprakları vatan yapma çalışmasında bulunmuş ancak devleti yönetenler onun bu düşüncesini uygulamamışlardır.
1918 sürecinde Yıldırım Orduları grup komutanı olarak Mondros Ateşkes Antlaşmasının askerlerin terhis edilmesi maddesine karşı koymak istemiş ancak hükümetin grup komutanlığını lağvetmesiyle bu isteğini gerçekleştirememiştir.
Atatürk bunun üzerine Hükümet içine girerek meşru bir güç kazanarak mücadele etmenin yollarını aramak üzere 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a gelmiştir. Burada yapmaya çalıştığı ilk iş istifaya zorlanan İzzet Paşa Hükümetini ayakta tutmaya çalışmak ve bu Hükümetin içine Harbiye Nazırı olarak girmek olmuştur. Ancak bu düşüncesi gerçekleşmemiş, yapılan baskılara dayanamayan İzzet Paşa istifa etmiştir. Atatürk bundan sonra kendisinin başkanlığında bir hükümet kurulması için girişimlerde bulunmuş ancak Vahdettin ona bu imkanı vermemiştir. Atatürk bunun üzerine ani bir hareketle bir hükümet darbesi yaparak iktidarı ele geçirmeyi düşünmüş ancak bunun sakıncalarını hesap edince bundan da vazgeçmiştir. Atatürk bu süreçten sonra uygun bir zaman ve zeminin oluşmasını bekleyecektir.
Atatürk bu bekleme sürecinde hareketsiz kalmamıştır. İstanbul’da Şişli’deki evinde arkadaşlarıyla ön hazırlık çalışmalarında bulunmuştur. Anadolu’da görevli olanlarla da telgraf vasıtasıyla görüşmelerine devam etmiştir. İstanbul’da yapılan çalışmalar sonucunda Atatürk ve arkadaşları şu prensipler üzerinde anlaşmışlardır.
1 Terhis işlemi derhal durdurulacak
2 Cephane ve silahlar düşmana teslim edilmeyecek
3 Milli mücadele yanlısı komutanların işbaşına gelmesi sağlanacak
4 Milli Mücadele düşmanı yöneticilerin değiştirilmesine çalışılacak
5 Particiliğe son verilecek Milli bütünlüğün oluşturulmasına önem verilecek
Görüldüğü üzere Atatürk, Ana doluya geçmek için kararını çoktan vermiş ve bunun girişimlerini başlatmıştı. Paris’te Türkiye’nin paylaşılma kararının çıkacağını görmekte bunun Türk Milleti tarafından kabul edilmeyeceğini öngörmektedir. Nitekim böyle bir karar çıkıp Türkiye’nin Yunan ve Ermeni işgaline izin verilmesiyle Doğu ve Batıda ülke vatanseverleri; “Müdafaayı Hukuk” cemiyetleri kurarak çalışmaya başlamışlardır. Atatürk; ulusun bu başsız olarak gerçekleştirdiği çabaları görerek, ulusun başına geçerse neler yapabileceğini anlamıştır.


PARİS BARIŞ KONFERANSI VE MANDA REJİMLERİ
1. Dünya Savaşını sona erdiren ateşkes antlaşmalarından sonra asıl konu barış anlaşmalarının imzalanmasıydı. Bunun için Paris’te bir Barış Konferansı düzenlendi. Konferansa katılan ülke sayısı 32 olmasına karşılık konferansta söz sahibi ülkeler İngiltere, ABD ve Fransa olmuştur. İtalya bile ikinci planda kalmıştır.
Paris’te birinci sorun olarak Avrupa’nın durumu ve sınırların çizilmesi konusudur. İkinci konu ise sömürgelerin özellikle Osm. Devletinin mirasının paylaşılmasıdır.
A:AVRUPA’NIN SINIRLARININ ÇİZİLMESİ
Paris Barış Konferansı sürecinde Avrupa sınırları meselesi yapılan görüşmeler sonucunda çözüme kavuşturulmuştur. Bu süreç sonunda şu antlaşmalar gerçekleştirilmiştir
1 28 Haziran 1919 Almanya ile Versay Antlaşması
2 10 Eylül 1919 Avusturya ile Sen-Germen Antlaşması
3 27 Kasım 1919 Bulgaristan’la Nöyyi Antlaşması
4 4 Haziran 1920 Macaristan’la Trianon Antlaşması
BMsn SurprisedSMANLI DEVLETİ’NİN PAYLAŞILMASI
Osm. Devleti konusu konferansın en önemli sorunu olmuştur. Çünkü savaş sırası gizli paylaşma anlaşmalarının yanı sıra, devlet içinde bağımsızlık için fırsat kollayan Rum, Ermeni, Arap ve Kürtlerin istekleri de dikkate alınıyordu. Bunların içindeki en ciddi konu Yunanistan’a verilecek topraklar konusudur. Çünkü İngiltere Yunanistan’ı savaşa sokarken İzmir ve çevresini vaadetmişti. Halbuki St. Jean De Möaurienne antlaşmasıyla bu yerleri aynı zamanda İtalya’ya vaadetmişti. Bundan başka İtalya ile Yunanistan arasında 12 ada meselesi de bulunmaktaydı. İngiltere, Fransa ve ABD güçlü bir İtalya‘nın İzmir ve çevresine sahip olmasını istemiyordu. Bu yüzden İzmir’in İtalya’ya verilip verilmemesi konusu tartışmaya açıldı. İtalya bu süreçte Anadolu’ya asker çıkartıp işgallere başlayınca bundan da etkilenen İngiltere, Fransa ve ABD İzmir’i Yunanistan’a vermeye karar verdiler. Aslında bu üç ülkenin bürokratları ve askerleri İzmir ve çevresinin Yunanistan’a verilmesinin Türk halkı tarafından kabul edilmeyeceğini ve olaylar çıkabileceğini devletlerine bildirmişleri. Buna karşın böyle bir karar verilmiştir.
Paris Barış Konferansında Anadolu su şekilde paylaştırılmıştır:
1 Batı Anadolu’da Yunanistan
2 Güney Batı Anadolu’da İtalya
3 Doğu Anadolu’da da Ermenistan Kurulması şartıyla ABD Mandater yönetimi
Paris Barış Konferansının Osm. Devleti üzerindeki diğer önemli konusunu ise Osm. Devletinin Orta Doğu toprakları oluşturuyordu. Gizli Antlaşmalarla burası savaş içinde İngiltere ve Fransa tarafından paylaşılmıştı. Şimdi bunun açıklanması gerekiyordu. Fakat bu sırada Wilson'un prensipleri yayınlandığından sömürge idaresi şık olmayacağından Mandaterlik icat edildi. İngiltere ve Fransa bu geri kalmış toprakları kalkındırmak ve uygarlaştırmak için buraları himayelerine almayı uygun gördüler. Nitekim bundan sonra Sykes-Pichot antlaşmasına göre Orta Doğu bu iki ülke tarafından paylaşılmıştır.
SİLENTİUM EST AURUM