Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
24 Şubat 2016       Mesaj #16
Safi - avatarı
SMD MiSiM
MİLLİ MÜCADELEDE CEPHELER
GÜNEY CEPHESİ
Türkiye’nin güney bölgesi Fransız işgal bölgesinde kalmaktaydı. Bu bölgede hemen hemen hiç Türk askeri birliği bulunmamaktaydı. Bundan dolayı bu bölgedeki savaşımı yerel kuvvetler üstlenmiştir. Fransız işgali sonrasında bir süre hareketsiz kalan halk işgalcilerin olumsuz davranışları artınca ve gitme niyetlerinin olmadığını anlayınca harekete geçmiştir. Bu bölgedeki mücadele şehir savaşları şeklinde geçmiştir. Bunlar:
1 Maraş Savunması 20 Ocak- 10 Şubat 1920
2 Urfa Savunması 9 Şubat- 11 Nisan 1920
3 Antep Savunması 1 Nisan 1920- 8 Şubat 1921
4 Adana Savunması 21 Ocak 1920-20 Ekim 1921
Yukarıdaki yapıda gerçekleşen şehir savaşları sonucunda Fransızlar bu bölgede duramayacaklarını anlayarak bölgeden yavaş yavaş çekileceklerdir. Kesin çekilme Ankara Antlaşması sonrasında olacaktır.
DOĞU CEPHESİ
Doğu Cephesi’nde en önemli tehdidi Ermeniler oluşturmaktaydı. Bu bölge son yüzyıl içinde Ruslarla Türkler arasında sürekli el değiştirdiğinden bir kısım siyasal isteklerin artmasına sebep olmuştur. Büyük Ermenistan düşüncesi de bunlar arasındadır. Kars Ardahan Batum Erzurum gibi illeri hatta katılabilirse Trabzon’u da alarak Büyük Ermenistan’ın kurulması Ermeniler tarafından çok arzulanmaktadır. Nitekim Osmanlı Devleti’nin yenilmesi sonrasında bu bölgede yaşayan Ermeniler işgalci güçlerin de yardımıyla ülkülerini gerçekleştirmeye girişmişlerdir. Maalesef bu nedenlerle sivil katliamlar gerçekleştirmişlerdir. Türk halkın bölgeden gitmesine yönelik terör eylemleri düzenlemişlerdir.
Bölgede aslında bir Türk kolordusu bulunmaktaydı. Fakat Sovyetlerle ilişkilerin zedelenmemesi açısından kullanılamıyordu. Kızılordu’nun aşağıya doğru inme tehlikesi belirince Atatürk bu kolorduyu kullanmaya karar verdi. Kazım Karabekir Paşa verilen emir gereğince harekete geçerek Ermeni ordusu üzerine yürüdü. Türk ordusuna dayanamayan Ermeniler doğal sınır olan Arpaçay nehrinin öbür tarafına sürüldüler. Daha fazla dayanamayan Ermenistan Türkiye ile bir anlaşmaya gitti. Türkiye’nin ilk uluslararası anlaşması olan Gümrü Antlaşması 3 Aralık 1920 tarihinde gerçekleşmiştir. Daha sonra bu bölgedeki kesin anlaşma Sovyetlerle yapılmış. Moskova ve sonrasında Kars Antlaşmalarıyla Doğu sınırı güvenlik altına alınmıştır.
BATI CEPHESİ
Türkiye’nin kurulması sürecinde karşısındaki en önemli dış engel ilkenin batısını işgal etmiş bulunan 200 bin kişilik Yunan ordusudur. Bu ordu buradan atılmadıkça yeni Türkiye oluşturulamazdı. Fakat bu ordunun atılabilmesi içinde onun kadar güçlü ve organize bir düzenli orduya ihtiyaç vardı. Devletin kuruluş aşamasında ise bu orduyu oluşturmak imkansızdı. Bu yüzden Kuvayi Milliye adı verilen yerel bir silahlı kuruluşla oyalama dönemine girilmişti. Elde ne para vardı ne de savaşmaya karar vermiş insanlar. Bunun için devletin kuruluşunu tamamlaması beklenecektir. Anadolu insanının yeni devleti onaylamasıyla bu işe girişilecektir. Devletin vergi ve asker toplamayı başarmasıyla yavaş yavaş da olsa düzenli Türk Ordusu kurulacaktır.
Düzenli ordunun kurulması sürecinde Yunan ordusu Sevr metnini Türkiye’ye kabul ettirmek açısından saldırılara da başlamıştır. Bu sürecin ilk ayağını l. İnönü Savaşı oluşturur.
1.İNÖNÜ SAVAŞI VE SİYASİ SONUÇLARI.
Yukarıda açıkladığımız süreci gerçekleştirmek için Yunan Ordusu Eskişehir üzerine 6 Ocak 1921 tarihinde bir hareket düzenledi. 10 Ocak tarihinde ise iki ordu arasında çatışma gerçekleşti. Çatışma sonrasında Yunan ordusu ilk defa büyük bir askeri direnişle karşılaştı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Doğal olarak Türkiye açısından bir başarı gerçekleşti. Tabii ki bu başarının ardından siyasi sonuçlar gelecektir.
1.İnönü Savaşı’nın Siyasi Sonuçları
1. Londra Konferansı: Yeni Türkiye daha öncesinde İtilaf Devletleri Bloğu tarafından tanınmazken kerhen de olsa Londra Konferansına Yeni Türkiye Temsilcilerini davet ederek Türkiye’yi tanımışlardır. Türkiye bu konferansa katılarak “Misak ı Milli” düşüncesini dünya kamuoyuna anlatma imkanına kavuşmuştur.
2. Moskova Antlaşması 16 Mart 1921: 1. İnönü Savaşı’nın bir diğer önemli sonucu Sovyetlerin Yeni Türkiye’ye güvenilebileceğine inanmaları ve bu şekilde Yeni Türkiye ile bir antlaşma yapmalarıdır. Bu çok önemlidir çünkü dünya devletlerinden birisi böylece açık açık Türkiye’yi tanımıştır.
II. İNÖNÜ SAVAŞI
Birinci savaş sonrasında Yunan ordusu tekrar hazırlanıp yeniden Türk ordusuna saldırır. Ancak yine birincisinde olduğu gibi Türk Ordusunun büyük direnişiyle karşılaşır ve geri çekilmek zorunda kalır. Bu savaşın sonrasında içeride ve dışarıda Yeni Türkiye çok daha fazla saygınlık kazanmıştır.
KÜTAHYA ESKİŞEHİR SAVAŞLARI
Birinci ve İkinci İnönü savaşlarında istediği sonucu bir türlü alamayan Yunan ordusu bütün gücüyle hazırlanıp tekrar Türk Ordusu üzerine hücum etmiştir. Çok üstün Yunan kuvvetleri karşısında yok olma noktasına gelen Türk ordusu Atatürk’ün de onay vermesiyle geri çekilmiştir. Bu geri çekilme nedeniyle Eskişehir, Kütahya, Afyon, Uşak düşman işgali altına girmiştir. Bu geri çekilme büyük bir moral bozukluğu yaratmış ama aynı zamanda yeni kurtuluş yolları aranmasına ve bulunmasına yol açmıştır.

SAKARYA SAVAŞI
Kütahya Eskişehir savaşlarının olumsuz sonuçlanması büyük bir tedirginliğe yol çınca Atatürk tarihi sorumluluğu üzerine alarak Başkomutan olmuştur. Bu yetkileri derhal kullanan Atatürk savaşın altyapısını hazırlamıştır. Çıkardığı Tekalif i Milliye Emirleri (Ulusal Vergi Yükümlülükleri) kanunu ile savaş için gerekli silah cephane araç gereçleri sağlamaya çalışmıştır. Yine bu kanunun uygulanmasında yardımcı olarak İstiklal Mahkemelerini tekrar oluşturmuştur.
Bütün bu hazırlıklarla girilen savaş 22 gün sonra zaferle sonuçlanmıştır. Böylece geriye gidiş tarihi de sonlandırılmıştır.
SAKARYA SAVAŞI’NIN SİYASİ SONUÇLARI
Ankara Antlaşması 20 Ekim 1921: Fransa ile aramızda yapılan bu anlaşma ile Fransa Türk topraklarından çekilmiştir
Kars Antlaşması 13 Ekim 1921: Kafkas devletleri (Gürcistan-Azerbaycan-Ermenistan) ile aramızda yapılan antlaşmadır. Bu anlaşma ile doğu sınırımız kesinleşmiştir.
Ukrayna-Türkiye Dostluk Antlaşması 2 Ocak 1922: Sovyetler Birliği’ne bağlı bu devlet ile yaptığımız bu anlaşma ile ilişkilerimiz artmıştır.
İngiltere-Türkiye Esir Değişimi Antlaşması 22 Ekim 1921: Türk ve İngiliz savaş esirleri karşılıklı olarak salıverilmiştir.
BÜYÜK TARRUZ
Sakarya Savaşı sonrasında Yunan Ordusu Türk topraklarından çekilmemiş saldırı gücünü kaybetmiş ancak ortadan kalkmamıştır. Misak ı Milli sınırlarının gerçekleşmesi açısından bu ordunun atılması gerekmekteydi. Ancak Türk ordusu henüz saldırı gücünde değildi. Mutlaka bir hazırlık süresi gerekiyordu. İşte bu süre de Atatürk çok büyük iç ve dış sorunlarla karşılaşmıştır. Dışarıdan aldatmacı barış önerileri gelirken, içeriden de ya derhal ordunun yunanlıları dışarıya atması için saldırması yada anlaşılması istenmiştir.
1922 Ağustos ayına gelindiğinde hazırlıklar aşağı yukarı bitirilmiş ve taarruz başlatılmıştır. 26 Ağustos’tan 13 Eylül’e kadar süren savaş kesin bir Türk zaferi olmuştur. Böylece Anadolu’da düşman askeri bırakılmamıştır. Mondros’ta yenilgisi kabul ettirilen bir ulus tekrar galibiyete ulaşmıştır. Doğaldır ki şartlar Mondros şartları olmayacaktır.
Büyük Taarruzun siyasi sonuçları
Mudanya Ateşkes Antlaşması 11 Ekim 1922: Ülkemiz üzerindeki düşman askerlerinin çekilmesinin bir şarta bağlandığı savaşı sona erdiren bir antlaşmadır. Bu şekilde Mondros yırtılmıştır.
Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923 : Yeni Türkiye’nin uluslar arası kuruluş belgesidir. Tam adıyla bir “Anlaşma”dır. Büyük devletlerin istediklerinin dikte ettirdikleri Sevr metninin yırtılmasıdır. Zor bir hesaplaşmadır. Masaya çok önemli konular yatırılmış ve görüşülmüştür. İçeriği şöyledir SINIRLAR Türkiye’nin batı sınırları üzerinde anlaşılmış Yunanistan ile sınırımız Meriç nehri olmuştur. Güney sınırımız konusunda bir anlaşma sağlanmadığından Sınırın tespiti Türkiye-İngiltere görüşmelerine bırakılmıştır.
BORÇLAR: Türkiye’ye Osmanlı Devleti’nin borçlarının tamamı yüklenmek istenmiş ancak sonunda yeni Türkiye sınırları üzerindeki yatırımların borcu üzerinde anlaşılmıştır. Bu borç miktarı 158 milyar liradır. Peyderpey ödenmiştir.
BOĞAZLAR: Dünya eniz geçişleri arasında çok büyük bir öneme sahip Türk Boğazlarının statüsü masada oldukça hararetli tartışmalara yol açmıştır. Sonuçta içinde Türk üyenin de bulunduğu bir Boğazlar Komisyonu kurulması kararlaştırılmıştır. Bu statü 1936 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesiyle değiştirilmiştir.
KAPİTÜLASYONLAR: Avrupalılar açısından son derece önemli ayrıcalıklar taşıyan bu konu yine çok büyük tartışmalara neden olmuş fakat Türkiye’nin dayatması nedeniyle kaldırılmıştır. Ancak kaldırılma için bir geçiş süresi konmuştur.
AZINLIKLAR: Azınlıklar konusu Türkiye’nin istediği bir şekilde çözülmüştür. Kanunlar önünde vatandaşların eşitliği ilkesiyle hiçbir ayrıcalık verilmedi. Bu arada Türkiye Rumlarıyla Yunanistan Türklerinin değiştirilmesi kabul edildi. Burada Batı Trakya Türkleriyle İstanbul Rumları göç dışı bırakıldı.



TÜRKİYE’DE SİYASAL SİSTEMİN OLUŞUMU
Yeni Türkiye her şeyiyle yeni bir ülkeydi. Bundan dolayı siyasi sistemi de yenilenmeliydi. Aslında bağımsızlık savaşı bir siyasi istem nedeniyle başlamamıştı. Ancak gidiş ve İstanbul’un mücadeleye olumsuz yaklaşımı siyasi sistem değişimini hazırlamıştır. Lider şartların getirisiyle de bu konuyu adım adım gerçekleştirmiştir.
Amasya’da ilan edilen ve Erzurum Sivas çizgisinde yoğunlaştırılan ulusun gücü formülü TBMM ile üstünde güç olmayan bir “ulusal kudret” yaratmıştır. Bunun ilk ilan yerlerinden birisi de 1921 Teşkilat ı Esasiyesi’nin (Anayasa) 1. Maddesidir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” denilerek ilahi kaynaklı egemenlik anlayışı yerine insan kaynaklı bir egemenlik anlayışına geçiş sağlanmaya çalışılmıştır. İlahi kaynaklı egemenlik anlayışının değiştirilmesi için çok uzun bir sürece ihtiyaç duyulması sebebiyle adımlar yavaş atılmıştır. 1921 Anayasasında egemenlik milletindir denilmesine ve bütün güç millet adına TBMM’de toplanır denilmesine rağmen saltanat makamı kaldırılamamıştır. Çünkü bu makama karşı yüzyılların getirdiği bir alışkanlık bulunmaktaydı. Ancak şartlar olgunlaştığında ki bu 1922 yılı içinde olacaktır saltanat da tarihi alana terk edilecektir. Burada da şartlara göre hareket edildiği görülmektedir. Saltanat kaldırılmış onun yerine Halifelik makamı oluşturulmuş ve aileden birisi bu makama getirilmiştir. Burada sosyolojinin dikkate alındığı görülmektedir. Hızlı değişim anlaşılmama tehdidiyle karşı karşıya kalabilirdi.
Bir yıl kadar sonra ise devletin adı konmuş 29 Ekim 1923 tarihinde Türk tarihinde ilk defa Cumhuriyet rejimine geçilmiştir. Cumhuriyet rejiminin olduğu yerde ilahi kaynaklar ve vehimlerden güç alan hiçbir kurum elbette ki yaşayamazdı. Nitekim böyle olmuş bir süre varlık sürdüren anlamsız Halifelik makamı ve kurumu kaldırılmış Osmanlı ailesi de yurt dışına çıkarılmıştır. Böylece bundan sonra kaynağını ve gücünü Türk milletinin isteğinden ve iradesinden almayan kurum kalmamıştır.
Daha sonraki süreçte anayasadaki bazı maddeler de kaldırılarak çağdaş yönetimin tüm unsurlarına kavuşulmuştur. Bunlardan olmak üzere 1928 tarihinde anayasadan Devletin dini ibaresi çıkarılmıştır. Daha sonra da1937 tarihinde anayasaya Laiklik ilkesi sokulmuştur. Böylece tanrısal güç kaynağı düşüncesinin önü tamamen kapatılmıştır.
Yeni Türkiye’yi kuranların Türkiye için düşündükleri siyasal sistem Demokratik Cumhuriyet sistemidir. Demokratik Cumhuriyet, insan haklarına dayalı, egemenliğin insanların elinde bulunduğu, özgür bir toplumsal yapı amaçlamaktadır. Bu sistemde irade kesin kez ulustadır ve bu irade değişik biçimlerde kendisini gösterme imkanına kavuşturulmuştur. Ulusal iradenin üstüne hiçbir güç kaynağı çıkamaz. Toplumu oluşturan bireylerin özgür iradeleriyle onayladıkları anayasa çerçevesinde çok partili özgür seçimlere dayanan bu anlamda çoğunluk düşüncesinin özgür seçimlerle azınlık, azınlık düşüncesinin yine aynı yollarla anayasal kurallar doğrultusunda çoğunluk olabildiği ve bu şartlar içerisinde yönetimin barışçı bir biçimde el değiştirdiği demokratik bir cumhuriyet amacımız ve çağdaş uygarlığı yakalamada yol göstericimiz olacaktır.





CUMHURİYET DÖNEMİNDE İÇ İSYANLAR
Ulusal savaş sırasında eski ile yeni arasında müthiş bir mücadele olmuş, yeni yapılanmanın önünün alınması açısından onlarca iç isyan çıkarılmıştı. Cumhuriyet kurulduktan sonraki süreçte de çeşitli dinamiklerin etkisiyle bu olaylar sürmüştür. Bu dinamikleri şu şekilde sıralayabiliriz.
Birincisi din düşüncesinden kaynaklanan etmenler. Din devleti kurulması düşüncesi çok eskiden beri İslam dinine inananlar arasında kabul edilmiş bir fikirdir. İlahi kaynaklı bir devlet modeli çok önceleri de savunulmuştur. Bu düşünceler elbette ki cumhuriyet kurulduktan sonra da varlıklarını çeşitli biçimlerde sürdürmüşlerdir. Kendileri açısından dönem şartlarını değerlendirerek zaman içinde bazı iç isyanlar düzenlemişlerdir. Bu konudaki en büyük örnek Şeyh Sait İsyanıdır. Daha başka etmenler olsa da bu olayın arkasında şeriat devletini yeniden diriltmek yatmaktadır. Halifeliği yeniden getirmek hareketin temel noktasını oluşturmuştur. Bu isyan genç cumhuriyeti oldukça yormuştur. Şeyh Sait İsyanı dışında bu kaynaktan çıkan başka olaylar ise şunlardır. 1930 Menemen Olayı (Nakşibendi tarikatı üyesi bir kısım insanların Asteğmen Kubilay’ı öldürerek Menemen de olay çıkartmaları) , 1933 Bursa Olayı ( Türkçe Ezan okunmasına karşı olanların Ulucami’de toplanıp Vilayete yürümeleri olayı)
İkinci etmen ırkçı düşüncelerdir. Özellikle bir kısım Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinden olay çıkartılmasıdır. Bu süreç de aslında cumhuriyetle başlamış bir konu değildir. Fransız İhtilalinin milliyetçilik düşüncesi Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslim halk arasında etkisini gösterdiği sıralarda bir kısım Kürt aşiretleri de bu düşünceden etkilenmişlerdir. Nitekim Osmanlı Devleti döneminde de bölgede değişik isyan olayları yaşanmıştır. Bedirhanoğulları İsyanı gibi. Milli Mücadele sürecinde de Kürt Teali Cemiyeti bu konuda değişik isyanlar çıkarmayı başarmıştır. Milli Aşireti, Ali Batı, Koçgiri İsyanları bunlar arasında sayılabilir. Ulusal savaş sonrasında da bu durum devam etmiştir. Şeyh Sait İsyanı bu konudaki en önemli örneklerden birisidir. Bunun dışında 1930 yılında Ağrı Olayı, 1937 yılında ise Tunceli Olayları gerçekleşmiştir. Cumhuriyet Hükümetlerinin etkili önlemleriyle isyan girişimleri savuşturulmuştur.
Şüphesiz bu iki etmeni destekleyen bir başka dinamik ise dış güçlerdir. Türkiye ile değişik sorunları olan büyük ve komşu devletler bizim iç dinamiklerimizi kullanmışlardır. Musul meselesinde kendi isteklerini alabilmek için İngiltere, Hatay meselesinde Fransa ve daha sonraları birçok devlet iç dinamiklerimizi kullanmaya çalışmıştır. Suriye daha düne kadar bunu açıkça yapıyordu. İran aynı şekilde eğitim imkanıyla bugün desteğini göstermektedir.
Türkiye günümüzde de bu dinamiklerin etkisiyle zaman zaman terörizm ile karşı karşıya kalmaktadır. İster dinsel ister etniksel yada ister sınıfsal nedenlerle olsun karşımıza terörizm çıkmaktadır. Bu da doğal olarak Türkiye’nin hedefi olan Demokratik Cumhuriyet hedefine yürümesini engellemektedir. Silahların değil dostluk içinde seviyeli düşünce tartışmalarının yapıldığı hoşgörünün kültür olarak yer aldığı bir Türkiye ancak bütün bu sorunları aşabilir. Yoksa bu tür olaylar başka isimlerle başka kişilerle başka örgütlerle karşımıza çıkmaya devam edecektir.
TÜRK HUKUK DEVRİMİ
Hukuk; kişilerin devletle ve birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütündür. İnsan sosyal bir varlık olduğu içindir ki hukuksuz bir insan topluluğu da düşünülemez. Toplumların hayatında hukuk bu açıdan anlatılamayacak bir öneme sahiptir.
En eski devirlerden itibaren bu yüzden bir hukuk gelişimi yaşanmıştır. Toplumların yapısına, sayılarına, iklime, zenginliğe-fakirliğe, insel inanışlara göre hukuk değişik biçimlerde oluşmuştur.
Türklerin geçmiş yapısına bu konuyla ilgili baktığımızda, Orta Asya döneminde yaşamın getirdiği göçebelikten dolayı hukukun bu yaşamla orantılı bir hal aldığını görmekteyiz. Yazısız bir hukuk anlayışı. Töre denilen bir genel yazısız bir hukuk. Türklerin göçleri sonucunda ise hayatın diğer alanlarında olan değişime hukuk da ayak uydurmuştur.Göçebelikten yerleşikliğe geçildiği bu süreçte hukuk da değişmiştir. Türkler topluca İslam dinine geçmeye başladıktan sonra hukuk alanında da dinsel bir hukuk anlayışı doğmuştur. Şeri Hukuk diye adlandırılan bu hukukun kaynakları Kuran, Sünnet (Peygamberin davranışları ve sözleri), İcma (Halkoyu), Kıyas (Hukuk bilginlerinin hukuk çıkarımları ki mezhepler buradan doğmuştur)
Türklerde Hukuk böylece yeni bir yapıya doğru seyir izlemiştir. Ancak şunu hemen belirtmek gerekir ki Türklerin hepsi yerleşik hayata aynı anda geçmediği gibi hukuk değişimi de aynı anda olmamıştır. Belli bir süre Töre Hukuku ile Şeri Hukuk yan yana varlıklarını sürdürmüşlerdir. Hatta yönetim kademelerinde töre hukuku daha ağırlıklı olarak yer bulmuştur. Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman gibi sultanlar töre hukukuna dayalı kanun metinleri üretmişlerdir.
Süreç içinde Şeri hukuk her alanda kendisini kabul ettirmiştir. Bu hukuk dinin yorumlanmasıyla ortaya çıkan bir hukuktur. Kötü yorum kötü hukuku doğurmuş ve sonucunda dünyada insanlığın geldiği süreci karşılayamaz bir hukuk olarak kalmıştır. Kadın ve kadının yeri konusunda, faiz, ipotek, sigorta gibi ekonomik konularda, cezaların verilmesi ve uygulanması gibi konularda şeri hukuk ve onun uygulayıcıları çok geride kalmışlardır.
Osmanlı devleti yöneticileri de aslında bu durumu fark etmişler bu konuda çalışmalarda bulunmuşlardır. Hukukun birleştirilmesi, çağa uydurulması alanında yapılan çalışmalar arasında MECELLE (1876) önde gelmektedir. Mecelle fetvaların birleştirilmesiyle oluşturulan bir hukuk eseridir. Ancak miras ve evlenme hukuku anlaşmazlıklar nedeniyle buraya sokulamamıştır. Osmanlı Devleti bundan başka Arazi Kanunnamesi (1858), Ceza Kanunnamesi (1840-1851), Hukuk u Aile Kararnamesi (1917) gibi dinsel hukuku modernleştirme çalışmalarında bulunmuştur.
Osmanlı dinsel hukuku modernleştirme çalışmalarının dışında batıdan hukuk alma yoluna da girmiştir. Kanunnameyi Ticaret (1850), Ceza Kanunnamesi (1858), Ticaret i Bahriye Kanunnamesi ( Deniz Ticareti 1864), Usul ü Muhakemat ı Cezaiye Kanunu (Ceza Mahkemeleri Usul Kanunu 1880) Usul ü Muhakemat ı Hukukiye Kanunu (Hukuk Mahkemeleri Usul Kanunu 1881) bunlar arasında sayılabilir. Batıdan hukuk alınmasının bir sonucu olarak ona göre uygulamacı yetiştirmek ona göre bir mahkeme kurulması sonucunu da getirmiştir. Şeri hukuk uygulaması devam ederken Nizami mahkemeler de uygulama alanına girmiştir. Böylece hem Şeri Hukuk hem de gönüllü benimseme ile alınmış Batı Hukuku aynı anda uygulanmıştır.
Yeni Cumhuriyet ise bütün alanlarda olduğu gibi hukuk alanında da ikili uygulamayı anlamsız bulmuştur. 1923 yılından 1925 yılına kadar değişik komisyonlar aracılığıyla bazı hukuk araştırmaları yapılmış ve sonunda girmek istediğimiz çağdaş uygarlık alanına ve siyasal sistem olarak da demokratik cumhuriyet sistemine yol açacak hukuk sistemi olarak da çağdaş batı hukuk sisteminde karar kıldık.
Aslında hukuk tercihimiz yönetsel alanda çoktan milli mücadele sırasında oluşmuştu. 19 Mayıstan itibaren bu alanı değerlendirirsek hukuksal değişimi orada açıkça görürüz. Kongreler, TBMM ve sonunda 1921 tarihli anayasa hukuk değişikliği açısından son derece önemli anları betimlemektedir. Eski yönetim felsefesinden yeni yönetim felsefesine geçişi anlatmaktadır. Saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılması (ki kaldırıldığı kanunla Şeriye Bakanlığı de kaldırılmıştır)bu yeni düşüncenin hukuksal uygulamalarıdır.
1926 yılından sonra verilen kararın gereği hızla yerine getirilmiştir. Gönüllü benimseme ilkesiyle bütün kurallar batı hukuk kaynaklarından yararlanarak değiştirilmiştir. Bu arada söylemek gerekir ki gönüllü benimseme yolunu tercih eden sadece iki ülke vardır. Bunlar Japonya ve Türkiye’dir.
Değişikliklere Türk Medeni Kanunu iler başlanmıştır. İsviçre Medeni Kanunundan alınmıştır. Bu kanunun devamında İsviçre’den Borçlar Kanunu alınmıştır. 1 Mart 1926 tarihinde Ceza Kanunu çıkarılmıştır. İtalyan Ceza kanunundan alınmıştır. Bu üç kanun ortaklaşa 4 Ekim 1926 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Bu kanunlar dışında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 18 Haziran 1926, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 4 Nisan 1929, Deniz Ticareti Kanunu 13 Mayıs 1929, İcra ve İflas Kanunu 9 Haziran 1932.
Bütün bu hukuk değişikliklerinin amacı çağdaşlaşma ülküsünün gerçekleştirilme yolunun açılmasıdır. Türk Hukuk Devriminin gerçekleştirildiği böylesine köklü bir değişim bu kadar kısa sürede bu kadar sistemli biçimde ve bilinçli olarak dünyanın hiçbir ülkesinde gerçekleştirilememiştir. Böyle bir devrime İslam dünyasının hiçbir ülkesinde rastlayabilmek olanaksızdır. Bütün bu süreç sonrasında Türkiye tüm eksikliklerine karşın bölgesinde istikrarlı ve demokrasisini yaşatmayı başarabilmiş laik insan haklarına saygılı bir hale gelebilmiştir. Bugün de Türkiye hukukunu oluştururken insanlık ailesinin ileri gelenlerinin yarattıkları çağdaş hukuku takip etmektedir. Çünkü yeni Cumhuriyeti kuranların hedefi olan çağdaş uygarlığa ve demokratik cumhuriyet sistemine başka bir yol ve hukukla ulaşılması imkansızdır.



EĞİTİM VE KÜLTÜR DEVRİMİ

EĞİTİM DEVRİMİ
Osmanlı’dan Bize
Türk eğitim tarihini çok eski dönemlere kadar götürmek mümkündür. Biz öğrenim kolaylığı açısından Osmanlı Eğitiminden başlatacağız. Osmanlı Eğitim sistemi devlete ilişkin özel bir eğitimdir. İki ana koldan işlemiştir. Birisi doğrudan saraydan devlet görevlisi yetiştiren Saray Okulu ENDERUN diğeri de yine devlete ilişkin görevleri de bulunan MEDRESE. Enderun’dan vezirler, beylerbeyleri yetişirken, medreseden Ulema sınıfı yetişiyordu. Kadıasker, şeyhülislam gibi devlet görevlileri de yine medreseden yetişiyordu. Başlangıçta Enderun olsun Medrese olsun çağın ihtiyaçlarını karşılamaktaydı. Hatta çağa göre ileri eğitim kuruluşlarıydı. Enderun devlet için en iyi görevlileri yetiştirirken Medrese üniversite görevini üstleniyordu. Ancak zamanla her iki kurum da çağı yakalama noktasında geri kaldılar. Bozuldular.
Osmanlı Devlet yöneticileri bunu düzeltmek için çalışmalarda bulunmuştur. Örneğin Enderun’dan normal okullara geçmeye çalışmıştır. Medreseleri ıslah edemeyeceğini anlayınca da yeni okullar açma yoluna gitmiştir. Devlet görevlisi yetiştirmek açısından Mühendis hane,Harbiye,Tıbbiye,Mülkiye,Mızıkayı Hümayun, Mekteb i Maarif i Adliye gibi okullar açılırken, II. Mahmut döneminde ilköğretim zorunlu hale getirilmiştir. Medreselerin yanında 3 yıllık ilkokullar 3 yıllık Rüştiyeler ve 3 yıllık İdadiler açılmıştır. Bir de İstanbul’da Dar ül Fünun açılmıştır. Ancak bütün bunlar eğitimin genelleşmesini ve yaygınlaşmasını sağlayamamıştır. Nüfusun sadece belli kesimlerine okuma yazma götürülebilmiş toplumun çoğunluğu okuma yazma bilmez cahil köylü topluluğu halinde bırakılmıştır. Nüfusun sadece % 3-5’i okuma yazma bilmektedir. Okul sayısı çok sınırlı kalmıştır. Bir de savaşlar eğitilmiş nüfusu ortadan kaldırınca Osmanlı’dan cumhuriyete pek de bir şey kalmamıştır.
Cumhuriyet Döneminde Eğitim
Türk Milli Eğitiminin Amaçları
1 Türk Milletini uygarlık alanında en ileriye götürmek
2 Gençleri, Türk Milletini yükseltecek irade ve kudretle yetiştirmek, milli, uygar insani düşüncelerle donatmak
3 Gençleri demokratik cumhuriyet vatandaşları olarak yetiştirmek
4 Gençleri, sağlam vücutlu şen ve gürbüz vatandaşlar olarak yetiştirmek, bedence ve ruhça sağlıklı nesiller olarak oluşturmak
5 Gençlerin, çevrelerine faal olarak intibak etmelerini sağlamak, onların ekonomik hayatta başarılı olmalarını sağlayacak bilgi ve becerileri vermek ve böylece ülkenin ihtiyacı olan hizmet ve sanat adamlarını yetiştirmek
Türk Milli Eğitiminin Temel İlkeleri
1 Eğitimin Milli Olması
2 Öğretimin Bir Olması
3 Öğretimin Bilim ve Tekniğe Dayalı Olması
4 Öğretimin Hayata Dayalı olması
5 Herkese Okuma Yazma Öğretilmesi
6 Laiklik
7 Karma Eğitim ve Öğretim
8Genellik ve Eşitlik
9 Fırsat ve Olanak Eşitliği
10 Süreklilik
11 Demokrasi
12 Bilimsellik
13 Planlılık
14 Atatürk İlkeleri ve Atatürk Milliyetçiliği
İlk-Orta-Yükseköğretim ve Mesleki Teknik Okullar Açısından Türk Milli Eğitim Devrimi
Eğitimin temel basamağı olan okullar bu süreçte hızla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. İlköğretim 5 yıla çıkarılmış köy okullarında ise 3 yıl olarak bırakılmıştır. Öğrenci sayıları hızla artırılmış. Öğretmen yetiştirilmesine önem verilmiş ve sayının artmasıyla da eğitim daha da yaygın hale getirilmiştir.
Ortaöğretim 3 yılı Orta Mektep ve 3 yılı lise olmak üzere iki bölüme ayrılmış, ders programları büyük ölçüde değiştirilmiştir. Arapça ve Farsça dersleri kaldırılırken, Türkçe,Tarih, Coğrafya ve Vatandaşlık Bilgisi dersleri programa dahil edilmiştir. Okul sayıları sürekli artırılmıştır. 1927 yılından itibaren de karma öğretime geçilmiştir.
Mesleki okullar bir ülkenin ihtiyacı olan ara elemanı karşıladığından çok önemlidir. Yeni devlet bu konuyu bildiğinden bu konuyu çözümlemek açısından mesleki teknik eğitim çalışmalarına ağırlık vermiştir. Bu konuda oldukça yetersiz bir içyapı bulunduğundan bu konuda yabancı bilim adamlarından yararlanılmıştır. 1938 yılına kadar 65 yabancı uzman Türkiye’ye getirilmiş ve onlardan raporlar alınmıştır.
Yükseköğretim bir ulusun en önemli ilerleme noktası olduğundan ilk andan itibaren üzerinde durulmuştur. Eski Harbiye Nezareti binası buna bir örnek olmak üzere İstanbul Üniversitesine devredilmiştir. Bir süre eski usulde devam eden İstanbul Darül fününu 1933 yılında bir reformla İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür. Cumhuriyet bununla da kalmayarak değişik yüksekokullar açmıştır. Ankara Hukuk Fakültesi 1925, Yüksek Ziraat Enstitüsü 1930, Siyasal Bilgiler Okulu 1935, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi 1936.
ÖĞRETMEN YETİŞTİRME ÇALIŞMALARI
Eğitimin ana öğelerinden birisi şüphesiz öğretmendir.Cumhuriyetin kuruluşunda büyük bir sıkıntı yaşanmıştır. Onun için nasıl bir öğretmen yetiştirileceği araştırma konusu olmuştur. John Dewey tarafından yapılan öneriler doğrultusunda 1927-28 yılında iki köy öğretmen okulu kurulmuş daha sonra 1936’da köy eğitmen kursları açılmış,1937 yılında da Köy eğitim yurtları (Köy Enstitüleri) ortaya getirilmiştir. Böylece köylünün bütün ihtiyaçlarını giderecek ve cumhuriyetin anlamını köylüye kavratabilecek köy öğretmenleri yetiştirilmeye başlamıştır.
HALK EĞİTİMİ ALANINDAKİ ÇALIŞMALAR
Örgün eğitim elbette ki çok önemlidir ancak okul çağını aşmış birçok insanın bulunduğu bir toplumda bu yeterli olamazdı. Bu yüzden örgün öğretimin yanı sıra halk eğitimine de önem verilmiştir. 1926 yılında gerçekleştirilen Maarif Dershaneleri bu konuda atılmış ilk büyük adımı oluşturur. 1928 Harf değişikliği sonrasında ise dünyanın en geniş zorunlu kursları açılmıştır. Bunların adı Millet Mektepleridir. Buralardan binlerce insan okuma yazma öğrenmiştir.
Cumhuriyet dönemi Halk eğitimi çalışmalarından en önemlisi ise Halkevlerinin kurulmasıdır. Değişik dernek ve kuruluşlar CHP’nin bir yan kuruluşu olarak Halkevi adı altında 1932 yılında birleştirilmiştir. 1932-1951 yılları arasında köylü ile kentli arasındaki farkı ortadan kaldırmak, aydınlanmayı tabana yaymak açısından değişik çalışmalarda bulunan Halkevleri 478 Halkevi 4327 Halkodası olarak hizmet vermiştir. İlgi alanlarını, Köycülük, Dil-Tarih ve edebiyat, Güzel Sanatlar, Temsil, Spor- Sosyal Yardım-Halk Dershaneleri Kurslar, Kitaplık ve Yayın, Müze ve sergi oluşturmaktadır.
Bu kurumlar, Türkiye’deki daha sonra ortaya çıkan yaygın eğitim çalışmalarına iyi bir zemin ve örnek meydana getirmiştir.
KÜLTÜR DEVRİMİ
1 HARF DEĞİŞİMİ
Türkiye tarihsel süreçte hep okuma yazma oranının düşüklüğünden şikayet etmiştir.Cumhuriyetin başında Maarif dershaneleri vasıtasıyla bu oran artırılmaya çalışılmıştır. Ancak harflerin Türk diline uyum zorlukları ve sessiz bir dilin harfleri olmaları nedeniyle bunları öğrenmek çok büyük zorluklara neden olmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa, bu süreçte geçmişte de düşünülmüş ve Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan gibi Türkçe konuşan ülkelerde geçilen batı kaynaklı harf sistemine yakınlık duymaktaydı.Bizzat ilgilendi ve sonunda ortaya Türk diline çok uygun bir ABC oluşturuldu.1928 yılından itibaren kullanılmaya başlandı.
2 TARİH DEĞİŞİMİ
Türkiye Cumhuriyeti laik ve ulusal esaslara bağlı bir devlet olarak kurulmuştu. Böyle bir devletin bunu tanıtacak ve yaygınlaştıracak bir tarihi anlatımdan uzak kalması düşünülemezdi. Dünya uygarlığını yakalayabilmek için geçmişte bu uygarlığı temsil ettiğimizin ortaya çıkarılması gerekiyordu. Cumhuriyetin çocuklarının bir önemli kimliğe ihtiyaçları vardı. İşte bütün bunlar göz önünde tutularak bir yeni ulusal tarih anlayışına geçildi. Artık Türklerin tarihi Selçuklu veya Osmanlı Devletinden ibaret değildir. Ondan öncede büyük bir tarih vardır. Bunlar ortaya çıkarılmalıdır. Türkün kökleri araştırılmalıdır.
İşte bütün bu düşünceler ışığında 12 Nisan1931 tarihinde Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti oluşturulmuştur.Kuruluş adını daha sonra Tür Tarih Kurumu’na çevirmiştir. Hemen çalışmalara başlarsak birkaç yıl içinde değişik tarihi eserler meydana getirmiştir. Türk Tarihinin Ana hatları ve Tarih I-II-III-IV kitapları uzun yıllar okul kitapları olarak yeni nesilleri bilgilendirmiştir.
3 DİL DEĞİŞİMİ
Dil bir ulusun varlık sebeplerinin en önemli olarak yeni cumhuriyet yöneticilerince üzerinde önemle durulmasına neden olmuştur. Eski dönemlerden beri Türkçe ile yakından ilgilen Mustafa Kemal Paşa, bir milletin kendi yazı dili, bilim dili, konuşma dili olmadan dünya uygarlığını kucaklamasının imkansız olduğunu görmüştür. Bunun için en önemli sorunlardan birisi olarak ulusal bir dil yaratmak projesini kendisi doğrudan yürürlüğe koymuştur.
1932 yılında aynı Tarih konusunda olduğu gibi önderin öncülüğünde Türk Dilini Tetkik Cemiyeti adıyla bir örgüt oluşturulmuştur. Bu örgüt de kendisini daha sonra Türk Dil Kurumu’na dönüştürmüştür. Türk Dil Kurumu yaptığı çalışmalarla dildeki yabancı kelimelerin azalmasını sağlammış, konuşma diliyle yazı dili arasındaki farkı azaltmış konuşma dilini İstanbul Türkçe’si haline getirmeye çalışmış, yazı dilini ise tamamen İstanbul Türkçe’si haline getirmiştir. İnsan isimlerindeki ağır Farsça ve Arapça isimlerden anlamlı Türkçe isimlere geçiş de yine Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarıyla başlamıştır.
4 GÜZEL SANATLAR DEĞİŞİMİ
Uygarlık alanında geri kaldığımız noktalardan birisini güzel sanatlar alanı oluşturuyordu. Cumhuriyet çağdaş uygarlığı yakalama noktasındaki ana düşüncesini gerçekleştirebilmek açısından bu konuda da önemli ilerlemeler sağlamıştır. Güzel sanatların bütün dallarında engellemeleri ortadan kaldırmış ve kısıtlı olanaklara karşın desteklemiştir. Örneğin değişik dinsel düşünceler nedeniyle zayıf kalmış resim ve Heykel önündeki engelleri kaldırmış rahat bir ortam sağlamıştır, Tiyatro ön
Ündeki engeller de kaldırılmış ve desteklenmiştir. Yine çok sesli Türk Müziğinin doğması açısından Cumhuriyet Hükümetleri önemli adımlar atmışlardır.
SİLENTİUM EST AURUM