Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
24 Şubat 2016       Mesaj #17
Safi - avatarı
SMD MiSiM
EKONOMİK DEĞİŞİM
OSMANLI EKONOMİSİ
Osmanlı Devleti’nin sonuna gelindiğinde bütün kurumlarda olduğu gibi ekonomik kurumlarda çok kötü bir yapı arz etmekteydi. Devlet savaşlar nedeniyle ve ekonomik gerilik nedeniyle borçlanmış borcunu ödeyemeyince ise iflas etmiştir. Duyun u Umumiye idaresi adıyla Osmanlı Devleti’ne borç verenlerin alacaklarını tahsil edecekleri bir kurum oluşmak durumunda kalınmıştı.
Osmanlı ekonomisi köy ürünlerine dayalı hammadde satışı esaslıydı. Halkın çok büyük bir kısmı köyde oturmakta ve köy ekonomisine dayanmaktaydı. Sanayi yok denecek kadar azdı. Mamul maddeler hep dışarıdan ithal edilmekteydi.
Osmanlı Devleti’nin ekonomik yapısının olumsuzluğu maalesef yeni Türkiye Devleti’ni de etkilemiştir.Devletin kuruluşunun tescil edildiği Lozan konferansında Osmanlı borçları, ve ayrıcalıklar konusu Türkiye’nin önün çıkarılmıştır. Osmanlı Borçları olsun kapitülasyonlar olsun son derece ağır sonuçları olan konular olarak daha sonraki Türkiye’yi etkilemişlerdir
TÜRKİYE’DE EKONOMİK DEĞİŞİM
1 SERBEST EKONOMİ DÖNENİ
Türkiye Lozan’da yaptığı anlaşmanın da etkisiyle 1923- 1930 döneminde serbest ekonomi modelini uygulamıştır.
Sanayileşme konusu çok önemli olduğundan 1927 yılında Teşvik i Sanayi Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunun sonuçları daha çok şeker, çimento ve dokuma sektörlerinde etkili olmuştur. Sanayicilere önemli destekler sağlayan bir kanundur
Türkiye’de ekonomik alanda üzerinde durulan noktalardan birisini de tasarruf oluşturmaktadır. Ziraat Bankası gibi milli ve Osmanlı Bankası gibi uluslararası sermayeli bankaların yer aldığı finans sektörüne mutlaka başka Türk bankaları da sokulmalıydı. Bundan dolayı Mustafa Kemal Paşa, kendisi de öncülük ederek bu sektörün gelişmesi için çalıştı. Bu çalışmalar sonucunda 1924 yılında özel bir banka olarak Türkiye İş Bankası, 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası, 1937 yılında Deniz Bank kuruldu.
İç ve dış ticareti canlandırmak için de değişik kanunlar çıkarılmıştır. Lozandan arta kalan süreler sona erdikçe gümrük duvarları yükseltirmiş ve üretici korunmuştur. 1923-1932 yıllarında özel sermayeye önem veren bir ekonomik politika uygulanmıştır. 1929’dan itibaren gümrük duvarları hızla yukarıya çıkarılmıştır. 1926 tarihinde limanlar arasında deniz taşıma işini Türklere veren Kabotaj kanunu çıkarılmıştır.
Köylü ile ilgili olarak ekonomik alanda önemli çalışmalar yapılmıştır. % 88’i köyde yaşayan bir ulus için bu çok önemli olmaktadır. Köylülere kredi verilmesi, araç gereç alımında yardımcı olunması, Tütün tekelinin millileştirilmesi, Ziraat eğitimine önem verilmesi, Aşar vergisinin kaldırılması, köylüye iyi tohumluk verilmesi, hayvan ıslah çalışmaları ve yeni verimli hayvan ırklarının ortaya çıkarılması bunlar arasından sıralanabilir.
Ulaştırma konusu da ekonominin can damarlarındandır. Karayolu, Deniz yolu, Hava yolu ve Demir yolu bu konuda belli başlı noktaları oluşturmaktadır. 1920’li yıllarda Kara yolu son derece az ve zaten imkanlar bunu kullanma konusunda sıkıntılıydı. Çünkü yollarda yürütecek motorlu araç alabilecek durum söz konusu değildi. Yine de bu alanda bazı çalışmalarda bulunuldu. Bunun için sonraları çok eleştiri konusu olan Mükellefiyeti Bedeniye Kanunu çıkarıldı. Yani bir yol vergisi kondu. En rahatlıkla kullanılabilecek yol demir yoluydu.Bu yüzden bu ilk dönemde demiryollarının yapımına büyük önem verildi. Yabancılar elindeki demiryolları alınırken yeni yollar yapıldı. Deniz yollarına da önem verildi, Kabotaj kanunu ile denizcilerimize iş imkanı yaratılırken Deniz Bank aracılığıyla Türk denizciliği geliştirilmeye çalışıldı.
1927 yılında Devlet İstatistik Enstitüsü kuruldu ve Türkiye’de ilk sayım gerçekleştirildi. Böylece ihtiyaçlar ve durum tespit edildi.
2 DEVLETÇİLİK İLKESİNİN KABUL EDİLMESİ
Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan serbest ekonomi politikası 1929 dünya ekonomik bunalımının da etkisiyle değişti. Türkiye devletçilik ilkesini benimsedi. Yani yerli sermayenin yetersiz olduğu sahalarda devlet yatırımı kendisi üstlendi. Böylece Türkiye’de yeni bir döneme geçilmiş oluyordu. Karşımıza bu süreçle birlikte Planlar gelmektedir
A 1. 5 yıllık sanayi planı
1931 yılında hazırlanmasına başlanılan ve 1934 yılında uygulamaya konulan birinci planda asıl hedef temel tüketim maddelerini içerde üretmekti. Bu amaçla dokuma, maden, kimya, porselen sanayilerinin kurulması öngörülüyordu. Yatırımların önemli bir bölümü Sümerbank ve İş Bankası tarafından gerçekleştirilmiştir. 3 yıl süren uygulama sonrasında özellikle dokuma sektörü kurulmuştur. Başarılı bir uygulama örneği olarak tarihe geçmişti,r.
B 2. 5 yıllık sanayi planı
1937 yılında hazırlandı. Uygulamasına 1938’de geçildi. İkinci plan ara malları ve yatırım malları üretimine ağırlık vermekteydi. Elektrifikasyon, madencilik, Limanlar, altyapı tesisleri, makine, gıda,kimya, yakıt, deniz ulaşımı ilgi alanlarıydı. Bu plan ihracata yönelik üretim öngörmekteydi. II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulanamamıştır.
C Millileştirmeler.
Devletçi ekonomik modelin bir yönü de yabancılar elindeki ekonomik üretim tesisleri ve konularının millileştirilmesidir. Bunlardan olmak üzere tekeller, deniz işletmeleri ve limanlar, demiryolları satın alınmak yoluyla millileştirilmiştir.
D Devletleştirmeler.
II. Dünya Savaşı yıllarında bazı yerli sanayi ve maden kuruluşlarına el konulmuştur. Milli Korunma Kanununa dayanılarak yapılan devletleştirmeler çok sınırlı bir uygulama alanı buldu. Bazı tuğla, çimento, deri ve un fabrikaları sahiplerine tazminat verilerek devletleştirildi.



CUMHURİYET DÖNEMİNDE SİYASET
Türkiye’nin kuruluşta hedefinin demokratik cumhuriyet olduğunu belirtmiştik. Bunun doğal sonucu siyaset ve onun ayrılmaz parçası olan siyasi partiler önemli bir yapıyı oluşturmaktadır.
Osmanlı döneminden başlayacak olursak ilk siyasi örgütlenmeler siyasi dernek şeklindedir. Hatta gizli silahlı dernek. İlk örgüt Etniki Eterya örgütüdür. Türklerin kurduğu ilk örgüt ise Fedailer Cemiyeti’dir. Osmanlıda köklü etkiler yapan ilk siyasi kuruluş ise 1865 tarihinde kurulan Genç Osmanlılar örgütüdür. Bu örgütün etkisiyle ülkeye Meşrutiyet sistemi gelecektir.
Osmanlı Devleti’nde ortaya çıkan ilk siyasi parti örgütünün temeli ise 1889 tarihinde doğan İttihat ve Terakki örgütüdür. Gizli bir örgüt olarak kurulan bu yapı daha sonra partileşecektir. İttihat ve Terakki 2. Meşrutiyetin oluşumuna büyük katkı yapmıştır.
Türkiye’de siyasi partilerin çoğaldığı dönem ise 2. Meşrutiyetle başlayan serbest dönemde gerçekleşmiştir. Bu dönem içinde düşünce akımlarının her birisinin bir siyasi partisi oluşmuştur. Ahrar (Serbest) Fırkası, İttihadı Muhammedi ( Muhammetçiler Birliği) Fırkası, Fedakaranı Millet, Osmanlı Sosyalist Fırkası, Hürriyet ve İtilaf Fırkası gibi. 1913 yılında İttihat ve Terakki Bab ı Ali baskınıyla yönetime el koymuş ve bu arada çok partili hayat da tatil edilmiştir.
1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla birlikte Türkiye’de çok partili siyasi süreç yeniden başlamıştır. Bu süreçte değişik isimlerle partiler yeniden açılmıştır. Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İttihat ve Terakki isim değiştirerek Teceddüt Fırkası, Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası, Radikal Avam Fırkası, Osmanlı Sulh ve Selameti Osmaniye Fırkası, Ahali İktisat Fırkası, Selameti Osmaniye Fırkası, Sosyal Demokrat Fırkası, Osmanlı Mesai Fırkası, Türkiye Sosyalist Fırkası, Milli Ahrar Fırkası, Milli Türk Fırkası, Amele Fırkası, Türkiye Zürra Fırkası, Müstakil Sosyalist Fırkası gibi partiler bu devirde açılmış ve hayatını sürdürmüştür. Bu dönemde fırkalar yanında siyasi dernekler de görülmektedir. Milli Kongre, Kürdistan Teali Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Trabzon Ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti, Teali-i İslam Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Osmanlı İlayı Vatan Cemiyeti vb.
Bu süreç aynı zamanda Ulusal Savaş dönemidir. Mustafa Kemal Paşa ulusal savaşımı ulusun örgütlenerek yapması düşüncesinde olduğundan kongreler yoluyla Anadolu ve Rumeli Müdafaa yi Hukuk Cemiyeti’ni oluşturmuştur. Milli Mücadele bu örgütün önderliğinde gerçekleştirilmiştir. Ulusal savaş sonrası ARMHC adını 9 Eylül 1923 tarihinde Halk Fırkası’na dönüştürmüştür. Böylece Türkiye Devleti sürecinin ilk siyasi partisi kurulmuştur. Bundan sonra ilk muhalefet hareketi de siyasal örgütünü oluşturmuştur. Bu partini adı Terakkiperver (ilerici) Cumhuriyet Fırkası’dır. Böylece Cumhuriyet döneminin ilk çok partili süreci de başlamıştır. Ancak bu çok uzun sürmemiş ve Doğu İsyanı sebebiyle parti kapatılmıştır.
1925 yılından 1930 yılına kadar tek parti yönetimi devam etmiş dünya ekonomik bunalımı ve denetim eksikliği düşünceleriyle yeniden bu süreçte çok partili sistemin önü açılmıştır. 12 Ağustos 1930 tarihinde Mustafa Kemal Paşanın arkadaşı Ali Fethi Bey başkanlığında Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Çok partili süreç bu şekilde başlayınca Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkası, Edirne’de Türkiye Cumhuriyet Amele ve Çiftçi Fırkası gibi başka partiler de açılmıştır. Fakat bu süreçte çok uzun sürmemiş partiler arası mücadelenin yönü devlete karşı bir hareket halini alınca Serbest Cumhuriyet Fırkası kendisini kapatmış diğer partiler de hükümet tarafından kapatılmıştır.
1930 yılından 1946 yılına kadar tek partili bir siyasal yaşam devam etmiştir. Yalnız bu süreçte meclis içinde bir Müstakil Grup oluşturulmuş ve yapay bir muhalefet yaratılmıştır.
II. Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte hem iç hem dış dinamiklerin etkisiyle çok partili yaşam başlamıştır. Bu süreçte ilk önce Milli Kalkınma Partisi daha sonra sırasıyla Demokrat Parti, Sosyal Adalet Partisi, Liberal Demokrat Parti, Türkiye Sosyalist Partisi, İslam Koruma Partisi, Türk Muhafazakar Partisi, Millet Partisi gibi partiler açılmıştır. Türkiye bu süreçte ilk defa çok adaylı, çok partili seçimlerle karşılaşmıştır.
1946-1960 Sürecinde çok partili hayat içinde milletin oyunu almayı başaran partiler ise şunlardır: Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Millet Partisi (Cumhuriyetçi Millet Partisi), Hürriyet Partisi. Bu dönem özellikle Demokrat Partinin ağırlığı altında geçmiştir.
1950-1960 döneminde tek başına iktidar olan DP bir askeri müdahale ile yönetimden uzaklaştırılmıştır. Böylece siyasi hayat Türkiye’de yeniden yapılanmak durumunda kalmıştır. DP kapatıldığından yeni partiler oluşmuştur. 1960 sonrasında Türk siyasetinde ağırlığı hissedilen partiler CHP, DP’nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi, Millet Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, solda yeni kurulan Türkiye İşçi Partisi gibi partilerdir. 1960-1980 sürecinde siyasi yaşamda birçok birleşmeler ve ayrılmalar da yaşanmıştır. CHP bu süreçte anaçlığını göstermeye devam etmiş DP’den sonra Güven Partisi ve Cumhuriyetçi Parti de CHP’den çıkmıştır. Adalet Partisi de bölünmüş ve buradan Demokratik Parti oluşmuştur. 1970’lere doğru Millet Partisi, Yeni Türkiye Partisi ve Türkiye İşçi Partisi iyice güçlerini yitirmişlerdir. Bu süreçte yeni katılmalar da olmuştur. İslamcı ideolojinin partileri olarak ilk önce Milli Nizam Partisi o kapatılınca Milli Selamet Partisi kurulmuştur. Sağda milliyetçi düşünce yapısında CKMP Alparslan Türkeş’le birlikte adını Milliyetçi Hareket Partisi’ne çevirerek siyasi yaşama bu şekilde devam etmiştir. 1960-1980 döneminde Türkiye artık koalisyon hükümetleriyle de karşılaşmıştır.
1960-1980 önemi içinde Türkiye’de özgürleşmeyle birlikte silahlı eylemler ve anarşi artmış buna karşı silahlı kuvvetler çeşitli uyarılarla siyasilere çare aramaya itmişlerdir. 12 Mart Muhtırası çare bulamayan siyasilere ilk müdahaleyi oluşturur. Siyasetin bütün kurumlarına karışmadan yapılan bu müdahale sonrasında da anarşi ve terör bitmemiş 1980 Eylülünde bu sefer silahlı kuvvetler yönetime tamamen el koymuştur. Böylece çok partili sürece bir kez daha ara verilmiştir.
1983 Yılında çok partili süreç yeniden başlamıştır. Partiler tamamen kapatıldığından eski siyasi düşünceler yeni isimlerle yeniden kurulmuştur. 1983 seçimlerine sokulan üç parti askerlerin desteğindeki Milliyetçi Demokrasi Partisi, eski sağ merkez oylar üzerine kurulan ANAP, eski sol oylar üzerine kurulan Halkçı Parti bu seçimlerde oyları paylaşmıştır. Bunlardan iktidarı alan ANAP dışındaki partiler süreç içinde kaybolmuşlardır. Onların yerine sağda DYP, solda DSP, SHP (CHP) oluşmuştur. Eski Milliyetçi ve İslamcı görüşlere sahip kimseler ise Refah Partisi ve Milliyetçi Çalışma Partisi (Milliyetçi Hareket Partisi) çatılarında birleşmişlerdir. Bu süreç içinde de çeşitli birleşmeler ve bölünmeler sürmüştür. 1995 sonrasında DYP’den ayrılanlar tarafından Demokrat Türkiye Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi’nden ayrılanlar tarafından Büyük Birlik Partisi kurulmuştur. Yine bu süreçte Refah Partisi Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmış onun yerine Fazilet Partisi kurulmuştur. 1980 Sonrasında sol görüşe sahip değişik partiler de siyasi yelpazede yerlerini almışlardır. Ancak seçimlerde hiçbir kayda değer oy alamamışlardır. Bu süreçte dikkat çekici diğer bir oluşun ise oylarını daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinden alan DEP-HADEP isimli parti örgütlenmesidir.
Çok Partili siyasi sürecimiz değişik sıkıntılarla ve uyarılarla 1980 yılından beri doğrudan bir askeri müdahale olmadan devam etmektedir.



SOSYAL ALANDAKİ DEĞİŞİM
1 KADIN HAKLARINDAKİ DEĞİŞİM
İnsanlık tarihi toplumun oluşturucusu iki unsur kadın ve erkek arasındaki ilişkileri bize oldukça net bir şekilde göstermektedir ki güç noktasındaki farklılık nedeniyle kadın erkekten çok daha az öneme sahip olmuş ve haklar noktasında geri bırakılmıştır. En eski dönemlerden itibaren erkek ürünü felsefi düşüncelerde kadın alçaltılmış ve ikinci plan itilmiştir.
Yüzyıllar sürecinde ortaya çıkan yeni üretim biçimleri yeni ve başka bir yaklaşımı da beraberinde getirmiş ve cinslerin eşitsizliğinden cinslerin eşitliği ve birlikteliğinin normalliği düşüncesine geçenler olmuştur. Bu süreç doğal olarak sanayi tipi üretim çağına geçen Batı denilen uygarlık sistemi içinde başlamıştır.
Biz Türklere geldiğimizde ise, Orta Asya’ da göçebe bir yaşantı içinde göreceli olarak bir dayanışmadan söz edebilmekteyiz. Bu belki de doğanın bir zorlaması olarak üretime eşit bir şekilde katılma zorunluluğundandır. Ancak hemen belirtilmelidir ki bu kelimenin anlamıyla tam bir eşitlik falan değildir. Yine erkekler çok eşlilik hakkına sahiptir. Yönetme hakkı da bir bütün olarak erkeklerin hakkıdır.
Göçebe yaşantıdan yerleşikliğe geçildikçe kadınlarımızın hak alanları genişleme yerine daralma göstermiştir. Kadın evin içine kapatılmış ve örtülerek saklanmıştır. Eskiden bir nebze da olsa katıldığı siyasetten ve üretimden eli çekilmiştir. Evine kapatılmış ve belli ev görevleri olan onun dışında beklentileri dahi olmayan bir bekleyici konumuna düşürülmüştür. Bu süreçle ilgili Kutadgu Bilig’ten şu alıntı bu durumu anlatmaya yetecektir: “ LXIII. 4511 Ey dost arkadaş, sana kesin bir söz söyleyeyim; bu kızlar doğmasa, doğarsa yaşamasa daha iyi olur. 4512 Eğer dünyaya gelirse, onun yerinin toprağın altı veya evinin mezara komşu olması daha hayırlıdır. 4512 Kadınları her vakit evde muhafaza et; kadının içi dışı gibi olmaz. 4517 Yemekte içmekte kadınları erkeklere katma; eğer katarsan, ölçüyü kaçırırlar. 4519 Kadının aslı ettir; eti muhafaza etmeli; gözetmezsen et kokar; bunun çaresi yoktur.”
Kadına bu düşünce kapısından bakılması sonucu toplumumuz belli ölçülerde göçebe geleneğin olduğu ve tarımsal arazi işlerinin dışında yer bulamamışlardır.
Her yapıda olduğu gibi Tanzimat sonrası dönemde özellikle Meşrutiyet süreciyle birlikte Türk Kadını faaliyete geçmiştir. İlk önce Meşrutiyet sisteminin getirilmesi sırasında “fedakar mesaj götürücüleri” olarak yer aldılar daha sonra değişik kadın derneklerini oluşturarak bu alanda çalışmaya başladılar. Kadınların sosyal ve ekonomik hayatta yer almaları için çalışan bu örgütler genelde birer kadın yardımlaşma dernekleridir. Yine bu süreçte ilk defa kadın gazete ve dergileri çıkmaya başlamıştır. Ancak bu faaliyetler hiç de kolay cereyan etmemektedir.ç Bir sürü karşı eylem ve hareketle karşılaşmışlardır. Özellikle din gücünü ellerine alan softa düşünceliler kadının bu istemlerini din dışı addederek önlemeye çalışmışlardır.
Ulusal savaş Türk kadınının her alanda önemli roller oynadığı bir süreç olmuştur. Türk Kadınları işgale karşı erkeğiyle birlikte her alanda mücadeleye destek vermişledir. İşgali lanetleyen telgrafların çekilmesi, işgali reddeden mitingler düzenlenmesi Türk kadınının kendisine görev addettiği ve başarılı olduğu sahalar olmuştur. Türk kadını savaşta bu kadarla da yetinmemiş lojistik destek açısından kağnılarla mermi taşıyarak Türk ordusunun ihtiyaçlarını giderme noktasında yardımcı olmuştur. Türk Kadını bununla da yetinmeyerek bazı alanlarda doğrudan savaşa bedeniyle katılmıştır.
Ulusal savaş sonrasında doğal olarak hak ettiği hakları alma peşine düşen Türk Kadını devlet başkanının desteğine rağmen haklarını bir anda alamamıştır. Toplumda eskiden kaynaklanan düşünceler ve henüz ekonomik sosyolojik yapının yetersizliği bu durumu yaratmıştır. Bundan dolayı Türk Kadınının bir süre daha çaba göstermesi kendisini kanıtlaması gerekecektir. Nitekim bu süreçte Türk Kadını yavaş yavaş doktor, mühendis, avukat, öğretmen, hemşire olarak toplumsal hayatın içine girmeye başlamıştır. Bu sayılar arttıkça onların hak istemlerinin önüne geçilmesi de güçleşecektir.
1926 Yılı Türk Kadını için oldukça önemlidir. Bu yılda getirilen Türk Medeni Kanunu ile kadın hakları alanında önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Bu kanun ile Türk Kadını tek eşlilik ve hukuk garantisine kavuşmuştur. Bundan başka şahitlik ve miras alanında erkekle aynı haklara kavuşmuştur.
Bu süreçten itibaren sosyal ve ekonomik alanda kazandığı hakları Türk Kadını; siyasi alanda da sürdürmeyi başarmıştır. Türk Kadınlarının çabaları ve liderin desteğiyle 1930 yılında yerel 1934 yılında da genel seçimlere katılma hakkı Türk kadınına verilmiştir. Böylece binlerce yıllık farklar yavaş yavaş da olsa Türk Kadınına sağlanmıştır.
Bugün Türk Kadını ile erkeği arasındaki farklar tamamıyla kalkmış değildir. Hala toplumda bir cins farklılığı gözlemlenmektedir. Devletin desteklediği alanlarda başarılı olan Türk Kadını bu desteğin tam olmadığı ekonomik ve sosyal alanlarda geri kalmış durumdadır. Köylü ve kentli arasında da büyük ölçekli farklar bulunmaktadır. Hala okuma yazma bilmeyenlerin büyük çoğunluğu kadındır. Okula gidemeyenlerin çoğunluğu kadındır. Hala çok kadınla evlilik Medeni kanuna rağmen devam etmektedir. Haklara rağmen sanayi ve ticaret odalarında kadın üye sayısı azdır, Milletvekili bakan, Belediye Başkanı ve Belediye Meclis üyesi bayan sayımız uygar uluslarla kıyaslanmayacak ölçüde azdır. Bütün bunlar değişmelidir. Bu konuda aydın Türk Kadınına ve doğal olarak Türk erkeğine büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu oranlar yükselmediği sürece çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın imkansız olacağını bilmek gerekir ve buna göre davranmak gereklidir.
BİR ÇAĞDAŞLAŞMA MODELİ OLARAK TÜRK DEVRİMİ
Türk Devrimi bir çağdaşlaşma hareketidir. Tüm geri kalmış kurum ve düşünceleri değiştirip dünyanın yakalamış olduğu çağdaş uygarlığa geçme isteminin adıdır. Siyasal sistem olarak Demokratik Cumhuriyete ulaşmak, üretim olarak da kalkınmış sanayileşmiş bir topluma ulaşmak. Bunun getiricileri olacak siyasal, düşünsel, hukuksal, şekilsel, yapısal her şey Türk devrimini oluşturmuştur.
Siyasal devrim ulusal savaş içinde başlamış, anayasa ve TBMM ile ilahi kaynaklı egemenlik düşüncesinden insan kaynaklı egemenlik düşüncesine geçilmiştir.ç bunun uzantıları olarak da ilk önce saltanat kaldırılmış daha sonra da bunu uzantıları olan Halifelik kurumu ve Şeriye Bakanlığı ortadan kaldırılmıştır. Cumhuriyet getirilmiş anayasadan devletin dini ibaresinin de çıkarılmasıyla tam insan egemenliğine dayalı bir yönetim sistemi uygulamaya sokulmuştur.
Siyasal yapı hukuksal değişikliklerle desteklenmiştir. Bu düşünce doğrultusunda yepyeni bir hukuksal anlayış ortaya getirilmiş ve batıdan gönüllü benimseme yoluyla hukuk alımına gidilmiştir. Türk Medeni Kanunu, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu, Usul Kanunu bütün kanunlar batı ülkelerinden alınarak uygulamaya sokulmuştur.
Siyasal ve hukuksal yapı eğitim değişiklikleri ile desteklenmiştir. Öğretim birleştirilmiş ve millileştirilmiştir. Yazı dil tarih değişikliği ile kültürel alanda yepyeni düşünceler yol açılmıştır.
Ekonomi alanında bağımsız kendi kendisine yaşayabilen bir ulusal ekonomi oluşturulmuştur. Yapılan değişikliklerle kimliksiz üretimsiz bir yapıdan bağımsız kimliğini elinde bulunduran üretmeye başlayan bir ekonomiye geçilmiştir.
Çağdaşlaşma hareketinin tamamlayıcı unsuru olarak biçimsel ve düşünsel değişiklikler Türk Devrimini tamamlamıştır. Düşüncenin değişmesine etki sağlamak üzere gerçekleştirilen Kılık Kıyafet ve Şapka değişimi bunlar arasında sayılabilir. Düşünceler herkesin aynı kabul edildiği giysilerle daha kolay değişebilirdi. Bu değişiklikle bunun önü açılmaya çalışılmıştır. Modernleşme ve uyum ile ilgili değişikliklere ise Soyadı kanunu ve ölçü, zaman, takvim değişiklikleri örnek olarak gösterilebilir. Girmek istediğimiz uygarlığın ölçüleriyle uyumluluk bu süreci kolaylaştıracak bir yol olarak görülmüş ve bu kanunlar çıkarılmıştır.
Türk Devrimi; yukarıda açıkladığımız gibi Türk toplumunu ortaçağdan çıkarıp, çağdaş düşüncelerin ve uygulamaların olduğu modern bir devlet ve toplum kurma projesidir. Her açıdan geri kalmış bir toplumu ani ve hızlı bir şekilde yükseltme ülküsünün bir sonucudur. Yapılan değişiklikler bu amaca yönelik olarak gerçekleştirilmiştir. Amacı çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak olan bu hareket büyük oranda hedefine yaklaşmıştır. Ancak yapılan hareket bir devrim olduğundan bu hıza içimizden uyamayanlar olmuştur. Bu yüzden liderin ölümü sonrasında değişim projesi bu uyumsuzların da etkisiyle eski hızından uzak bir şekilde devam etmiş ve maalesef tam anlamıyla gerçekleşememiştir. Türkiye’nin bugün de hedefi çağdaş uygarlığı yakalamak ve geçmektir. Böyle büyük iddiaları olan toplumların yürümeye tahammülleri yoktur. Bundan dolayı Türk Devrimi tamamlanmamıştır. Devrimsel mantık sürmeli ve ilerleme yolunda en hızlı değişimler gerçekleştirilmelidir.


CUMHURİYET DÖNEMİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI
1 TÜRK DIŞ POLİTİKASININ DAYANDIĞI ESASLAR.
Türk dış politikasının en karakteristik özelliği Tam Bağımsızlıktır . Sadece siyasi alanda değil iktisadi alanda bağımsızlık dış politikada vazgeçilmez bir ilke olarak değerlendirilmektedir.
Dış politikamızın ikinci bir esasını içişlerine karışmama ilkesi oluşturmaktadır. Türkiye cumhuriyet hiçbir ülkenin içişine karışmayı düşünmediği gibi kendi içişlerine karışılmasına da karşıdır.
Uluslar arası ilişkilerde karşılıklı saygı ve eşitlik. Türkiye Cumhuriyeti devletler arası ilişkilerde nezaket, saygı ve eşitlikten yanadır. Özellikle eşitlik unsurunu ön plana çıkartmaktadır.
Uluslar arası ilişkilerde diplomasinin hakim olması savaş yerine barışın alması. Tarihi savaş yıkıntılarla dolu yeni Türkiye yöneticileri savaşı insanlık suçu olarak değerlendirmekte ve barış ve karşılıklı anlaşma ve görüşmeyi bunun yerine tercih etmektedirler. Yani “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesinin dünya çapında yürürlüğe sokulması.
Evrensel ve bölgesel işbirliği. Dünyanın sıkıntılarından birisi olarak uluslar arası işbirliğinin yetersizliğini gören yeni Türk yönetimi savaşları önlemenin bir yolu olarak uluslar arası bölgesel ve evrensel ilişkiler kurulmasını dış politikanın bir diğer önemli ilkesi olarak kabul etmiştir.
2 1923-1938 DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Türkiye Milli mücadelenin bitmesiyle birlikte Lozan sonrasında, Lozan’dan arta kalan sorunlarla ve yeni bir devlet olarak uluslar arası ilişkiler oluşturmakla uğraşmıştır. Türkiye bu süreçte statükocular ve revizyonistler olarak bölünen dünyada Lozan’da tam istediklerini alamamasına rağmen statükocu bir siyaset izleyecektir. Şimdi olaylarla dış politika sürecini özetleyelim
Türk-Yunan İlişkileri
Lozan sonrasında Türkiye ile Yunanistan arasında en önemli sorun göçmenlerdir. Anadolu’daki Rumlar ile Yunanistan’daki Türklerin yer değiştirimi konusu 1920’li yıllarda savaş sonrası en önemli konudur. 1930 yılında yer değiştirimi antlaşması yapıldı. Batı Anadolu Rumlarıyla Selanik Türkleri yer değiştirirken, Batı Trakya Türkleriyle İstanbul Rumları yerlerinde bırakıldı.
Böylece Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler düzelme yoluna girdi. Bundan sonra iki ülke ilişkileri sıcak bir sürece kavuşmuştur.
Türk-İngiliz İlişkileri
Milli Mücadele sonrasında da Türkiye İngiltere ilişkileri düzelmemiştir. Lozan’dan arta kalan Musul Vilayeti konusu iki ülke arasında bir dış mesele olarak kalmış ve taraflar kendi isteklerini diğerine kabul ettirmek istediğinden sonuç alınamamış zaman zaman da savaş aşamasına gelinmiştir. Musul meselesinin Türkiye aleyhine sonuçlanması bu ilişkileri daha da uzaklaştırmıştır.
1930 yılından itibaren ise iki taraf arasında eski defterler kapatılmaya ve sıcak bir ilişki kurulmaya başlamıştır. İngiltere Kralı 1936 yazında Türkiye’yi ziyaret etmiş. Türkiye ile İngiltere arasındaki ilişkiler bu süreçten itibaren gelişmeye başlamıştır. Türkiye’nin katıldığı paktların oluşumunda İngiltere büyük bir rol oynamıştır.
Türk-Fransız İlişkileri
Lozan sonrası Fransa ile ilişkiler Borçlar yüzünden pek iyi değildir. Ayrıca Türkiye Suriye sınırının çizilmesi konusunda da anlaşılamamıştır. Bir başka sorunu Fransız Misyoner okulları oluşturmuştur. Demiryollarının millileştirilmesi gibi konular da dış ilişkilerin konuları arasında yer almıştır.
Bu sorunlar 1930 yılına kadar devam etmiş bu yıldan sonra aynı İngiltere’yle olan ilişkilerde olduğu gibi Tür-Fransız ilişkileri alabildiğine gelişmiştir. Dünya savaşının çıkma ihtimalini yükseldiği süreçte bu ilişkiler zirvesine varmıştır. Nitekim daha sonra özel olarak üzerinde duracağımız Hatay bu ilişkilerin bir sonucu olarak Fransa tarafından Türkiye’ye bırakılacaktır.
Türk-İtalyan İlişkileri
İtalya milli mücadele sırasında bizimle savaşmadan geri çekildiği için bir savaş yaşanmamıştı. Bundan dolayı ikili ilişkiler İngiltere ve Fransa’ya göre daha iyi başlamıştı. Ancak 1922 sonrasında İtalya’da diktatör Mussolini iktidara gelince ve Türkiye’yi de tehdit edince bu ilişkiler dikkatli bir gergin ilişkiye dönüşmüştür.
Hatta Türkiye ile İtalya ilişkilerinin gerginleşmesi bizim eski düşmanlarımızla yakınlaşmamıza neden olacaktır. Bunun sonucunda Sadabat ve Balkan antlaşmaları yapılacaktır.
Türk-Rus İlişkileri
Milli Mücadele döneminde oldukça iyi olan ilişkiler biraz daha ihtiyatlı fakat dost bir çizgide 1930lara kadar devam etmiştir. 1930 sonrasında ise Türkiye’nin İngiltere ve Fransa’ya doğru yaklaşması nedeniyle soğumaya başlayacaktır. Esas kopuş ise II. Dünya savaşı sonrasında yaşanacaktır.
Türkiye’nin İslam Ülkeleriyle ilişkileri
Türkiye’nin laik bir yönetim sistemine geçmesine karşın İslam ülkeleriyle ilişkisi bu süreçte oldukça sıcaktır. Afganistan, İran, Mısır, 1930’dan itibaren Irak’la ilişkilerimiz çok sıcak bir hale gelmiştir. Diğer alanlarda ise bağımsızlık düşünceleri vardı ve bunu başarmış bir Türkiye’ye saygı ve gıptayla bakıyorlar ve izliyorlardı.
Milletler Cemiyeti ve Türkiye
Türkiye barış ilkesinin bir gereği olarak bölgesel ve uluslar arası ilişkilere olumlu bakan bir ülkedir. Nitekim 1928’den itibaren barışın devamı yönündeki çalışmaları desteklemiştir. Bunlardan olmak üzere Briand-Kellog saldırmazlık anlaşmasını kabul etmiştir.
Türkiye’nin uluslar arası işbirliğine katılmasında en önemli gelişme 1932 yılında Milletler Cemiyetine üye olmasıdır.
Balkan Antantı
Bölgesel ilişkilerin geliştirilmesi anlamında önemli bir çalışmadır. Avrupa’daki savaş tehlikesine karşı Balkanlı Komşular ortak bir korunma stratejisi geliştirmek üzere özellikle Türkiye’nin öncülüğünde birleşmişlerdir. Özellikle de İtalya’nın yayılmacı politikasına karşı bu birlik oluşturulmuştur. 9 Şubat 1934 tarihinde Türkiye ,Yunanistan,Yugoslavya ve Romanya’nın katılımıyla gerçekleşmiştir. Balkan Antantı değişik gelişmelerden dolayı tam anlamıyla başarıya ulaşmasa da önemli bir bölgesel örgüt olarak tarihe geçmiştir.
Sadabat Paktı.
İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi Doğu Akdeniz’de İtalyan tehlikesini ön plana çıkardı. Bu bölgedeki devletler balkan antantında olduğu gibi bir araya gelerek bir birlik oluşturdular. 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran’ın Sadabat sarayında imzalandığı için bu adla anılan anlaşmayı Türkiye, İran, Irak ve Afganistan imzalamıştır. Irak’ın imza koyması İngiltere’nin de anlaşmayı desteklediğini gösterdiğinden önemlidir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi
Boğazlar konusu Lozan’da Türkiye’nin tam istediği bir şekilde sonuçlanmamıştı. Bu durum devlet yöneticilerini özellikle soğuk savaş rüzgarlarının esmeye başladığı 30’lu yıllarda düşündürmeye başlamıştır. Çünkü belli bir savunma hattı kurmak yasaktı bu ise boğazların güvenliğini ve dolayısıyla Türkiye’nin güvenliğini tehdit ediyordu. Türkiye bu süreçte dünya kamuoyunu da arkasına alarak şartlar değişmiştir ilkesinden yola çıkarak Boğazların statüsünün değiştirilmesini istedi. Montrö’de yapılan görüşmeler sonunda Almanya, İtalya ve Sovyetler Birliği’nin tepkilerine rağmen diğer dünya devletlerinin desteğiyle boğazların statüsü değiştirildi. 20 Temmuz 1936.
Hatay’ın Anavatana Katılması
Türkiye ile Fransa arasında imzalan Ankara Antlaşması gereğince Hatay Fransa yönetimine bırakılmıştı. 1936 yılında Fransa Suriye’ye bağımsızlık vermeye kalkınca İskenderun Sancağının durumunun ne olacağı gündeme gelmiştir. Fransa önceleri Sancak bölgesini Türkiye’ye vermek istemedi konu Milletler Cemiyetine havale edildi bu sefer ilginçtir Musul meselesinin tersine İngiltere’nin etkisiyle Sancak Suriye’yle ilişkili ancak içerden bağımsız bir statüye kavuşturuldu. Türkiye ve Fransa Sancağın toprak bütünlüğünü güvenceleri altına aldı. Anayasa çalışmaları zorlu geçti. Fakat 1938 yılında Almanya Avusturya’yı ilhak edince Fransa ve batı bloğunun Türkiye’ye ihtiyacı arttı. Bu da Hatay adını alan Sancak bölgesinin Türkiye’ye ilhakını kolaylaştırdı. Temmuz 1939’da Hatay Türkiye sınırları içine katılmıştır.


ATATÜRK İLKELERİ
1 MİLLİYETÇİLİK
Atatürk’ün Milliyetçilik anlayışı; akılcı, çağdaş, medeni, ileriye dönük, demokratik, toplayıcı, birleştirici, yüceltici, insani ve barışçıdır. Böyle bir milliyetçilik anlayışı; komünizme karşı olduğu gibi, ırkçılıkla, totaliter faşizmle, şovenizmle, teokratik düzen savunuculuğuyla da bağdaşmaz
Atatürk milleti şöyle tanımlamaktadır: “Millet, dil, kültür ve ideal birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasi içtimai heyettir.” Atatürk’ün en kısa millet tanımı ise şöyledir: “ Aynı harstan (Kültür) olan insanlardan oluşan topluma millet denir. Görüldüğü üzere Atatürk’ün millet tanımları objektif (nesnel) kıstaslara göre değil sübjektif (öznel) kıstaslara dayanmaktadır.
Atatürk milliyetçiliği ise şöyle tanımlamaktadır: “ Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla bir uyum içinde yürümekle beraber, Türk toplumunun, özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğinin korumaktır” Bu tanıma göre, Türk Milleti ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası ilişkilerde, bütün milletlere paralele yürür. Onlarla uyum sağlar. Bütün milletleri ve insanlığı sever. Bu bakımdan Türk Milliyetçiliği medeni insanlık içinde, onun bir unsuru olarak insanlığın yükselmesine ve bütün milletlerin mesut ve zengin olmasına yönelik örnek bir milliyetçiliktir. Türk Milliyetçiliği; Türk Milletinin şeref, onur ve çıkarlarına ilişilmesine asla izin vermez.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM