Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
28 Şubat 2016       Mesaj #12
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Babası Ali Rıza Efendi
Mustafa Kemal’in babasını biz akranları tabiî tanımıyoruz. Meşrutiyetin ilân edildiğinin gecesi benim evlenme törenimde hazır bulunan arkadaşım Mustafa Kemal Bey’e babasının yakın arkadaşı olan amcam Üzeyir Beyzade Hüsnü Bey, Ali Rıza Efendi’nin de kumral, mavi gözlü, biraz daha uzun boylu ve şişmanca olduğunu ve Mustafa Kemal’e çok benzediğini söylemiş, mert, iyi kalpli, vefakâr bir arkadaş olduğunu anlatmış idi.
Mustafa Kemal’in bu izahattan çok mütehassis olduğunu ve not defterine bunları kaydetmiş bulunduğunu hatırlıyorum.
“Türklük Mutlaka Kurtarılacaktır”
Koştuk, 23 Nisan’da Ankara’da Mustafa Kemal’e kavuştuk!.. O güne kadar simasını hiç görmemiş olduğum o vakur endamın, kürsüye çıkıp ta içinde bulunduğumuz millî felâketi bütün çıplaklığıyla bildiren ve bunlara çareler gösteren beyanatını dinlerken gönlümün yeis ve nevmididen (ümitsizliğinden) kararmış ufuklarında, güneş gibi feyyaz bir nimetin parladığını görüyor, sevincimden ağlıyordum. Duygularımı, düşüncelerimi o zaman cephede bulunan kardeşim Hamit Şevket’e bildiren mektubumda aynen şöyle demiştim:
Ben ömrümde bu kadar kuvvetli, bu kadar canlı ve bu kadar kendisine bel bağlanacak ne bir asker, ne bir sivil adam görmedim. Müsterih olalım, âti muhakkak bizimdir!.. Ve Türklük bu büyük adamın alemdarlığıyla mutlaka kurtulacaktır.
Çanakkale Savaşı’nı kazandıran yüksek ruh

Mustafa Kemal Atatürk anlatıyor
“Bombasırtı olayı (14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç birisi kurtulamamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur’anı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenlerse Kelime-i Şehâdet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak, cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngüyle çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebriğe değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

Atatürk’ün ilkokul çağındaki bir anısı
Şemsi Efendi okuluna giderken bana giydirdikleri şalvarın üzerine sardıkları kuşak beni ne kadar çok sinirlendirirdi bilemezsiniz. Ne zaman ki Askeri Rüştiye okuluna girip, okulun resmi üniformasını giydim, işte o zaman adeta benliğime hakim olmuşum gibi bana bir his geldi.
Atatürk’ün öğrenim hayatı ile ilgili anı
(Atatürk’e ortaokulda okurken, matematik öğretmeninin “Mustafa Kemal” adını vermesi)
Ortaokul’da en çok matematiğe ilgi duydum.
Az zamanda bize bu dersi veren öğretmen kadar, belki de daha çok bilgi sahibi oldum. Derslerin üstünde işlerle ilgileniyordum. Yazılı sorular yazıyordum, matematik öğretmeni de yazılı olarak cevap veriyordu.
Öğretmenimin ismi Mustafa idi. Bir gün bana dedi ki; “Oğlum, senin de ismin Mustafa benim de. Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı, bundan sonra senin adın Mustafa Kemal olsun!”
O zamandan beri adım gerçekten Mustafa Kemal kaldı. Öğretmen sert bir adamdı. Sınıfta birinci, ikinci tanımıyordu. Bir gün bize: “Aranızda kimler kendine güveniyorsa kalksınlar onları çalıştırma danışmanı yapacağım” dedi. Öncelikle duraksadım. Ayağa öyleleri kalktı ki ben kalkmamayı yeğledim. Bunlardan birinin danışmanlığı altına girdim. Görüşmenin sonunda dayanma gücüm son noktaya geldi. Ayağa kalkarak; “Ben bundan iyi yaparım” dedim. Bunun üzerine öğretmen beni çalıştırma danışmanı yaptı. Eski danışmanı benim danışmanlığım altına verdi.

Atatürk’ün Bilimle İlgili Anısı
Memleketin Kalkınması İlim İşidir
Atatürk ile ilk görüşmem 1923’te oldu. Zafer kazanılmıştı. 1923 Ağustos ayında İsmail Safa’nın (Özler) Milli Eğitim Bakanlığı zamanında Heyeti İlmiye toplanmıştı. Hamdullah Suphi Tanrıöver, o zaman Türk Ocağı Merkezi olan Samanpazarı yolundaki eski manastır binasında heyetin şerefine çay vermişti.
O gece Atatürk de gelmişti. Oturduğu yere yakın bulunuyordum. Heyeti İlmiye’den söz açtı. Ne gibi kararlar alındığını sordu. Alınan kararların prensip kararları olduğunu söyledim.
Ne gibi? dedi.
Terbiye-i Umumiyede vahdet, terbiye-i meslekiyede ihtisas kararları gibi, dedim.
Başka bir şey sormadı. O aralık İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Ankara’da bir Bakanlığın müsteşarlığını yapan bir zat, kendisine şu soruyu sordu:
Efendim, memleketin iktisaden kalkınması için ilhamı devletleri nedir? dedi.
Atatürk üzgün bir oluşla şu sözleri söyledi:
Memleketin kalkınması işi ilham işi değil, ilim işidir. Kalkınmanın nasıl olacağını düşünmek siz ilim adamlarının işidir. Bunu bize sizler göstereceksiniz. Hükümet adamları da bu yolda yürüyecekler.
Atatürk’ün bu sözleri ne kadar doğru idi. Profesörün sorusu yersizdi.

Atatürkle İlgili Bir anı
Günlerden birgün İtalyan Büyükelçisi, Atatürk ile görüsmek ister ve huzura kabul edilir.
O zamanin muhtelif ekonomik-siyasi konulari hakkinda konusulduktan sonra, Büyükelçi :
Ekselans, dün Roma ile yapmis oldugum bir görüsmede hükümetimizin
Hatay’i almak istedigi kararini size iletmem söylendi” der.
Odada buz gibi bir hava eser. Ata, büyükelçiye birşeyler daha ikram
eder ve iki dakikaliginina odadan ayrilir.
Döndügünde ayaginda çizmeleri, üzerinde maresal üniformasi, belinde
tabancasi vardir. Dogruca masasina gider, manyetolu telefondan Maresal
Fevzi Çakmak’ın baglanmasini ister ve Çakmak’ a:
Pasa, İtalyan dostlarimiz Hatay’a gelmek istiyorlarmis. Hazir miyiz?
Fevzi Çakmak durumu anlar ve “biz haziriz Pasam” diye yanitlar…
Ata, Büyükelçiye döner ve: “Biz hazirmisiz. Hükümetinize söyleyin, ne zaman
isterlerse gelip Hatay’i alabilirler” der…….

Atatürk ile ilgili bir anı………..
Gazi Çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rasladık.
Atatürk attan inerek bu ihiyar kadının yanına sokuldu. – Merhaba nine
Kadın Ata’nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
– Merhaba dedi.
– Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duraklayıp,
– Neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
– Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır.
Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir.
Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını
salladı.
– Tabii söyleyeceğim, ben Sincan’ın köylerindenim bey, otun güç
bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim.
Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara’ya geldim.
– Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?
– Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da….
Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü.
Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden
ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa.
Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı.
Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan
belli
böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.
– Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü
sertleşti.
– Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki…
O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı.
Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan?
Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz.
Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı?
Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm.
Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek.
Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı
bulacağım yeri deyiver.
Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden
belliydi.
Bana dönerek,
– Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır…
Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim,
sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen,
seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere
fırlatıp,
Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkiside
ağlıyordu.
İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş
ağlıyorlardı.
Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü.
Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı.
Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk’euzattı;
– Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa,
bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi.
Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi;
“Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün.
Giderken de kendisine benim bütcemden üç inek verin armağanım olsun.”
SİLENTİUM EST AURUM