Arama


Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
25 Mart 2016       Mesaj #4
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
3.7. Koşullu salıverme
Hürriyeti bağlayıcı cezanın belli bir süresini iyi hal ile geçiren hükümlü belli bir süre sonunda, koşullu olarak serbest bırakılabilmektedir. Bu halde, hükümlü cezasının kalan kısmını ceza evi dışında bazı koşullara uyarak serbestçe çekmektedir. Bu sürenin bitiminde hükümlü cezasının tümünü çekmiş olmakta ve serbest kalmaktadır.
Koşullu salıverme, maddi ceza hukukuna mi, yoksa infaz hukukuna mı aittir tartışması her zaman yapıla gelmiştir.
Yürürlükten kalkmış bulunan 765 s. Türk Ceza Kanunu, koşullu salıvermeyi, şartla salıverme veya meşruten tahliye adları ile, hürriyeti bağlayıcı cezalarla ilgili görerek onlarla birlikte 16, 17. maddelerinde düzenlemiştir. Daha sonra, şartla tahliyeye, ayrıca gene yürürlükten kalkmış bulunan 647 s. Kanunun 19. maddesinde yer verilmiş; böylece, geçmişte ceza hukuku düzeninde sistemden yoksun bir yapı oluşturulmuştur.
5237 s. Türk Ceza Kanunu, hürriyeti bağlayıcı cezaları düzenleyen hükümleri arasında şartlı tahliyeye yer vermemiştir. Şartlı tahliye, " Koşullu salıverme" adı ile, 5275 s. Kanunun 107 ve sonrasındaki maddelerde düzenlenmiş, böylece söz konusu bu kurum salt bir infaz hukuku kurumu olarak görülmüştür.
Bu yeni düzenleme karşısında, artık, burada, koşullu salıvermenin bulunması gereken yeri tartışmanın bir gereği kalmamıştır. Böyle olunca, hiç olmazsa şimdilik, konu hakkında bu kadar bilgi vermenin uygun olduğu düşünülmüştür.

4. Adlî para cezası

4.1. Genel olarak
Ceza hukuklarında hürriyeti bağlayıcı cezalar yanında ayrıca para cezalarını yer verilmiş olması birçok tartışmayı da birlikte getirmiştir. En başta, para cezalarının, adil olmadığı ileri sürülmüştür. Gerçekten, denmektedir ki, para cezası varlıklı için pek korkutucu değilken, yoksul için yıkımdır; çünkü, varlıklı her zaman para cezasını ödeyebilecek durumda olduğundan, cezanın hürriyeti bağlayıcı bir cezaya dönüşmesi mümkün değilken, yoksul çoğu kez hakkında hükmedilen para cezasını ödeyemeyeceğinden, ceza hürriyeti bağlayıcı cezaya dönüşecek ve yoksul varlıklıdan daha çok ceza tehdidi altında olacak; dolayısıyla, sonunda, ceza evine hep yoksul girecektir. Hafif suçlarda, taksirli suçlarda, hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesinin nerede ise kural haline getirilmesi, Devlete gelir sağlamakla birlikte; kişilerin toplumda davranışlarında özensizliği artırır; suçtan kaçınma duygusunu kırar; hakimler kararlarında gerekçe de gösterse istenmeyen keyfiliklere neden olur; dolayısıyla, büyük bilge Nasrettin Hocanın ifadesiyle " parayı veren düdüğü çalar " ve sonunda, taksirli suçlar, hatta hürriyeti bağlayıcı cezası az olan suçlar, sadece toplumsal tedirginlik yaratmakla kalmaz, toplumun var olmasını sağlayan değerleri yıkıcı boyutlara zedeleyici ulaşır.
Öte yandan, para cezalarının, özellikle ekonomisi istikrarlı olmayan ülkelerde, paranın değerine bağlı olarak aşındığı; dolayısıyla zamanla etkisinin azaldığı ileri sürülmüştür. Bu doğrudur. Kanun, aşağıda görüleceği üzere, para cezasını gün sayısına endekslemiş olmasına rağmen, para cezasını belirleyen kriter sonunda yine para olduğundan, aşınma konusunda sorunu çözücü olamamıştır, çünkü belirtilen zafiyet, ekonomik hayatta kağıt para sisteminin geçerli olduğu günümüzde, para cezasının kendi bünyesinde mevcut bulunmaktadır.
Para cezasının, bazı suçlarda, ör., kazanç saiki ile işlenen suçlarda, hürriyeti bağlayıcı cezadan daha çok etkili olduğu ileri sürülmüştür. Ancak, bu düşünce, belirtilen suçlarda, para cezasının hürriyeti bağlayıcı cezanın yerini almasını sağlamamış, hürriyeti bağlayıcı ceza ile para cezasının birlikte verilmesi düşüncesine katkıda bulunmuştur. Hatta, bu tartışmalar, "nispî para cezası" yanında, failin suçtan elde ettiği kazancın tümünün elinden alınması anlamında sınırını kazancın belirlediği bir para cezası anlayışını doğurmuştur. Bu anlayış, ceza müeyyidesi olarak değil, ama güvenlik tedbiri olarak kanunda ifadesini bulmuştur. Gerçekten, Kanun, 55. maddesinde, " kazanç müsaderesi" tedbirine yer vermiştir. Tüzel kişinin suçun faili olmadığı, ancak güvenlik tedbirine muhatap kılındığı bir ceza hukuku düzeninde, eleştirilir olsa bile, en uygun çözüm, herhalde kanunun bu çözümüdür.

4.2. Cezanın esası
Kanun, para cezasını, 52. maddede, "Adlî para cezası" adı altında dört fıkra halinde düzenlenmiştir. 52/1. madde hükmünde adlî para cezası tanımlanmıştır. Buna göre, adlî para cezası, beş günden az ve kanunda ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde yediyüzotuz günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle hesaplanan meblağın hükümlü tarafından devlet hazinesine ödenmesinden ibarettir.
" Meblağ", para miktarı tutar anlamına gelmektedir. Burada, " ..takdir edilen miktar ..." meblağla bağıntılıdır. Bu demektir ki, hakim, takdir ettiği bir miktarı, beş gün ile yediyüzotuz gün arasında takdir ettiği bir gün sayısı ile çarpacak; böylece, elde ettiği meblağ, önüne gelen somut ihlalin cezası olacaktır.
Görüldüğü üzere, hakim, somut ihlalde para cezasını belirlerken iki kez takdirde bulunacaktır. Gerçekten, hakim, önce, iki had arasında gösterilen günden belli sayıda bir gün takdir edecek; sonra, gün başına iki had arasında gösterilen para miktarından belli bir miktarı takdir edecek; daha sonra, takdir ettiği gün sayısı ile gün başına takdir ettiği para miktarını çarparak ihlalin karşılığı olan para cezasını belirleyecektir.
Kanun, 52/2. madde hükmünde hakimin takdirine esas olan para miktarını, gün başına, en az yirmi, en çok yüz Türk lirası olarak belirlemiştir. Hakim, 20 ile 100 lira arasında bir parayı takdir ederken, kişinin ekonomik durumunu ve diğer şahsi hallerini göz önüne alacaktır. Burada kişinin göz önüne alınacak şahsi hallerinden maksat, her halde kişinin ihtiyaçları, ailevi durumu, toplumsal çevresidir.
Kanun, gerekçesinde, bu sistemi kabul ederek ceza adaletinde eşitsizliği giderdiğini iddia etmiştir. Bir kere, beş gün nere 730 gün nere.. Bu iki hat arasında ceza adaletinin sağlanacağını düşünmek bize pek akıllıca gelmemektedir. Aynı şey 20 ile 100 lira için de söylenebilmektedir. Böyle bir düzenleme, hele bir de gerekçede dendiği gibi " ilke olarak hapis cezası ile birlikte değil bu cezaya alternatif olarak uygulanacağı" düşünüldüğünde, ceza adaletini sağlamaz; yargı bağımsızlığının, hakim teminatının yeterince sağlanamadığı, yargı erkini kullananların yeterince iyi yetiştirilemediği bir ülkede, gönül rahatlığı ile " Ankara’da hakimler var " denilemediği sürece, sadece adam kayırmaya yarar. Sonra, beş günü anladık; ama niçin düz hesap 700 gün değil de 730 gün; bunu da anlamak kolay değildir. Tarihi kanun koyucu, fiyakalı laflar yerine, koyduğu sayısal kriterlerin nedenini açıklamış olsaydı, uygulamaya daha çok katkıda bulunmuş olurdu.

4.3. cezanın verilmesi ve yerine getirilmesi usulü
Hakim, 52/3. madde hükmü gereğince, kararında, adlî para cezasının belirlenmesinde esas alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak takdir edilen para miktarını ayrı ayrı göstermelidir. Kanun " tam gün" ifadesi kullanmıştır. Öyleyse, hesapta tam gün esas alınacaktır. Para miktarı bakımından kanunda bir kayıt bulunmamaktadır. O nedenle, haki, 20-100 lira arasında kalmak kaydı ile istediği miktarı hesapta baz olarak seçebilir.
Hakim, ekonomik ve şahsi hallerini göz önüne alarak, kişiye, cezasını ödemesi için, hükmün kesinleşmesi tarihinden başlamak ve bir yıldan fazla olmamak üzere "mehil" verebilir. Hatta, cezanın " belirli taksitler halinde" ödenmesine de karar verebilir. Eğer, hakim, cezanın taksitlerle ödenmesine karar verirsi, "taksit miktarı" dörtten az, taksit süresi iki yıldan fazla olamaz ( m. 52/4 ).
Hakim, kararında, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceğini ve ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrileceğini belirtmek zorundadır ( M. 52/4 ).
Burada, kalan, yani ödenmeyen kısım madem tamamen tahsil edilecektir, o zaman "ödenmeyen adlî para cezasının " hapse çevrilmesini anlamakta zorluk çekilmektedir, çünkü halk özdeyişi ile, bir koyundan iki post çıkmaz. Gerçekten, hem ödenmeyen kısım tamamı tahsil ediliyor, hem de ödenmeyen bu kısım hapse çevriliyor. Acaba, bu, kişiyi, bir fiilden, yani adlî para cezasının taksitlerini zamanında ödememek fiilinden ötürü iki kez cezalandırmak değil midir? Eğer, ödememe fiili, başlı başına bir suç sayılıyorsa, bu yüzden ödenmeyen para cezası miktarınca kişi hürriyeti bağlayıcı cezaya muhatap kılınıyorsa; bunun; kanunda, bir suç olarak, açıkça gösterilmesi gerekmektedir. Bizce, düzenleme, ne maksada uygundur, ne de doğrudur.

GÜVENLİK TEDBİRLERİ

1. Genel olarak
Kanun, güvenlik tedbirlerini, "Yaptırımlar" başlığını taşıyan Üçüncü Kısım, "Güvenlik tedbirleri" başlığını taşıyan İkinci Bölümde sekiz madde halinde düzenlemiştir. Güvenlik tedbirleri eğer müeyyide değillerse, bizce, Üçüncü Kısmın “Yaptırımlar” ismini taşıyan başlığı yanlıştır. Bunun doğrusu, başlığın “ Ceza müeyyidesi ve güvenlik tedbirleri “ biçiminde olmasıdır.
Kanun, güvenlik tedbirlerini, cezadan farklı bir yerde, cezadan farklılaştırarak düzenlemek istemesine rağmen, yaptırım olarak nitelendirdiği bu tedbirleri, ceza müeyyidesinden farklılaştırmada başarılı olamamıştır. Gerçekten, Kanun koyucu, ceza normuna uymayı sağlamaya matuf yoksunlukları, “ doppio binario “ denen, ceza müeyyidesi ve güvenlik tedbirinin birlikte oluşturduğu bir sistem olarak görmeyi becerememiş, cezaî himayeyi sağlayan vasıtaları, tümünü “yaptırım” sayarak, tabiri caizse “altı kaval üstü şişhane” olan bir himaye cihazı oluşturmuştur.
Tarihi kanun koyucunun, yaptırımdan, aynı şey müeyyideden neyi anladığı belirsizdir. Kanun koyucu, madde gerekçelerinde, bir kimse hakkında güvenlik tedbirlerine hükmedilebilmesi için " suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı cezaya mahkum edilmesi gerekmemektedir " diyerek; bu tedbirlerin, cezadan farklı olarak, ihlale tepki olmadıklarını, sadece ihlal vesilesi ile verildiklerini birçok yerde açıkça belirtirken; mahiyeti bakımından ihlale tepkiden başka bir şey olmayan, dolayısıyla fer'i ceza olarak adlandırılan hükümlü kişinin belli hakları kullanmaktan mahrum bırakılmasının ceza müeyyidesi değil de güvenlik tedbiri sayılması bir çelişkidir. Gerçekten, 765 s. Kanun ( m. 20, 31 ), İCK., ( m.17, 18, 19, 20), Alman Ceza Kanunu (& 45 StGB ), ayrıntıda bazı farklar olmakla birlikte, ceza mahkumiyetinin kanunî neticesi olarak, hak yoksunluklarını, güvenlik tedbiri olarak değil; tam tersine, ceza yanında, fer’i ceza olarak görmektedir.
Doğrusu budur, çünkü, bir şey, Kanunun ifadesi ile " suçtan dolayı hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu " ise; artık o şey, tehlikelilikle bağıntılı olarak ortaya çıkan güvenlik tedbiri değildir, ama ihlale, yani suça tepki olarak ortaya çıkan ceza yanında, cezaya mahkumiyetin kanunî neticesi olarak ortaya çıkan fer'i cezadır.
Böyle olunca, Kanun koyucu, ne her istediğini her istediği yere koyabilir ne de her istediğini istediği şey yapabilir. Ceza hukukunun, tarihinden gelen, yüzyıllar içinde oluşmuş kurumları, kavramları, terimleri bulunmaktadır. Zaruret olmadıkça, kanun koyucular, bunlara saygılı olmak zorundadırlar. Tarihî kanun koyucunun, ör., suya içki demesi, suyu içki yapmaz. Öyleyse, Kanunun, kendisi ile çelişkiye düşerek, ceza mahkumiyetinin kanunî neticesini emniyet tedbiri sayması, bunların, emniyet tedbiri olmalarını gerektirmez. Ancak, Kanunun 53. maddesinin açık düzenlemesi karşısında, aslında fer’î ceza olan hak yoksunluklarını, bugün için güvenlik tedbiri olarak görmekten başka çare bulunmamaktadır, çünkü hukuk düzenimizde “düzeltici yorum” mümkün bulunmamaktadır
Güvenlik tedbirleri çok ve çeşitli olabilmektedir.Gerçekten, bunlar, bir mala veya paraya el konulması biçiminde olabileceği gibi, suç işleyerek tehlikeli olduğunu ortaya koyan kişinin kişi hürriyetinden yoksun kılınması biçiminde de olabilir
Güvenlik tedbirleri kanunla konur ( An. m . 38, CK. m. 2 ). Güvenlik tedbiri yargılaması, ceza yargılaması usul ve esaslarına tabidir. Güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi kanunla olur. Müsadere hariç, öteki güvenlik tedbirleri hakim tarafından geri alınabilir, değiştirilebilir.

2. Güvenlik tedbirlerinin muhatabı
Güvenlik tedbirlerinin muhatabı, en başta bir suç işleyerek tehlikeli olduklarını gösteren kişilerdir. Bu kişilere ya ceza verilememektedir, ya da verilebilse bile, ceza tehlikeliliklerini gidermeye yetmemektedir.
Bir kere, Kanun, çocuklara, isnat yeteneği olmayan kişilere ceza verilemeyeceğini; bunların ancak güvenlik tedbirlerinin muhatabı olabileceklerini kabul etmiştir. Kanun, 31. maddesinde, fiili işlediği esnada oniki yaşını doldurmamış olan çocuklara, çocuklara özgü güvenlik tedbirlerinin, 32. maddesinde akıl hastalarına iyileştirici tedbirlerin uygulanmasını emretmiştir. Öte yandan, Kanun, 53. maddesinde, ceza yanında, suç işleyerek tehlikeliliklerini ortaya koyan kişilere, ceza mahkumiyetinin kanuni neticesi olarak, güvenlik tedbiri uygulanmasını emretmiştir. Kanun, suçta tekerrür halinde, özel tehlikeli suçlarda, suçun faili kişiyi bir yandan farklı bir infaz rejimine tabi tutarken, öte yandan “denetimli serbestlik” güvenlik tedbirine muhatap kılmaktadır ( m. 58 ).
Kanun, 59. maddesinde, “işlediği suç nedeniyle iki yıl ve daha fazla süreyle hapis cezasına mahkum edilen yabancının cezanın infazından sonra derhal sınır dışı edilmesine de hükmolunur” hükmüne yer vermişti. Kanunun, yürürlüğe girmesinden hemen sonra, bu hükmü, 31.3.2005-5328/1 s. Kanunla alelacele değiştirilmiştir. Böylece, suç işleyen yabancının, cezasını çektikten sonra sınır dışı edilmesi, güvenlik tedbiri olmaktan çıkarılmış; “durumu sınır dışı işlemleriyle ilgili olarak değerlendirilmek üzere derhal İçişleri Bakanlığına bildirilir” denerek, sınır dışı edilme, asıl sahibi olan kolluğa mal edilmiştir. Tarihi kanun koyucunun bu davranışı, “muhteşem” olduğu iddia edilen Kanunun, ne denli özensiz hazırlandığının kanıtıdır.
Eşya ve kazanç müsaderesi güvenlik tedbirinin konusudur. Kanun üçüncü kişilere ait olmamak koşulunu getirdiğinden, eşyanın maliki, güvenlik tedbirinin muhatabıdır ( m. 54). Kazanç müsaderesi söz konusu olduğunda, kazancın sahibi kişi, tedbirlerinin muhatabı olmaktadır ( m. 55 ).

3. Güvenlik tedbirlerinin türleri

3.1. Genel olarak
Hakkında uygulandıkları kişilerin farklı olmaları, doğal olarak, tedbirlerin farklı olmaları sonucunu doğurmuştur. Ancak, kanun koyucu, ceza hukukundaki yerini kafasında tam olarak berraklaştıramadığı içindir ki, güvenlik tedbirlerini, kimi zaman ihlale tepki olarak, kimi zaman ihlal vesilesi ile ortaya çıkan tehlikeliliği giderecek bir çare olarak algıladığından, ceza ve tedbiri birbirine karıştırmıştır.
Gerçekten, ör., belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma güvenlik tedbirini, Kanun koyucu, bir yandan, esasen “hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak” , açıkçası ihlale tepki olarak görürken ( m. 53/1 ), öte yandan ayrıca “ cezanın infazından sonra işlemek üzere “ kişinin tehlikeliliğini gidermeye matuf bir çare, açıkçası bir tedbir olarak da görmektedir ( m. 53/5, 6 ).
Kanunun 57. maddesinde öngördüğü Akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri, Kaynağını Anayasanın 19. ve 38. maddelerinden almasına rağmen, bunlar, Anayasanın 19. maddesinin işaret ettiği “ toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişi “ değildirler. Bunlar, Anayasanın 19. maddesinin belirttiği “ Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin “ muhatabı kişilerdir. İki kategori kişi arasındaki temel fark, bunlardan birinin bir suçun işlemiş olmaları, yargılanmaları ve haklarında emniyet tedbirine hükmedilmesi; ötekilerin, toplum için tehlike teşkil etmelerine rağmen, bir suç işlememiş olmalarıdır. O yüzden, suçu işlediği sırada akıl hastası olan kişiler, “ yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınırlar”.
Zoralım, ister eşya, isterse kazanç müsaderesi olsun, suçla sınırlıdır. Bu demektir ki, ceza mahkumiyeti ile ilişkili olarak suçlunun tüm malları veya kazancı, zoralımın konusu yapılamaz.

Kanun, 59. maddesinde, Anayasanın 16. maddesinin emrine uygun olarak, işlediği suçtan ötürü Türk Ceza Kanunu hükümlerine tabi olan yabancı hakkında güvenlik tedbiri öngörmüştür.
Tüzel kişiler hakkında ceza müeyyidesinin uygulanamaz, ancak " güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar saklıdır " ( CK. m. 20/2 ). Kanun, 60. maddesinde, tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbirlerini, faaliyet izninin iptali ve müsadere olarak belirlemiştir.