Arama


Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
25 Mart 2016       Mesaj #6
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
b. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya
Kanun, suç isterse işlenmemiş olsun, sırf suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanmış olan eşyanın da, bazı değerler bakımından “tehlikeli olması durumunda” müsadere edilmesini emretmiştir. Bu değerler, “kamu güvenliği”, “kamu sağlığı”, “genel ahlak” olarak belirlenmiştir. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu sağlığı, kamu güvenliği veya genel ahlak “ açısından “ tehlikeli olmalı, yani tehlike yaratmalıdır.
Burada, "tehlikenin" ne anlama geldiği belirsizdir. Kanun tehlikeyi tanımlamamaktadır. Tehlike "zarar tehlikesi" olarak algılanmalıdır.
Ancak tehlike, ister "tehlike" isterse "zarar tehlikesi" olarak algılansın, henüz işlenmemiş ama ileride işlenmesi düşünülen bir "suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşyanın" tehlike yaratıyor gerekçesi ile müsaderesi yoluna gidilmesi, niteliği demokratiklik olmak zorunda olan bir ceza hukuku düzeninde kabulü mümkün olmayan bir sonuçtur. Gerçekten, tehlike davranışın tehlikeliliği olarak değil de "zarar tehlikesi" olarak algılansa bile, tarihî kanun koyucunun madde gerekçesinde yer alan müsadereye hükmedilmesi için " suçun işlenmesi zorunlu olmamakla birlikte " şeklindeki düşüncesine itibar edildiğinde, "suçsuz güvenlik tedbiri olmaz" ilkesi çiğnenmiş olacağından, artık demokratik bir ceza hukuku düzeninden değil, totaliter bir ceza hukuku düzeninden söz etmek gerekecektir, çünkü değil güvenlik tedbirleri, "polis tedbirleri " bile, ne kadar tehlikeli olurlar olsunlar kişilerin salt tasavvurları ile ilgili değildirler. Madde gerekçesinde yer alan " Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanmış olan eşya ise, suçun icra hareketleri henüz başlamamış ise, sadece bu nedenle müsadere edilmeyecektir. Ancak bu eşyanın niteliği itibarıyla kamu güvenliği,kamu sağlığı veya genel ahlak tehlikeli olması durumunda müsaderesine hükmedilecektir" düşüncesi, tehlikeden korunma görüntüsü altında, faşizan bir düzenlemenin açık kanıtı olmaktadır.

3.3.3. Müsadere konusu eşyanın ortadan kaldırılması
Kanun, 54/2. maddesi hükmünde, birinci fıkra kapsamına giren eşyanın ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi ve müsaderesinin başka bir surette imkansız olması halinde bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir, hükmüne yer vermiştir.
Bu hükme göre, ör., orman suçlarında, ormandan kesilen ağaçların kesilmesinde, taşınmasında kullanılan araçlar, müsadere edilmek üzere elde edilemediğinde, bunların değeri kadar paranın zoralımına karar verilecektir. Böylece, failin, şu veya bu şekilde, fiilen, müsadere hükmünü etkisiz kılması önlenmiş olmaktadır.
Ancak, henüz ortada teşebbüs aşamasında kalmış yahut tamamlanmış bir suç yokken, sadece ileride işlenilmesi düşünülen bir "suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanmış" eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi , vs, hallerinde, bu eşyanın değeri kadar paranın, "kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli..." görülerek, müsaderesine karar verilmesini anlamak mümkün olmamaktadır. Herhalde, burada, daraltıcı yorum yaparak, Kanun koyucunun iradesinin, 54/1. maddesi hükmünün birinci cümlesinde yer alan hükümle ilgili olduğunu kabul etmek gerekecektir.

3.3.4. Müsaderenin hakkaniyete aykırı olması
Kanun, 54/3. maddesi hükmünde, müsaderenin hakkaniyete uygun olmasını istemiştir. Gerçekten, Kanun, müsaderenin, "işlenen suça nazaran" daha ağır sonuçlar doğurmamasını istemiştir. Konulan ölçü hakkaniyettir. MK' un 4. maddesinde " kanunun taktir yetkisi tanıdığı durumlarda" hakimin "hakkaniyete göre" karar vermesini emretmiştir. Hakkaniyet, hukuk kuralıdır. Suçta kullanılan eşyanın zoralımının hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında müsadereye hükmedilmeyebilir. Burada, hakkaniyetten maksat, müsaderenin kişinin yıkımına neden olmamasıdır. Ormandan, ör. katırı ile kereste kaçıran failin, katırının müsadere edilmesi, hakkaniyete uygun değildir. Öyleyse, işlenen suça nazaran" ifadesinden sadece oranlılığı anlamamak gerekmektedir, çünkü oranlı olan her şey hakkaniyete uygun olmayabilir.
Bu hüküm, sadece " suçta kullanılan eşyanın müsaderesinde" geçerlidir. Kanun, 54/1. madde hükmünde kullandığı terminolojiye uymamıştır. Bu durum, suçta kullanılan eşyadan, "suçun işlenmesinde kullanılan" eşya mı, yoksa, aynı zamanda "suçun işlenmesine tahsis edilen", ya da "suçtan meydana gelen eşya" mı anlaşılacaktır sorusunu davet etmektedir. Suçta kullanılan eşyadan, herhalde suçun işlenmesinde kullanılan eşyanın anlaşılması gerekmektedir, çünkü Kanun " suçta kullanılan eşya" ibaresi ile, örtülü olarak, sadece failin suçu işlerken kullandığı vasıtaya işaret etmek istemiştir.

3.3.5. Kendisi suç oluşturan eşya
Kanun, 54/4. maddesi hükmünde, “ üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alımı ve satımı suç oluşturan” eşyanın müsaderesini emretmiş bulunmaktadır. Gerçekten, Kanun, ör., esrar, eroin, vb., maddelerin, her çeşit silahın, vs. imalini, bulundurulmasını, kullanılmasını, taşınmasını, alımını ve satımını suç saymaktadır. Bunlar, bu faaliyetlerde bulunan kişilerin davranışlarından bağımsız olarak kanundan ötürü müsadere konusudurlar.
Bunun içindir ki, suç konusu olmayıp sadece müsadereye tabi bulunan eşyanın müsaderesine, sulh ceza hakimi duruşma yapılmaksızın karar verir ( CMK. m. 259 ).

3.3.6. Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi
Kimi zaman bir şeyin sadece bütünden ayrılabilen bazı kısımlarının müsaderesi gerekebilir. Kanun, 54/5. maddesi hükmünde, tümüne zarar vermemek kaydıyla, bir şeyin bir kısmının bütünden ayrılması mümkünse, o şeyin bütününün değil, sadece o kısmının müsadere edilmesini emretmiştir. Öyleyse, ör., içtihatlara da konu olan, yurda kaçak sokularak eski bir otomobilin üzerine monte edilen motorun, tek başına müsadere edilmesi mümkündür. Böyle bir şey mümkün olmadığında, pek tabii, eşyanın tümü müsadere edilecektir.

3.3.7. Paydaş olunan eşyanın müsaderesi
Madde gerekçesinde "müşterek ve iştirak halinde mülkiyete konu eşyanın müsaderesi düzenlenmiştir" denmesine rağmen, Kanun, 54/6. madde hükmünde, eşyaya birden fazla kişi paydaş olduğunda, sadece “suça iştirak eden kişinin payının” müsaderesine izin vermiştir.
Bu demektir ki, Kanun, sözel olarak, sadece müşterek mülkiyeti göz önüne almış, iştirak halinde mülkiyeti ihmal etmiştir; çünkü müşterek mülkiyette, şey üzerinde paylar bellidir, dolayısıyla şey, ayrıca bir işleme tabi olmadan pay sahipleri arasında payları oranında bölünebilmekte; buna karşılık iştirak halinde mülkiyette, her paydaş şeyin her yerinin paydaşı olduğundan, ayrıca bir işlem yapılmadıkça, şeyin paylaştırılması mümkün olmamaktadır.
Norm amacı esas alınarak yorumlandığında, herhalde, böyle bir çelişkili düzenlemenin kabulü mümkün değildir. Medeni Kanunun 24/2. maddesi hükmü karşısında madem daha üstün bir menfaat gerektirdiğinde mülkiyet hakkı kısıtlanabilmektedir, iştirak halinde mülkiyette, iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmasına rağmen, suçu işleyen veya suça iştirak eden kişinin payı yanında, iyiniyetli üçüncü kişilerin payları da müsadere edilebilecektir. Elbette, bu halde, bu kişilerin paylarının değerinin kendilerine para olarak ödenmesine ayrıca karar verilecektir (CMK. m. 265, vd. ).

3.4. Kazanç müsaderesi

3.4.1. Niteliği
Kazanç müsaderesini, Kanun, 55. maddede iki fıkra halinde düzenlemiştir. Gerekçede, "suç işlemek yoluyla kazanç elde edilmesini engelleyecek yaptırım olarak kazanç müsaderesine ilişkin düzenleme yapılmıştır" denmektedir.
Niteliği ne olursa olsun, müsadere, daha önce de belirtildiği üzere, ihlale tepki anlamında müeyyide değildir, ancak suçla ortaya çıkan kriminojen ortamı gidererek, kişilerin ceza hukuku kurallarına uymamasını sağlayan bir güvenlik tedbirdir. Zaten, Kanun, kazanç müsaderesini, güvenlik tedbirleri başlığı altında düzenlemiştir.
Kanun 55. maddenin madde başlığında "Kazanç müsaderesi" terimini, 1. fıkrasında, "maddi menfaatler " terimini kullanırken, aynı maddenin 2. fıkrasında "müsadere konusu eşya veya maddi menfaatler " terimini kullanarak kendi içinde çelişkiye düşmüştür. Ayrıca, Kanunun, bir önceki maddede, madde başlığı olarak "Eşya müsaderesi" ve madde metninde hep "eşya müsaderesi" terimini kullanırken; 55. maddede " Kazanç müsaderesi", " ekonomik değerlerin müsaderesi" terimini kullanması iki şeye farklı anlam yüklediği anlamına gelmektedir. Kanun, "kazancı" "... maddi menfaat" veya bunların değerlendirmesi ile ortaya çıkan " ekonomik kazançlar" olarak tanımlamıştır. Bu tanımın içinde, maddenin 2. fıkrasında yer alan "eşya" yoktur. Öyleyse "eşya", kazanç değildir. Hukuk bir yana, günlük dilde de "kazanç" ve " eşya" farklı anlama gelmektedirler. Kanun koyucu, özensiz davranmış, tabiri caizse "altı kaval üstü şişhane" olan bir düzenleme yapmıştır. Ancak, yakınmak, çözüm değildir. Buna hakkımız yoktur. Öyleyse, normu, tarihi kanun koyucunun iradesinden farklı olarak, amacı esas olmak üzere yorumlanırsa, 2.fıkra hükmünde yer alan " eşya" sözcüğünün, "şey" , "nesne" şeklinde anlaşılması gerekmektedir.

3.4.2. Şartları
Kanun "maddi menfaatler" veya bunların değerlendirilmesi yahut dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan "ekonomik kazançlar" ile suç arasında bir bağıntı kurmuştur. Gerçekten, maddi menfaat veya kazanç, ya " suçun işlenmesi ile elde edilmeli" , ya "suçun konusunu oluşturmalı", ya da "suçun işlenmesi için" sağlanmış olmalıdır.
Suçun işlenmesi ile elde edilen maddi menfaatlerden maksat, madde gerekçesinde yer alan örneklerden anlaşıldığı üzere, kara para aklama, uyuşturucu madde ticareti, kumar, kaçakçılık, vs. yolu ile elde edilen maddi çıkarlardır. Suçun konusunu oluşturan maddi menfaatlerden maksat, herhalde suçun maddi konusu oluşturan şeylerdir. Gerçekten, ör., hırsızlık suçunda suçun maddi konusunu oluşturan şey, dolandırıcılık suçunda, suçun maddi konusunu oluşturan yarar, vs., suçun konusunu oluşturan maddi menfaatlerdir. Suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatlerden maksat, ör., kiralık katil tutma örneğinde olduğu gibi, faile, bir suçu işlemesi için maddi çıkar sağlamaktır.
Kanun, belirtilen yollarla sağlanan maddi menfaatlerin, bu mümkün değilse, bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesini mümkün kılmaktadır. Bu demektir ki, belirtilen biçimlerde suçla bağlantılı olduğu takdirde, ne nitelik kazanırsa kazansın, her çeşit hak, nakdî, aynî değer kazanç müsaderesinin konusudur.
Ancak, belirtilen yollarla elde edilen kazancın müsadere edilebilmesi, yani Kanunun ifadesi ile kazanç müsaderesi kararı verilebilmesi için, "maddi menfaatin suçun mağduruna iade edilmemesi gerekmektedir ". Öyleyse, belirtilen hallerde ortaya çıkan kazanç, suçun mağduruna iade edilebiliyorsa, söz konusu kazancın artık müsaderesi mümkün değildir.
Bazı suçların mağduru belli bir kişi değildir, mağduru gayri muayyendir. Kuşkusuz, bu suçlarda, söz konusu maddi menfaatin, suçun mağduruna iadesine imkan yoktur. Öyleyse, mağduru gayri muayyen suçlarda, suçla elde edilen kazanç, her zaman müsadere konusudur.
Kanun, 55/2. madde hükmünde, müsadere konusu şeye, kanunun ifadesiyle eşyaya veya maddi menfaatlere elkonulamadığı, yahut suçun mağduruna, kanunun ifadesiyle merciine teslim edilemediği hallerde, bunların karşılığını oluşturan değerlerin müsaderesine hükmedilmesini amirdir. Burada, "bunların karşılığını oluşturan değer" ifadesinden maksat, herhalde, hangi " eşya veya maddi menfaat" müsadere edilecekse, o şeyin parasal değerdir. Zaten, madde gerekçesinde de, "karşılığı para tutarının müsaderesine karar verilecektir" denmektedir.

3.5 Çocuklara özgü güvenlik tedbirleri
Kanun, 31.maddesi hükmünde, yaş küçüklüğü halinde " çocuklara ait güvenlik tedbirleri uygulanır" hükmünü amirdi bulunmaktadır. Bu bağlamda olmak üzere, Kanun, 56. maddesi hükmünde, "Çocuklara özgü güvenlik tedbirlerinin neler olduğu ve ne suretle uygulanacakları ilgili kanunda gösterilir" demektedir.
Kanunun ilgili kanun dediği kanun ....tarih ve ... sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulü Hakkında Kanundur. Burada, ayrıntılarına girmek istemiyoruz. Ancak, dikkatlice bakıldığında, bu kanunda da, cezalar, güvenlik tedbirleri ve genel kolluk tedbirlerinin birbirine karıştırıldığı gözden kaçmamaktadır.

3.6. Akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri

3.6.1. Niteliği
Kanun, akil hastalarına özgü güvenlik tedbirlerini, 57. maddede yedi fıkra halinde düzenlemiştir. Söz konusu bu tedbirler, mahiyetleri bakımından, kanunun ifadesi ile “ koruma ve tedavi amaçlı” tedbirlerdirler. Bundan ötürü, onlar, suçlunun sağlık durumuna göre, hakim tarafından geri alınabilen, değiştirilebilen güvenlik tedbirlerdirler.
Akıl hastaları, üç grup olarak düzenlenmiştir. Bunlar, fiili işledikleri sırada tam akıl hastası olan kişiler ( m. 57/1 ), kısmî akıl hastası olan kişiler ( m. 57/6 ) ve uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlısı kişilerdir ( m. 57/7 ).
Haklarında güvenlik tedbiri uygulanacak akıl hastaları, “Yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında” koruma ve tedavi altına alınırlar. Kanun, yüksek güvenlikli sağlık kurumunu tanımlamış değildir. C ve GTİHK., 16. maddesinde Kanunun 57. maddesine göndermede bulunmakta, dolayısıyla bir tanım vermemektedir.Bu durum karşısında, “yüksek güvenlikli sağlık kurumu”, haklarında güvenlik tedbirine hükmedilen akıl hastası kişilerin, esirgendiği, kaçmamalarının sağlandığı sağlık kuruluşlarıdır.

[FONT=Arial]3.6.2. Tam akıl hastaları
Kanun, fiili işlediği zaman tam akıl hastası olan, yani " işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişi" hakkında, sadece "koruma ve tedavi amaçlı olarak " güvenlik tedbirine hükmedilmesini emretmiştir.
Hakkında güvenlik tedbirine hükmedilen akıl hastası, herhangi bir sağlık kurumunda değil, sadece " yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında" koruma ve tedavi altına alınırlar ( m. 57/1).
Kanun, akıl hastası kişinin, koruma ve tedavi altına alınmasını, doğal olarak, belli bir süre ile sınırlı tutmamıştır. Gerçekten, hakkında güvenlik tedbirine hükmedilmiş olan akıl hastası, yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalktığının veya önemli ölçüde azaldığının belirtilmesi üzerine, mahkeme veya hakim kararı ile serbest bırakılabilmektedir ( m. 57/2 ). Burada, mahkeme veya hakimden maksat, herhalde, akıl hastası kişiyi, fiilinden ötürü yargılayan ve hakkında koruma ve tedavi altına alınmasına karar veren mahkeme veya hakimdir.
Sağlık kurulu raporunda, akıl hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından akıl hastası kişinin tıbbî kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, eğer gerekiyorsa, bunun süresi ve aralıkları gösterilmelidir ( m. 57/3 ).
Tıbbi kontrol ve takip, Cumhuriyet savcılığının, raporda belirtilen süre ve aralıklarla, akıl hastası kişiyi, teknik donanımı ve yeterli uzmanı olan sağlık kuruluşuna göndermesi ile sağlanır ( m. 57/4 ).
Kanun, tıbbî kontrol ve takipte, akıl hastası kişinin, hastalığının seyri bakımından toplum için tehlikeliliğinin arttığı anlaşıldığında, hazırlanan rapor esas alınarak, yeniden tedavi amaçlı olarak güvenlik tedbirine hükmedilmesini amir bulunmaktadır ( m. 57/4 ). Bu halde, Kanun, akıl hastası kişi hakkında, 57. maddenin, 1, 2, 3, ve 4. fıkraları hükmünün yeniden uygulanmasını emretmiştir.

3.6.3. Kısmi akıl hastaları
Kanun, 32/2. maddesinde, “birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişinin, cezasız kalmasını kabul etmemiştir.
Tam akıl hastalarından farklı olarak, kısmî akıl hastaları, fiili işledikleri sırada, hastalıkları yüzünden “davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan “ kişilerdir.
Kanun, 57/6. maddesi hükmünde, işlediği fiille ilgili olarak hastalığı yüzünden davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişinin, bu maddenin birinci ve ikinci fıkrası hükmü uyarınca, yüksek güvenlikli sağlık kuruluşuna yerleştirilmesini; dolayısıyla sağlık kurumunca düzenlenen kurul raporu üzerine, mahkeme kararı ile olmak, ayrıca süresi aynı kalmak kaydı ile, o kişinin mahkum olduğu hapis cezasının bir kısmının veya tamamının, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilmesini öngörmüştür.

3.6.4. Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlıları
Kanun, 34. maddede düzenlediği “alkol ve uyuşturucu madde etkisinde olmak” ( m. 34 ) ile 57/7. maddede düzenlediği “alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlısı olmak” hallerinin benzeşmemesine özellikle özen göstermiştir.
Gerçekten, 34. maddenin 1.fıkrasında, irade dışı alınan alkol ve uyuşturucu madde etkisiyle işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez demekte, ancak “bu derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan “ kimse hakkında suskun kalmaktadır. Bu durumda, salt arızî olması nedeni ile anlama ve isteme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye, hem ceza verilmemesi, hem de iyileştirici güvenlik tedbiri uygulanmaması elbette doğaldır. Ancak, akil hastasına ceza verilirken (m.32/2) veya hakkında güvenlik tedbiri uygulanabilirken (m. 57/6 ), isteme, yani davranışlarını yönlendirme yeteneği sadece azalmış olan kişiye ceza verilmemesi veya hakkında güvenlik tedbiri uygulanmama anlaşılır bir durum değildir. “Mefhumu muhalifinden” çıkarılmadıkça, hangi yorum yöntemine başvurulursa vurulsun, Kanunun 2. maddesi hükmünün emri olarak, 34/1.maddenin açıklığı karşısında, yani düzenleme dışı bırakmış olması karşısında, alkol ve uyuşturucu veya uyarıcı etkisi ile fiili işlediği esnada “davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye” ne ceza verilebilecek ne de güvenlik tedbiri uygulanabilecektir. Bir an için hükmün mefhumu muhalifinden giderek, bu kişinin cezalandırılması gerektiği düşünüldüğünde, gene bir çıkmazla karşılaşılmaktadır. Gerçekten, Kanunun 2., 34/1, 61/10. maddeleri karşısında, kişi, neye, hangi esasa göre cezalandırılacaktır ? Soru maalesef cevapsız kalmaktadır. Bu, tarihi kanun koyucunun bir yanılgısıdır, ancak bir kanunla düzeltilebilir.
Kanun, 34/2. maddesi hükmünde, açıkça “iradi olarak alınan alkol ve uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişiye” ceza verilir demektedir. Buna karşılık, Kanun, bundan farklı olarak, 57/7. maddede, “suç işleyen alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlısı kişilere” ceza verilmemesini, iyileştirici güvenlik tedbiri verilmesini öngörmüştür. Bu demektir ki, Kanun, 34. maddede, “ Ceza sorumluluğunu kaldıran ve azaltan nedenler” arasında, eksik de olsa, “arızî” ve “îradî” sarhoşluğu düzenlemiş; her nedense, aynı yerde, “alkol, uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılığını” düzenlemekten kaçınmıştır. Ancak, buna rağmen, 57/7.maddede yer alan düzenlemeden, alkol, uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılığının, isnat yeteneğini tümden ortadan kaldıran bir neden olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılığı, doktrinde, bir akıl hastalığı olarak algılanmaktadır. Bu yüzden, madde bağımlılığının, kanunlarda, akıl hastalığına benzer bir biçimde düzenlendiği görülmektedir. Kanun, her nedense, madde bağımlısını akıl hastası olarak düşünmemiş, kendine özgü bir kategori olarak düşünmüştür. Bu yüzden, Kanun, fiili işlediği sırada derecesi ne olursa olsun, madde bağımlısının, 57/6. madde hükmündeki düzenlemeden farklı olarak, sadece “tedavi altına alınmasını” öngörmüştür.
Gerçekten, Kanun, “suç işleyen alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlısı kişinin, güvenlik tedbiri olarak, alkol yada uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılarına özgü sağlık kuruluşunda tedavi altına alınmasına karar verilir” demektedir.
Bu kişilerin tedavisi, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılığından kurtulmalarına kadar devam eder.
Bunlar, yerleştirildikleri kurumun sağlık kurulunca “bu yönde düzenlenecek rapor üzerine” mahkeme veya hakim kararı ile serbest bırakılabilir.
“ Mahkeme veya hakim kararı” ifadesi, güvenlik tedbirine her ikisi de karar verebilir anlamındadır. Bizce, bu, doğru değildir, çünkü güvenlik tedbirine, hakim değil, mahkeme verir. Tedbir kararını, ancak kararı veren mahkeme kaldırabilir.

3.7. Denetimli serbestlik tedbiri

3.7.1. Mahiyeti
Denetimli serbestlik , 58. maddesinin 6, 7, 8 ve 9. fıkraları hükmünde ifade edilmiştir.
Denetimli serbestlik, bir cezaya mahkum edilmiş olsalar bile, tehlikeliliğin, suçu tekrarlayanlar ve özel tehlikeli suçlular bakımından devam etmekte olduğu esasına dayanmaktadır.
Özel tehlikeli suçlular, itiyadî suçlular, suçu meslek edinen kişiler ve örgüt mensubu suçlulardır ( m. 58/9 ).
Ancak, düzenlemenin odak noktasını tekerrür oluşturmaktadır. Tekerrür, 647 s. Kanundan farklı olarak, Kanunda cezayı artıran bir neden değildir, mükerririn infaz düzenini etkileyen (C ve GTİHK. m. 108 ), ayrıca denetimli serbestlik tedbirini gerektiren bir nedendir.
Kanun, 6/h, i, j. maddesi hükmünde, itiyadî suçlu, suçu meslek edinen kişi, örgüt mensubu suçlunun kim olduğunu açıklamış bulunmaktadır:
İtiyadi suçlu, kasıtlı bir suçun temel şeklini ya da daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerini bir yıl içinde ve farklı zamanlarda ikiden fazla işleyen kişidir.
Suçu meslek edinen kişi, kısmen de olsa geçimini suçtan elde ettiği kazançla sağlamaya alışmış kimsedir.
Örgüt mensubu suçlu, bir suç örgütünü kuran, yöneten, örgüte katılan, örgüt adına diğerleriyle birlikte veya tek başına suç işleyen kişidir.

3.7.2.Suçta tekerrür
Önceden işlenen suçtan dolayı verilen hüküm kesinleştikten sonra yeni bir suçun işlenmesi halinde tekerrür hükümleri uygulanır.
Anca, tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için mutlaka cezanın infaz edilmiş olması gerekmez ( m. 58/1 ). Bu demektir ki, hüküm kesinleşmeden önce, birçok suç işlediğinde, bu suçlar tekerrüre esas olmazlar.
Tekerrürü vurgulayan özellik, kesinleşen bir mahkumiyetten sonra, hükümlünün, kanunda belirtilen süreler içerisinde tekrar bir suç işlemesidir.
Gerçekten, Kanun, " Tekerrür hükümleri, önceden işlenen suçtan dolayı;
a. Beş yıldan fazla süre ile hapis cezasına mahkumiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl,
b. Beş yıl ve daha az süreli hapis veya adlî para cezasına mahkumiyet halinde bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren üç yıl
Geçtikten sonra işlenen suçlardan dolayı uygulanmaz " diyerek ( m. 58/2 ), tekerrürde denetimli güvenlik tedbirinin uygulanmasına bir sınır getirmiştir.
Sürelerin başlama anı, cezanın infaz edildiği tarihtir. Sürelerin başlamasında cezanın infaz edildiği tarihin esas alınması, mükerrirler arasında eşitsizliğe yol açacak niteliktedir. Gerçekten, arızî veya kanundan doğan nedenlerle, cezanın infaz edildiği tarih, ör. özellikle adlî para cezası takside bağlandığında, mükerrirden mükerrire değişebilmektedir. Bizce, doğru olan, süreleri, mahkumiyet hükmün kesinleşmesi tarihinden başlatılmasıdır.

3.7.3. Tekerrürün hüküm ve neticesi
Tekerrür halinde, sonraki suça ilişkin kanun maddesinde seçimlik olarak hapis cezası ile para cezası öngörülmüşse, hakimin takdir hakkı yoktur; Kanun, para cezasına hükmedilmesini emretmiştir ( m. 58/3 ).
Kasıtlı suçlarla taksirli suçlar ve sırf askeri suçlarla diğer suçlar arasında tekerrür hükümleri uygulanmaz. Kasten öldürme, kasten yaralama, yağma, dolandırıcılık, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti ile parada veya kıymetli damgalarda sahtecilik suçları hariç olmak üzere, yabancı ülke mahkemelerinden verilen hükümler tekerrüre esas olmaz ( m. 58/4). Kuşkusuz, istisna genişletilemez.
Fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış kişilerin işlediği suçlar dolayısıyla tekerrür hükümleri uygulanmaz ( m. 58/5 ).
Tekerrür halinde hükmedilen ceza, mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilir.
Mükerrir hakkında, cezanın infazından sonra, ayrıca denetimli serbestlik tedbiri uygulanır (m. 58/6 ).
Mahkeme, mahkumiyet kararında, hükümlü hakkında, hem mükerrirlere özgü infaz rejiminin, hem de cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanacağını belirtir ( m. 58/7 ).

3.7.4. Denetimli serbestlik tedbiri

Kanun, 58/8. maddesi hükmünde, mükerririn mahkum olduğu cezanın infazının ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasının " kanunda gösterilen şekilde" yapılmasını emretmiştir. Ancak, denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması şekli, Ceza Kanununda değil, 5275 s. Kanunun 108/ 4, 5 ve 6. maddesi hükmünde düzenlenmiştir:
" Hakim mükerrir hakkında,cezanın infazının tamamlanmasından sonra başlamak ve bir yıldan az olmamak üzere denetim süresi belirler ". Burada, hakimden, mahkemeyi anlamak gerekmektedir, çünkü Ceza Kanununun 58/7. maddesi hükmünde, denetimli serbestlik tedbirine, hakimin değil, açıkça mahkemenin karar vereceğini belirtmiştir. Tarihi kanun koyucunun her nedense terim birliğine uymakta sıkıntısı bulunmaktadır.
"Tekerrür dolayısıyla belirlenen denetim süresinde, koşullu salıvermeye ilişkin hükümler uygulanır ". Koşullu salıverme, 5275 s. Kanunun 107. maddesinde düzenlenmiştir.
Hakim, mükerrir hakkında denetim süresinin uzatılmasına karar verebilir. Ancak, denetim süresi, beş yıla kadar uzatılabilir.Burada, hakim, yukarıda belirtildiği üzere, mahkeme anlamındadır.
5275 s. Kanun, denetimli serbestliği tanımlamamış, 104/3. maddesi hükmünde, "denetimli serbestlik, yardım merkezleri ile koruma kurullarının kuruluş, çalışma yöntem ve esaslarının ilgili kanununda düzenleneceğini belirtmiş bulunmaktadır.

3.7.5. İtiyadî suçlu, suçu meslek edinen kişi, örgüt mensubu suçlu
Kanun, itiyadi suçluyu, örgüt mensubu suçluyu ve suçu meslek edinen kişiyi tehlikeli görmüş, dolayısıyla haklarında, denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasını öngörmüştür (m. 58/9).
Tedbire mahkeme hükmeder. Mahkeme, "mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra, denetimli serbestlik tedbirinin bu suçlular hakkında da uygulanmasına hükmeder. Kanunun tekerrürü esas alan çözümü, itiyadi suçlu ve suçu meslek edinen kişi bakımından geçerlidir, çünkü bu kişilerin tekerrür için öngörülen süre içerisinde birden çok kez suç işlemeleri mümkündür. Ancak, örgüt mensubu suçlunun, bu sıfatı kazanması için birden çok kez suç işlemesine, yani mükerrir olmasına gerek yoktur. Tabii, böyle olunca, mükerrirlikten bağımsız olarak, "örgüt mensubu suçlunun", suç örgütü kurma suçunun cezasının infazından sonra, denetimli serbestlik altına konulmasına mahkemece hükmedilmesi gerekmektedir.

3. 8. Tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbirleri

3.8.1. Tüzel kişinin güvenlik tedbirinden sorumluluğunun esası
Kanun, özel hukuk tüzel kişilerini, suçun faili saymamasına rağmen ( m. 20/2 ), organı veya temsilcisi kişinin iştiraki ile işlenen suçlarda, suçun tüzel kişinin yararına işlenmiş olması kaydıyla, emniyet tedbirinin muhatabı saymıştır ( m. 20/2, 60 ). Böylece, Kanun, isterse organ veya temsilci kişi olsun, üçüncü kişinin fiilinden, fiilin faili yanında, tüzel kişiyi de sorumlu tutmuş olmaktadır. Gerçekten, tüzel kişiler, ne hukuka aykırı olarak varlık kazanabilirler, ne de karar organlarında kanunun suç saydığı bir fiilin işlenmesine karar verebilirler ( MK. m. 47/2, 56/2, 58, ). Bu tür bir karar yok hükmündedir. Bu durum karşısında, Kanun, tüzel kişiyi, kendi fiilinden ötürü değil, üçüncü kişinin suç oluşturan fiili ile ilişkili olarak güvenlik tedbirinin muhatabı kılınmaktadır. Bu, suç genel teorisi bakımından değil, ayrıca hukukun genel teorisi bakımından çok tartışılacak bir konudur, çünkü bugünün ceza hukuklarında, kimse başkasının fiilinden sorumlu olmaz; açıkçası, “koyun ayağından keçi asılmaz “.
Tüzel kişi hakkındaki güvenlik tedbirleri, izinin iptali ve müsaderedir.

3.8.2. İzinin iptali
Kanun, izinin iptali güvenlik tedbirini, 60/1. maddesi hükmünde düzenlemiştir.
En başta, tüzel kişi, özel hukuk tüzel kişisi olmalıdır. Kanun, kamu hukuku tüzel kişilerini, özel hukuk hükümlerine tabi kamu hukuku tüzel kişilerini, güvenlik tedbirinin muhatabı saymamıştır.
Tüzel kişi, bir kamu kurumunun verdiği izne dayalı olarak faaliyette bulunan bir tüzel kişi olmalıdır. Bu nedenle, tüzel kişinin, tüzüğünde gösterdiği faaliyet alanını bildirilmesi, tüzel kişinin varlık kazanması için bildirimde bulunulması izin değildir.Burada, izin, ilgili kama kurum veya kuruluşunun, tüzel kişinin tüzüğünde gösterdiği faaliyet alanında faaliyette bulunmasına müsaade etmesidir.
İzinin verdiği yetki kötüye kullanılarak, tüzel kişinin organının veya temsilcisinin iştirak etmiş olduğu kasıtlı bir suç işlenmiş olmalıdır. İzinin verdiği yetki, madde gerekçesinde belirtildiği üzere, ör., "uyuşturucu ticaretinden elde edilen gelirlere meşruiyet görüntüsü kazandırmak için bir döviz bürosunun kullanılması halinde" , tüzel kişi döviz bürosunun organı veya temsilcisi kişi tarafından kötüye kullanmış olmaktadır. Kuşkusuz, organ veya temsilcinin işlemiş olduğu suç taksirli ise izinin iptaline hükmedilemez.
Organ veya temsilci, işlenmesine katıldığı suçtan mahkum olmalıdır. Ancak, bu halde, izinin iptaline hükmedilebilir. Cezanın tecili halinde de mahkumiyet mevcut olduğundan, cezanın tecili güvenlik tedbirine hükmedilmesini etkilemez.
Organ veya temsilci, kasıtlı suçu, tüzel kişinin yararına işlemiş olmalıdır. Eğer suç tüzel kişinin yararına işlenmemişse bu hüküm uygulanmaz.
Bu koşulların varlığı halinde, mahkeme, tüzel kişinin faaliyette bulunmasına izin veren idari işlemin iptaline, yani hükümsüzlüğüne, açıkçası ortadan kalkmasına karar verir. Kanun, bunu, " izinin iptaline karar verilir" şeklinde ifade etmiştir.
İzin iptaline karar verilmesi, kanunun ayrıca belirttiği hallerde mümkündür ( m. 60/4 ).Bu demektir ki, Kanun hangi suç için tüzel kişiye güvenlik tedbiri verileceğini öngörmüşse, ancak o suç için izinin iptaline karar verilebilir.

3.8.3. Müsadere
Kanun, 60/2 maddesinde, “Müsadere hükümleri özel hukuk tüzel kişileri hakkında da uygulanır” demektedir. Bu bir gönderme hükmüdür. Kanun, göndermede bulunurken, eşya müsaderesi, kazanç müsaderesi ayırımı yapmamıştır. Eşya ve kazanç müsaderesi için öngörülen şartlar burada da geçerlidir.
Ancak, müsadereye hükmedilebilmesi için, ayrıca, suçun, mutlaka tüzel kişi yararına işlenmiş olması gerekmektedir. İşlenen suçta tüzel kişinin bir yararı yoksa, kuşkusuz, tüzel kişi hakkında müsadereye karar verilemez.
Mahkemenin müsadere kararı vermesi, ancak kanunun öngördüğü hallerde mümkündür (m.60/4 ). Bu demektir ki, güvenlik tedbirine karar verilmesi, her suç bakımından değil, sadece kanunda özel olarak belirtilen suçlar bakımından söz konusu olmaktadır.

3.8.4. Hakimin takdir yetkisi
Kanun, 60/3. maddesi hükmünde, iznin geri alınması veya müsadere güvenlik tedbirinin ağır sonuçlar doğurması halinde uygulanmamasına karar verilebileceğini öngörmüştür. Gerçekten, Kanun, tedbirin uygulanmasının “ işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar ortaya çıkarabileceği durumlarda, hakim bu tedbirlere hükmetmeyebilir” demektedir. Burada, hakimden maksat, mahkemedir. Madde gerekçesinde de mahkemeden söz edilmektedir.
Mahkeme, suçun verdiği zarar ile tedbirin verilmesi ile ortaya çıkacak zararı karşılaştırılmalı, tedbir uygulandığında daha büyük zarar ortaya çıkıyorsa tedbire hükmetmemelidir. Gerçekten, gerekçede de belirtildiği üzere, ör., işletme izninin iptali ile birlikte birçok kişi işsiz kalacak ve bu durum toplumsal bir bunalıma neden olacaksa, daha üstün bir değerin korunması zorunluluğundan ötürü mahkeme tedbir uygulanmamasına karar verebilir.


CEZANIN VERİLMESİ
HESAPLANMASI
TOPLANMASI


1. Cezanın öznelleştirilmesi
Ceza kanunu geneldir, herkes içindir. Kanunda, genel olarak her suç için sabit, belli bir ceza öngörülmüş değildir. Süresizler hariç, cezalar, kanunda, genellikle, aşağı ve yukarı sınırlar arasında gösterilmişlerdir. Bazı suçlarda, ceza, “ …. ‘ dan az olamaz “ şeklinde aşağı sınırı ile gösterilir. Bu halde, cezanın yukarı sınırı, o ceza türü için kanunun genel hükümlerinde belirlediği üst sınırdır. Bazen kanun suçun cezasını “ … cezadan fala olamaz” şeklinde tanımlamaktadır. Bu halde, cezanın aşağı sınırı, o ceza türü için genel hükümlerde belirtilen alt sınırdır. Bazı suçların cezalarının seçimlik olarak gösterildiği görülmektedir. Ayrıca, kanunda, çoğu kez, daha az ceza verilmesini veya hiç ceza verilmemesini gerektiren hallere yer verilmiş bulunmaktadır.
Tüm bu hallerde, hakime, takdir hakkı verilmiş olmaktadır.
Hakim takdir hakkını kanunun gösterdiği usuller ve esaslar içinde kalarak kullanacaktır. Madem hiç bir suç ve suçlu bir başka suç ve suçlu ile örtüşmemektedir, mutlaka bir farklılık arz etmektedir, hakime takdir yetkisinin olması, cezanın her suçlu yönünden öznelleştirilmesi, suça ve suçluya uygun olan cezanın verilmesi, yani bireyselleştirilmesi zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Hakimden istenen, Kanunun koyduğu ölçüler içinde kalarak, takdir yetkisini kullanması; yargıladığı suçun kanunda yazılı cezasını suça ve suçu işleyen kişinin şahsına uydurması, yani nesnel, soyut cezayı, öznelleştirmesi, bireyselleştirmesidir.
Kanun, özel hükümleri arasında, bazı suçlar bakımından, ör. m. 92,147, vs., cezanın bireyselleştirilmesini sağlayan düzenlemelere yer vermiştir.
Ancak, Kanun, cezanın, tüm suçlar bakımından geçerli olan belirleme ve bireyselleştirme usul ve esaslarını, Birinci Kitap, Genel Hükümler, Üçüncü Bölüm, Cezanın Belirlenmesi ve Bireyselleştirilmesi “ genel başlığı altında düzenlemiştir. Bu bölümde, Cezanın belirlenmesi, Takdiri indirim nedenleri ve Mahsup düzenlemelerine yer verilmiştir.
Takdiri indirim nedenleri suçun cezasını azaltan nedenler arasında incelenmiştir. Burada diğer konular incelenecektir.

2. Cezanın belirlenmesi

2.1. Genel olarak
Kanun, cezanın belirlenme usul ve esaslarını, 61. maddede, on fıkra halinde düzenlenmiştir. Yedinci ve 8. fıkralar Kanuna, 29.6.2005 - 5377/7 s. Kanunla, Kanunun yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra eklenmiştir. Bu tarihi kanun koyucunun bir başka özensizlik örneğidir.
Başka kanunlarda, ör, Zanardelli Kanunu, 765 s. TCK., İCK, StGB, vs., benzer bir düzenlemeye rastlanmaktadır. Ancak, bir karşılaştırma yapıldığında, Kanunun 61. maddesi hükmünün, maalesef yeterli açıklıkta, teknik ve estetik değerde olduğu söylenememektedir.

2.2. Temel cezanın belirlenmesi
Kanun, 61/1. maddesi hükmünde, üzerinde cezanın belirlenmesi işleminin yapılacağı, “temel ceza” dediği belli bir cezanın belirlenmesini istemektedir.Ağırlatılmış müebbet hapis ve müebbet hapis cezası söz konusu olduğunda, cezanın aşağı ve yukarı sınırı olmadığından, belirlenecek bir temel ceza yoktur. Kuşkusuz, bunların kendileri temel cezadır. Cezanın belirlenmesi işlemi bunların kendileri üzerinden yapılır. Öyleyse, temel cezanın belirlenmesi, ancak “işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı“ olduğunda mümkün olmaktadır.
Kanun, hakimin, temel cezayı belirlerken, göz önüne almak zorunda olduğu hususları saymış bulunmaktadır. Bunlar, sırasıyla, suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiktir. Kanunun, temel cezayı belirlemede, göz önünde bulundurulmasını emrettiği bu hususlar tahdididir, kıyasla çoğaltılamaz.
Ancak, Kanun, gerekçede, bunların anlamları, kapsam ve sınırları konusunda bir açıklama getirmiş değildir; bilinmeyeni bilinen saymıştır. Böyle olunca, söz konusu kavramların, anlam, kapsam ve sınırlarını belirlerken, eğer kafadan atma düşünülmüyorsa, 765 s. Kanunun yürürlükte olduğu dönemde oluşmuş olan doktrin ve uygulama yol gösterici olacaktır. Bunla birlikte, Kanunun sistemini gözeterek, bazı kavramları açıklamaya çalışmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Madem suçun hukuki konusu ve maddi konusu bulunmaktadır, burada suçun konusunun önem ve değerinden maksat, suçun hukuki konusu değil, maddi konusudur. Suçlar salt tehlike suçları, zarar tehlikesi ve zarar suçları olarak ayrıldığından, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, zarar ve zarar tehlikesinin ağırlığı olarak algılanmalıdır. Temel cezayı belirlemede kusurun ağırlığının göz önüne alınması, kanun koyucunun, kusurluluğun tabiatçı anlayışından çok kusurluluğun normatif anlayışından yana olduğunu göstermektedir. Burada “ kast veya taksire dayalı kusurun ağırlığı” kınanılabilirliğin azlığını veya çokluğunu ifade etmektedir. Failin güttüğü amaç ve saike gelince, amaç herhalde failin suçla elde etmek istediği çıkardır; saik, faili suça iten nedendir.
Kanun, bir nedenin, sadece bir kez göz önüne alınmasını istemektedir. Bunun içindir ki, temel cezanın belirlenmesinde Kanunun göz önüne alınmasını zorunlu kıldığı hususlar, aynı zamanda suçun unsurunu oluşturduklarında, bunlar temel cezanın belirlenmesinde ayrıca göz önüne alınmazlar ( m. 61/3 ). Gerçekten, ör., hırsızlıkta, “malın değerinin azlığı” ( m. 145 ), “suçun konusunun önem ve değeri” ile aynı şey olduğundan, bu husus orada göz önüne alındığı için, temel ceza belirlenirken ayrıca göz önüne alınmayacaktır.

2.3. Cezanın artırılması ve eksiltilmesi
Kanunilik ilkesinin bir sonucu olarak “ kanunda açıkça yazılmış olmadıkça cezalar ne artırılabilir, ne eksiltilebilir, ne de değiştirilebilir” ( m. 61/ 10 ). Bu kural mutlaktır, bir istisnası yoktur. Böyle olunca, doktrinde taraftarı olmakla birlikte, mahkemeler, verdikleri hükmü geri alamazlar.
Cezanın artırılması ve eksiltilmesi temel ceza üzerinden yapılır.
Kanun, kast ile olası kast (m.20/1,2 ), taksir ile bilinçli taksir (m. 22/1,3 ) arasında, ceza bakımından, önemli bir fark yaratmıştır. Gerçekten, Kanun, kasta nazaran olası kasta daha az ceza vermekte, taksire nazaran bilinçli taksire daha fazla ceza vermektedir. Bu özellikten ötürü, Kanun, suçun olası kastla veya bilinçli taksirle işlenmiş olması halinde, cezanın indirimi veya artırımı işleminin, bu maddenin birinci fıkrası hükmüne göre belirlenen temel ceza üzerinden yapılmasını emretmiştir ( m. 61/2 ).
Suç her zaman yalın olmaz; çoğu kez, ağırlatıcı veya hafifletici, yahut ağırlatıcı ve hafifletici nedenlerle birlikte ortaya çıkmış olur. Bir suçun basit, kanunun ifadesi ile temel şekline nazaran daha ağır veya daha az cezayı gerektiren birden fazla nitelikli hallerin gerçekleşmesi durumunda; temel ceza üzerinden, en önce, cezayı artıran nedenler tüketilinceye kadar, bir önceki ceza üzerinden ceza artırılır; arkasından, cezayı indiren nedenler, bir önceki ceza üzerinden, bitirilinceye kadar ceza indirilir ( m. 61/4 ).
Böylece, elde edilen ceza üzerinden, yani “yukarıdaki fıkralara göre belirlenen ceza üzerinden” sırasıyla, teşebbüs, iştirak, zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezadan indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplere ilişkin hükümler ile takdiri indirim nedenleri uygulanarak sonuçta verilecek ceza, kanunun ifadesi ile “sonuç ceza” belirlenmiş olur ( m. 61/5 ). “ Sırasıyla “ dendiğinden, Kanunda belirtilen bu sıraya uyulması zorunludur. Elbette, her indirim, bir önceki ceza üzerinden yapılacaktır.Ancak, burada anlaşılmayan bir durum bulunmaktadır. Fıkra hükmünde sayılan nedenlerin tümünde ceza azaltılırken, iştirak halinde işlenen suçta ve zincirleme suçta her zaman ceza azaltılmamakta, özellikte zincirleme suçta ceza artırılarak verilmektedir. Böyle olunca, 4. fıkra hükmü ile 5. fıkra hükmünü bağdaştırmak zorlaşmaktadır, çünkü 4. fıkra hükmü, suçun nitelikli olması halinde, cezanın temel ceza üzerinden önce artırma yapılmasını, sonra indirme yapılmasını amir bulunmaktadır. Böyle olunca, iki hükmün çatışmaması için, önce varsa 4.fıkra hükmünün öngördüğü biçimde suçun cezasının zincirleme suçtan artırılması, sonra sırası ile teşebbüs, haksız tahrik yaş küçüklüğü vs. nedenlerden indirim yapılması gerekmektedir. Burada, iştirake gelince, 39.maddede öngörülen yardım etmede ve 38/3. madde hükmünde ceza azaltılarak verilmekte, buna karşılık, 37/2 ve 32/2.madde hükmünde ceza artırılarak verilmektedir. Böyle olunca, 4.fıkra hükmüne uygun olarak, iştirakte cezayı artıran nedenler önce göz önüne alınacak, arkasından 5. fıkra hükmündeki sıraya uyularak iştirakte cezayı azaltan haller göz önüne alınacaktır. Gerçekten, ör., bir suç iştirak halinde işlenir, ama teşebbüs derecesinde kalırsa, bundan başka bir çözüm yolunun bulunmadığını düşünüyoruz.
“Süreli hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı bu madde hükümlerine göre verilecek cezanın” süresi otuz yıldan fazla olamaz. Bu, hesaplama sonunda fazla da çıkmış olsa, “süreli hapis cezasını gerektiren bir suçta” verilebilecek cezanın, en fazla cezanın otuz yıl olması demektir ( m. 61/7 ). Kanun “süreli hapis cezasını gerektiren bir suçtan” söz ettiğinden, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda, kuşkusuz bu hüküm uygulanmaz.

3. Adli para cezalarında cezanın hesaplanması
Adli para cezasında, ceza belirlenirken, cezanın artırılması veya azaltılması “gün üzerinden” yapılır. Adli para cezası, belirlenen sonuç gün ile, kişinin bir gün karşılığı ödeyebileceği miktar çarpılarak bulunur ( m. 61/8 ).

4. Hapis cezasında süresinin belirlenmesi
Hapis cezasının süresi, gün, ay ve yıl hesabi ile belirlenir ( m. 61/9 ).
Kanun, bir günü yirmi dört saat, bir ayı otuz gün saymıştır. Yıl, resmi takvime göre hesap edilecektir. Resmi takvim miladi takvimdir. Miladi takvime göre bir yıl üç yüz almış beş gündür.
Hapis cezası için bir günün adli para cezası için bir Türk Lirasının artakalanı hesaba katılmaz. Bu cezalar infaz edilmez.

5. Hürriyetten yoksun kalma süresinin cezadan indirilmesi
Kanun, 63. maddesinde, “ Mahsup “ madde başlığı altında, hakkında verilen hüküm kesinleşmeden önce, ne nedenle olursa olsun, kişinin hürriyetinden yoksun kaldığı sürelerin, hakkında verilen hapis ve adli para cezasından indirilmesini öngörmüştür.
Kişi hürriyetinden yoksun kalınan sürenin hapis cezasından mahsup edilebilmesi, mahkumiyet hükmünün kesinleşmemiş olması koşuluna bağlanmıştır. Bu demektir ki, mahkumiyet hükmü kesinleştikten sonra, artık mahsup mümkün değildir.
Mahsup, hem hapis cezası hem de adlî para cezası üzerinden yapılabilir. Adli para cezası söz konusu olduğunda, bir gün yüz Türk Lirası sayılarak mahsup yapılır.
“ Şahsi hürriyeti sınırlandırma sonucunu doğuran bütün haller “ör., tutma, gözaltına alma, tutuklama vs., mahsubun konusunu oluşturmaktadır. Elbette, söz konusu hallerin ille de yargılanmakta olan suçla ilişkili olması gerekmez. Hürriyetten yoksunluk, yargılanmış, ancak, ör., aklanma, zamanaşımı, af, vs. ile ortadan kalkmış olan başka bir suç isnadı ile de ilişkili olabilir.

6. Cezaların içtimaı
Kanun, 765 s. Kanundan farklı olarak, suçların içtimaı yanında ayrıca cezaların içtimaına yer vermemiştir. Bir tek hükümde birden çok cezaya hükmedilebileceği gibi, birden çok cezaya birden fazla hükümde de yer verilebilir.
C ve GTİHK., 99. maddesinde “ Bir kişi hakkında hükmolunan her bir ceza diğerlerinden bağımsızdır, varlıklarını ayrı ayrı korurlar” hükmüne yer vermiştir. Bundan anlaşılan, Kanunun cezaların içtimaına yer vermemiş olmasıdır.
Ancak, Kanun, bir kişi hakkında başka başka kesinleşmiş hükümler bulunduğunda, 107. maddede öngörülen “ koşullu salıvermenin” sağlanabilmesi amacı ile mahkemeden “ bir toplama kararı istenmesini” öngörmüştür.
Cezaların toplanması gerektiğinde, Kanun, bu konuda hüküm vermeye yetkili mahkemeyi 101/2. madde hükmünde göstermiştir.
Mahkemenin kararına karşı itiraz edilebilmektedir.
Kanun, 107/3 ve 4. maddede, birden çok hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olunduğunda, koşullu salıverilmede, salıverilmede esas olacak süreleri belirlemiştir. Kanun, birden çok mahkumiyetin cezasını içtima ettirirken, hükmedilen süreleri tek tek toplamamış; bazı cezalarla bazı cezalar ve bazı suçların cezaları içtima ettirildiğinde, infaz kurumunda geçirilmesi gereken ve koşullu salıvermede esas alınacak olan itibari süreler tespit etmiştir. İnfaz kurumunda kanunun öngördüğü bu süreler geçirildiğinde, koşullu salıverilme hakkı kazanılmış olmaktadır.

IV
SONUÇ

Kanun, ceza müeyyidesini, bir sistem içinde, açık, anlaşılır olarak düzenlemiş değildir. Gerçekten, ceza müeyyidesi ve güvenlik tedbirleri, ayrı yerlerde düzenlenmiş olmalarına rağmen, "Yaptırımlar" genel başlığı altında birbirine karıştırılmıştır. Kanun koyucunun müeyyideden ve tedbirden ne kastettiği belli değildir.
Söz konusu belirsizlik, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine geçen yoksunlukların niteliği konusunda kuşku uyandırmakta; ceza yerine geçen bu yoksunluklar, cezanın ferdileştirilmesine değil, tersine keyfileştirilmesine yol açmaktadır.
Ertelemenin bilinen yapısı bozulmuş, ceza mahkumiyetini ortadan kaldıran bir neden olmaktan çıkarılmış, sadece cezanın çekilmesini engelleyen bir neden olarak görülmüştür.
Güvenlik tedbirlerine sistemsizlik hakim olmuştur.Suçun faili olmayan, suça iştiraki mümkün görülmeyen tüzel kişinin güvenlik tedbirinin muhatabı olması konusu, ne kuramsal ne de pratik bazda bir çözülme ulaştırılmış değildir. Özellikle müsaderenin tüzel kişiler hakkında da uygulanmasının sıkıntılar yaratabileceği düşünülmektedir.
Cezanın verilmesi ayrı bir tartışma konusudur. Gerçekten 61/5. maddesi hükmünde yer alan indirim sırasının doğru olmadığı düşünülmektedir. Kanun koyucunun, 765 s. Kanunun 29. maddesi hükmünün özrünü göstermeden bu tür bir düzenleme yapması anlaşılır bir durum değildir.