Arama

Türk Ailesi Antropolojisi - Tek Mesaj #10

virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #10
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Sıraç Türkmenleri Hakkında

"Sıraç" Türkmenleri Anadolu'da Tokat, Yozgat (Çekerek), Çorum (Mecitözü) ve Sivas illerinde yerleşmiş bir Türk boyudur. Kan bakımından saf ve katıksız Türk oldukları ve Çin'den Tibet yöresinden geldikleri rivayet edilmektedir. Alevi olan Sıraçlar, bugün bazı geleneklerini yıllardan beri aynen yaşatmaktadırlar.

Bu bölümde Zilelilerle ve Sıraçlı öğretmenlerle yaptığımız görüşmelerden elde ettiğimiz bilgilere yer vereceğiz.

Çekerek ilçesindeki Sıraç köyleri şunlardır: Başalan, Çakır, Çürük, Demircialan, Doğanoğlu, Ekizce, Kamışçık, Ortaoba, Yukarıoba, Sarıköy.

Tokat-Zile'deki Sıraç köyleri ise şunlardır: Acısu, Üçkaya, Karşıpınar, Çayır, Çapak, Armut Alanı, Kuzala, Büyükbultu, Bacul, Kervansaray.

"Sıraç", nur saçan, aydınlatan anlamına gelir.

Bunlara Zile yöresinde Aşiretler deniyor. Özellikle dağlık yörelerde yerleşmişlerdir. Şeriat yasasına karşı çıktıkları için dağlara kaçmışlar. Tozanlı'da Hubyar'a bağlı imişler. Bunların bir de Anaca-Ança Ayşa Bacı kolu varmış.

Sıraçların tarihsel geçmişine ilişkin belgeler henüz bulunmuş değildir.

Sıraç Alevilerinin geçmişi Orta Asya, Horasan'a değin inmektedir. Çevrede anlatılanlara göre, konar göçer taifesinden olan Sıraçlar, büyük bir ayaklanma harekâtına girişmişler, devlet karşısında yenik düşünce sağ kalanlar dağlara sığınarak yerleşik yaşama geçmişler. Adı geçen ayaklanmanın "Baba Ishak isyanı" olduğu sanılmaktadır. 1239 tarihinde Türkmen topluluğu ile devlet güçleri arasındaki bu ayaklanmayı tarihçiler dinsel-siyasal nitelikli ilk Türkmen başkaldırısı olarak nitelemektedirler.

Alevi inanca bağlı Türkmen topluluklarından farklılık göstermektedirler.

Anadolu Türk köy Alevileri arasında ileri taassuplarıyla tanınmışlardır. Fakat bu tutumları günümüzde azalmaya başlamıştır.

Prof. Caferoğlu, Sıraçlar konusunda şunları söylüyor: "Mezhepçe hepsi Şii'dir. Bu yüzden yerli ahalice o kadar sevilmezler. Gelenek olarak Şah İsmail Safevi ananesine bağlı kalmışlardır. Muharrem ayinini büyük bir ilgi ile yaparlar. Aşure çorbasını yapmakta asla kusur etmezler. Aşure, bunlarda Muharrem ayının 12. gününde hazırlanır."

Konukseverlik

Konukseverlik, Sıraç topluluklarının önem verdikleri bir özelliktir. Konuğun o evin bereketini artırmak için Tanrı tarafından gönderilmiş olduğuna inanılır. En iyi yemekler konuğa ikram edilir.

Kadın

Kadınlar da konukla birlikte yarenlik ederler. Kadınlar erkeklerden kaçmaz. Davar güderken, tarlada çalışırken, yün eğirirken, çorap örerken erkekten kaçmaz ve söyleşiye katılırlar. Erkekleri gibi kadınları da iri yan, cesur ve güçlüdürler.

Sıraç kadını çok çalışkandır. Hiç boş durmaz. Yün eğirir, çorap örer, önlüğüne nakış yapar. Giyim kuşamlarına çok düşkünler. Tarlaya çalışmaya giderken bile otantik ve renkli giysilerini giyerler.

Kadın önlükleri adeta bir kilim gibidir, işleme, nakış, oya, gelinin beğenisini, yeteneğini ve zevkini simgeler. Kadına ilişkin en ilginç olan gelenekleri, kadın giyimidir. Kadın giyimi, Orta Asya'daki kadın giyiminin aynısıdır ve bugüne kadar hiç değişmemiştir. Oğuz geleneğidir. 3 peş üç etektir. Ahmet Yasevî'nin dergâhındakilerinin aynıdır. Süse meraklıdırlar. Boncuk takarlar.

Samah Geleneği

Samah burada iki türdür. Kırklar Samahı ve diğeri de, normal Samah'tır. Kırklar samahını erkek kadın birlikte oynar. Oynayanların olgun insan olmaları gereklidir.

Sıraçlar Samaha Semah, zemah, zamah ve zamak derler. Toplantılarına "Cem", "Ayin-i Cem", "Âyin", şeyhlerine "Dede", saz çalanlarına "Aşık", bazı yerlerde "Zakir" denir. Samahı yönetene "Gözcü baba", söylenen parçalara "Nefes", Dede'nin söylediklerine "Nutku Mürşit" derler.

Onlar da 12 hizmet tanırlar.

Samah son hizmettir. Önce mihraçlama oynanır, en yaşlı iki kadın, iki erkek ayakları çıplak, başları açık, bellerine peşkir bağlamış olarak "Hû hû meydan'ı Alidir", diyerek ağırlama oynarlar, dedenin önünde eğilirler, dede onlara dua eder, dedenin dizini öperler, onun müsaadesiyle yerlerine otururlar, arada dede onlara nasihatlar verir: "Kimsenin hakkını yemeyin, kimsenin arkasından konuşmayın, borcunuzu ödeyin" gibi nasihatlarda bulunur. Başlarını secdeye koyarlar. Allah Allah diye bağırırlar.

Çocuk

Çocuğa büyük değer verilir. Kız erkek ayırımı yapmazlar. Kız çocuklarına daha çok çiçek adları koyarlar. Gelincik, zambak, sümbül, lale gibi.

Dinsel anlamı olan Arap adlarını çocuklarına vermezler. Arapça kelimeler kullanmazlar. Tüm kelimeleri Türkçedir.

Cem âyininde toplu olarak ibadet yapılır (Ayin-i Cem). Kadın, erkek ve çocuk hepsi katılır.

Oruçtan önce, kadına, kocasından memnun olup olmadığı sorulur, ibadette insanı insan olarak görmek söz konusudur.

Özel bir yargılama getirmişlerdir. Hiçbir kültürden etkilenmemek onlarda bir ilkedir.

Kimsenin kimseden kaygı duymaması, kimsenin kimseden korkmaması istenir. Herkes toptan sorgudan geçirilir. "Rıza suyu" içilir.

Cezalar manevi olarak verilir. Örneğin bir yıl küsülür, konuşulmaz. Büyüğü annesi, emsali kardeşi sayılır.

Toplu kurban kesme gelenekleri Şamanizm etkisidir. Ateş duası (aydınlık, ihtiyaç), toprak (bereket) duası, su duası yapılır.

Oruç, Kerbelâ olayını protesto için kısa tutulur. 12 gün Muharrem, 9 gün Aşure, 7 gün Hıdırellez orucu var. Bu üçünden biri tercih edilir. Son gün toptan yemek yenir. Herkes bir şey getirir.

Dedeler Peygamber soyundan sayılır. Dedelerin bazıları Hacı Bektaş'ı ulu kabul eder.

Evlenme Gelenekleri

Düğünlerinde davul zurna yoktur. Genellikle saz çalınır.

Çaldıkları saz kopuzun geliştirilmiş şeklidir. Altın, gümüş gibi ziynet eşyası kullanmak da yoktur. Düğünler ağır masraflı değildir.

Evlenmede "başlık parası" almazlar. Yalnız anneye bir miktar "süt hakkı" verilir. Kızı kaçırma (anlaşarak) yoluyla evlenme yaygındır. Az düğün yaparlar. Erken evlenme görülür, içten evlenirler.

Sıraçlarda toplumculuk düşüncesi egemendir. "Ben" yok "biz" vardır.

İnsanı hayvanlaştırmak anlamına gelen ayı, eşek diye küfür edilmez. Ayıp sayılır. Ayıya "eli büyük", eşeğe "gülük" derler.

Özel selamlaşma işaretleri vardır. Eşiğe basmazlar.

Atı çok severler. Hazreti Ali'nin yadigârı at bulunan yerde yoksulluk olmaz derler. Rakı, şarap gibi içkileri içerler.

Hırsızlık yapmazlar. Kimsenin aleyhinde bulunmazlar. Muaviye'ye lanet ederler. Birine kızınca "melun Muaviye", "kâfir Muaviye" derler. Suniyi "Yezid" olarak tanırlar. Kadına insan olarak değer verdikleri, Anaca koluna mensup olanların Ali'yi Allah, Muhammed'i de Ali'nin veziri bildiklerini rivayet edenler olmuştur.

Temizliğe Dikkat Etmemek

Sıraçların Zile'de temiz olmadıkları, dağlı oldukları, fazla yıkanmadıkları, temizliğe dikkat etmedikleri konusunda yaygın bir kanaat vardır. Bu tutumlarının tarihsel bir nedeni olduğu belli. Bir grup insan, tarihte susuz kalmışlar, şimdi biz neden bol bol su kullanalım diyorlar.

Kerbelâ olayında bir grup insan susuz kalmış.

Tarihte, Yezid'in komutanı Hür, Hz. Hüseyin'in yanındakilerin ondan ayrılmamaları üzerine onları susuz bir yere yürütür. Burası tarihte Kerbelâ adıyla geçmiştir. Kerbela'da çöl ortasında susuz kalmış bir grup insan susuzlukla yapılan işkencenin korkunçluğunu yaşamışlardır.

Sıraçlar 1974 yılında Zile'ye indiler. Dağ köylerinden artık büyük kentlere gelmektedirler. Kuşkusuz bu husus bir değişimdir.

Ölü yerinde mum yakılıyor. Büyük ağaçlara çapıt bağlama geleneği var (Şamanist etki). Dedeler dağ köylerinde kendi çıkarları için etkileyerek onların kentlileşmesine engel olmuşlar. Hz. Ali camide şehit olduğu için camiye gitmiyorlar. Bu nedenle köylerinde cami yoktur ve genelde namaz kılmamaktadırlar.

Köyde tezek yakarlar. Kente geldiklerinde oraya uyum sağlıyorlar. Lükse kaçmadan, normal evlerde oturmaktadırlar. Mum yakmak, evliyalara taş yapıştırmak Şamanist etkilerdir. Kerbela'da susuz kalmışlar. Ağıtları da var.

Sünniler onları dindar olmamakla suçlamaktadırlar.

Ali'yi çok sevdiklerinden "Ali" ismi çok onlarda.

Erkekler 30-40 yaşından sonra sakal bırakırlar. Yalnız bu, dindarlık değil, olgunluk belirtisi olarak kullanılıyor.

Görüldüğü gibi Sıraçlar, normal Alevilerden kültürleri yönünden bazı farklılıklar göstermektedirler. Bu farklılıkları daha çok tarihsel, dinsel ve yerleşim birimlerine bağlamak gerekir.