Arama

Almanya ve Almanya Tarihi - Tek Mesaj #12

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
14 Mayıs 2016       Mesaj #12
Safi - avatarı
SMD MiSiM

1250-1493 DÖNEMİNDE ALMANYA:


Hohenstaufen hanedanının sonu. 1250’de II. Friedrich’in, 1254’te de oğlu IV. Konrad’ın ölümü, Hohenstaufenlerin gücünün Almanya ile Napoli ve Sicilya birleşik krallıklarında kaçınılmaz biçimde azalmasına yol açtı. Konrad’ın Napoli ve Sicilya’nın vârisi olan oğlu Konradin, yaşı küçük olduğu için Almanya’da arınesinin yanında kaldı. Her iki krallığın yönetimini de ele alan amcası Manfred (Manfredi) 1258’de taç giyerek resmen Konradin’in yerine geçti. Manfred’ in Fransızlara yenilip öldürülmesinden sonra Almanya’daki yandaşlarını toplayan Konradin, İtalya krallıklarına egemen olmak istediyse de bunda başarı sağlayamadı. Roma’ya doğru kaçarken tutsak edildi, ihanetle suçlanarak Napoli’de idam edildi.
Yönetim boşluğu (Interregnum) dönemi. Almanya’da II. Friedrich’in ölümüyle Büyük Interregnum diye anılan yönetim boşluğu dönemi başladı (1250-73). Bu, bir iç kargaşalıklar ve siyasal sorunlar dönemiydi. Thüringenli Heinrich Raspe (hd 1246-47) ve HollandalI Wilhelm (hd 1247-56) papanın onayı ile kral seçilmişlerdi. Krallığı önce yalnız Aşağı Ren Bölgesinde tanınan Wilhelm 1252’de Braunschweig’lı Elisabeth’le evlendikten sonra Kuzey Almanya’da akraba olduğu prenslerce de tanındı. IV. Konrad ölünce Almanya’da rakibi de kalmadı. Gücünün giderek artması, kiliseye bağlı elektör prenslerin vesayetinden kurtulup kendini bütünüyle hükümdarlık politikalarına verebilmesini sağladı.

Papa IV. Alexander, Hohenstaufen hanedanından birinin seçilmesini yasaklamanın ötesinde tahta kimin geçeceğine karışmadı. Bu konuda ağırlık, kendi çıkarlarını ön planda tutan bir grup etkin Alman prensinin elindeydi. Bunların hiçbiri, kendi bağımsızlıklarını kısıtlayacak güçte bir kraldan yana değildi. Sonunda İngiltere kralı III. Henry’ nin kardeşi Richard kral olarak taç giydi. Richard Köln ve Mainz başpiskopostan ile Pfalz elektörü ve Bohemyalı II. Otokar’ın desteği ile seçilmişti. Ama üç ay sonra, İtalya’daki varlığını sağlamlaştırmak için imparator olmak isteyen Kastilyalı X. Alfonso, Trier başpiskoposunun, Saksonya dükünün, Brandenburg kontunun ve saf değiştiren II. Otokar’ın desteğiyle kral seçildi.
Bu arada her iki kral da dikkatlerini kendi ülkelerindeki aristokratlar arasındaki çalkantılara yöneltmişlerdi. Richard Almanya’ya dört kısa ziyaret yaptı. Alfonso ise Almanya’ya hiç gitmedi. Ama ikisi de kral seçilmelerinin onaylanması için papaya başvurdular. Papa, birinci seçimi yasal sayarak Richard’ın krallığını onayladı.
Habsburg ve Lüksemburg hanedanlarının yükselmesi. 1272’de Richard ölünce papa elektör prensleri harekete geçirerek Kutsal Topraklar’ın geri alınması için yapılacak yeni bir Haçlı seferini destekleyecek bir Alman hükümdarının seçilmesini sağlamaya çalıştı. Kralın çok da güçlü olmasını istemeyen prensler, Habsburg hanedanından Rudolfu seçtiler (1273). Rudolf, Bavyera’nm Wittelsbach ailesini yanma alarak Avusturya ve Steiermark düklüklerini sahipsiz ilan etti ve ikisini birlikte oğullan Albrecht’le Rudolf a verdi (1282). Elde edilen bu kazançlar Habsburglan, mülk sahibi prenslerin en önemlileri arasına sokarken, siyasal ağırlık merkezinin Ren Bölgesinden Doğu Almanya’ya kaymasına da yol açtı. Ama Habsburgların gücünün gittikçe artmasına kızan elektör prensler, krahn 1287’de büyük oğlu Albrecht’in, 1290’da da küçük oğlu Rudolf’un seçilmesini güvenceye alma girişimlerine karşı çıktılar.

Rudolf 1291’de ölünce, miras yolu ile geçen bir Habsburg monarşisi tehlikesini önlemek isteyen elektörler, onun yerine Nassau kontu Adolfu seçtiler. Tek varlığı Lahn Irmağının güneyindeki küçük bir prenslik olan Adolf, Ingiliz-Fransız Savaşı’nda her iki tarafa da askeri destek vaat ederek aldığı paralarla mali gücünü artırdı. Meissen’i ele geçirdiken sonra 1295’te Thüringen’i satın alarak kendini seçenlere karşı daha bağımsız davranabilecek duruma gelebildi. 23 Haziran 1298’de elektör prenslerden beşi, ülkeyi yönetmekten aciz ilan ettikleri Adolfu azlederek ertesi gün yerine AvusturyalI Albrecht’i geçirdiler.

Tahta Habsburg hanedanından bir kral seçmekle elektörler kendilerini tehlikeye atmıştı. Yeni kral, ardındaki Avusturya topraklarının sağladığı zengin kaynaklar nedeniyle kendinden önce gelenlerin hepsinden hem daha güçlü, hem de daha acımasız olmuştu. Elektör prenslerin bazı komplolarını bozduktan başka, 1303’te papalığa o zamana değin görülmemiş biçimde feodal bağlılık yemini ederek karşılığında seçimini onaylattı; böylece prenslere karşı üstünlüğünü daha da pekiştirdi. Bir süre için elektör prensleri denetimi altına aldı, papalığı yumuşattı ve İtalya’ya müdahaleden vazgeçti. Elektör prensler Alman krallığı üzerindeki etkili konumlarım ancak Aİ brecht’in öldürülmesinden sonra yeniden elde ettiler.
Ad:  almanya17.jpg
Gösterim: 474
Boyut:  32.6 KB
Heidelberg Şatosu, 14. yy

Albrecht’in sert tutumundan kurtulan prensler, kendilerine bir efendi gibi davranmak yerine hizmet edecek bir kral aramaya giriştiler. Sonuçta Trier başpiskoposunun aday gösterdiği kardeşi, 1308’de VII. Heinrich adıyla tahta çıkarıldı. Lüksemburglu olan bu hanedan büyük toprak sahibi değildi. Heinrich elde ettiği konumu kullanarak hemen mülklerini artırmaya başladı. 1310’da da onun emri ve yerel toprak sahiplerinin de onayıyla Bohemya krallığı oğlu Joharın’a verildi. Böylelikle Habsburglarla birlikte Lüksemburg çıkarlarının merkezi de doğuya doğru kaymaya başladı. Ama Heinrich, Habsburg soyundan öncellerinden farklı olarak, imparatorluğun İtalya’ daki eski egemenliğini canlandırma düşleri de kuruyordu. 1310-13 arasındaki İtalya seferi çok parlak başladı ve Heinrich 1312’de Roma’da Kutsal Roma-Germen imparatoru olarak taç giydi. Ama Alman egemenliğinden duyulan geleneksel korku, İtalyan devletlerinin direnişine yol açtı. Heinrich’in papalık fiefi olan Napoli Kralhğı’m zapt etme hazırlıklarından ürken papa, onu aforozla tehdit etti. 1313’te Heinrich ölürken, yeni bir papalık-imparatorluk çatışması kaçınılmaz gibi görünüyordu.

Prensler ve bölgeciliğin gelişmesi. Almanya’da Hohenstaufen etkisinin zayıflaması ve hanedanların sık sık değişmesi ruhban sınıfından olan ve olmayan bütün bölgesel prenslerin güçlerinin artmasına elverişli bir ortam yaratmıştı. Krallık yetkilerinin prenslerin egemenlik alanlarında doğrudan uygulanabilmesi gittikçe olanaksız hale geldi. Prensler kaleleri ve_geçit hakkı alman duraklan artırmakta, madenleri işletmekte, para basmakta ve imparatorluk mahkemesinde temyiz edilen davalar dışındaki uzlaşmazlıkları çözmekte özgür oldular. Prensliğin din adamları, soylular ve kentlilerden oluşan üç zümresi de bu ortamı fırsat bilerek hoşnutsuzluklarını belli etmeye ve prenslere akıl öğretmeye başladılar. Böylelikle ortaya çıkan sınırları az çok belirli bölgesel devletçik prensle zümrelerin ikili yönetimi altına girdi. Güç dengesinin bu iki odak arasında gidip gelmesi, bölgesel devletçiğin gelişme çizgisini önemli ölçüde etkiledi.

14. yüzyılın anayasal çatışmaları. VII. Heinrich’in ölümü, sonucuna karşı çıkılan yeni bir seçime ve bir iç savaşa yol açtı. Elektör prenslerin yeniden zayıf bir kontu kral yapma isteğini, seçimin kendi adayları arasından yapılmasında direten Habsburg ve Lüksemburg hanedanları engellediler. Habsburg yanlısı çoğunluk Avusturya dükü III. Friedrich’i (Güzel) seçti. Azınlık ise VII. Heinrich’in oğlu Joharın’ı seçtirmekten vazgeçerek, çok daha güçlü bir aday olan Wittelsbach hanedanından Bavyera dükü Ludwig’e destek oldu. Seçim geleneğinde henüz çoğunluk ilkesi yoktu. İtirazlı durumları sonuçlandırma yetkisi o sırada boş olan papalık makamına aitti. Sonunda iki taraf sorunlarını zor kullanarak çözdüler. Mücadeleyi 1322’de Ludwig kazandı, ama bu papalıkla uzun süren bir anlaşmazlığın başlangıcı oldu.

Papalık, seçimleri onaysız olduğu sürece geçersiz sayıyor, Ludwig ise çoğunluğun desteğinin unvanını yasal kıldığını, papalık onayına gerek olmadığını savunuyordu. 1338’de altı elektör Rhens Bildirgesi’yle Ludwig’in yanında yer aldı; Frankfurt’ta toplanan bir sonraki meclis de çoğunluk ilkesini imparatorluk yasası olarak benimsedi. Buna karşılık Papa VI. Clemens 1343’te Bohemya tahtının vârisi Lüksemburglu Karl’la ilişki kurarak, onu Ludwig’in yerine Alman tahtına geçirme hazırlıklarına girişti. Elektör prensler de birer birer Ludvvig’i tutmaktan vazgeçmeye başladılar. Papa yeni bir seçimin yapılmasında diretirken 1346’da Ludwig’in yanında yalnızca iki elektör kalmıştı. Öbür beş elektör 11 Temmuz’ da Rhens’de toplanarak Karl’ı kral seçtiler.
IV. Kari iç savaşa dönüşen seçim anlaşmazlıklarının Alman siyasal yaşamının 1198’den beri süregelen bir hastalığı olduğunu, Alman monarşisinin sağlamlığının büyük ölçüde bölgesel prenslere, özellikle de elektör prenslerin işbirliğine bağh olduğunu görmekte gecikmedi. 1355’te Kutsal Roma-Germen imparatoru olarak taç giyip ülkesine dönünce, Alman zümreler meclisinin de (Diet) onayı ile temel bir anayasal belge çıkarttı. Üstündeki altın mühürden dolayı bu belge Altın Ferman adıyla anıldı. Karl’ın iki temel amacı, gelecek seçimlerde anlaşmazlık alanını daraltmak ve elektörlerle olan bağlarını güçlendirmekti. Her zaman oybirliğini sağlamak çok güç olduğundan Rhens Bildirgesi’nde benimsendiği gibi çoğunluk oyu geçerli kabul edildi. Kilise dışı elektör prenslerin topraklarının bölünemeyeceği ve yalnızca en büyük erkek çocuğa kalabileceği kabul edilerek, elektörlük hakkının kime geçeceğine ilişkin sorunlar çözüldü. Elektör sayısı yedi olarak korundu; Mainz, Köln ve Trier başpiskoposları ile Ren-Pfalz kontu, Bohemya kralı, Brandenburg sınır kontu ve Saksonya dükü yedi elektörü oluşturdu.
Altın Ferman elektörlerin kendi sınırlan içindeki güçlerini çok artırdı ve imparatorluk içinde onlara geniş ayrıcalıklar tanıdı. Elektörlere öykünen öbür bölgesel prensler de aynı ölçüde bağımsızlık kazanma mücadelesine giriştiler.

IV. Karl’m gücü temelde, Lüksemburg hanedanının elinde bulunan ve Brandenburg’un da satın alınmasıyla (1373) büyük ölçüde genişleyen topraklardan geliyordu. Alman tahtı bir saygınlık ve etki kaynağıydı; ama gelir ve toprak açısından Karl’ın doğu ve kuzeydoğudaki mülkleriyle karşılaştırılamazdı. Elektörlere tanınan ayrıcalıklarla dolu olan Altın Ferman, azalan taht topraklan, yetersiz gelir, bir ordunun ve uzman memurların olmaması gibi monarşinin temel sorunlarından hiçbirini ele almamıştı.
Mali sorunlar çok ciddiydi ve öteden beri süregeliyordu. 1198-1257 arasında yaşanan sorunlu seçimlerde destek kazanmak amacıyla krallık toprakları ve hâzinesi cömertçe dağıtılmıştı. Rudolf zamanında imparatorluk kentlerine ağır vergiler konmuş, Avusturya almana değin gelirlerin önemli bölümünü bu kentler sağlamıştı. Ama Rudolf’ tan sonraki hükümdarlar zaman zaman bunları yerel prenslere ipotek ettiği için, vergileme hakkı da kalmamıştı.
Alman krallarının topluma barış getirme vaadi bir türlü gerçekleşmiyordu. Zaten ellerinde barışı sağlayacak kurum ve olanaklar da yoktu. Bu işlev giderek bölgesel kent birliklerince ve yerel prenslerce yerine getirilmeye başladı. Kısacası Alman kralları aynı zamanda hem feodal süzeren, hem kilisenin koruyucusu, hem de barışın bekçisi olma gibi üçlü rollerini giderek yitiriyorlardı.

Prenslerin sürekli yükselişi. 1378’de IV. Kari öldüğü zaman Almanya’nın prensliklere ayrılması oldukça ileri bir aşamaya ulaşmıştı.
Güney Almanya’da, Schwaben’deki Hohenstaufen düklüğünün dağılması, asıl topraklan Alsace, Breisgau, Vorarlberg ve Tirol’de bulunan Habsburglara büyük üstünlük sağladı. Rudolf’un 1282’de Avusturya ve Steiermark’ı almasıyla Habsburg topraklan iki katınmın üzerine çıkmıştı. Habsburglarm kuzey komşulan ve rakipleri olan Württemberg kontları, 1495’te düklük statüsüne yükseldiler. Baden sınır kontlan ise daha çok topraklarını güneye doğru genişletmeye çalışıyorlardı. Bu üç büyük birimin içinde her an evlenme, satın alma ya da çatışma yoluyla varlıklarını kaybetme kaygısında olan daha küçük beyler yer alıyordu.
Orta Almanya’da Wettin hanedanından Meissen kontları güney bölgelerini sürekli zorlayarak 1423’te Saksonya elektörlüğünü ele geçirdiler. Batıda ise 1263’te aldıkları Thüringen’i tahta bırakmamayı başardılar. Hessen kontlan, güçlü komşularla çevrili
olmakla birlikte, Wettin hanedanından toprak almayı başardılar. Hessen’in doğu ve güneyindeki Ren Bölgesi Mainz, Trier ve Köln başpiskoposları gibi büyük dinsel prenslerin ülkesiydi. Ayrıca dört tane elektörlüğü içeren bu bölge siyasal bakımdan çok önemliydi.
Doğuda Mecklenburg Düklüğü iyice İskandinav sorunlarının içine çekilmişti. 1363’te de Albrecht ile İsveç’te yeni bir kraliyet hanedanı başladı. Brandenburg elektörlüğü 1415’te Nürnberg kontu Friedrich’e verildi. Bohemya Krallığı’nm, Lüksemburg egemenlik alanının merkezi olma konumu sürüyor, gümüş madenleri de krallık gelirlerinin artışına önemli katkıda bulunuyordu. Bu bölgede Slavların Alman azınlığın ekonomik ve kültürel etkilerine duyduğu tepki gittikçe arttı ve monarşi için huzur bozucu bir düşmanlık haline geldi.

Çeşitli prenslik topraklan içinde prenslerin otoritesi tam olarak kurulmamıştı. Çoğu kez prenslikler birbirinden kopuk toprak parçalarına yayılmıştı ya da dağınık bütünler oluşturuyorlardı. Her yerde daha alt kademelerdeki soylular, prensin gücüne karşı çıkıyor, haklarını ve /teflerini korumak için birlikler oluşturuyorlardı. Özyönetimli kentler de prenslerin karşısına çıkıyordu. Bu durumda prenslerin yetkilerini kullanma çabaları, muhalefetin birleşmesine, düşmanlıkların doğmasına yol açıyordu.
Bu arada ruhban olmayan büyük prensler, topraklarını yalnızca en büyük oğullarına bırakmak yerine eski Germen geleneğine göre bütün oğulları arasında bölüştürmekte direndiler ve kendi güçlerini sarstılar. Katedral kurullarınca seçilen ruhban prensler arasında sorun ise dinsel nedenlerle evlenememeleri sonucunda vârislerinin olmamasıydı.

Kentler ve prensler arasında sürtüşme. IV. Karl’ın hükümdarlığı döneminde elektör prensler, Lüksemburg hanedanının bir monarşiye dönüşmesini önleme kaygısıyla, çok da istekli olmadıkları halde oylarını Wenzel’e (Wenceslas) verdiler. Öbür prenslerin çoğu da bu kaygıyı paylaşıyordu.
Wenzel (hd 1378-1400) babasının güçlü yönetiminin ardından ortaya çıkan pek çok sorunu devralmıştı. Kaba bir insandı; genellikle içkili dolaşıyordu. Zamanının çoğunu Bohemya’da geçirmesi, Almanya’nın sorunlarıyla yeterince ilgilenmediği görüşünün yayılmasına yol açmıştı. Bunun sonucunda prensler, kentler ve soylular arasındaki sürtüşmeler açık bir savaşa dönüştü.
Bu çatışmaların arkasında uzun zamandır var olan sorunlar yatmaktaydı: Kırsal nüfusun toprağa bağımlı yaşamaktansa kentlerin özgür havasına kaçması, işgücünü azaltıp gelir akışını aksatıyordu. Kırsal kesimde kalanlar da komşu kentlerin koruma ve yönetimini benimseyerek kendilerini ve topraklarını beylerin denetimi dışında bırakıyorlardı. Kentler ise bir ölçüde kırsal üretimin kentlerdeki loncalarla rekabet etmesini önlemek amacıyla, etki alanlarını yerel beylerin zararına genişletmeye çalışıyorlardı.

İkinci temel sorun, feodal beylerin kendi topraklarından geçen kent mallarından geçiş ücreti almakta direnmeleriydi. Aslında yol ve ırmaklardan geçiş için alman ücretler, tüccarlarla mallarının güvenliğinin sağlanmasının karşılığı idi. Ama yol boyunca durak sayısının, dolayısıyla geçiş parasının artırılması ticareti engelliyor, birçok anlaşmazlığın doğmasına ve beylerin mallara el koymasına yol açıyordu.
Bunalımın üçüncü ve en önemli nedeni Wenzel’in izlediği mali politikada yatıyordu. Bohemya’dan elde edilen gelirler çok olmakla birlikte bunlar büyük oranda Wenzel’in seçilmesini sağlayanlara aktarılmış, yeni kaynak sağlamak için de imparatorluk kentlerine ağır vergiler konmuştu.
4 Temmuz 1376’da Schwaben’deki 14 imparatorluk kenti, Ulm ve Konstanz kentlerinin öncülüğünde toplanıp adil olmayan vergilere karşı durmak amacıyla bir birlik oluşturdular. 1385’e gelindiğinde Schvvaben Birliği’nde 40 üye toplanmıştı ve bunlar Alsace, Ren Bölgesi ve Saksonya’daki benzer ittifaklarla bağlantı içindeydi. Katılanların sayısı arttıkça Wenzel’in başlangıçta birliğe duyduğu düşmanlık da azaldı, birliği resmen değilse de sözlü olarak onayladı. Resmî onayın prensleri kızdıracağından korkuyordu; ayrıca Altın Ferman’da, bütün kent birliklerinin yasadışı olduğuna ilişkin bir madde vardı. Ağustos 1388’de Schwaben ve Franken prensleri, Schwaben Birliği’nin çoğu paralı asker olan güçlerini Stuttgart yakınlarında kuşattılar. Bunu izleyen kuşatmalara kentler başarıyla direndi; ama bu olaylar onların ekonomik durumunu sarsmıştı. Uzayan mücadele, prenslerin kaynaklarını da zorluyordu. 1389’da Wenzel işe karıştığında her iki taraf da barış yapmaya hazır duruma gelmişti. Sonunda kent birlikleri dağıtıldı.

Wenzel’in başlangıçta kentleri desteklemesi, elektörlerin gözünden düşmesine neden oldu. Tahttan uzaklaştırılması için çeşitli yollar önerilmeye, hatta denenmeye başladı. 1399’da elektörler Wenzel’i azletmek niyetinde olduklarını açıkça ilan ettiler. Bu kez de onun yerini kimin alacağı konusunda önemli görüş ayrılıkları çıktı. Sonuçta, çoğunluğu ancak kendi oyuyla sağlayabilen III. Ruprecht seçildi.
1400-10 arasında tahtta kalan Ruprecht, Alman monarşisinin gücünü canlandıracak beceriden ve kaynaklardan yoksundu. Prenslerin ve kentlerin onu tanıması zaman aldı. Bir kralı ancak papanın azledebileceğini iddia eden papa da Ruprecht’i onaylamayı geciktirdi. Wenzel’e karşı düzenlediği sefer Prag surlan önünde yenilgiyle sonuçlanan, tacı papanın elinden giyme hayali ile gittiği İtalya seferinden eli boş dönen kral için en büyük tehlike ise Ren elektörleriyle ilişkisinin bozulmasından kaynaklandı. 18 Mayıs 1410’da Ruprecht ölünce, çok yaklaşan iç savaş da önlenmiş oldu.

Yeni kral seçimi gündeme gelince, güçlü Lüksemburg hanedanının kendilerinden olmayan bir adaya karşı çıkacağı anlaşıldı. Dört elektörün, adaylarının değişmesi koşuluyla Lüksemburglu bir kralın seçilmesini onaylamaları üzerine 20 Eylül 1410’da Wenzel’in kardeşi Sigismund seçildi. Bundan 11 gün sonra ise başka bir grup da Wenzel’in kuzeni Moravyalı Jost’u kral seçti. Jost ertesi yıl ölünce Sigismund tartışmalı unvanına yeniden kavuştu.
Sigismund enerjik, çok yönlü ve akıllıydı. Ama uzun yılların deneyimleri bile yeni tasarılara yönelmekteki aceleci tutumunu törpüleyemedi; mali konulardaki yeteneksizliği çevresini her zaman şaşırttı. Kişisel gücünü artırma ve hanedanına servet kazandırma hırsıyla dolu Sigismund’un kafasında öncelikle kendi krallığı Macaristan ve daha sonra ele geçirdiği Bohemya yer alıyordu; bunlar sürekli olarak Almanya’ya ilişkin konuların önüne geçiyordu.
Hus anlaşmazlığı. Sigismund’un Almanya’dan uzun süreler uzak kalmasının bir nedeni de Bohemya’daki Hus sorunuydu. Bohemya’daki Çek Kilisesi kendine özgü bir kimlik kazanmış ve uygulamalarında büyük ölçüde özerk davranmaya alışmıştı. Dinsel konulardaki bu bağımsızlık ruhu 14. yüzyılda Çekler arasında yavaş yavaş kendini gösteren bir milliyetçilik duygusuyla birleşmeye başladı. Bu duygu Alman azınlıktan nefret etmek gibi olumsuz bir biçime yöneldi. Bohemyalı din adamlarının lüks düşkünlükleri ve ahlaka aykırı davranışları ise, öğretileri giderek güçlü bir püriten nitelik kazanan dinsel reformculara hoş gözükmüyordu. Bu üç hareket Jan Hus’un kişiliğinde birleşti.

Prag Üniversitesi’nin İlahiyat Bölümü’nden mezun olan Hus, Prag’daki Betlehem Kilisesi’ne atandı ve verdiği vaazlarla kısa sürede büyük ilgi topladı. 1410’da Prag başpiskoposu Zbynek’in aforoz ettiği Hus papalık mahkemesine çıkmayı reddetti ve vaaz vermeyi sürdürdü. Bir süre sonra Wenzel’in isteği üzerine başkentten ayrıldı, ama ülkenin her yerinde vaazlar vererek cemaatini genişletti. Halk kitleleri, Hus’un öğretilerini gündelik dille açıklayan Çek rahiplerinden Alman azınlığın istilacı ve gerek Bohemya’nın, gerekse gerçek dinin düşmanı olduğunu öğreniyordu. Topraklarını satış ya da ipotek yoluyla kentlerdeki zengin Alınanlara kaptırmış olan güçsüz soylular hızla bu görüşlere yöneldi. Kilisenin zengin mülklerini ele geçirmeyi uman bazı yüksek soylular da Hus’un, Çek Kilisesi’ni havarilerin yoksulluğu düzeyine indirme önerisini benimsiyordu.

Bohemya’daki huzursuzluğu gören veliaht Sigismund Hus’u düşüncelerini Konstanz Konsili önünde açıklayıp kanıtlamaya davet etti. Bunu kabul eden, ama sorgulamada görüşlerini değiştirmeyen Hus, 28 Kasım 1414’te tutuklandı ve 6 Temmuz 1415’te yakılarak öldürüldü. Sigismund’un, Hus’u meclise çağırdığı sırada yaptığı protokole uyulmadığı yönündeki protestoları ise, hüküm giymiş zındıklarla yapılan anlaşmaların bağlayıcı olamayacağı ileri sürülerek önemsenmedi.
Hus’un ölümü onu, Çekler arasındaki izleyicilerinin gözünde bir şehit ve milli kahraman konumuna getirdi. Bunlar Sigismund’a lanetler yağdırıp papazlara ve kiliselere saldırarak öfkelerini gösterdiler. Katolikler de aynı biçimde karşılık verdiler. Bütün bunlar Sigismund’un tahta çıktığı sırada Bohemya’da adeta bir iç savaş havasının egemen olmasına yol açtı. Yeni kralın yatıştırıcı ve uzlaştırıcı tutumu da bu karmaşık dinsel ortamda yararlı olamadı. Papa, kralı Husçuların üzerine gitmeye yönelterek, karşılığında ona imparatorluk tacını vaat etti. Sigismund’un, Almanya içinden kaynak sağlayamadığı için, daha çok paralı askerlerle yaptığı saldırılar bir sonuç vermedi; bu seferlere mali güç oluşturmak için konan yeni vergiler de hoşnutsuzluk yarattı. 142930’da Husçular Saksonya, Thüringen ve Franken’e saldırdılar. Deneyimli Husçuların kaba kuvvetle yenilemeyeceği anlaşılınca Sigismund kiliseyle onları uzlaştırmayı Basel Konsili’ne bıraktı. Uzun süren zorlu görüşmeler sonucunda belirli bir anlaşma sağlandı ve ayaklanmacılar kraldan, kiliseden aldıklarından da çok şey kopardılar.
Habsburglar ve imparatorluk. Sigismund, erkek vârisi bulunmadığı için yerine damadını, Habsburglardan Avusturya dükü II. Albrecht’i aday gösterdi. İki hanedanın topraklarının birleşmesiyle gücü artan Albrecht yetenekli ve etkili biriydi. Alman siyasal yaşamında öne çıkarak tahta oybirliğiyle getirildi. Elektörlerin reform adı altında önerdikleri, prenslerin yetkilerini artırıcı tasarıları ise benimsemedi. Albrecht, OsmanlIlara karşı savunmak için gittiği Macaristan’da öldü (27 Ekim 1439).

II. Albrecht’in oğlu yaşça küçük olduğu için, kuzeni Steiermark dükü Friedrich Habsburg hanedanının başma geçti. III. Friedrich kayınbiraderi Saksonyalı Friedrich’in desteği sonucu gene oybirliği ile Almanya krallığına seçildi. Bu seçim Habsburglarla Alman Krallığı arasındaki ilişkiyi daha da pekiştirmişti, ama tahta da Almanya ile pek ilgilenmeyen, daha çok hanedan ve astrolojiyle uğraşan bir kralın geçmesine yol açmıştı. Bu dönemde prensler arasındaki düşmanlıklar, yıkım ve yağmalarla sonuçlanan kanlı savaşlara dönüştü. Herkes barışın gerekliliğinden söz ediyordu, ama barışı kimin sağlayacağı belli değildi. Sürekli bir barışın yapılması, bunu sağlayabilen için önemli bir güç kaynağı olacaktı; bu nedenle de III. Friedrich’le prensler arasındaki mücadele uzun, şiddetli, ama sonuçsuz oldu.

OsmanlIların Varna ve Kosova zaferlerinden sonra hızla batıya doğru ilerlemeleri bir bunalım dafıa yarattı. Habsburgların Macaristan krallığı ve III. Friedrich’in kendi düklüğü Steiermark Osmanlı ordusunun yolu üzerindeydi. 1453’te Konstantinopolis’in (İstanbul) düşmesi Doğu Roma İmparatorluğumu yok etmişti ve Almanya’da Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun da aynı sona uğramasından korkuluyordu. Kral bu fırsatı değerlendirerek meclisten OsmanlIlara karşı durmak için mali yardım istedi. Başta prensler olmak üzere mechs de krala, içteki karmaşa nedeniyle Almanya’nın savunma gücünün zayıfladığını hatırlattı.
III. Friedrich düşürülmeden önemli reformların sağlanamayacağına inanan prenslerin sayısı giderek artıyordu. Yerini yitirmekten korkan Friedrich küçük reformlar yapmaya başladı. Kralın sonunu getiren, kardeşi Albrecht’in ölümüyle 1463’te Avusturya’yı da elde etmesi oldu. Dikbaşlı Avusturya soyluları kısa zamanda Friedrich’i değerlendirdiler ve otoritesini görmezden geldiler. Bu arada Avusturya’yı doğuda ve güneyde Macaristan’ın toprağa doymaz hükümdarı I. Mâtyâs tehdit ediyor, güney sınırlarından da OsmanlIlar saldırıyordu. Friedrich’in sürüp giden kararsızlığını gören ve zaten Bohemya’nın bir bölümünü zapt etmiş olan I. Mâtyâs Avusturya’ya karşı bir saldırıya geçti ve 1485’te Viyana’yı ele geçirdi. Friedrich Almanya’ya kaçarak prenslerden yardım almaya çalıştı. Böylece reform yanlılarına uzun süredir bekledikleri fırsatı verdi; tahtı oğluna bırakmaya zorlanan Friedrich krallığın Habsburglarda kalmasıyla avunarak, pek de istekli olmadan bu öneriye uydu ve 1486’da Maximilian kral seçildi. Friedrich 1452’de Roma’daki taç giyme töreninden beri sahip olduğu imparator unvanını korudu, ama Almanya yönetiminde hiçbir rol oynamadı.

1500 öncesinde bölgesel devletçiklerdeki gelişmeler. 1500’e gelindiğinde birçok prenslikte, prenslerle yerel zümre meclisleri (Landstande) arasındaki mücadelenin sonucu açıklık kazanmamıştı. Çatışma biraz da tarafların hükümet anlayışındaki farklılıktan kaynaklanıyordu. Ruhban olmayan prensler topraklarını, oğullan arasında anlaşmayla paylaştırabilecekleri özel mülkleri olarak görüyor, özel ve resmî gelirleri arasında aynm yapmıyorlardı. Üç zümre (ruhban, soylular ve kentliler) ise toplumu yerel meclislerin temsil ettiğini ileri sürüyorlardı. Bu nedenle de prenslerin davranışlanyla zümre çıkar va ayrıcalıklarına zarar vermemeleri için meclislerin onayını almaları gerektiğinde diretiyorlardı. Benzer biçimde, toprakların aile anlaşması ile prensin oğulian arasında bölünmesine karşıydılar. Sonunda prensliklerin küçük beyliklere bölünmesinin doğru olmadığı daha sağduyulu prenslerce de benimsendi. Mali alanda ise olağanüstü vergilerin konması, prenslerle zümreler arasında en önemli konu olarak kaldı. Bu yerel meclislerin amacı, üç zümrenin de ayrıcalıklarını korumak, prensin yetkilerini sınırlı tutmak ve vergilendirmeyi kısıtlamaktı. Ama aynı zamanda, iyi yönetimden yanaydılar ve aydın prensler genellikle karar almadan önce onlara danışırdı. Prensler bu güçlü ve çoğu kez kavgacı kurumlara karşı dikkatli davranıyor ve sürekli olarak meclislerin ancak prens çağırdığı zaman toplanabileceğini ileri sürüyorlardı.

Meclisin duvarları dışında ise prenslerin güçlü uyruklarını dizginleme çabalan şiddetli direnişlere yol açıyordu. Gururlu ve dikbaşlı soylu vasallar, özgürlükleri ile oynamaya kalkan herhangi bir prense karşı kolayca birleşebiliyorlardı. Prenslik topraklarındaki kentler de bağımsızlıklarını korumada aynı ölçüde kararlıydılar. En yoğun mücadele Brandenburglu Hohenzollern hanedanının yerel özgürlüklerin taşdüşmanı olarak ortaya çıktığı doğu bölgesinde, bir de kuzeyde geçiyordu. Güneyde ise prenslerin, İtalya ticareti ile zenginleşen kentlerle başa çıkmasına zaten olanak yoktu.
1300-1500 dönemi bölgesel devletçiklerde merkezî hükümet organlarının yavaş yavaş çeşitlenip uzmanlaştığı yıllar oldu. Ana kurum, üst tabaka soylularla din adamlarından oluşan ve prensin istedikçe başvurduğu danışma meclisiydi (Hofrat). Meclisin işleri belirlenmiş değildi ve üyeleri arasında herhangi bir işbölümü yoktu. Üyeleri de kesin değildi ve bazıları toplantıya ancak özel davetle katılırdı. Böyle uzmanlaşmamış ve oturmamış bir organ, merkezî hükümetin gittikçe karmaşıklaşan sorunlarının üstesinden gelemiyordu. Bu nedenle 14. ve 15. yüzyıllarda “günlük” ya da sürekli meclis üyeliği biçiminde bir profesyonel öğe devreye sokuldu. Bu üyeler genellikle İtalya’da ya da Prag (1364), Viyana (1365), Heidelberg (1386), Rostock (1419) ve Tübingen (1477) gibi yeni açılmış üniversitelerde eğitilmiş ve Roma hukukunu çok iyi bilen hukukçulardı. Roma hukukunun merkezileştirici, otoriter hükümleri geleneklerin çok köklü olduğu Saksonya ve SchlesvvigHolstein dışındaki her yerde prenslerin gücünün artmasına elverişli bir ortam oluşturdu. Özel beceriler gerektiren mali yönetim, hükümetin ayrı bir bölümüne (Hofkammer) verilmişti. Prense devlet işlerinde yardımcı olması için de gözde danışmanlardan oluşan özel bir kurul (Geheimrat) vardı. Yeni yönetsel yapının en zayıf yanı maliye konusuydu. Hohenzollernleri örnek alarak yıllık bütçeyi hazırlamak ve düzenli olarak hükümete hesap sunacak maliye görevlileri kullanmak gibi düzenlemelere pek az prens girişmişti.

14. ve 15. yüzyülarda Alman toplumu, ekonomisi ve kültürü. Ticaret ve el sanatlarında görülen büyük ilerlemelere karşın ortaçağ sonlarında Alman toplumu hâlâ tarıma dayanıyordu. 1500’de 12 milyon olduğu tahmin edilen nüfusun yalnızca 1,5 milyonu kent ve kasabalarda yaşıyordu. Tarımın örgütlenmesi bölgeden bölgeye farklılıklar gösteriyordu. Kuzey ve kuzeydoğunun yeni yerleşilmiş topraklarına özgü büyük çiftliklerle geniş malikânelerde üretilen tahılın fazlası Baltık limanlarından ihraç ediliyordu. Daha yoğun nüfuslu güney ve güneybatı bölgeleri ise birçok küçük köyün ve küçük soyluların “cüce” malikânelerinin bulunduğu bir kesimdi. Kuzeydoğuda Toton Şövalyeleri’nin başını çektiği büyük toprak sahipleri başlangıçta özgür olan çiftçiler üzerindeki denetimlerini sıkılaştırdılar; dolaşım özgürlüklerini kısıtlamakla başlayıp giderek onları toprağa bağlı serilere dönüştürdüler. Güneyde, kentlerden gelen yoğun tahıl talebi, toprak sahibi büyük köylülere yaradı; bunlar üretim fazlalarını en yakın kentte satarak kazançlarını toprak alımına yatırdılar. Küçük çiftçi ve köylüler ise ancak kendilerine yetecek kadar üretim yapabiliyor, üretim fazlaları olmadığı için de büyüyen kentsel talepten yararlanamıyorlardı. Babadan kalan toprakların vârisler arasında bölünerek çok küçülmesi kentlere akm edilmesine yol açıyordu.

Güney Almanya’da kırsal toplumdan kentsel topluma geçişin sancılan, ruhban ve kilise dışı toprak sahiplerinin izlediği politikalarla daha da arttı. İşgücü kıt, maliyetler yüksekti. Kendi çıkarlarını önde tutan beyler, topraklarında yaşayanlardan isteklerini artırmaya başladılar. Ama bu uygulamalarla birlikte hoşnutsuzluklar da belirdi. Gözü en zor doyanlar ruhban toprak sahipleri olduğu için hoşnutsuzluklar giderek kiliseye yöneldi ve Gotha (1391), Bregenz (1407), Rottweil (1420) ve Worms’de (1421) yerel ölçekte karışıklıklar çıktı. 15. yüzyılda Yukarı Ren Bölgesinde, Alsace’da ve Kara Ormanlar’da da kargaşalıklar gittikçe artıyordu. Köylülerin haklı, ama çoğu kez karşılanamayacak ölçüdeki isteklerine toprak sahiplerinin sert biçimde karşı çıkışı ise yangını körükleyerek 1524-25’teki büyük ayaklanmalara yol açtı.
Soyluların alt tabakası iki belirgin gruptan oluşuyordu: Topraklarını doğrudan tahttan alan imparatorluk şövalyeleri (Reichsritter) ve tahtla doğrudan bağlantılarını yitirerek yerel prenslerin vasalı durumuna girmiş taşra soyluları (Landesadel). İmparatorluk şövalyeleri Hohenstaufen hanedanından imparatorlar tarafından askeri ve yönetsel görevlere getirilmişlerdi; daha çok Schwaben, Franken, Alsace ve Ren Bölgesindeki Hohenstaufen topraklarında yaygındılar. Hohenstaufen hanedanı yok olunca bunlar işlevlerini ve kazançlarını yitirdiler. Artan fiyatlar karşısında küçük topraklarının gelirinin alım gücü kalmadı. Sınıfsal önyargılan nedeniyle bir ticaret ya da üretim etkinliğine de girişmediler. Talihlerinin tersine dönmesinin yarattığı öfkeyle ellerinde kalan vergi bağışıklığı ve savaşma hakkı gibi ayrıcalıklara daha çok sarıldılar. Prenslerin onları sıradan uyruk konumuna indirmek için yaptığı baskılara karşı koydular ve taşra soylularıyla güçlü birlikler oluşturarak yerel çatışmalara karıştılar. Bunun sonucunda şövalyelerin bir bölümü basit havdutlar haline geldi, bir bölümü de İtalya ya da Almanya’da paralı asker (Saldritter) oldu. Doğu Almanya’daki şövalyeler aynı ölçüde dikbaşlı, ama çok daha varlıklıydılar; malikâneleri (Rittergut) daha büyüktü, ellerinde kazanç sağlayacak kadar üretim fazlası kalıyordu. Yerel zümre meclislerine katılıyorlardı. Bu nedenle prenslerin gücü karşısında daha sağlam bir durumdaydılar.

15. yüzyılda Almanya’da kentsel nüfus yaklaşık 3 bin kentle kasabada toplanmıştı. Bunların 2.800 kadarında nüfus 100 ile 1. 000 kişi arasındaydı. Nüfusu 10 bini aşan kent sayısı 15’i geçmiyordu. Bu küçük grup içinde Köln, Augsburg ve Nümberg öne çıkmıştı. Köln’ün en kalabalık nüfusu 13. yüzyılda 60 bindi. Ama iç çatışmalar, kovulmalar ve dış göçlerle bu sayı 1500’de 40 bine düştü. 1500’de en kalabalık Alman kenti, 50 bin kişiyle Augsburg’du. Üçüncü sırada 30 bin kişiyle hızla büyüyen Nümberg vardı. Kentsel nüfus arasında toplumsal birlik duygusu en çok 13. yüzyılda ortaya çıktı: Loncalar nüfuzlu kentli ailelerle birleşerek beylerinden bağımsız bir kent meclisi (Stadrat) kurma yetkisi aldılar. 14. yüzyılda kentli oligarşi sistemli olarak lonca ustalarını bu meclisin dışında tutmaya başlayınca birçok yerde ayaklanma çıktı. Çatışmanın temelinde üretici lonca üyelerinin kentsel üretimi tüccarların sıkı denetiminden kurtarma isteği yatıyordu.
Bu arada ustalar rekabeti azaltmak için yeni üyelerin katılmasını engelledikçe, loncalar da giderek daha oligarşik ve kapalı bir yapıya büründü. Çırak ve kalfalıktan ustalığa geçebilmek için büyük paralar ödenmesi gerekiyordu ve birçok loncaya hemen hemen yalnızca ustaların oğullan üye kabul ediliyordu. Kalfalar zamanla daha fazla ücret ve daha kısa iş saati isteklerini kabul ettirebilmek için kendi birliklerini oluşturmaya başladılar. Ustalar ise bu birlikleri yasadışı ilan edip elebaşlarım kara listeye aldılar ve düşük ücret uygulamasını sürdürmek için birleştiler. Lonca dışında günlük ya da geçici çalışan işçilerin hiçbir güvencesi yoktu. Alman kentlerinin bugüne kalan vergi kayıtlarına göre kentlerde hem aşın zenginlik, hem de aşırı yoksulluk vardı.

Almanya’da laik toplumun güçlenmesi ve kendini kabul ettirmesi kilisenin zararına gerçekleşiyordu. Üst düzey din adamlarının arasında siyasal önderliği de yürüten 100’den fazla başpiskopos, piskopos ve başkeşiş vardı. Piskoposlar genellikle aristokrat ailelerden geliyorlardı ve kilise görevine seçilmiş olmaları, bunların savaşa ve toprak edinmeye yönelik tutkularını engellemiyordu. Kilisede alt kademeler de dünyevi çıkarlara yöneliyordu. 1348-49’daki veba salgınında, kaçmak yerine hastalara bakmayı seçen birçok değerli papaz ölmüştü. Boşalan yerlere gelenler ise ruhsal bakımdan yetersiz, kendi çıkarlarını kollayan kişilerdi. Bunların sayısı çoğaldıkça görevlendirilmeleri ve ödenek bulmaları da zorlaştı.
1200-1500 döneminde Alman ekonomisinin en önemli başarısı ticaret ve tanm dışı üretimde oldu. Kuzeye yönelik Akdeniz ticaretinin, Yüz Yıl Savaşları nedeniyle geleneksel geçiş yolu olan Rhöne Vadisinden doğuya, Alp geçitlerine kayması, iç çatışmalar sonucu İtalyan kent devletlerinin uzak ülkeler ticaretindeki üstünlüklerinin zayıflaması ve Baltık’la Tuna arasındaki Doğu Avrupa kolonilerinde ekonominin hızla gelişmesi Alman ticaretine büyük kazançlar sağladı. Almanya’da ticaret kuzeyde genel olarak tahıl, balık, tuz, maden gibi temel maddelerle sınırlıyken, güneyli Alman tüccarlar İtalya ile Avrupa’nın başka yerleri arasındaki ticarete aracılık ederek 15. yüzyılın sonunda üstünlüğü ele geçirmişlerdi. Schwaben keteni üretip ihraç eden Büyük Ravensburg Ticaret Kumpanyasının (13801530) etkinlikleri ticaretle üretimi birleştirdi. Böylece Höchstetter, Herwart, Adler, Tucher ve Imhof gibi ailelerin servetlerinin temeli atıldı. Bağımsız girişimcilerin en önemlisi Augsburglu dokumacı Hans Fugger’in aile kuruluşuydu. Fugger ailesinin birikimi tefecilik ve bankacılık için sermaye oluşturdu.

Odak noktası işlevi yüklenecek güçlü bir merkezî monarşi olmadığı için, Alman kültürü bölgesel niteliğini ve çeşitliliğini sürdürdü. Meister Eckhart, Joharın Tauler ve Heinrich Suso’nun tüm insanları Tarın’mn krallığını kendi içlerinde aramaya çağıran mistisizmi, özellikle kiliseden yeterli ilgiyi göremeyen insanların kendi iç değerlerine yöneldiği Ren Bölgesindeki kentlerde gelişti. Aynı bölgede toplumsal ve ahlaksal yergi edebiyatı da canlı bir gerçekçiliğe ulaştı. Strassburg (Strasbourg) doğumlu Sebastian Brant (1458-1521) insanın akıl yoksunluğunu işlediği Narrenschiffit (1494; Deliler Gemisi) hiçbir sınıfı eleştiriden uzak tutmadı. İtalyan hümanizminin etkisinin henüz pek ulaşmadığı zengin Güney Almanya kentlerinde geç gotik kültürü mimarlık ve heykel sanatlarında olağanüstü güzellikler yarattı.

kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM