Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
12 Ağustos 2016       Mesaj #12
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Hint-Türk İmparatorluğu


Hindistan'da Hint-Türk imparatorluğu’nun kurulması, Timurlular'dan Babur'un eseridir. Orta Asya’yı fetih tasarısı XVI. yy.'ın başlarında Özbekler'in güçlenmesiyle engellenince, Babur Kâbil’e yöneldi ve Delhi sultanlığının çöküşünden yararlanmayı bildi. 1526’da Panipat’da Ludiler’in son hükümdarı İbrahim'e karşı, 1527’de Hanua’da bir racput konfederasyonuna karşı ve 1529’da Gogra yakınında bir afgan koalisyonuna karşı kazandığı zaferlerle Kuzey Hindistan’ı egemenliği altına aldı. Hint topraklarında 1526'da kurulan Hint-Türk imparatorluğu'nun tarihi, yaklaşık iki yüzyıl boyunca, Evrengzib'in 1707’ de ölmesine dek, her şeyden önce hanedanını ayakta kalmasını ve bütünlüğünü sağlayan mücadeleler ve savaşların, her seferinde uğrunda acımasızca dövüşülen taht mücadelelerinin ve bunlar sona erince başlayan fetih ya da yeniden fetih savaşlarının tarihidir. Çağatay Türkleri’nde kesin bir veraset hukukunun oluşmamasından kaynaklanan bir tür doğal ayıklanma, son derece yetenekli ve korkusuz fatihlerin tahta çıkmasına olanak verdi. Babur’un oğlu Hümayun (1530-1556), hükümdarlığını kendi soyundan gelenlere ancak 10 yıl içinde kabul ettirebildi. 1540’ta krallığını, birçok bakımdan daha yetenekli olan afganlı Şir Şah’a kaptırdı; ama Şir Şah’ın soyundan gelenler iktidarı koruya- madılar Bunun üzerine Hümayun, ölümünden birkaç ay önce yeniden tahta çıktı.
Ad:  indiya4.jpg
Gösterim: 580
Boyut:  85.3 KB

Ekber (1556-1605)


hem askeri hem idari alanlardaki olağanüstü yetenekleriyle ve güçlü kişiliğiyle babası Hümayun’un iyice zayıflamış krallığından sağlam ve tam anlamıyla hintli bir imparatorluk kurdu. Afganistan'dan Bengal'e ve Himalayalar’dan Dekkan'ın kuzeyine dek çeşitli güçler ve bölgeler, birbiri ardından Ekber'e boyun eğdiler ve birçok idari özelliğiyle İngiliz egemenliğinin en azından ilk zamanlarına dek süren bir imparatorluk yapısı içinde bütünleştiler. İmparatorun en önemli yeteneklerinden biri de halkının farklı unsurlardan oluştuğunu bilmesi ve yönetirken de bu olguyu dikkate almasıdır. Müslüman hükümdarlarca müslüman olmayanlara uygulanan kafa uçurma cezasının kaldırılması ve hinduların en üst düzeye dek yönetime katılması bu anlayışla alınmış önlemlerdi. Siyasal kaygılarının ötesinde, gizemciliğe büyük bir eğilimi olması ve sık sık farklı dinlerin temsilcileriyle görüşmesi, tebaasının ruhani önderi olmak isteyen Ekber'i bir tür dinsel bağdaştırmacılığa yöneltti. Yeni imparatorlukta sanat, özellikle mimarlık, aynı açık fikirliliği yansıtıyordu.

1605-1627 arasında Cihangir’in, 1628 -1658 arasında da Şah Cihan'ın saltanat dönemleri, en azından saray çevresinde (önce Âgrâ’da, 1648’den itibaren de Delhi’de) ve başlıca taşra kentlerinde, ihtişamın doruğa ulaştığı dönemlerdi. Cihangir’in ve daha çok karısı İran prensesi Nur Cihan’ın hükümdarlığı sırasında, İsfahan' ın iki katı büyüklüğe ulaşan Âgrâ, safevi zerafetinin simgesi oldu. Şah Cihan ise, Hindistan'ın o tarihe dek gördüğü en muhteşem yapıları inşa ettiren hükümdar olarak kaldı. Her ikisi de Âgrâ’da olan Tac Mahal ve inci camisi ile yedinci Delhi kenti olan Şah Cihanabad onun eseridir.

Ama, onun zamanında bile Ekber ve Cihangir’in hoşgörü anlayışının yerini, bazı müslüman çevrelerin, Evrengzib döneminde (1658-1707) bağnazlığa varan tepkisi aldı; bu yüzden Ekber zamanından beri tahta bağlı olan Racputlar'ın desteği yitirilince, imparatorluğun çöküşü hızlandı. Daha önce Şah Cihan’ı tehdit etmiş olan tuzağa Evrengzib düşmekten kurtulamadı. Tuzak Dekkan, özellikle de Bicapur ve Golconda sultanlıklarındaydı. Bu iki krallığı ilhak etmek için yapılan ve pahalıya mal olan yıkıcı seferler 1631’de başladı ve Evrengzib'i 1681 'de ölene dek uğraştırdı.

Taht uğruna, Dekkan’a karşı ya da başka nedenlerle girişilen savaşlar geniş bölgeleri kasıp kavurdu. Hint-Türk imparatorluğu hiçbir zaman, Evrengzib’in hükümdarlığının son yıllarındaki kadar genişlememişti, ama Hindistan Ekber zamanından daha büyük bir yoksulluk içindeydi. XVII. yy.’ın ikinci yarısındaki ayaklanmalar, imparatorun bağnazlığı yüzünden dini bir nitelik kazandı. Başlıca ayaklanmaları Pencab Sihleri, Racastan Racputları ve özellikle Dekkan Marataları başlattı [Şivaci 1647'de harekete geçti ve 1674'te Marata krallığı'nı kurdu]).

XVIII. yüzyıl


Hint-Türk imparatorluğu'nun gerilemesi, Marata krallığı’nın güçlenmesi, ingilizler’in Hindistan’ın iç işlerine karışmaya başlaması ve Fransızlar’ın Güney Hindistan’da ingilizler'e yenilmesi bu yüzyılın en önemli olaylarıdır.

Hint-Türk imparatorluğu, saray kavgaları, valilerin bağımsızlık istekleri, İran'ın (1739) ardından Afganistan’ın (1747’den 1761’e dek beş kez) saldırılarına rağmen Panipat savaşı’na dek (1761), yani Evrengzib'in ölümünden sonra elli yılı aşkın bir süre, Hindistan’ın en büyük gücü olarak kaldı. Panipat bozgununun başlıca sorumlusu Marata ordusunun Ahmet Şah’ın komutasındaki Afganlar’a yenilmesinin yanı sıra, imparatorluğun veziri imadülmülk'tü. 1753-1761 arasındaki kötü yönetimi Delhi'nin zayıflamasına, 1757'de dördüncü, 1759’da da beşinci afgan müdahalesine yol açtı, bunun üzerine vezir Maratalar'ı bir kez daha yardımına çağırmak zorunda kaldı. Panipat bozgunundan sonra Hint-Türk imparatorluğu Delhi sultanlığıyla sınırlanmış bir krallık haline geldi; önce afgan hükümdarının temsilcisinin (1761-1772), sonra son hint-türk hükümdarlarının en yeteneklisi olan Şah Alem (1772'de yeniden tahta çıktı) adına Necef Han’ın yönetimleri (1772-1782) döneminde bağımsız kalmayı başardı. Hanın yerini alabilecek kimsenin olmaması yüzünden, Marata generali Mahadaci Sindhia’ ya 1785'te imparatorluk naibi unvanı yerilince bağımsızlık yitirildi. Daha sonra ingilizler, Sindhia'ya karşı düzenledikleri seferler sırasında Delhi’yi işgal ettiler (1803). Hint-Türk imparatorluğu, 1857 ayaklanmasından (sipahi isyanı) sonra ingilizler’in son hükümdar Bahadır Şah’ı Birmanya’ ya sürmeleri ve şahın orada ölmesi üzerine kesin olarak ortadan kalktı.

Hint-Türk imparatorluğu'nun gerilemesi üzerine, XVIII. yy.’ın en büyük hint devleti, Poona Marataları’nın kurduğu devlet oldu. Peşvalar (vezirler), kendileriyle birlikte bir tür konfederasyon oluşturan dört büyük aileyi iktidardan uzak tuttukları sürece (1714’ten 1772'ye) Maratalar, Bengal dışında tüm Hindistan'da doğrudan ya da dolaylı bir şekilde hüküm sürdüler. Ama, ingilizler'in Bengal'de ve Hindistan’ın güneyinde Maratalar’ın nüfuzunu kırmaya başlamaları Maratalar'ın yok olması ve Hindistan imparatorluğu'nun ingilizler'e bırakılmasıyla sonuçlanan üç savaşa (1775-1782,1803-1805,1817-18) yol açtı.

Ingiliz ve Fransız Doğu Hindistan şirketleri arasındaki mücadele Avusturya Veraset savaşlarından kaynaklandı. Mücadele alanı, 1746’da Güney Hindistan ve özellikle Karnatik’ti. Aachen antlaşması (1748) Dupleix ve Mahe de La Bourdonnais’nin askeri başarılarını (aynı yıl Madras’ın alınışı) boşa çıkardı. Bunun üzerine Dupleix, Haydarabad ve Karnatik krallıklarının içişlerine müdahale siyaseti izlemeye başladı. Haydarabad'a karşı başarılı oldu, ama Karnatik'te İngilizlerle çatıştı (1751-1754). ingilizler, Dupleix'in politikasını çok çabuk kavradılar. Dupleix, şirketi tarafından görevden alındı, sonra Yedi Yıl savaşı, iki Avrupa devleti arasındaki ihtilafları yeniden alevlendirdi (1758-1761). Kont Lally'nin komutasındaki transız birlikleri, ocak 1760'ta Vandavaçi'de(Vandivaş) sir Eyre Coote komutasındaki İngiliz kuvvetlerine yenildi. Pondiçeri bir yıl sonra teslim oldu; 1763'te barış sağlanınca bölge parçalanmış olarak yeniden Fransa'ya verildiyse de, bu tarihten sonra Fransızlar, Hindistan’da ingilizler için hiçbir zaman ciddi bir tehlike oluşturamadılar.

İngiliz yayılması


1756’da Bengal’in genç nababı Siracüddevle’nin, haklarını korumak isteyen bir ticaret şirketine karşı düzenlediği saldırılar, yayılma sürecini başlatan ilk kıvılcım oldu; nabab’a karşı Robert Clive'in komutasında Plassey’in topa tutulmasıyla başlayan bu süreç (haziran 1757), ekim 1764’te, hint-türk imparatorunun da yer aldığı bir hint koalisyonuna karşı Buxar zaferinin kazanılmasıyla devam etti. Plassey'in topa tutulması, Bengal'da İngiliz yayılmasını başlattı, Buxar zaferiyse bu yayılmanın başarıya ulaşmasını sağladı. Kalküta, Madras ve Bombay'dan başlayarak tüm Hindistan’ı kapsayan İngiliz yayılması, o tarihtan itibaren geri döndürülmesi olanaksız bir harekete (bu, önceden kararlaştırılmış bir siyaset değildi, uzun süre de bu özelliğini korudu) dönüştü; gelirlerini artırmak, bazen de yalnızca güçlü hint devletleri karşısında varlığını sürdürmek isteyen Şirket, kendini bu hareketin içinde buldu, ingilizler’in durumu, Clive'den sonra Warren Hastings döneminde de (1772-1785) pek sağlam değildi. Bu nedenle Warren Hastings, bir kurtarıcı gibi görüldü. Daha sonraları, ingilizler, ticaret yapmak için yavaş yavaş ülkeyi yönetmek zorunda kaldılar; böylece batı dünyasının hızla geliştiği bir çağda birbirinden çok farklı siyasal sistemlerin bir arada yaşayabilmesinin olanaksızlığı da ortaya çıkacaktı.

Warren Hastings’in, Hindistan’ın hem kuzeyinde hem de güneyinde elde ettiği askeri ve diplomatik başarılar Şirket'e biraz soluk aldırdı. Ardılı general lord Corn- vvallis (1786-1793), sadece, Güney'de, Maysor sultanı Tipu Sahib'e karşı bir sefer düzenledi (üçüncü Maysor savaşı, 1790-1792). Cornwallis, her şeyden önce idari düzenlemeler yaptı. Wellesley zamanında (1798-1805) Tipu Sahib yenildi ve 1799’da öldürüldü. Topraklarının büyük bölümü ilhak edildi. Wellesley’in politikası Şirket yönetimini tedirgin edince lord Minto hükümeti (1807-1813), fetih hareketine ara verdi. Daha sonra yayılma süreci yeniden başladı. Lord Hastings döneminde (1813-1823), Nepal Gurhaları (1816), ardından da Maratalar (1818) yenildiler ve topraklarının bir bölümünü ingilizler'e bırakmak zorunda kaldılar. Amherst zamanında (1823-1828) Birmanya, kıyı kesiminin en büyük bölümünü yitirdi. Lord William Bentinck yönetiminde (1828-1835) yedi yıllık bir barış döneminden sonra lord Auckland (1836-1842), felaketle sonuçlanan Afganistan seferini destekledi. Seferin amacı, rus tehlikesi karşısında bu ülkeyi ele geçirmekti. 1841’de Macnaughten komutasındaki İngiliz ordusu bütünüyle yok edildi.

Lord Ellenborough (1842 -1844), kanlı bir şekilde Sind’i fethederek bu bozgunun intikamını aldı (1842). Lord Hardinge (1844-1848), son bağımsız hint devleti olan ve hükümdarı Rancit Singh’ in ölümünden (1839) beri karışıklıklar içinde bulunan Pencab sih krallığı’na saldırdı. Birinci Sih savaşı (1846), Keşmir de içinde olmak üzere krallık topraklarının ilhakıyla sona erdi; Keşmir, ailesi Hindistan’ın bağımsızlığına dek (1947) hüküm süren Racput Gulab Singh'e verildi. Lord Dalhousie (1848-1856), öncelinin başlattığı işleri tamamladı, ikinci Sih savaşı (1849) Pencab'ın ilhakıyla sonuçlandı. 1850’de Hindistan İngiliz imparatorluğu Bengal'den indus’a, Keşmir'den Kanya Kumari burnuna dek uzanıyordu. Birmanya’ya (1852 ve 1885) ve Afganistan'a (1878-1880) düzenlenen son seferler de 1841'dekinden daha başarılı olmadı. Fethedilen toprakların büyük bölümü doğrudan yönetilirken, yüzlerce özerk devlet, yani aslında antlaşmayla İngiltere’ye bağlı, mihracelerin yönetimindeki protektoralarsa, 1947’ye dek varlıklarını sürdürdüler. Bunların en büyükleri Haydarabad devleti ve Keşmir'di.

İngiliz yayılmacılığı, yeni imparatorluğun


yönetilebilmesi için, Hindistan şirketi’nin statüsünü de etkileyen önlemler alınmasına yol açtı. Kalküta’da merkezi bir yönetim kurulurken, Şirket de yavaş yavaş Londra hükümetinin denetimine girdi. Bu gelişmeyi belgeleyen ilk yasa 1773 tarihli Regulating Act'tı. Daha sonra 1813 tarihli Charter Act'la Şirket ticari tekelini yitirdi. Hindistan özel teşebbüse açıldı. 1833 tarihli yasayla da Şirket, ticaretten men edilerek bir hükümet kurumuna dönüştü ve Bengal genel valisi Hindistan genel valisi oldu; 1858’de de feshedildi. Genel vali, kral temsilcisi olunca Londra ülkeyi doğrudan yönetmeye başladı.

Bu dönemde birçok idari önlem alındı. Bunlar arasında, İngiliz otoritesinin nasıl yürütüleceğini belirleyen Cornvvallis'in 1793’te çıkardığı yasaları anmak gerekir. Bu yasaların en ünlüsü Bengal'de toprak vergisini toplama biçimlerini belirleyen ve zamindarlar’ı köylülerle yönetim arasında aracı mülk sahibi yapan Permanent Zamindari Settlementtı. Güney’de bu verginin tahsil biçimi farklıydı. 1820-1827 arasında Madras valisi olan Thomas Munro’nun yürürlüğe koyduğu Ryotv/ari Settlement uyarınca, yönetim vergiyi köylülerden doğrudan talep ediyordu. İngiltere, Permanent Zamindari Settlement ile eski Hint-Türk imparatorluğu'nun soylu sınıfının yerine bir tür "gentry" koymaya çalıştı; Ryotvvari Settlement ile de köylüleri, ektikleri toprağın tek sahibi yapmak, yani geleneksel toplumsal yapıları değiştirmek istedi.

Genel olarak, ingilizler’in XIX. yy.’ın ilk yarısında aldıkları tüm önlemler, hint toplumunda kısmi dönüşümlere yol açtı. Sözgelimi misyonerlere etkinliklerini Hindistan'da sürdürme yasağının kaldırılması (1833), aynı tarihe doğru İngiliz eğitim sisteminin ülkeye girmesi, ilk olarak “hindu rönesansı”yla ortaya çıkan bir ingiliz-hint kültürünün doğmasına yol açtı, ingilizler, toplumsal reformlar yapmaya çalıştılar (sözgelimi 1829'da, dul kadınların intihar etmelerinin yasaklanması), iktisadi alanda da, Şirket’in ticaret tekelinin kaldırılması Hindistan’ı dışarıya (yani İngiltere'ye) bağımlı hale getirdi. Ama bu önlem aynı zamanda hint kapitalizminin doğmasına yol açtı.

"isyan"


Dalhousie'nin yaptıkları, XIX. yy.’ın ilk yarısında İngiltere'nin Hindistan’a zorla kabul ettirdiği büyük değişiklikleri oldukça iyi özetlemektedir: demiryolu ağıyla telgraf ve tekbiçimli bir posta şebekesinin kurulmasıyla ortaya çıkan teknik değişiklikler; doğrudan vârisin olmaması durumunda bir krallığın, metbusuna, bu durumda Şirket'e bağlanmasını öngören “boşluk” (lapse) öğretisinin uygulanmasından doğan siyasal değişiklikler. Evlat edinme yoluyla miras hakkını tanıyan hindu ve müslüman yasalarıyla çelişen bu öğreti, Dalhousie'ye savaş yapmadan ilhak etme ve çok büyük tasarrufta bulunma olanağı verdi, çünkü aynı ilke ödeneklere de uygulanıyordu.

Bu emperyalist siyaset, 1856'da Audh' un ilhakıyla doruk noktasına ulaştı: bölge, hükümdarın vârisi olmadığı için değil, kötü yönetildiği bahanesiyle ilhak edilmişti. Audh, aslında Hindistan'ın en zengin bölgelerinden biriydi. Sözkonusu ilhak bir hataydı ve buna Hindistan genel valisi ve ilk kral temsilcisi lord Canning'in (1856-1862) yaptığı başka hatalar eklendi.

9 mayıs 1857’de Mirut'da (Delhi'nin yaklaşık 50 km kuzeyinde), ingilizler'in "isyan" dedikleri, ama gerçekte askerlerin basit bir başkaldırısını aşan, ortak yönetimden ve ideallerden yoksun olduğu için de ülke çapında bir başkaldırıya dönüşemeyen bir ayaklanma patlak verdi. Bu hiç kuşkusuz, bazı kesimleri yabancı bir gücün sömürüsüne ve şiddetli baskılarına tahammül edemeyen "umutsuz bir düzenin son çırpınışı”ydı. 1857 yazında ingilizler'in Ganj vadisinin orta kesiminin denetimini yitirmelerine yol açan bu ayaklanma, hızla ve çoğu kez acımasız bir şekilde bastırıldı. "İsyan" (ya da sipahi ayaklanması) çeşitli sonuçlar doğurdu. O tarihten itibaren iki toplum arasında bir güvensizlik duvarı oluştu; kendini eğitici ve uygarlaştırıcı sanan İngiltere, dini ve göreneklere ilişkin alanlarda bir daha yasa ve kural koymaya girişmedi. XX. yy.'da Hindistan'daki gelişmeleri, daha çok, hem öncü, hem ortak, hem de rakip durumundaki sömürgeci gücün ülkeye yükleyeceği iktisadi rol ve Hintlilerin kendi kimliklerinin bilincine varması belirleyecektir.

sömürge Hindistanı


Hindistan hükümeti.


Bu fetih ye ilhak politikasının sonucunda doğan İngiliz Hindistan’ı zamanla, doğrudan İngiliz yönetimindeki bölgeler ve dolaylı yönetim rejimine bağlı, prenslerin idaresindeki özerk, ama gerçekte bağımsız olmayan bölgeler (XX. yy.'ın başında 600’den çok) olmak üzere, bünyesinde iki tip bölge barındıran çok geniş bir imparatorluğa dönüştü.

imparatorluk, İngiliz hükümetince atanan ve Hindistan’dan sorumlu bakana (Londra hükümetinin üyesi) bağlı bir kral temsilcisi (1858'den itibaren genel valinin yerini aldı) tarafından Kalküta'dan (1911'den sonra Delhi’den) yönetiliyordu. Kral temsilcisine, önceleri Londra tarafından atanan ve sadece bir danışma mercii olan altı üyeli bir Yürütme konseyi yardımcı oluyordu. Yasama konseyi, Yürütme konseyi’nin üyeleri ile kral temsilcisinin kendisinin atadığı on altı üyeden oluşuyordu. Konseylerin yardımcı olduğu eyalet valileri, kendilerini atayan kral temsilcisinin delegesi olmaktan öteye geçmedikleri için imparatorluk yönetimi tam anlamıyla merkeziyetçiydi. Bu otoriter merkeziyetçilik işlerin çok yavaş yürümesine yol açarak zaman içinde dar ve tutucu bir bürokratik mekanizmaya dönüştü.

Günlük idari işlerden hemen hemen bütünüyle bölge tahsildarı sorumluydu; önceleri halkla doğrudan ilişkide olan ve her işe koşan bu tahsildar hem yürütme hem yargıyla ilgili sorumluluklar taşıyordu. Daha sonraları, sorumlulukları durmadan artınca tahsildar, yerli bir yönetimin başında denetleme görevi yapan bir bürokrat haline geldi.
İngiliz yöneticiler, İCS’den (indian Civil Service) geliyordu; giriş sınavı 1922'ye dek İngiltere’de yapıldığı için Hintliler’ in uzun süre giremedikleri İCS, kuruma egemen olan Victoria zihniyetiyle ün yapmış ve bu nedenle de çağdışı kalmış, kendisini yenileyememişti. Milliyetçiliğin yükselmesi ve dünyayı sarsan büyük olayların (iki dünya savaşı, 1929 bunalımı) zorlamasıyla başlatılan girişimler her zaman Londra’dan geldi ve sömürge görevlilerinin tutuculuğuyla karşılaştı.

Hindistan'da kırsal kesim


ingilizler'in imparatorluk kurdukları Hindistan, birbirinden kopuk köylerden (1901 'de 730 000) oluşan kırsal bir ülkeydi (kent nüfusunun oranı 1901’de yüzde 10, 1941’de de ancak yüzde 13'tü); köyleı; çok uzun bir geçmişin miras bıraktığı toplumsal yapılarıyla neredeyse kendi kendilerine yetiyorlardı. Köy toplumu hiyerarşik kastlara bölünmüştü ve bu yapı, kırsal yaşamın tüm özelliklerini belirliyordu. Hindistan’ın tümündeki kastların sayılamayacak kadar çok olmasına karşın, iktisadi bakımdan aynı köy içinde üç grup tanımlanabilir. Hiyerarşinin tepesindeki egemen kast, işleme zorunluluğunda olmaksızın toprak üzerindeki hakların büyük bölümüne sahipti. Onun altında ve büyük ölçüde ona bağlı olan küçük toprak sahipleri, işleticiler ve köy zanaatkârları yer alıyordu; bu düzeydeki işletmeler asgari geçimi ancak sağlayabilecek, bazen buna yetmeyecek kadar küçüktü. En altta da, en yoksullar ve en çok aşağılananlar, topraksız köylüler ve pis işlerde çalışan kastlar, genellikle dokunulmazlar bulunuyordu. Özgür olmayan, borçlarından kurtulma olanağı bulunmaksızın borçlanan köylüler, bu proletarya içinde yer alıyordu.

ingilizler'in ülkeye getirdikleri bir dizi yenilik, tarımsal yapılarda doğrudan ya da dolaylı olarak değişikliğe yol açtı. Her şeyden önce, toprağa ilişkin yeni sistemler (1793’ten sonra), mülkiyet hakkını getirerek toprak üzerindeki geleneksel hakların tümüyle değişmesine ve böylece köy ekonomisinin dengesinin bozulmasına neden oldu. Daha sonra, sanayi bitkilerinin yetiştirilmesi ve tarım ekonomisinin hızla ticarete açılması, mülkiyet hakkının getirilmesiyle birlikte toprakların az sayıda insanın elinde toplanması, tarımsal üretimin dengesini bozmaya ve dünya piyasalarındaki hareketlere bağlı kılmaya başladı. Nihayet, toplumda dengesizliğe yol açan etkenlere 1921'den sonra nüfus etkeni de eklendi. Gerçekten de bu tarihten başlayarak ölüm oranı sürekli bir şekilde düşerken (1921'den önce binde 40-50'yken 1941'de binde 31,2), doğum oranı binde 45 civarında kaldı.

Sömürge döneminde sanayi.


Hint ekonomisinin kapitalist tipteki modern kesimi, öncelikle, yatırım ve işyeri kurma tekeline sahip İngiliz iş adamlarının elindeydi. Bu tekel, yönetimde vekillik sistemiyle (managing agency system) yürütülüyordu. Hindistan koşullarını bilmeyen Londra şirketleri, sermayelerinin yönetimini, uzun süredir Hindistan'a yerleşmiş eski firmalara bırakıyorlardı. iktisadi gücü birkaç kişinin elinde toplayarak ele geçiren bu acentalar, 1920’li yıllara dek serpildiler. Daha sonra, İngiliz modelini örnek alan ve belli toplulukların (öncelikle, geçen yüzyılda, pamuk ve haşhaş ticaretinde aracılık eden [kompradorlar] parsiler) yarattığı yerli kapitalizm gelişmeye başladı. Bu gelişme, özellikle hint sanayisinin bazı mallarda gümrükle korunması, İngiltere'de sanayinin 1930’lu yıllarda karşılaştığı güçlükler ve hint milliyetçiliğinin elde ettiği başarılar sayesinde gerçekleşti, iki dünya savaşı sırasında Hindistan’ın savaşın uzağında kalması ve İngiltere’nin daha çok mal satın-almak istemesi hint sanayisinin gelişmesini hızlandırdı.

Bununla birlikte, bağımsızlığını kazandığı sırada Hindistan sanayisinin durumu ülkenin gereksinmelerini karşılamaktan çok uzaktı. Bunun başlıca nedeni, hint sanayisinin uzun süre sömürge sanayisi olarak kalması, yani dengeli gelişmeden yoksun olmasıydı. Sadece bazı sektörler gelişmişti: çay imalatı, Batı Hindistan’da pamuk, Bengal'de kenevir sanayisi, Bihar ve Orissa’da kömür işletmeleri; buna karşılık, hükümetin yardım etmediği, üstelik sınırları İngiliz mallarına açtığı bir ortamda temel sanayileri gelişemedi. Bu siyasetin doğurduğu sonuçlardan biri, dağınık ve ilkel geniş bir sektörün varlığını uzun süre sürdürmesiydi. Limanların çevresinde yoğunlaşan sömürge sanayisinin de ülkenin geri kalan kesiminin gelişimi üzerinde hiçbir katkısı olmadı.

Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 13 Ağustos 2016 16:35
SİLENTİUM EST AURUM