bağımsızlığın kazanılması
XIX. yy.'ın ikinci yarısında Hindistan’da milliyetçi bir hareket doğdu. Hareket önce, İngiliz eğitiminden yararlanabilen en üst kastlarda ortaya çıktı. Başlangıçta, İngiliz liberal geleneğinden etkilenmekle birlikte, bu hareket daha başından Hindistan’a özgüydü. Bu aydın kesim (başlangıçta büyük bölümü bengalliydi) kendi öz geleneğini reddetmedi. Hareket genişleyip çeşitli bölgelerde geliştikçe hindu niteliği öylesine pekişti ki yüzyılın sonunda, bazıları daha radikal, hatta yabancı düşmanı eğilimler ortaya çıktı. Ama milliyetçi hareket bölünmedi. 1885'te kurulan ve oturumlarını her yıl başka bir kentte toplayan Kongre partisi, hareketi parçalanmaktan kurtardı ve hareketin başına geçti.
Milliyetçi hareketin hepsi liberal olan kurucular kuşağı, yerini 1900’e doğru Maharaştra'da dinsel kökenli bir yabancı düşmanlığından yararlanan B. G. Tilak’ın temsil ettiği daha radikal bir kuşağa bıraktı.
Bengal'in, 1898-1905 arasında kral temsilciliği yapan lord Curzon tarafından paylaştırılması milliyetçi kamuoyu için bardağı taşıran damla oldu. Bengal'de terör eylemleri başladı. Kongre partisi içinde ılımlılar ve aşırılar çatıştılar. Ilımlılar üstünlük sağladılar ve Kongre partisi, birkaç yıl siyasal bakımdan hiçbir varlık gösteremedi; buna karşın aşırılar partiyi terk etmediler. Öte yandan ilk kez, İngiltere’den ithal edilen malları boykot etme düşüncesi (svadeşi hareketi) doğdu. Böylece milliyetçi hareket ilk kez kitleleri harekete geçirme sorunuyla karşılaştı. Bengal'in paylaşılmasının doğurduğu başka bir sonuç da müslümanların üçüncü güç olarak ortaya çıkmasıydı. Müslüman birliği, aralık 1906’da Dakka'da, daha çok hindu milliyetçi akımları dengelemek üzere kuruldu.
Lord Minto (1905-1910), karışıklığı bastırdı; sonra liberal bakan Morley'in 1909’da Hindistan sömürge yönetimi için hazırladığı yasayla, kral temsilcisine bağlı Yürütme konseyi'nde ve özellikle eyalet yasama konseylerinde yerlilerin de seçilerek temsil edilmesi mümkün oldu. Lord Hardinge (1910-1916), Bengal’i 1911'de birleştirdi, ama başkenti Delhi'ye nakletti.
Birkaç yıl aradan sonra milliyetçi hareket, Birinci Dünya savaşı sırasında, hapisten çıkan Tilak ve 1893’ten beri Hindistan’da Teozofi derneği için çalışan Annie Besant'ın yönetiminde yeniden güçlendi. Annie'nin çabaları sayesinde Tilak ve radikaller Kongre partisi'ne kabul edildiler (1915), ama ılımlılar 1916'da Panhint Özerklik birliği’ni kuran Annie Besant'ın özerklik için eylem programını benimsemediler; bu arada Tilak da Hint Özerklik birliği'ni kurdu. Bu birliklerin eylemlerine karşı girişilen baskılar, radikallerle ılımlıları birbirine yaklaştırdı. Ayrıca, padişahı aynı zamanda halife olan Osmanlı devletinin Almanya’nın yanında savaşa girmesi, müslümanlarla hinduların ingilizler’e karşı birleşmesini sağladı (Luknov paktı, 1916).
Ama kaçınılmaz gibi görünen çatışma, Montagu beyannamesi (1917), ardından da Montagu-Chelmsford raporuyla (1918) durduruldu; bu rapor Hindistan’ın yönetiminde hükümet sorumluluklarının paylaşılması (“dyarchy”) ilkesini getirirken bazı iller, büyük ölçüde genişletildi ve üyelerinin çoğu seçimle iş başına gelen eyalet yürütme konseylerine bırakıldı. A. Be- sant, Kongre partisi içindeki belirsiz konumu nedeniyle ılımlıların ve radikallerin desteğini yitirdi. Tilak ise İngiltere'ye gitti.
M. K. Gandhi böyle bir ortamda ortaya çıktı.
Siyasal eylemi manevi bir anlayışla ele alan Gandhi (özerklik önce kendine hâkim olmak demektir, siyasal özerklik ikinci planda kalır) tek başına harekete geçti ve önceleri sınırlı (1917-18) üç satyagraha' ya (hakikatin üstünlüğünü sağlamak için şiddete başvurmayan, örnek ve cesur eylemler) girişti; elde ettiği başarılar üzerine 6 nisan 1919'da, oruç ve dualarla desteklenen bir genel grev niteliğinde ulusal bir satyagraha başlattı. Gandhi terörizme karşı savaş zamanı yöntemlerini kullanan Rowlatt yasalarıyla mücadele etti. Ama şiddetin büyük boyutlara ulaşması üzerine (Amritsar’da Caliyanvalabagh katliamları, 13 nisan) Gandhi eylemini askıya almak zorunda kaldı.
Gandhi'nin siyasal eyleminin ikinci evresi 1920-1922 arasını kapsar; Gandhi, şiddet eylemlerinin artması üzerine şubat 1922'de bir kez daha eylemini askıya almak zorunda kaldı. Ama satyagrahalartyla halkın büyük sevgisini kazandığı için de milliyetçi hareketin başına geçti ve tüm Hindistan'ı kapsayan eylem programı toplumsal bir itaatsizliğe dönüştü. Milliyetçi hareket, onun sayesinde ülke çapında bir kitle hareketi haline geldi. Buna bağlı olarak Kongre partisi'nde de Nagpur oturumu sırasında (1920) yapısal bir değişikliğe gidildi. Baskılar devam ediyordu. Mart 1922'de tutuklanan Gandhi altı yıl hapis cezasına çarptırıldı.
1922-1927 arasında kitleler eylemden uzaklaşırken, halifeliğin kaldırılmasından (1924) sonra varlık nedeni kalmayan müslüman-hindu birliği, giderek şiddetlenen bir karşıtlığa dönüştü. Kongre partisi ise, iç bölünmeler nedeniyle kıpırdayamaz hale geldi. Ocak 1924'te serbest bırakılan Gandhi, kitlelerin siyasal ve manevi eğitimiyle uğraşmak amacıyla bu mücadelelerin dışında kaldı. 1929’a dek tüm Hindistan'ı dolaştı.
Tam bağımsızlık isteyen ve Kongre partisi'ni tehlikeye sokan C. Nehru ve S. C. Bose’un yönetimindeki genç bir radikaller kuşağının talepleri Gandhi’nin yeniden etkin bir siyasal rol oynamasına yol açtı.
1 ocak 1930'da ülkesi için talep ettiği dominyon statüsünü elde edemeyen Gandhi bu kez ikinci bir toplumsal itaatsizlik kampanyasını başlattı. Hükümetin tuz üzerindeki tekelini protesto etmek üzere 6 nisanda ünlü denize yürüyüş eylemine girişti. Şiddet, ardından da baskı her yerde patlak verdi. Anayasa reformu için yapılan ve İkincisine Gandhi’nin de katıldığı iki yuvarlak masa konferansı (kasım 1930 ve eylül-aralık 1931) hiçbir sonuç getirmedi.
itaatsizlik hareketi bir kez daha dağıldı, ama bağımsızlık düşüncesi iyice belirginleşti ve siyasal güçler radikalleşti. Bunun üzerine müslümanlar kendileri için ayrı bir devlet istediler (Pakistan adı 1933'te ortaya atıldı). Buna karşılık İngiltere tek başına, Anayasada reform yaptı. 1935 tarihli Government of india Act "dyarchy" sistemine son verdi, eyaletlere gerçek bir özerklik tanıdı, oy hakkını genişletti (çeşitli toplumlar için milletvekilliği kontenjanı ilkesi o tarihte uygulamaya kondu). Kongre partisi 1937 seçimlerine katıldı ve on bir eyaletten yedisinde hükümet kurdu ve başarısının verdiği güçle Cinnah’ın koalisyon hükümetleri kurma önerisini reddetti: müslüman ayrılıkçılık o tarihten itibaren geriye döndürülemez bir biçim aldı.
Hintli milliyetçiler, ikinci Dünya savaşı'n- dan yararlanarak ülkelerini bağımsızlığa kavuşturmaya çalıştılar. İngiltere, çeşitli nedenlerle bu sorunu erteledi. Bunun üzerine Gandhi, "Quit india" "Hindistan'ı terk edin" sloganıyla ayaklanma çağrısında bulundu (1942).
Ayaklanma, kısa sürede ve sert biçimde bastırıldı, ama, savaş sona erdiğinde bağımsızlık konusu artık birkaç ay içinde çözülecek hale gelmişti.
İngiltere, Hindistan’ın bölünmesini önlemek için, Attlee misyonunun önerilerini sunarak (mayıs 1946) son bir girişimde bulundu, ama Nehru’nun açıklaması (temmuz) bu umutları suya düşürdü. Bölünmeyi önlemek artık mümkün değildi; "komün hareketi”nin yayılması karşısında kral temsilcisi lord Wavell (1943-1947) Kongre partisi'ni Nehru’nun başkanlığında geçici bir hükümet kurmakla görevlendirdi (eylül). 1945 seçimleri sonucunda oluşan Kurucu Meclis aralıkta toplandı. Her iki organın da müslümanlar tarafından işleyemez hale getirilmesi üzerine Attlee, yetkilerin devrini en kısa sürede gerçekleştirmek için lord Mountbatten’ı gönderdi.
Bağımsızlık 15 ağustos 1947'de ilan edildi. 14 ağustos'ta Cinnah, Pakistan dominyonunun genel valisi oldu. Gandhi, önce Kalküta’da, sonra Delhi’de dini barışı sağlamayı başardı. Pencab’daysa, tersine, acımasız bir iç savaş patlak verdi. 20 ocak 1948'de Gandhi öldürüldü.
bağımsızlıktan sonra
Bağımsızlığını kazanan Hindistan'ın önündeki sorunlar çok geniş kapsamlıydı. Bu yöndeki çalışmalar 1950'ye dek Nehru ve serdar Patel, daha sonra 1964'te ölümüne dek hem Kongre partisi’nin hem de hükümetin başında bulunan Nehru tarafından tek başına yürütüldü. Ülkenin inşası Anayasa'nın ilanı (ocak 1950) ve genel oyla ilk parlamentonun seçilmesiyle (1952) başladı; seçimler Kongre partisi’nin üstünlüğüyle sonuçlandı. Demokrasi, laiklik, kast sisteminin ve paryalığın kaldırılması bu anayasanın üç temel ilkesiydi. Cumhuriyet kurumlan, büyük bölümüyle 1935 tarihli Government of İndia Act esas alınarak kuruldu. 554 prensliğin ulusal devletle bütünleşmesi Patel’in eseridir; en büyük güçlüğü Cammu ve Keşmir çıkardı. Bu devletlerin hint birliğine bağlanmalarından sonra uzun bir siyasal ve idari bütünleşme süreci başladı. Sözkonusu süreç, Hindistan'ı dil farklılıklarına göre 14 eyalete ve doğrudan yönetilen altı bölgeye ayıran 1956 tarihli States Reorganization Acf'la tamamlandı. Ama çeşitli baskılar sonucunda başka eyaletler de kuruldu. O zamandan beri Hint Birliği, 22 eyalet ve doğrudan yönetilen 9 bölgeden oluşmaktadır.
Nehru zamanında Hindistan önceleri etkin ve özgün bir dış siyaset izledi, ilk kez 1954’te Tibet'le ilgili Çin-Hindistan antlaşması sırasında açıklanan barış içinde bir arada yaşama siyaseti, soğuk savaş döneminde amerikan ve sovyet bloklarının nüfuz alanları karşısında bir barış ve yansızlık bölgesi oluşturmaya çalışan “bağlantısızlık” öğretisini getirdi. Nehru' nun görüşleri, bağımsızlığını yeni kazanmış bazı Asya ve Afrika ülkelerince benimsendi. Daha sonra, 1960’lı yıllarda Hindistan, komşularıyla ortaya çıkan gerginlikler ve patlak veren çatışmalar nedeniyle dış siyasette geri çekilmek ve daha yararcı bir tutum içine girmek zorunda kaldı. 1962’de, Assam ve Ladak sınırlarında Çin ile Hindistan arasında bir sınır savaşı çıktı; savaş, 1959’da Tibet'in Çin tarafından istila edilmesi üzerine patlak vermişti. Hindistan yenildi, ama saldırgan olmakla suçlanan Çin, Ladak dışında, 1959 kasımındaki mevzilerine çekildi. Bu bozgun, Nehru için onur kırıcıydı. Himalaya sınırı Bhutan'a ve 1949’da Hindistan tarafından işgal edilen, 1950’de de bir antlaşmayla himaye altına alınan Sıkkım’a yardım ve uzman sağlayan ve ayrıca yansız bir ülke durumundaki Nepal'! iktisadi egemenliği altına alan Hindistan için bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam etti. Bağımsızlıktan sonra Pakistan ile Hindistan arasındaki ikinci çatışma 1965’te, Lal Bahadur Şastri’nin Nehru’nun yerine başbakan olduğu sırada patlak verdi. 10 ocak 1966 tarihli Taşkent antlaşması, iki komşu arasında statükoyu yeniden kurdu.
Sosyalist olan Nehru'nun iktisadi ve toplumsal siyaseti temkinliydi. Oysa, 1955-56’daki sola kayma eğilimine karşın, karma, katı olmayan planlı bir iktisat siyaseti izlendi. Nehru'nun kızı indira Gandhi de bu siyaseti devam ettirdi. Çalışmalar önceleri altyapının oluşturulması konusunda yoğunlaştırıldı ve Hindistan, bu alanilerlemeler kaydetti. Buna karşılık, 1952’de ülke çapında bir kalkınma siyasetiyle başlatılan, 1956'da “demokratik bir yerinden yönetme" uygulaması, yani kalkınma için yerel yönetim sistemiyle (Pancayati Rac) sürdürülen tarım reformu, başlangıçta sadece zengin köylülerin işine yaradı. Yalnızca geçmişin en çarpıcı mirası olan büyük aracılar yıkıma uğradı, ama küçük köylüler için kredi olanaklarını geliştirmeye ve toprağı işleyenleri himaye etmeye yönelik önlemler umulan sonucu vermedi.
1966'dan sonra Hindistan
İç siyaset.
1959’dan beri Kongre partisi başkanı olan indiraGandhi, ocak 1966’da Lal Bahadur Şastri’nin yerine başbakan oldu. Sosyalist ve bağlantısız bir siyaset izledi, ama içte çeşitli topluluklar ve dil gruplarından gelen özerklik isteklerinin yanı sıra, iktisadi güçlüklerle baş etmek zorunda kaldı. Ağustos 1969'da, kendi siyasetini destekleyen Varahagiri Venkata Giri’nin cumhurbaşkanı seçilmesini sağladı, aralık 1970’te de Halk meclisi'ni dağıtarak Kongre partisi'nin yeni bir zaferiyle sonuçlanan (515 sandalyeden 350'si) genel seçimleri düzenledi. Mart 1972’de yerel meclis seçimleriyle pekişen bu başarıdan aldığı güçle indira Gandhi, o tarihe dek eski prenslere tanınan ayrıcalıkların kaldırılmasına ilişkin Anayasa değişikliğinin onaylanmasıyla iktidarını sağlamlaştırdı.
Bununla birlikte toplumsal huzursuzluk arttı. 1974’te GuceraLta, sonra Bihar’da hayat pahalılığına ve Kongre partisi'nden parlamenterlerin suiistimallerine karşı ayaklanmalar patlak verdi. Gucerat, iki yıl kuraklığa maruz kalmış ve enflasyon yılda yüzde 30’a çıkmıştı. Gucerat, şubat 1974 te doğrudan yönetime dahil edildi. Cayprakaş Narayan, nisanda, “topyekûn devrim" önerisiyle “demokrasiyi kurtarma" hareketini başlattı. Morarci Desai'nin onunla birleşmesi sonucunda daha sonra Canata Party adını alan Canata Morça ("Halk Cephesi") kuruldu. 1975’te sağcılar, maocular ve sol sosyalistler de bu cepheye katıldılar.
Mayıs 1974’te demiryollarında ülke çapında grevler patlak verdi; ocak 1975’te bakan Lalit Naragan Mişra, Bihar'da Samastipur garında öldürüldü. Siyasal tırmanma, başkan Acit Nath Ray'e karşı Delhi'de düzenlenen bir suikastla devam etti. Haziranda Allahâbad Yüksek mahkemesi üyesi yargıç Cag Mohan Lal Sinha, indira Gandhi’yi, 1971 kampanyası sırasında seçimlere hile karıştırmakla suçladı. Çok geçmeden, Canata Morça, cumhurbaşkanını istifaya davet eden bir gösteri düzenledi ve ona karşı şiddetli bir kampanya başlattı, indira Gandhi sovyet yanlısı komünistler dışında tüm siyasi liderleri tutuklatarak karşı saldırıya geçti. Olağanüstü durum ilan edildi. Binlerce kişi hapsedildi. Başbakan 1 temmuzda, öbür önlemlerin yanı sıra tarım reformu bonded labour'ın (köylülerin [çoğu kez yaşam boyu] borçlanmasıyla oluşan kölelik) kaldırılması, vergi kaçakçılığının ve suiistimallerin bastırılması vaatlerini içeren programını açıkladı.
Bu yöndeki uygulamaların doğurduğu bazı olumlu sonuçlar kendini duyurmakta gecikmedi: karaborsa azaldı, fiyatlar düştü. O tarihlerde elverişli olan iklim koşulları (1975’te iyi bir mahsûl alındı), enflasyona karşı etkili bir mücadele yürütülmesini sağladı. Bunu izleyen aylarda, olağanüstü durumu zaman içinde genişletmeye ve başbakanı mahkemelerin yargılama yetkisi dışında bırakmaya yönelik yasama önlemleri alındı. Böylece tüm Hindistan indira Gandhi yandaşları tarafından yönetilmeye başlandı. Basına katı bir sansür uygulandı.
indira Gandhi, ocak 1977’de, yeni bir meşruluk kazanmak amacıyla mart ayında erken seçimlere gitmeyi kararlaştırdı. Bu nedenle Morarci Desai'yi serbest bıraktı (19 ocak) [Narayan, verilen söz üzerine kasım 1975’te serbest bırakılmıştı], Lok Sabha'yı dağıttı ve özgür bir seçim kampanyası için gerekli özgürlükleri yeniden sağladı. Zaman yitirmeden ayın 20’sinde kurulan Canata Party’nin başına, Morarci Desai’nin yönettiği ulusal bir komite geçti. Kampanya kısa sürdü; eski paryaların siyasal lideri Cagcivan Ram’ın İndira Gandhi'yi terk ederek Demokrasi için kongre partisi’ni kurması üzerine, Hindistan tarihinde ilk kez Kongre partisi’nin düşme olasılığı belirdi. Bu ayrılmayı, çok geçmeden başkaları izledi. Muhalefet gücünü korudu ve görülmemiş bir biçimde, Delhi müftüsü müslümanları muhalefete oy vermeye çağırdı. Böylece Canata, Lok Sabha’da 542 sandalye kazandı. Morarci Desai, mart 1977’de başbakan oldu.
Önceleri iyimser bir hava egemendi ve iktidardaki koalisyon durumunu korudu. Ama ertesi yıldan itibaren iyimserliğin yerini düş kırıklığı aldı; bunun nedeni Canata'nın olumlu bir platform oluşturamama- sıydı, oysa indira Gandhi halk tarafından hâlâ seviliyordu. 1978 yılında toplumsal gerginlikler yeniden ortaya çıktı; dini topluluklar arasında isyanlar patlak verdi; grevler çoğaldı. 15 temmuz 1979’da Morarci Desai'nin istifası ve bunu izleyen mücadeleler bir siyasal bunalıma yol açtı. Çaran Singh, ocak 1980’de yapılması öngörülen seçimlere dek geçici olarak Desai’nin yerini aldı. Bu seçimler, indira Gandhi yanlısı ayrılıkçıların oluşturduğu Kongre ’T' in büyük zaferiyle sonuçlandı; bu parti, oyların yüzde 43’ünü alarak Meclis üyeliklerinin üçte ikisini kazandı, indira Gandhi yeniden başbakan oldu ve aynı zamanda savunma bakanlığını da üstlendi. Şubat 1980’de yeni hükümet muhalefet partilerinin iktidarda olduğu dokuz eyalette meclislerin dağıtılmasını kararlaştırdı; 22 eylülde, bazı eyaletleri, özellikle Assam’ı saran sürekli karışıklıklar ve Hindu lar’la müslümanlar arasındaki çatışmalarla mücadele etmek üzere olağanüstü yetkilerle donandı. Bununla birlikte iktisadi ve toplumsal durum, yavaş yavaş düzeldi. Sihler, Halistan adıyla Pencab’da bağımsız bir devlet kurmak amacıyla eylemlerini yoğunlaştırdılar. Hindular’la aralarında yer yer çatışmalar çıktı. Pencab’da olağanüstü durum (President's Rule) ilan edildi (ekim 1983). Ordu birlikleri Sihler’ in direniş merkezleri olarak belirlenen tapınakları sardı. Amritsar’daki en önemli kutsal merkezleri olan Altın Tapınak, askeri birliklerin saldırısına uğradı, sih militanlar tutuklandı.
Kutsal tapınaklarının saldırıya uğraması, Sihler'i daha sert eylemlere itti. Hindular'a saldırılar, toplu öldürmeler arttı. Başbakan indira Gandhi, muhafız birliğinde görevli iki sih asker tarafından öldürüldü (31 ekim 1984). Kongre partisi, oğlu Raciv Gandhi’yi başbakanlığa seçti. Aralık 1984’te yapılan seçimlerde Kongre partisi, o güne dek kazandığı en çok oyla (% 49), iktidarını sürdürdü. Temmuz 1987’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini Kongre partisi’nin adayı Ramas Vami Venkataraman kazandı. Başbakan R, Gandhi aynı yıl Sri Lanka ile bir anlaşma yaparak Sri Lanka’daki ayrılıkçı Tamil gerillalarına yapılan yardımı kesti. Ertesi yıl Çin'i ve Pakistan’ı ziyaret ederek bölgede siyasal yumuşamanın ilk adımını attı. 1989 genel seçimlerinde Kongre partisi parlamentoda çoğunluğu kaybetti. R. Gandhi istifa etti. Muhalefet lideri Vishvanath Pratap Singh başbakan oldu. Bu hükümet döneminde (1989- 1990) siyasal istikrarsızlık giderek arttı. Sri Lanka'daki “Hint barış gücü" (6 000 asker) 1990’da tamamen geri çekildi. Siyasi istikrarsızlığa bir de iktisadi bunalım eklenince V. P. Singh istifa etti, yerini Çandra Şekhar’a bıraktı (kasım 1990). Erken seçim için karar alındı. Haziran 1991 de yapılacak seçimler için geziye çıkan R. Gandhi, Madras'ta bir suikastta öldürüldü (mayıs 1991). Seçimlerde çoğunluğu Kongre partisi kazandı. Partinin yeni başkanı P. V. Narasimha Rao’yu hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Öteden beri bağnaz cemaatlar arasında zaman zaman kıyımlara sahne olan ülkede, Sihlerin ve Hinduların bir türlü dinmeyen taşkınlıklarına yenileri eklendi. Sih militanları Pencap’da suçsuz insanları kurşunladılar, 1990’dan beri yeri ve yıkımı tartışma konusu olan Ayotha camisi, 1992 aralığında Hinduların saldırısına uğradı (Ayotha, Delhi’nin 550 km güneydoğusundaki Faizabad kenti [Uttar- Pradeş] yakınlarında küçük bir şehirdir ve Hinduların yedi kutsal kentinden biridir). Hindular, yerine bir Rama tapınağı yapmak üzere camiyi yıktılar. Hükümet, tapınak cami dışında bir yere yapılsın, cami de yeniden inşa edilsin diye karar verdi. Bunun üzerine çıkan çatışmalarda bir ay içinde yaklaşık üç yüz kişi yaşamını yitirdi (aralık 1992 - ocak 1993).
Kaynak: Büyük Larousse