İslam sanatı
Sind’in Araplar tarafından işgaline tanıklık eden hiçbir veri bulunmadığından, İslam sanatının Hindistan'a XII. yy.’ın sonuna doğru girdiğini kabul etmek gerekir. Delhi kısa sürede Hindistan’daki İslam sanatının merkezi olarak kendini kabul ettirdi. Ardından, yavaş yavaş, önce Pencab ve Bengal’de, sonra Gucerat’ta (XIII. yy. sonu), daha sonra da Dekkan’ da Caunpur, Malva ve Keşmir’de yerel okullar ortaya çıktı; bunlar varlıklarını hint-türk egemenliğine kadar sürdürdüler. Delhi’de, Afganistan’dan gelen istilacılar devşirme malzemelerle yapılar inşa ettiler. Kutb Minar ise ilk özgün mimarlık yapıtıdır. Böylece mimarlığın temel niteliği vakit geçirmeksizin belirlenmiş oldu: hint ve İran geleneklerinin başarılı bir sentezi. Buna karşın, yerel yaratıcılığın İslam örneğini benimsemiş olması, bu mimarlığı tümüyle İslam sanatına bağımlı kıldı. Bu dönem hint mimarlığının süsleme ve renklere olan tutkusu da İslam sanatından kaynaklanır. Bu tutku kimi çini (Pencab) ya da resimlerde (Keşmir), daha sık olarak da beyaz mermer ile kırmızı kumtaşının almaşık bir biçimde kullanılmasında (Hint-Türk imparatorluğu) görülür.

Ancak hiçbir şekilde yapılar süsleme uğruna ihmal edilmedi, güçlerini ve görkemlerini her zaman korudular. Camiler, özellikle imparatorluğun kurulmasından sonra (XVI. yy.) kesin biçimlerini kazandılar (avlu ve revakların ana şahına göre ağır basması); bunlar, mimarlık yapıtları içinde önemli bir yer tutuyorlardı. Buna karşılık, türbelere de aynı ölçüde önem verileli. Türbeler tek başlarına Seyyit ve Lodi gibi okulların belirleyici özelliği haline geldiler; sonunda, çok geniş boyutlar kazanarak (Bicapur’da Gul Gumbaz, 1627-1656; Sasaram'da Şir Şah'ın türbesi) bahçe içinde yer alan mezar saraylara dönüştüler (Delhi'de Hümayun’un türbesi, Âgrâ’da Tac Mahal). Hint-Türk imparatorluğu döneminin çok sayıdaki sarayları, güçlü sur duvarlarıyla çevrili bir dizi köşkten oluşuyordu (Delhi’de Kırmızı Kale, Agrâ kalesi). Hindistan ile İran arasındaki bu uzlaşmaya, Racastan’da parlayan minyatür dalında (XVII. yy.), özellikle hint-türk imparatorları döneminde rastlanır. El sanatlarında ise müslüman Hindistan, halı, takı (kameolar) ve özellikle silah yapımının (bazen at başı biçiminde ince oymalı yeşim, billur ya da fildişi kabzalı hançerler) dışında pek varlık göstermemiştir.
MÜZİK
Özü bakımından bir doğaçlama müziği olan hint müziğinde betimleme ve duygular büyük önem taşır. Katı, karmaşık ve değişmez kurallar, bu müziğin öğretilebilir tek yanını oluşturur. Eski yunan, arap ve türk müzikleriyle akraba olan hint müziği, aslında Mundalar, Dravidler, Ariler... gibi birçok kavmin farklı sistemlerinden de beslenmiştir. Ama müslüman egemenliğinden sonra, müziği iki temel sistem belirledi: Kuzey ve Güney sistemleri.
Kuzey Hindistan’ın kültürlü kesime özgü müziğinde kullanılan nota, bilinen en eski müzik yazılarındandır. Bir müzik parçasının solfej yoluyla deşifre edilmesini sağlayan, seslerin çeşitli hecelerle (sa, ri, ga, ma, pa, dha, ni) belirtilmesi yöntemini Hintliler buldular, Araplar da Avrupa’ya götürdüler. Kuzey hint müziğinde nota, yalnızca makamları ve ezgilerin basitleştirilmiş biçimlerini göstermeye yarar. Simgeler, süslemeleri ve en çetrefil ritim kalıplarının kâğıda geçirilmesini sağlar. Ama bunlar yalnızca öğretimde kullanılır. Ezgileri, yazmaya yarayan notanın yanı sıra, çeşitli hecelerden oluşan ve ritimlerin solfejini sağlayan bir sistem daha vardır. Bu sistemdeki heceler, çeşitli ritim vuruşlarının niteliğini (uzun / kısa, kuvvetli / zayıf) belirtir ve en karmaşık ritimlerin kâğıda geçirilmesini ve öğretilmesini olanaklı kılar.
Hint müziği makamsaldır; her sesin, müziksel anlatım içindeki yeri, sık sık duyurulan ya da bir pedal ses olarak uzatılan değişmez bir durak (tonik) tarafından belirlenir. Bir hint makamı, yalnızca bir ses dizisi değildir. Bir makamın oluşabilmesi için belli aralıkların (şruti) ve süslemelerin (gamaka) kullanılması ve seslerin, anlatım ve üslup açısından bir bütün oluşturması için belli bir tarzda çıkarılması da gerekir, işte bu makam, raga (ruh durumu) adını alır. Hint müziğinde binlerce makam vardır.
Makamlar, ya temel ve türemiş makamlar diye, ya üç temel ıskalaya (grama) [bu ıskalalarda, durak sesinin yeri, iki de tamamlayıcı sesin eklendiği 7 seslik gam içinde değiştirilerek murçhana denilen 21 ana makam elde edilir] ya da, Hindistan'ın güneyinde hâlâ yaşayan 7 seslik 72 ıskala (meiakarta) sistemine göre sınıflanır. Bu ıskalaların durak dışındaki her sesinin iki durumu vardır: na- türel ya da, duruma göre, diyez ya da bemol.
Bir oktav, 22 aralığa (şruti) bölünmüştür. Kullanılan aralıklar, anlatım açısından gösterdiği özelliğe göre, cati denilen kategorilere ayrılmıştır.
Hint müziğinin ritim yönü çok gelişmiştir. Dünyada, ritmin bir ölçüde geliştiği pek az müzik vardır. Tala denilen ritimlerin tümü de çift zamanlıdır. Her zamanın, kendi içinde küçük parçalara bölünmesi, kontratempolar, vuruşların zamanlardan birazcık daha erken ya da geç duyulması, ritmik örgüye olağanüstü ince ve karmaşık bir yapı kazandırır.
Çalgılar dört sınıfta toplanır: telli çalgılar (lata), havalı çalgılar (suşira), gergin derili çalgılar ya da davullar (avanaddha) ve vurmalılar (ghana): çanlar, gonglar, litofonlar vb. Telli çalgıların en’eskisi vina’ dır. Başlangıçta bir bambudan ve küre biçiminde bir ya da iki rezonatörden yapılan vina'nın yedi teli vardır ve parmaklarla ya da tırnaklarla çalınır. Ayrıca sitar, sarangi, sarod, tambura (tampura) gibi telli çalgıları, vamşa, murali, bansuri adlı flüt türlerini, Kuzey’de sahnai, Güney'de nagesvaram denilen ve en ince nüanslara olanak veren, zurnaya benzer çalgıyı anmak gerekir. Davul türlerinin en önemlisi, iki elle çalınan silindir biçimli mridangam ve birbirine bağlanmış küçük bir davulla bir nakkareden oluşan fabla’dır. Büyük savaş davulları, artık halk müziğinde kullanılmaktadır. Tala, hint gongunun adıdır.
XIX. yy.'da hint müziği okulları açıldıktan ve kuramsal kitaplar yayımlandıktan sonra, kuramcılar (Vişnu Digambar Paluskar [1872-1931] ve Omkarnath Thakur [1897-1968]) bir müzik yazısı geliştirdiler ve ragaların yapılarını sabitleştirdiler. Bu sayede, geleneksel, ustadan-çırağa öğretim yöntemine gereksinim duyulmaz oldu. Ama geleneği sürdüren değerli müzikçiler de vardır: Nasrettin Dağar ile oğulları Muinetttin ve Eminettin Dağar, Abdülkerim Han, Feyyaz Han (1886 -1950), Alaettin Han (öl. 1973) ile oğlu Ali Ekber Han (doğm. 1922) ve tüm dünyanın tanıdığı Ravi Şankar (doğm. 1920). Batı müziği öğretimi veren kurumlar ve okulların kurulduğu yıllarda, O. Messiaen, J. Charpentier ve John Mayer (doğm. 1930) gibi batılı besteciler de geleneksel hint müziğini inceledi ve yapıtlarına bu müzikten öğeler kattılar.
SİNEMA
7 temmuz 1896'da, Bombay’da, Lumiöre sinematografının ilk film gösterisi gerçekleşti. Üç yıl sonra, H. S. Bhatvadekar ilk hint filmini çevirdi. Böylece, giderek dünyanın en büyük film üreticisi durumuna gelen (yılda 800 kadar film) hint sineması doğmuş oldu. D. G. Phalke'nin yönettiği ilk öykülü hint filmi Raca Harişçandra (1913) bir türün öncelik kazanmasına yol açtı. Bu, kaynaklarını Ramayana ve Mahabharata adlı iki ulusal destandan alan mitolojik film türüdür ve bugün de çok tutulmaktadır. Bunun yanı sıra sessiz sinema döneminde başka türler de ortaya çıktı. Bu dönemde Dhiren Ganguli, Debaki Bose ve Çandulal C. Şah gibi sinemacılar tarafından tarihsel ve toplumsal nitelikli 1 280 film çevrildi.
1931'de sesli filmin başlaması, hint sinemasının görünümünü değiştirdi. Ardeşir Irani'nin Atam Ara adlı filmi, belli sayıda şarkı içeren “talkie” (sesli) türde ilk yapıt oldu. Filmlere şarkı ve dansın girmesi, şarkılı halk dramı geleneğiyle bağlar kurulmasını sağladı. Bunun tersine, ülkedeki dil ve lehçe çeşitliliği yüzünden ses öğesi, hint sinemasını parçalayan temel neden oldu. Üç büyük yapım merkezi kuruldu: batıda Bombay (marathi, gucarati, pencabi dillerinde filmler), doğuda Kalküta (bengali, assam, oriya dillerinde filmler), güneyde Madras (tamul, telugu, malayalam, kannara dillerinde filmler). Ancak hindi dili, aşağı yukarı herkes tarafından anlaşılan tek dil olarak kaldı ve “Ali india FilnT’in elinde tuttuğu pazarı Bombay ele geçirdi (yılda 150 film).
Otuzlu yıllar sırasında üç büyük yapımevinin uyumlu siyaseti sayesinde, filmler belli bir düzeyi korudu. 1930'da Kalküta'da, Birendra Nath Sircar ile doğan New Theaters Ltd, Dhiren Ganguli (Excuse me Sir), Debaki Bose (Sita, 1934) ve R C. Barua (Devdas, 1935) gibi yönetmenlerin çabalarıyla bengali sinemasının gelişmesine katkıda bulundu. Bombay kesiminde, V. Şantaram tarafından kurulan Prabhat Film Company, özellikle mitolojik ve toplumsal nitelikli filmler yaptı (örneğin Şantaram’ın yönettiği Amar-Cyoti [1936] ve Duniya Na Mane [1937]). 1934'te Himansu Rai ve Devika Rani tarafından kurulan Bombay Talkie yapımevi, Rac Kapoor, Dilip Kumar ve K. A. Abbas gibi sanatçıları ortaya çıkardı. Bu kuruluşun çevirdiği filmler hint siyasal yaşamının sorunlarını yansıttı.
Kırklı yıllar boyunca çok sayıda bağımsız yapımcının ortaya çıkışı, bu üç büyük yapımevinin göreceli gücünü sarsmaya başladı. Kâr ve öne geçme kaygıları, filmlerinin niteliğine zarar vermeye başladı. Bu dönemin sonunda çevrilen film sayısının yüksekliği, gelecek on yıla damgasını vuran nitelik zayıflığını maskeledi.
Ellili yıllarda hindi dilinde filmlerin merkezi olan Bombay, kendi kâr kurallarını kabul ettirdi: bir yıldız oyuncu, altı şarkı, üç dans. Özgün senaryo eksikliği, halk tarafından sevilen yıldız oyuncular ve Hollywood kalıplarının taklidiyle örtbas edilmeye çalışıldı. Bu yapı içinde yer alan birkaç yönetmen, yine de nitelikli bir sinema yapmaya çalıştı. K. A. Abbas, danssız ve şarkısız ilk film olan Munna (1954) ile dikkati çekti. Avare (Avara) [1951] ile Rac Kapoor, Do Bigha Zamin (1953; 1954 Cannes şenliği'nde ödüllendirildi) ile Bimal Roy ve Guru Dutt da aynı çizgide çalışmalar verdi.
Hint sinemasının gerçek özgüllüğü 1955'te Satyacit Ray'ın Pather Pancali filmiyle ortaya çıktı. Ray, 1956'da Cannes' da ödüllendirilen bu yapıtında, geleneksel melodram kalıplarını bir yana bırakıyor ve gündelik gerçekliği şiirsel, coşkulu bir dille yansıtıyordu. Tapan Sinha ve özellikle de Acaantrik (1958) ve Meghe Dakha Tara (1960) adlı iki filmiyle Ritvik Ghatak da, Ray gibi, bir "yaratıcı sinema” oluşturmaya çalıştı. Ancak çalışmaları sınırlı kaldı.
Bununla birlikte, 1961'de Film institute of india’nın kurulması, nitelikli bir seyirci kesiminin oluşmasını sağladı (sinema kulüpleri). Öte yandan Film Finance Cor poration (1960'ta kuruldu) 1968'de genç yönetmenlere yönelik bir yardım siyaseti ni benimsedi ve bir "yeni dalga’’nın doğmasını destekledi, işlenen türler çeşitlilik kazandı ve filmlerdeki toplumsal eleştiri yoğunlaştı. Bu dönemde Mrinal Sen (Bhuvan Şome, 1969), Şyam Benegal (Ankur; 1973), Mani Kaul (Uski Roti, 1970) gibi yönetmenler dikkati geçti.
Yetmişli yıllarda ve özellikle 80'lerin başlarında yaratıcı sinema” ya da "koşut sinema"nın belirli bir atılım yaptığı gözlendi. Çeşitli güçlüklere ve ticari sinemanın büyük rekabetine rağmen, “yaratıcı sinema" M. S. Sathyu, Pattabhi Rama Reddy, Giriş Karnad, B. V. Karanth, Adoor Gopalakrişnan, Aravindan, Said Akhtar Mirza, Giriş Kasaravalli, Govind Nihalani gibi yeni yetenekli yönetmenler çıkarmaktan geri kalmadı. Özellikle güney eyaletlerinde sinema büyük bir gelişme gösterdi.
Hint sineması, günümüzde, gelişimini, dünyada eşine rastlanmayan bir canlılık la sürdürmektedir. Çünkü sinema, televizyonun seçkin kesime yönelik kaldığı ülkede tek ucuz eğlence aracıdır. Devlet, sinemaya başlangıcından beri getirdiği kısıtlamalara (ağır vergiler, acımasız bir sansür) rağmen, "yaratıcı sinema”yı ve nitelikli filmleri destekleyen olumlu kurumların yaratılmasına yardımcı olmaktadır: 1948'de kurulan Film Division (belgeseller ve haber filmleri); 1955'te kurulan Children's Film Society; Film institute of india (eğitim ve sinematek etkinlikleri); Film Finance Corporation ve sonraki adıyla National Film Development Corporation.
Hindistan Fransız şirketi (Batı),
Colbert'in özendirmesiyle 28 mayıs 1664'te Louis XIV tarafından kurulan ayrıcalıklı ortaklık. Merkezi Le Havre'da bulunan bu şirket kraldan, kırk yıllık bir süre için Afrika ve Amerika'nın Atlas okyanusu kıyılarında bulunan transız sömürgelerinin mülkiyet hakkını ve Amerika’yla ticaret tekelini elde etti. Şirket, altı milyon franklık sermayeyle öncelikle, tropikal ürünler, özellikle Colbert'in Nantes, Saint-Mola ve Bordeaux'da işlemeyi tasarladığı şeker açısından zengin adaları (Antiller) sömürmek için kurulmuştu. Ama bakan (Colbert) tekelci sisteme karşı olan kolonlarca desteklenen güçlü hollanda kaçakçılığına engel olamamıştı. Ûte yandan şirket Kanada'yı yönetecek ve burada bir topluluk oluşturacak güçte görünmemiş ve kral 1665’te bu ülkeye Jean Talon adında bir yönetici göndermek zorunda kalmıştı. Kötü yönetilen, fransız limanlarının tüccarları tarafından yeterince desteklenmeyen ve HollandalIların sürekli saldırılarına uğrayarak hileli iflasa zorlanan şirket, 1674'te dağıldı.
Hindistan Fransız şirketi (Doğu),
Colbert'in ısrarıyla ağustos 1664’te Louis XIV tarafından kurulan ayrıcalıklı ortaklık. 15 milyon frank sermayesi olan ve merkezi Lorient'da bulunan bu şirket kraldan, elli yıllık bir süre için, Hint okyanusu ve Büyük Okyanus'taki (Ümit burnundan Ma- cellan boğazına kadar) denizcilik ve ticaret tekeliyle varlığını sürdürdüğü sürece geçerli olmak üzere Madagaskar ve ele geçireceği tüm ada, toprak ve alanların mülkiyet hakkını elde etmişti. Birçok mali ayrıcalığı bulunan şirket, Madagaskarda bir sömürge topluluğu oluşturmakla ve Hindistanda acentalar kurmakla görevlendirilmişti. Madagaskardaki sömürgeleştirme girişimi Montdevergue markisinin (1677) çabalarına karşın başarısızlığa uğradı ve 1674'te adayı terk etmek zorunda kaldı. Buna karşılık, Hindistan'da, Surat (1668), Masulipatam (1669), Çandernagor (1686) ve transız kuruluşlarının merkezi haline dönüşen Pondiçeride (1674) acentalar kuran görevlilerinin becerileriyle transız etkinliğini yaygınlaştırdı. Ancak Hollanda savaşı, özel sermayelerden yeterince destek görmeyen şirketin etkinliklerinin bilançosunda önemli bir açığa neden oldu. Hissedarlarına çok düşük paylar dağıtan şirket 1682de kralın (bundan böyle, mallarını şirket gemileriyle taşımaları ve şirketin mağazalarında satmaları koşuluyla) tüm transız tüccarlarına Hindistanda ticaret yapma yetkisi vermesi üzerine elindeki tekeli de yitirdi. Ayrıca Çin denizi ticaretini, 1698de kurulan Çin şirketi’ne bırakmak zorunda kaldı. Doğu Hindistan transız şirketi 1719da Law'ın Hindistan şirketi’nin bünyesinde eridi.
Hindistan Hollanda şirketi (Doğu),
25 mart 1602de kurulmuş ayrıcalıklı ortaklık. Portekiz'in hint denizlerindeki tekelini kırmaya yönelik tÇım güçleri birleştirme arzusunda olan Etats gönöraux'nun önerisi üzerine sekiz şirketin birleşmesiyle oluştu. 19 yıl için verilmiş olan, daha sonra yenilenen bu tekel şirkete, XVII. yy.'da, karabiber, (Cava ve Sulavesi'ten gelen) pirinç, Banda'dan gelen küçük hindistancevizi, Ambon'dan gelen karanfil, Seylan'dan gelen tarçın ticareti yaparak °/o 700 oranında kâr elde etme olanağını vermişti. Şirketin yönetiminden Batavia’da, kendisine bağlı bir sekreter ve bir Hindistan meclisi (16 üye) bulunan bir genel yönetici sorumluydu. (Hollanda Sömürge imparatorluğu.) 1650'den sonra şirketin ticari yapısı yenilenirken (pamuk, ipek, lak, porselen, pirinç, şeker, kahve), zorbaca davranılan Çinliler ve yerlilerle olan sorunlar çoğalıyordu. Askeri çabalarla birlikte masrafların artmasına karşın, yöneticiler kâr düzeyini korumak istiyorlardı. Şirketin girdiği bunalım genel valilerin sık sık değiştirilmeleri ve görevlilerin kişisel ticarete girişmeleriyle su yüzüne çıktı.
Hollanda-ingiltere savaşı (1780-1784) şirketi yok olma aşamasına getirdi ve devlet borçlarını üstlenerek şirketi feshetti (1798).
Hindistan Hollanda şirketi (Batı),
1612-1792 arasında Amerika'nın, Newfoundland ve Macellan boğazı arasındaki doğu kıyılarıyla Afrika'nın Yengeç dönencesinin güneyinde kalan batı kıyılarındaki ticaret tekelini elinde bulunduran ayrıcalıklı ortaklık. Şirket 1641'de gücünün doruk noktasına ulaştı. Ancak kısa ömürlü bir Hollanda Brezilyası ve Kuzey Amerika'da (Yeni Amsterdam) Yeni Hollanda'nın kurulması sonucu elinde yalnızca, İspanyol topraklarında gerçekleştirilen kârlı kaçak ticaretle İspanyol ve portekiz sömürgelerinde yapılan sürekli yağmaların merkezleri durumundaki Surinam, Curaçao ve Sint Eustatius kaldı.
Şirket 1674’te feshedildi. Bunu, tekel hakkı Antiller ve Afrika ile sınırlandırılmış, 1675-1792 arası etkinlik gösteren ve başlıca etkinliği zenci ticareti olan ikinci bir şirket izledi.
Hindistan İmparatorluğu, 1858 de feshedilen Doğu Hindistan İngiliz şirketi' nin eski sömürgeleri ile Hindistan yarımadasındaki prensliklerin oluşturduğu topraklar bütünü. İngiltere krallığı’nın prestijini yükseltmek için eski Moğol imparator- luğu’nu güçlendiren Disraeli, kraliçe Victoria'yı 1876’da Hindistan imparatoriçesi ilan etti. İngiltere hükümdarları Hindistan imparatoru unvanını bu ülkenin 15 ağustos 1947’de bağımsızlığını ilan etmesine kadar korudular.
Hindistan İngiliz şirketi (Doğu)
ing. East indla Company, londralı tüccarlar ortaklığı. Kraliçe Elizabeth l'in 31 aralık 1600’de, 15 yıllık bir süre için, Hindistan ile yapılan her türlü ticaret tekelini verdiği bu ortaklık, Hindistan'ın ingilizler tarafında ele geçirilmesinde temel araç oldu. Hindistan ile ilk ilişkisi 24 ağustos 1608'de, kaptan W. Havvkins'in Hector adlı gemisiyle Moğol imparatorluğu'nun önde gelen limanı Surat önünde demir atmasıyla başladı. Daha sonra şirket, en önemlileri Madras, Bombay ve Kalküta'dakilerin oluşturduğu acentaları aracılığıyla etkinliklerini yaygınlaştırdı. Şirketin tarihi önce İngiltere’de ayrıcalıkları için, sonra Portekizliler, HollandalIlar, Fransız- lar.gibi öteki sömürgeci güçler karşısında durumunu sağlamlaştırmak için, en son olarak da hintli prensler karşısında imparatorluğunu genişletmek için yaptığı savaşımlarla doludur. Ayrıcalıklarına yönelik olanlar O. Cromvvell (1657 fermanı) yardımıyla (şirket Charles II döneminde askeri ve sivil yetkiler elde etti), sömürgeci güçlere yönelik olanlar Fransızların Hindistan'daki umutlarına kesin bir son veren (Vandivaş savaşı, 22 ocak 1670) sir Eyre Coote’un yardımıyla olmak üzere bütün bu savaşımlar başarıyla sonuçlandı. Uzun bir ilhak siyasetinin sonucu şirket genişledi. Bu genişlemenin belirleyici aşamaları R. Clive'in Plassey’ de (23 haziran 1755) Bengal nababı Sirac el-Devle'ye karşı kazandığı zafer ve 1858’de sona eren "ayaklanma"nın bastırılmasıdır. Ama, ayaklanmanın sona ermesiyle birlikte şirketin yetkileri İngiltere krallığı’na geçti, bu durum 2 ağustos 1858 tarihli Government of indla Act'ta onaylandı. Bu da şirketin nerdeyse yok olmasına yol açtı.
Hindistan İsveç şirketi (Doğu)
1731'de kurulan ve 1813'e kadar etkinlik gösteren ayrıcalıklı şirket. Ümit burnunun D.'sunda kalan ülkelerle ticaret yapma tekelini aldı ve krala, taşınan bir ton yük başına 100 taler verme karşılığında çeşitli mali ayrıcalıklar sağladı.
Hindistan’da giriştiği sömürgeleştirme hareketinin başarısızlığına karşın, İsveç şirketi, Çin’deki acentalarının desteğiyle büyük kârlar elde etti.
Hindistan şirketi porseleni,
XII. ve XIX. yy.'larda Çin ve Japonya’da Avrupa' ya ihracat edilmek için üretilen Batı denizcilik şirketlerince taşınan porselenlere verilen ad.
Hindistan ticaret yolu, Hindistan ve G.-D. Asya adalarında üretilen değerli malların (özellikle baharat, ipekli kumaşlar, kıymetli taşlar) Avrupa ülkelerine ulaştırıldığı yol. Ortaçağ'da bu mallar arap gemicileri ve tacirleri tarafından Basra körfezi ve Kızıldeniz üzerinden denizyoluyla, kısmen de Arabistan üzerinden karayoluyla D. Akdeniz limanlarına getirilir ve burada özellikle Venedikli ve Cenevizli tacirlere satılmak suretiyle Avrupa’ya pazarlanırdı. Bu çok kârlı ticareti ele geçirmek isteyen ve o sırada güçlü bir deniz devleti olan Portekiz, malların üretildiği ülkelere doğrudan ulaşan bir deniz yolu bulmak amacı ile XV. yy. sonlarında (1497), Vasco de Gama'nın komutasında bir sefer heyeti düzenlendi. V. da Gama, D. Afrika'dan aldığı bir kılavuzun da yardımı ile 1498’de Hindistan'ın Malabar kıyılarına ulaştı; onu 1500’de Cabral izledi. Portekizliler XVI. yy.’da Hint okyanusu'na ve G.-D. Asya denizlerine hâkim oldular; hint ticaret yolunun güzergâhı değişerek onların eline geçti. Bu durum birçok ülkenin önemli gelir kaybetmesine ve savaşlara yol açtı.
Kaynak: Büyük Larousse